119- Şüphesiz ki biz seni hak olan Kuran-ı Kerim’le rahmetimizin müjdecisi, azabımızın habercisi olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.
Efendimiz (s.a.v.) altı asır peygamber gelmemiş fetret devri insanlarına gönderildi. İnkarın, şirkin, cehlin girdabına düştü. Öyle şeyler söylediler, öyle eziyet ettiler ki zaman zaman kendi peygamberliğinden şüphe eder duruma geldi.
Gelen vahyi kabul etmek yerine acip, garip iftiralara maruz kaldı. Kimisi ‘Sen uyduruyorsun’ kimisi ‘Cinlenmişsin’, kimisi ‘Sihir, efsun, kehanet’ diye zırvaladılar. Çünkü işlerine gelmiyordu. Yıllanmış günahlardan, alışkanlıklardan, haksızlıkla elde ettikleri menfaatlerden ayrılmak zordu. Yeni bir dini hazmedemiyor, kabullenemiyorlardı.
Efendimiz (s.a.v.) yüzlerce inkar okuna hedef olmuştu. Onu bu durumda Yüce Mevlâsı teskin ve teselli edip, ‘Onların sözüne bakıp kederlenme, akıbetleri için de endişelenme. Sen cehennem ashabından sorumlu değilsin’ buyurdu.
Cümlenin ‘ إِنَّ ’ tekit harfiyle başlaması (muktezayı zahirin hilafına kelam, gayrı münkiri münkir menzilesine tenzil)
Efendimizin (s.a.v.) gönlüne gelen şüphe dalgalarını bertaraf edip pak gönüllerini huzura kavuşturmak içindir.
Aynı zamanda ‘Onların seni inkar etmelerine üzülme. Bak, senin risaletini ben tasdik ediyorum. Ve görevinin ne olduğunu, ne olmadığını sana bildiriyorum’ demektir.
‘ بِالْحَقِّ ’ lafzındaki ‘ بِ ’ harf-i ceri, ilsak (bağlamak) manasına olduğundan risaletin kıymeti bir daha teyid ediliyor. ‘Haktan ayrılmayan, kopmayan bir görevle görevlendirildin. Üzülme hak daima bâtıla galiptir.’
Beşir ve Nezir; Efendimizin (s.a.v.) isimlerinden olmakla beraber, aynı zamanda risalet görevinin konusudur. Herşey gibi tebliğde de itici ve çekici güç gerekli (kuvveti dafia-kuvveti cazibe).
Müjde çekici, uyarı itici kuvvet mesabesinde. Önden güzellikler, ebedi saadet, cennet, cemalullah müjdeleniyor. Bununla yol alan ya da yolunu bulan buluyor.
Kaytaran, itiraz eden, kabulden kaçanlara da itici güç devreye giriyor: ‘Başka yol yok, raydan çıkan devrilir. Ya doğru yolda dosdoğru gider kurtulursun, ya da uçuruma yuvarlanırsın. İşte senin görevin; bu beşir ve nezir işini iyi yapmalısın ki, yapıyorsun da. Neticeden sen sorumlu değilsin. İnkarcılar ateşle oynuyorlar. Ateşin arkadaşları, ayrılmaz parçalarıdır onlar.’
Cümlede geçen ‘ عَنْ ’ harf-i ceri bu’d (uzaklık), mücaveze (aşıp geçmek) anlamına geldiğinden bu manaları teyid eder. Allah’tan, peygamberden, müjdeden, ikazdan, haktan kaçıp hudud-u ilâhiyi aşanlar tabii olarak cehennem hududuna kendilerini atmış olurlar.
Sen gerçek bir peygambersin ki, vazifen ilerideki müjdeleri ve tehlikeleri herkese tebliğ etmektir. Her birinin kalbine imanı sokup yerleştirmek değildir. Kendi yaptıklarından, çalışıp kazandıklarından onların kendileri sorumludurlar. Onların cezaları da sönmek bilmeyen ve durmadan yanan o kızgın ateşten çıkamamaktır ki ona ‘nâr-ı cahîm’, bunlara da ‘ashabı cahîm’ (cehennemin dostları) denilir.
Nafî ve Ya'kub kırâetlerinde ‘ لَا تَسْأَلْ ’ şeklinde okunur ki, nehy-i hazırdır. Bu şekilde okunduğu zaman mânâ ‘ve artık ashab-ı cahîmin halini sorma’ olur. Bu da ‘Artık onlar hakkında Benden bir şey sorma, bir şey dileme, onlara ne yapacağımı Ben bilirim’ tarzında bir tehdittir.
