Sureler

Göster

Bakara Sûresi 49. Ayet

وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْؕ وَفٖي ذٰلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظٖيمٌ

49- Bir vakit oğullarınızı boğazlayıp kızlarınızı hayatta bırakıp işkencenin en kötüsüne sürükleyen Firavun avanesinden sizi ve atalarınızı kurtardığımızı hatırlayın! Bunda Rabbiniz tarafından sizin için büyük bir imtihan vardı.

 

Cenâbı Hakk verdiği nimet ve faziletleri icmalen hatırlattıktan sonra İsrâiloğullarını tafsilen anlatıyor. (İbhamdan sonra izah itnabı) Ve savundukları geçmiş babalarına yapılan ikramları (kevni sabık alakası) kendilerine yapılıyormuş gibi anlatarak benzerlikleri dolayısıyla ibret alıp kendilerine gelmelerini ikaz etmektedir.

Aynı zamanda (lazım-ı faide-i haber yaparak) onların geçmişlerinin haberleri ümmet-i Muhammed’e çeşitli amaçlarla bildirilmektedir.

Önce genel olarak ‘Size azabın kötüsüyle azap ediyor’ diye bahsedip, sonra icmalen ‘Erkeklerinizi boğazlıyor, kızlarınızı diri bırakıyor’ cümlesiyle açıklamış. (İbhamdan sonra izah itnabı)

Bu büyük katliamı Firavun emrettiği halde, Firavun’un avanesine isnad edilmesi, müsebbebi söyleyip, sebeb kastetmek kabilinden mecazı mürsel olmuş. Şöyle ki; katliamı Firavun emrediyor, avanesi uyguluyor, asıl irade Firavunun elinde olmakla beraber etrafındakilerin onun zulmüne rızâ gösterip, itaat etmesi kınanıyor. Zulme rızâ zulümdür. Onlar bu zulme itaat etmeyip rest çekselerdi, kendi rütbelerini, canlarını, menfaatlerini düşünmeselerdi olayın seyri mutlaka değişirdi.

Firavunu şakşaklayarak, destekleyerek, dalkavukluk yaparak onu kötü işlere yüreklendiren, azdıran etrafındaki avanesi olduğundan bu kötü iş onlara isnad edilmiştir. Çünkü tek başına kimse böyle bir cinâyete cesaret edemez.

Suçlular kadar suça itenler de mesuldürler. ‘Günahkar ve nanköre itaat etme’ (İnsan, 24) ‘Kafirlere ve münafıklara itaat etme’ (Ahzab, 48)​​​​​​​ emirleri bu gerçeği beyan buyurmaktadır.

Kibir, baş olma sevgisi ne kadar kötü bir ahlâk, ne kadar aşağılık bir duygu ki, saltanat elden gider korkusuyla binlerce masum çocuk öldürülüyor. Kız çocuklarını utanılacak hallere sokuyor. Bir çoğu da bu üzüntüye dayanamayıp hayatını kaybediyor.

Bu duygular bugün de aynı kötülükleri yaptırmıyor mu? Birilerinin petrolüne, imkanlarına sahip olabilmek için binlerce masumun canına kıyılmıyor mu? Her türlü zulüm, işkence, adilik yapılmıyor mu?

Ayrıca erkekleri işten atıp, fonksiyonlarını yok edip, kadınları asgari ücretle işe almıyorlar mı? Korunmasız kalan kızları, kadınları kandırıp, aldatıp, zor durumda bırakıp kendi kötü arzularına alet etmiyorlar mı? Orada burada buldukları zavallı kadınları, kızları ticaret sermayesi olarak kötü yollara sevk etmiyorlar mı?

Merhum Fahri Hocamız bu âyetin yorumunda şunları söylemişti: ‘O zamanın Firavunu yetmiş bin çocuğu öldürdü ama hepsi cennete gitti. Bu zamanın Firavun zihniyetlilerinin ziyan edip fonksiyonunu öldürdüğü, hedefini şaşırttığı, aldatıp boş ve pis işlere sevk ettiği gençlik maalesef cehenneme gidiyor.’

