256-Dinde zorlama yoktur. İman ile küfür artık kesin olarak açığa çıkmıştır. Kim tağutu (sapık güç ve azgınlığa sevkeden) tanımayıp Allah’a iman ederse kopması imkansız olan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah (cc) her şeyi işiten, her şeyi bilendir.
'Dinde zorlama yoktur.'
Din-i mübîn-i İslâm öylesine berrak, öylesine açık ki, aklı selim olan her insan onun güzelliğini, kadr-ü kıymetini hemen anlar. Yeter ki önünde sûi niyet, kötü şöhret yolunu kesmesin. Doğru yol, rüşt, gün gibi açık. Küfrün sebebi olan azgınlık, neticesi itibariyle açık ve ortadadır. Kimseyi ille de dine gireceksin diye zorlamaya gerek yoktur; o zaman imtihanın bir esprisi kalmaz. Ancak dinin içinde olan kimseye gerektiğinde zorlama vardır, gerektiğinde ceza vardır. Bunları birbirine karıştırmamak gerekir. Teşvik vardır, tebliğ vardır. Nitekim ayetin üçüncü cümlesi de bir teşvik, bir şart, bir cezadır.
‘Kim tağutu inkar eder, Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmış olur.’
İmanın şartı olan kelime-i tevhid, nefiyle başlar, isbatla biter. Önce Allah’dan gayrı tapılan ne varsa ‘lâ’ harfi ile nefy edilir, sıfırlanır. Yürek küfürden, şirkten temizlenip tahliye olur. Sonra ‘illallah / ancak Allah vardır’ diyerek isbat yapılır. İnkarın üzerine iman inşa edilmez; uçurumun yanına bina yapılmadığı gibi. Veya arsayı çöplük olmaktan temizlenip temel atmadan bina yapılmadığı gibi. Efendimiz (sav) iman etmek üzere kendine gelen bir kavme, koyun yüreğini kendilerine haram ettiklerini bildiklerinden öncelikle bir koyun kesip, yüreğini yiyip öyle iman kelimesini söylemelerini istemiştir. Çünkü Allah’ın kanunu üzerine kanun yapmak, kendinden yasaklar icat etmekle müminlik bir araya sığmaz. Tevhid dini, tek Allah’a inanmak, O’nun hükümlerine bağlanmaktır.
Hakkı batılla örtmek, karıştırmak inkar vasfıdır. İnsan, iman edecekse bütün gönlüyle inanacak, batılı kökünden yıkıp kalbinden söküp atacaktır. İman ağacının köklenip budaklanması, iman, ihlas, takva gibi meyveler vermesi buna bağlıdır. İşte bu saf, berrak, katışıksız imanı elde eden sağlam ve kopması imkansız olan iman-İslam kulpuna sımsıkı tutunmuş olur. Fakat içinde küfür, nifak, cehalet, adet kırıntıları, yanlış inanç ve tutkuları olan kimsenin, İslam'ın kopmaz ipine tutunması mümkün olmaz. Sıkı tutunamaz, eski köhne çukuruna düşer.
'Allah semi ve alimdir (işiten ve bilendir)'
Allah, herkesin sözlerini işitir, niyet ve amellerini bilir. O’na hiçbir şey gizli kalmaz. Şahsın derununda hangi bozuk inançlar, yanlış fikirler, fasit kıyaslar var; onlardan haberdardır. Nerede ne konuşuyor, niçin konuşuyor, kime konuşuyor, hepsini işitir. Konuşurken kendini dindar göstererek menfaat sağlamak istediğini, adamına göre görüntü verdiğini, din kisvesi altında sömürücülük yaptığını, her sözünü, her fiilini, her niyetini bilir, işitir. Ve ona göre karşılığını dünyada da, ahirette de verir. Dini kötü menfaatlarına alet edip yalanla dolanla saf insanları çarpan, elbette çarpılacak, zulüm, azgınlık ve nifakının acı akıbetiyle yüzleşecektir. Sağlam kulpa ihlasla yapışanları ‘Rafi’ ismiyle yükselttiği gibi, yapışmayanları ya da yapışır görüntüsü verenleri de ‘Hâfıd’ ismiyle derdest edip aşağılara ve aşağıların aşağısına, esfel-i safiline indirecektir. Âyetin sonundaki ‘Semi-Alîm’ sıfatlarının (lazım-melzum alakasıyla) içerdiği mana böyledir.