Cennette has kullar sefâ sürerken
Cehennemin yiyeceği kaynar su, diken
Belâ devşirir mâsiyet eken
Tövbe nasip eyle Ey Gaffâr!
Vekınâ azâbennâr!
Başlara takılır ateşten yular
Eritir nâzik tenleri kaynar sular
Çiğnenir ayak altında dik başlı kullar
Mûti eyle bizi Kebiru’l-Muteâl!
Vekınâ azâbennâr!
Hicr Sûresi 44’üncü âyetinde bildirildiği üzere Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır. Cehennemin yedi kapısından maksat yedi tabakadır. ‘Cüz'ün maksûm’ da, o kapılardan girerek yerlerini alacak olan guruplardır.
Bu tabakalardan ilki olan Hâviye, günahkâr müminler için, ikincisi Sakar, yahudiler için, üçüncüsü Sa'îr hıristiyanlar için, dördüncüsü Cahîm Sâibe (Güneşe ve yıldıza tapanlar) için, beşincisi Lezâ ateşperestler için, altıncısı Hutame putperestler için ve pek çok adlarla anılan yedincisi münafıklar içindir.
Saîr (çılgın ateş)
Sakar (kırmızı ateş)
Cahîm (yanan kızgın ateş)
Hutame (kalbleri saran ateşli kaygı)
Lezâ (alevli ateş)
Hâviye (uçurum)
Cahîm; Ateş yakmak, ateş tutuşup büyümek, gözün kırmı zılığı artmak ve gözünü açmak anlamlarındaki ‘ جَحَمَ ’ kökündendir. Alevli ateş, çok şiddetli yanan ateş, kor halinde çok kızgın ateş veya harı çok şiddetli olan ve çukurda yanan büyük ateş, ateşi çok şiddetli olan mekan, çok sıcak yer ve derin kuyu-vadi olarak açıklanmıştır.
Ateşin sesli ve şiddetli bir şekilde yanmasından dolayı ‘cahim’ dendiği belirtilmiştir. Kuran'da 26 âyette geçen cahîm, bir yerde Hz İbrahim'in atıldığı ateş (Sâffât, 97), 25 yerde cehennem ve şiddetli ateş anlamında kullanılmıştır. Cahîmin tutuşturulmuş ateş olduğu Tekvîr sûresinin 12. âyetinde açıkça bildirilmiştir. Cahîmin dibinden zakkum ağacı çıkar (Sâffât, 64), buraya atılanlar bu ağaçtan yeyip karınlarını doldururlar, irinden içerler, zakkum karınlarında sıcak suyun kaynaması gibi kaynar. Sonra yanar, susuzluk hastalığına tutulmuş develer gibi içerler. Ayrıca tepelerinden kaynar su dökülür. (Sâffât, 66-67; Duhân, 43-48; Vakı'a, 52-55; Hâkka, 35-37).
Ashâb-ı cahîm tabiri, cehennem halkı, cehenneme atılacak kimseler anlamına gelir. Kur'ân'da 6 âyette geçmiştir.
Yalvarılır asırlarca cehennem mâlikine
Hafifletsin azabı Rabbine söyle
Yağmur beklerken yılan yağar üzerlerine
Ört ayıplarımızı yâ Settâr!
Vekînâ azâbennâr!
Orda düşman olur sevgili dostlar
Ateş döşeklerde yatar, kıyılmaz canlar
Aklına yatmayanı o zaman anlar
Hidâyet eyle bize Azîzü’l Gaffâr!
Vekînâ azâbennâr!…
İbn Abbas dedi ki: Bir gün Rasulullah’ın: ‘Keşke ebeveynimin şu anda ne yaptıklannı bileydim’ demesi üzerine bu âyet nâzil oldu. ‘Sen Cehennemliklerin halini sorma!’ manası, lamı meczûm ve fiili ma’lum okuyan kimsenin kıraatına göredir.
Sevri haber verdi: Rasûlullah, keşke ebeveynime yapılanları bilmeseydim, buyurdu. Bakara, 119 âyeti nâzil oldu. Allahü Teâlâ, onu hatırlamadan onları vefat ettirdi, dedi.
Davut ibni Ebi Asım haber verdi ki: Rasûlullah, bir gün:
- Benim ebeveynim nerede?, buyurdu, âyet nâzil oldu, dedi. Mukatil dedi ki:
‘Peygamber’in: ‘Allah Yahudiler ’e azabını indirseydi elbette iman ederlerdi’ demesi üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi.’.