Firavun ilâhlık dâvâsına kalkışmadan önce böyle bir niyette bulunduğunu veziri Hâmân’a açar ve görüşünü sorar. Hâmân şöyle der: ‘Şimdi zamanı değil. Hiç olmazsa yirmi sene sabret. Ondan sonra bu iddiâya kalkış.’

Firavun vezirinin sözünü tutar ve bekler. Yirmi sene tamamlanınca: ‘İşte verilen süre tamamlandı. Kararımı ilân edeceğim’ der. Hâmân, dişini sıkıp bir yirmi sene daha beklemesini söyler.

Firavun yirmi sene daha bekler. Bu sürede sona erince vezirine: ‘Artık bir diyeceğin kalmadı herhalde!’ der. Veziri de: ‘Kalmadı, ne yaparsan yap!’ Dedikten sonra Firavun, kırk sene niçin beklediğini sorar. Hâmân şöyle cevap verir: ‘İlk yirmi sene içinde senin nasıl rezil bir adam olduğunu bilenler hayattaydı. İkinci yirmi senede ise, bilenlerden işitenler sağ idi. Ama şimdi ne bilenlerden kimse kaldı, ne de işitenlerden... Dolayısıyla istediğini yap!’
 

وَفٖي ذٰلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظٖيمٌ

‘Ve fi zaliküm belaün min rabbiküm azim’

 

Bu menfur tutumları karşısında bizler imtihan oluyoruz.

Evlatlarımızı yetiştirirken maddeyi mi, manayı mı, ahlâkı mı, parayı mı, dünyayı mı, âhireti mi, takvâyı mı, şöhreti mi tercih edeceğiz?

Bu durum gerçekten büyük bir imtihan. Çünkü bu zıtların arasında büyük gerginlik yaşamaktayız. Sanki şartlar bizi kötüye zorluyor. Allah’ın bizden istediklerini de az çok hepimiz biliyoruz veya bilmek zorundayız.

Biz bir ikilem yaşıyoruz. Çevremiz, evlatlarımız, duygu ve düşüncelerimiz, zaaflarımız, arzularımız, hevalarımız bizi bâtıla çekerken imtihanda olduğumuzu, Rabbimizi, akıbetimizi ve yanlış tercih yapanların akıbetlerini, Firavun, Karun, Haman gibi diktatörlerin geldiği noktayı, yaptıkları kepazelikleri ve en nihâyet Allah’ın gazabına, lânetine, buğzuna, hışmına nasıl uğradıklarını tefekkür edip imtihanı kazanmayı hedeflemeliyiz.

Büyük acılar, telafisi mümkün olmayan kayıplar kapımızı çalmadan aklımızı başımıza devşirmeliyiz.

Âyet, öncekilerin durumunu mazi fiil yertine müzariyle anlatıyor (kevni sabık alakası) ta ki ibret alalım.

     Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde
     Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde
     Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlûl
     Yalan raiç, hıyanet mültezem, her yerde hak meçhul
     Ne tüyler ürperir yâ Rab, ne korkunç inkılab olmuş
     Ne din kalmış, ne iman,
     Din harab, iman türab olmuş. 
 Mehmet Âkif

 

Azabın Kötüsü

Rivayete göre; bunlar sınıf sınıf esir, amele gibi ayrılmış ağır yapı yapmakta, yıkmakta, dağlardan kayalar yontup taşlar taşımakta, kerpiç, kiremit pişirmekte, marangozluk, demircilik ve daha bunlar gibi ağır hizmetlerde çalıştırılır, zayıflarına da vergiler konulurmuş.

İmam Râzî hazretleri der ki: ‘İnsanın başka bir el altında ve üzerinde istediği şekilde kullanılabilecek bir halde bulunması, özellikle bu hal içinde bir de ağır, zor, pis işlerde kullanılması azab şekillerinin en şiddetlilerinden olduğunda şüphe yoktur. Piramitlerin yapımı için 150 kiloluk taşları taşımaktan kemik veremi olmuşlardı.İşte Cenâb-ı Allah'ın burada açıkladığı birinci nimet bu kötü azabtan kurtulma nimetidir.’

