Sureler

Göster

Bakara Sûresi 68. Ayet

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَؕ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌؕ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَؕ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ

68- Onlar: ‘Bizim için Rabbine duâ et de bize o sığırın mahiyetini açıkça bildirsin’ demişlerdi. Musa: ‘Allah (cc) buyuruyor ki, o ne çok yaşlı, ne pek genç; bu ikisinin ortası dinç bir sığırdır. Artık emrolunduğunuzu yapın!’ dedi.

 

İki Genç

Sureye ad olan bu olay, ayrı kutuplarda olan iki gencin kıssasını anlatan, kıyaslamayı zihnimize bırakan ibretler manzumesidir.

Birinci genç, yukarıda bahsedildiği gibi mal hırsı gözünü bürümüş, çalışmadan hazıra konmak sevdasında olan cani, insafsız biri. Üstelik suçu kendi işleyip başkalarının üstüne atan hem suçlu, hem güçlü dediğimiz anarşist ruhlu, sadist, acımasız, insafsız, asi, saygısız, küstah, kendini aşamamış, nefsini gemleyememiş bir zorba.

Diğeri babasının vasiyetinden, annesinin nasihatinden ayrılmayan muti, saygılı, mânevi değerleri maddi çıkarlara değişmeyen, ne pahasına olursa olsun itaatten çıkmayan, arzuları için asla taviz vermeyen, munis, müttaki, ibâdete düşkün, meleklerin bile saygı duyduğu bir genç.

Ayrıca bu gencin Allah’a ve insanlara verdiği sözden, ahidden hiç dönmeyen babası ve eşine itaat eden annesi de işin bir başka yönü. Bu iki genç de fakir, ihtiyaçlı, fakat birinin gönlü zengin, Allah’a tevekkülü tam, inancı bütün. Mehmet Âkif ’in tarifiyle;

     ‘İmandır o cevher ki ilâhi, ne büyüktür!
      İmansız paslı yürek sinede yüktür.’
 

Mâzeret Üretmek

İsrâiloğulları ineğe olan kadim saygılarının tesiriyle inek kesmek istemiyorlar, ineğin vasıflarını sormakta aşırı gidiyorlar.

Tıpkı ipi komşusuna vermek istemeyen Nasreddin Hoca’nın mazeret olarak ipe un serdiğini söylemesi gibi. Hem Allah’ın peygamberinden çözüm bekliyor, medet umuyorlar. Hem de lüzumsuz sorular sormayı sürdürüyorlar.

Oysa ineğin vasfını hiç sormasalardı herhangi bir inek kesmekle sorun çözülecekti. Önce ineğin vasfının, mahiyetinin nasıl bir şey olduğunu sordular. Kendilerine sığırın yaşı hakkında bilgi verildi, ‘Ne çok genç, ne çok yaşlı.’ Fakat onlar bununla yetinmeyip soru sormayı sürdürdüler.

Bunların asıl maksatlarını, kötü niyetlerini bilen Allâmu’l guyûb olan Yüce Allah sorularını sabırla cevapladı. Ama fark edemedikleri bir şey vardı. Sorular çoğaldıkça işleri zorlaşıyordu. Bu her zaman böyle olur. Detaya inildikçe kolaylar zor olur.

Kişisel gelişimimizi engelleyen en önemli kanayan yara mazeretlerimizdir. Bir gün boyu ürettiğimiz mazeretlerin miktarını hiç merak ettiniz mi?
 

Ebu Said Abdullah, İbn Sakka ve Abdulkadir Geylâni, genç yaşta ilim öğrenmek için Bağdad’a gelmişlerdi. Bu sırada Nizamiye Medresesinde Yusuf Hamedâni ders verir, halkı irşad ederdi.

Bu üç genç, Yusuf Hamedâni’yi ziyarete karar verdiler. İbn Sakka, ‘Hocaya öyle bir soru soracağım ki cevabını veremeyecek’ dedi. Ebu Said Abdullah da ‘Ben de müşkil bir soru soracağım, bakalım hoca tam cevap verebilecek mi?’ dedi. Abdulkadir Geylani küçük yaşına rağmen büyük bir edeb timsaliydi. Arkadaşlarına ‘Allah korusun ben nasıl hocaefendiyi imtihana kalkışırım. Sadece huzurunda bekler, onu görmekle şereflenir ve bereketlenirim’ dedi.

Üç genç, nihâyet Yusuf Hamedani’nin huzuruna çıkarlar. Yusuf Hamedâni önce İbn Sakka’ya dönüp ‘Yazıklar olsun sana ey İbn Sakka! Demek bana cevabını veremeyeceğim bir sual soracaksın ha! Senin sormak istediğin sual şudur ve cevabı da şöyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor!’ buyurdu. Sonra Ebu Said Abdullah’a döndü: ‘Sen de bana bir sual sorup tam cevap verip veremeyeceğime bakacaksın ha! Senin sormaya niyet ettiğin sual şudur, cevadı da şöyledir. Fakat sen de edebe riâyet etmediğin için ömrün hüzün ve sıkıntı içinde geçecek!’ buyurdu.

En sonunda Geylani’ye yönelerek: ‘Ey Abdulkadir! Edebinin güzelliği ile Allah ve Resûlünü râzı ettin. Ben senin Bağdat’ta irşad kürsüsünde oturup ‘Benim ayağım, bütün evliyanın boyunları üzerindedir!’ dediğini sanki görüyor gibiyim’ buyurdu.

Aradan uzun yıllar geçti. Hakikaten Abdulkadir Geylani mâneviyatta öyle ilerledi ki, evliyalar sultanı oldu.

İbn Sakka, o hadiseden sonra şer’i ilimlerle meşgul oldu. Çok güzel konuşurdu. Şöhreti zamanın Sultanına ulaşınca Sultan onu Bizans’a elçi olarak gönderdi. Hristiyanlar ona çok alaka gösterdiler. Bizans’ta gördüğü bu alakaya ve dünya hayatının cazibesine aldanarak hristiyan oldu ve hristiyan olarak da öldü. Yusuf Hamedâni’nin ‘Senden küfür kokusu geliyor’ sözünün sırrı böylece tecelli etti.

Ebu Said Abdullah ise, Şam’da çeşitli vazifeler aldı. Fakat hayatı, Yusuf Hamedani’nin dediği gibi hep sıkıntı ve hüzün içinde geçti.