Bu ayet Âyete'l Kürsi'nin devamı değil, müsteneftir, tevhidi izan için delil beyan eder. Zira dinde zorluk tasavvur edilmez. Çünkü zorlamak başka birini fiilen ilzam etmektir ki onda hayır görülmez. Oysa din baştan başa hayırdır. Cümle haber şeklinde inşadır.
Dinde zorlama yoktur, çünkü İslam gayet açık, sıhhati üzerine delilleri zahir, insanları İslam'a girmeleri için zorlamaya ihtiyaç yoktur. Aklı selim sahibi zorlanmadan kendiliğinden İslam'a girer.
Bu âyet-i kerimenin “Dinde zorlama yoktur” bölümünü imansızlarla amelsizlerin hepsi bilir. Özellikle ateistler Kur’andan yalnız bu ayetin bu cümlesine inanırlar.
Bu ayet-i kerime; Ayete’l Kürsi’de Rabbimizi zatı ve sıfatıyla tanıdıktan, hak ile batıl, iyi ile kötü apaçık ortaya çıktıktan sonra, tabancayı insanın kafasına dayay arak iman etmeye zorlamayı yasaklar. Allah insanlara akıl vermiş. Peygamber göndermiş, kitap indirmiş, hak ile batılı belirtmiş. Bundan sonrası insanların hür iradeleri ile seçmesine kalmıştır.
Bu ilke yüce Allah’ın insanı onurlandırdığı; hidayet ve dalalet tercihinde onu vicdanı ile başbaşa bıraktığı, davranışlarının sonuçlarını ve nefsi ile hesaplaşma görevini omuzlarına yüklediği, insan özgürlüğünün en bariz ilkesidir.
İnanç özgürlüğü, insanı “insan” yapan, ilk “insan hakkı”dır. İnsanın elinden inanç özgürlüğünü alan, onun insanlık niteliğini elinden almış demektir.
İman, sevme işi gibi gönül işidir. Gönül ülkesine kılıç, tabanca, atom bombası hakim olamaz. Bir insana kendinizi zorla sevdiremediğiniz gibi zorla iman da ettiremezsiniz. Mayın söker gibi kılıçla kafir gönlün den ateistliği, küfrü söküp atılamaz.
Ancak Müslüman insan İslam devleti sınırları içinde dinin bütün emir ve yasaklarına uyması için zorlanır. Görevini yerine getirmeyen ce zalandırılır. Müslüman “Dinde zorlama yok ben namaz kılmam” diyemez. Askere giden adam “Askere giderim ama eğitim yapmam” diyemed iği gibi. “Ben bir ülkede yaşarım ama o ülkenin kanunlarına uymam” diyemediği gibi. “Trafiğe çıkarım ama trafik kanunlarına uymam” derse cezasını kendi çektiği gibi; Müslüman oldum ama emir ve yasaklara uym am diyen ve uymayan kişiyi de İslam kanunlara uygun hale getirir.
Batı hayranı bazı müslümanlar bu ayete dayanarak “Müslüman İslam’ı kendi halinde, kendi devlet veya ailesinde yaş ar. Başkalarına İslam’ı zorlamaz. Tarihteki harpler hep savunma harbidir” derler. Madem savunma harbiydi; Müslümanlar Kudüs’te, Azerbaycan’da, Bağdad’da, Kadisiye’de ne aramışlardı? Alpaslan Malazgirtte ne arıyordu? Kanuni Sultan Süleyman Viyana’ya seyahat için mi gitmişti? İspanya’da Endülüs devleti niçin kurulmuştu? Bakara 193. ayetteki “Fitne (dinden döndürme zülüm iş kence) yok oluncaya kadar, dinin tamamı Allah için oluncaya kadar harbediniz” emri neyi ifade ediyor?
Efendimiz “İnsanlar, Allah’dan başka ilah yoktur. Muhammed, Allah’ın Resulüdür” diye şahidlik yapıncaya kadar, namazı dosdoğru kılıp, zekâtı verinceye kadar onlarla harbetmekle emrolundum” buyurmuştur. Yani cizye verdikten sonra dinde zorlama yoktur.