Fir'avn, Mısır'da Amalika hükümdarının lakabıdır. Çoğuluna ‘ferâine’ denilir. Rum krallarının bazısına Kayser, bazısına Herakl (kral); Habeş krallarına Necaşî; Yemen meliklerine Tübba; İran hükümdarlarına Kisrâ; Türkler'inkine Hâkân denildiği gibi.

‘Âl’ kelimesi ‘Ehl’den alınmış ise de aralarında fark vardır. ‘Âl’, özellikle, kral ve benzeri önemli ve şânı yüksek kimseler hakkında kullanılır. Herhangi bir kimse için kullanılmaz. Meselâ ayakkabıcı ve yularcının âli denmez.

İsrailoğulları'ndan öldürülen çocukların toplamı yetmiş bin veya dokuzyüz doksan bine ulaşmıştı. Buna sebep de bunlardan doğacak bir çocuğun Firavun'un hükümetini yok edeceği hakkında kâhinlerin verdiği bir haber veya Firavun'un gördüğü bir rüya idi. Ne ibrettir ki, bu zulümler bir fayda vermemiş ve sonunda o çocuk doğmuş, Firavun'un kendisine beslettirilmiş, Hz. Musa olmuş ve yine Allah'ın takdiri yerini bulmuştur. Acaba buna gücü yeten Cenâb-ı Allah'ın o kadar masumun kesilmesine izin vermekte hikmeti ne idi?

Muhyiddîn Arabî hazretleri ‘Füsûs’unda şöyle demiştir: ‘Bu çocuklar hep Hz. Musa'ya hayatında imdat olmak ve onun ruhaniyetini takviye (kuvvetlendirmek) için öldürülmüşlerdir.

Çünkü bunların her biri Musa diye, Musa hesabına, Musa için öldürülüyorlardı. Çünkü Firavun ve Firavun ailesi Musa'yı henüz bilmiyorlarsa da Hakk Teâlâ biliyordu. Elbette bunların her birinin alınan hayatı Musa'ya ait olacaktı, zira gaye o idi. Bu çocukların hayatı ise hep fıtrat üzere bulunan temiz birer hayat idi. Nefse ait maksatlarla kirlenmemiş. -Âdem kıssasında açıklandığı üzere meleklerin secdesi devrindeki- fıtrat ve aslî yaratılış üzere bulunuyorlardı. Hz. Musa, Musa diye öldürülen bütün bu çocukların hayatlarının toplamı olacak ve Musa'nın hayatı bunların toplamına denk olacaktı. Her birinin ruhundaki yetenek ve kuvvet Musa'da tecelli edecekti. Demek ki bütün bunlar sağ olsalar ve öyle tertemiz büyüseler, toplamlarından nasıl ve ne kadar bir ruhî kuvvet hasıl olacaksa Musa'nın ruhunun kuvveti ona denk olacaktı.

Firavun'un başındaki orduya karşı, Musa, başlı başına böyle bir ordu idi. Bütün o kesilen çocukların ruhları, Musa'nın ruhunun emri altında idi. Bu da Hz. Musa'ya verilmiş bir ilâhî özelliktir ki, ondan önce peygamberlerden hiçbirine nasip olmamıştı...’

Allah (cc), Îsâ’ya (as) şöyle buyurdu: Ey Îsâ, Vakvak şehrine git, halkını îmâna dâvet et. Zîrâ onlar, benim nimetlerimi yerler, putlara taparlar. Eğer onlarda beş haslet olmasa, azap ederim:

1- Onlar yaşlılara ve kadınlara hürmet ederler.
2- Kadınları, erkeklerine bağlı ve çocuklarını güzel terbiye ederler.
3- Doğru sözlü olup, yalan konuşmazlar.
4- Gelecek için tasa çekmeyip, kendilerine verilen bir günlük nafakaya kanaat ederler.
​​​​​​​5- Fazlasını yığmazlar.

Bu beş haslete sâhip olanın, âhirete îmânsız gitmesi uygun değildir. Git, dâvet et; onlar buna hazırdırlar.