Sureler

Göster

Bakara Sûresi 5. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

5- İşte bu kimseler Rablerinden hidâyet üzeredirler ve bunlar kurtuluşa erenlerdir.



Yüce Allah Müminun suresinde kurtuluşa eren müminlerin vasfını detaylı bir şekilde izah edip âyetlerin zımnında Resûl-ü Kibriyayı ve onun nezd-i ilâhideki kadr-ü kıymetini biz ümmetine ilan buyurmuş. Çünkü Hz. Aişe kendisinden Resûlullah’ın halleri, tavırları, ahlâkları sorulduğunda Müminun suresinin ilk on bir âyetini okumalarını tavsiye etmişti. Bu mübarek surede de mümini mümin eden, olmazsa olmaz üç özellikten bahsetmiştir: İman, namaz ve infak. Bunları ve Kitabullaha inanan müminleri kitap ve sünnetle belirlenen emir ve yasaklara itaat etmeleri durumunda hidâyet bulup iki cihanda mutlu olacaklarını müjdelemektedir. Çünkü felahın diğer bir anlamı da mutluluktur.

Dine uyan kimse, imanını, kalbini, sıhhatini, bedenini, âilesini, nâmusunu, aklını, nefsini, neslini, şerefini, vakarını, dilini ve diğer âzâlarını korumuş olur. Hasan-ı Basrî

     İkilik yok birlik var, elbet bunda dirlik var
     Elbet bundadır felah, Lailahe illallah

Felah, sözlükte yarmak ve kesmek demektir. Toprağın ekin ekmek için yarılmasını ifade eden kelime de buradan türemiştir. Bundan dolayı araziyi sürüp yaran kimseye ‘Fellah’ denilmiştir.

Alt dudağı yarılmış olan kimseye de ‘eflah’ denilir. Müflih (felaha eren) de sanki arzu etiğini ele geçirinceye kadar bütün zorlukları katetmiş gibi olduğundan dolayı bu adı alır. Fevz ve Beka hakkında da kullanıldığı olur.

Felah bulanlar; istediklerini elde edenler ve kaçıp kurtulmak istedikleri şeylerin kötülüklerinden kurtulanlardır. İbn Ebi İshak

‘Felah’ kelimesi sahur hakkında da kullanılmıştır. Bir hadis-i şerifte şöyle denmiştir: ... Neredeyse Resûlullah (sav) ile birlikte Felahı kaçıracaktık. Ben, ‘Felah nedir?’ diye sordum. O bana, Sahurdur, cevabını verdi. Ebû Davud

Diğer taraftan örtfe ‘felâh’; arzulanan şeyi elde etmek ve kendisinden korkulan şeyden de kurtulmak anlamındadır.

Felah, engelleri aşmak manasına da gelir.

Felah, beka manasındadır. Yani devamlı nimette baki kalmaktır.

Bakara sûresinin ilk dört âyeti, Kur'ân-ı Kerîm'e şüpheden uzak bir imânla bağlanan ve onu kendilerine hayat ve memat düsturu edinen müttakî mü'minlerin felâh bulduklarını müjdelemek üzere inmiştir.

Nitekim Huneyn savaşında İslâm saflarının sarsılıp gerilediğini gören Hazret-i Peygamber (sav), onlara Bakara sûresinin iniş sebebini hatırlatarak: ‘Ey Bakara sûresinin yaranları!’ diye seslenmişti. İbn Cerîr
 

Felaha Dair

Tevrat’dan: ‘Âdemoğlu kanaat edince ihtiyaçtan kurtulur. İnsanlardan uzaklaştıkça, selâmete ulaşır. Şehvetleri terk ettikçe, hürriyete kavuşur. Hased etmedikçe, mürüvvet sâhibi olur, az sabreder, çok kârını bulur.’

Resûlullaha (sav), ‘Kurtuluş çâresi nedir?’ diye sorulunca, şöyle buyurdu: Dilini koru, evinde otur, günahlarına ağla.

Şüphesiz ki, dünyada da, âhirette de gerçek kurtuluşun anahtarı, Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp şehadet getirmektir. Bundan sonra sırasıyla:

1- Kur’an’ı günlük hayatımızın reçetesi kabul etmek.
2- İlâhi emir ve yasaklara uymak
3- Resûlullah (sav)’in sünnetiyle yaşamak
4- Hayırlı ve iyi bir insan olmaya çalışmak
5- Yalnız kendimiz için değil, bağlı bulunduğumuz İslam alemi için de yararlı çalışma ve hizmetlerde bulunmak.
6- Müslümanlarla kardeşlik bağlarımızı kuvvetlendirmek.
7- Her yerde güven telkin edip, huzur havası estirmek.
8- Her konuda Allah’ın hoşnutluğunu ön planda tutmak.

Mümin kardeşinizin duâsını almaya çalışın. Kurtuluşun onun duâsında olabileceğini unutmayın.

Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat edin. Hürriyet, Allah’tan başka bir sebebe bağlanmamaktır. Umum işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak, kulun ilk kurtuluş kapısıdır. İffet ise, kendi nefsi ve başkasının hesâbına değil, söz, hareket, amel, niyet ve özde yalnız Allah hesabına göre olmaktır.

Ey Allah’ım, bu günümüzün evvelini salâh, ortasını felâh, kurtuluş ve sonunu da necât, başarı kıl. Ey Allah’ım, onun evvelini rahmet, ortasını nimet ve sonunu da ikram ve mağfiret kıl. Hadîs-i Şerîf (Taberani)

Yusuf (as) kuyuda üç gün kaldı. Cibril (as) bu sırada şu duâyı öğretti: ‘Her kederi gideren, her kırığı saran, her yalnızı avutan Allah’ım! Muhakkak Senden başka ilâh yoktur. Seni tesbih ederim. Senden bana bir kurtuluş yolu kılmanı, kalbime sevgi yerleştirmeni, beni korumanı ve bana acımanı istiyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah’ım!’


Belâgat

❊ ‘ عَلٰى هُدًى ’de istiare-i tasrihiyye tebaiyye vardır. Müttekinin hali atın üzerindeki kimseye benzetilmiş. Müşebbeh hazfolunmuş. ‘ عَلٰى ’ kelimesi istiare edilmiş. Bu gerçekten yerleşmek, dine devam etmek, tahammül etmek anlamını taşır. Bu aynı zamanda atla binicisi arasındaki irtibat gibi bir irtibata da benzetilmiştir.

❊ ‘ اُولٰٓئِكَ عَلٰى…’ ve ‘ وَاُولٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ’ âyetinde müttekilerin şanının yüceliğini vurgulamak için ‘ اُولٰٓئِكَ ’ ismi işareti iki defa zikredilmiştir. ‘ هُمْ ’ zamiri ise hasr ifade etmek için getirilmiştir. Sanki ‘Kurtuluşa erenler onlardır, başkaları değildir’ denilmiştir. Bu beş âyetin bütününde hüsnü taksim sanatı vardır. Hüsnü taksim, bir şeyin kısımlarının tamamını taksim ederek zikretmektir ki mananın bütün aksamını eksik etmeden anlatmaktır. Bu âyetlerde hamdin ve ibâdetin mümine kafi gelecek bütün kısımları zikredilmiştir. Çünkü ibâdetler bedeni ve mali diye ikiye ayrılır.