“Dinde zorlama yoktur’’ evet ama “Onlara karşı elinizden geldiği kadar gerek Allah’ın gerekse kendinizin düşmanlarını ve bunlar dışında Allah’ın bildiği, fakat sizin bilmediğiniz gizli düşmanlarınızı yıldırıp caydıracak savunma gücü ve atlı savaş birlikleri hazırlayınız” (Enfal Suresi, 60)” ayeti de yüce Allah’ın buyruğudur.
Müslümanlar, dinlerinin özünü, tarihlerinin içyüzünü böyle bilmeli ve dinleri konusunda sürekli savunma çabası içinde bulunan bir sanık gibi davranmamalı, böylesine pasif ve yılgın bir rolü benimsememelidir. Aksine her zaman kendine güvenli, alnı açık bir tutum sergilemelidirler. Dinlerini cihaddan soyutlamak isteyen, kendilerine bu zehri şırınga ederken İslâm’ı savunurmuş gibi davranan sinsi düşmanların aldatmacalarına kanmamalıdırlar.
Hz. Ömer’in Müslüman olmayan bir kölesi vardı. Hz. Ömer bir gün sordu:
- Benden hoşnut musun?
- Tabi hoşnutum, sen dünyanın en iyi adamısın.
- Ahlakımı beğeniyor musun?
- Elbette beğeniyorum. Senden ahlaklısını aklıma getiremiyorum.
- Peki öyleyse benim bu iyiliğim, ahlakım, dinim İslamiyet’ten gelir. Bak sana dinimi tanıtayım.
Hz. Ömer kölesine İslamiyet’i anlattı. Sonra: ‘Bunlara ne dersin?’ dedi.
- Güzel, iyi şeyler.
- Öyleyse gel sen de Müslüman ol.
Köle boynunu büktü:
- Muhterem Efendim, eğer beni zorlamayacaksanız, bırakın babamın dininde kalayım.
Hz. Ömer kölesi olduğu halde onu zorlamadı. Bu da gösteriyor ki dinde zorlama yoktur.
الرُّشْدُ ‘Rüşd’ bütün hayırları içine alan cami bir lafızdır. Burada ‘Rüşd’den kasıt imandır. Bunun karinesi de daha önce din lafzının geçmiş olmasıdır. (Umum olan rüşd söylenip, husus olan iman kastedilmiştir.)
‘الْغَيِّ ’ Dalalet, helak yoluna süluk demektir. Burada küfür anlamındadır. Diğer manaları; hata etmek, ziyan etmek, kehanet, sihir, putlar, tapılan tağutların tamamıdır.
Cehalet, itikada itibarla söylenir. ‘Ğayy’ ise fiillere itibarla söylenir. Cehaletin izalesi ilimle, gayyın zevali ise ‘Rüşd’ ile mümkündür. İsabet edene رَشَدَ, hata edene غَوَى denir.
İman ve küfür, sınırları belli iki ana mefhumdur. Bazı yanlış düşünceler, insanı imandan küfrün sınırlarına yaklaştırabilir.
Kimileri ‘Allah vardır ve yücedir’ derler ama, O’na bir takım şeyleri eş tutarlar. Onların, tıpkı Allah gibi saygı duyulacak, emirlerine itaat edilecek, önlerinde boyun eğilecek yüce varlıklar olduğunu düşünürler. Ya da ‘Allah büyüktür’ dedikleri halde, hayatlarına âit temel hükümleri başka makamdan alırlar. Allah’ın helâl-haram hükümlerini kabul etmezler, onların yerine tâğutların hükümlerini benimserler.
Allah’ın hükümlerini beğenmeyerek, ‘bana göre, bize göre, bizim sistemimize göre, çağımıza göre, falanca ilim adamına ve efendiye göre’ gibi ölçüler tevhide uymaz.
Bâzılarına göre Allah, yer ve gökleri yaratmış ve yönetmektedir. Ama ‘O (haşa) gökleri yönetmeye devam etsin, canlıların rızkını versin, sıkışanların da yardımına koşsun, ama yeryüzüne karışmasın. Toplumlara ve insanlara âit hükümleri biz O’ndan daha iyi biliriz’ şeklinde düşünürler ve inanırlar. Bu mantık, şirk mantığıdır, tâğutluktur.
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ Kim Tağut'u inkar ederse..
طَاغُوت temsil yoluyla gelmiş, melekût, ceberût kelimeleri gibi mübalağa sigasıyla gelmiştir. Masdar olduğu, ismi cins olduğu da söylenmiştir. طَغَوَ veya طَغَيَ kökündendir. Âyette zikredilen "Tağut";
♦ “Şeytan” dır.
♦ ‘Sihirbaz’dır.
♦ “Kâhin” dir.
♦ 'Büyücü'dür.
♦ 'Putlar'dır.
♦ 'İnsanların ve cinlerin azgınları'dır.
♦ 'Allah'tan başkasına tapanlar'dır.
♦ 'Nefs-i emmare'dir.
Bunlarla bir araya gelindiğinde azgınlık hasıl olduğundan, tuğyana sebep olurlar.
Taberi, Tağut’un, “Allah’a karşı azgınlaşan ve Allah’ın dışında kendisine tapınılan şey” olduğunu söylemiştir. İsterse tağut, kendisine tapanları zorla taptırmış olsun, isterse onun zoru olmadan insanlar kendilerinden ona tapmış olsunlar. Bu nedenle, kendisine tapılan bu varlık Şeytan, Heykel, put, ağaç, mezar, kadın yahut başka herhangi bir şey olabilir.
“Tağut”, 'tuğyan (azgınlık)' kökündendir. Sağduyuya ters düşen, gerçeği çiğneyen, Allah’ın kulları için çizdiği sınırı aşan düşünce, sistem ve ideoloji anlamına gelir. Bu sistemin imandan kaynaklanan bağlayıcı bir kuralı bulunmaz. Allah’ın buyruklarından kaynaklanmayan her kurum, düşünce, kural, alışkanlık, adet ve gelenek bu kavramın kapsamına girer.
Avamın tağutu putlar,
Havassın tağutu nefis,
Havassü'l hass'ın tağutu masivadır.
Ayet-i kerimede Tağut’u inkar etmenin, Allah’a imandan önce zikredilmesi, Allah’a imanın, tağutu inkara bağlı olmasındandır. Önce kalbin bütün yanlış şeylerden temizlenmesi, sonra imanla dolması gerekir.
İman bakımından insanlar üç kısımdır:
1- Ashab-ı meymene: Amel defterleri sağ ellerine verilenler. Bunlar, cemal sıfatına mazhar olan kişilerdir. Kalpleri ilahi Cemal’in kudret elinin hizmetçileri olan mukarreb meleklerin ellerindedir.
Onların imanı müşahedeye taalluk etmez. Tarif ve beyana taalluk eder. Küfürleri de sadece zahir olan tağutlara taalluk eder. Gizli tağutlara taalluk etmez. Bu incelikten dolayı imanları ve küfürleri mecazidir. Fakat onların imanı küfürleri gibi merdut değildir. Asla açık tağutlara imanları taalluk etmediği için imanları makbuldür.
Son nefeste Allah’a taalluk eden iman, gizli tağuta taalluk eden üzerine galip gelirse felah bulur, iman ile göç eder. Aksi halde gizli küfründen dolayı cehenneme girer, orada azap görür. Ama aşikar olarak Allahu Teala’yı inkar etmediği için, cezasını çektikten sonra cehennemden çıkar. Cennete girer. Hakiki aleme vasıl olamasa da, hakiki alemin yakınına vasıl olur.
Bu fırkanın saadeti kati değildir, belki son nefeste sabit olması muhtemeldir.
2- Ashab-ı meşeme: Amel defterleri sol ellerinden verilenler. Bunlar Allahu Teala’nın celal sıfatının tezahür ettiği kişilerdir. Kalpleri İlahi Celal’in kudret elinin hizmetçileri olan taşkın şeytanların ellerindedir. Şeytanların isteği onların kalplerini şer yollarında kullanmaktır. Onların imanı tağuta taalluk eder. Küfürleri ise Allah’ın birliğine ve nimetlerine taalluk eder.
Onların imanları da küfürleri de mecazidir. Fakat imanları da küfürleri gibi merduttur. Bütün imanları tağuta münhasırdır. Asla mecaz alemini geçemezler. Hakikat aleminin yakınına bile ulaşamazlar.
Allah’ı mutlak olarak inkar ettikleri için cehennemde ebedi kalacaklardır. Şekavetleri Kur’an-ı Kerim’de nass ile sabittir: ‘Ashabı şimal! Kaynar su ve vücudun içine işleyen sıcak yel azabı içindedirler.’ (Vakıa, 41, 42)
3- Mukarrebûn: Allah’a yaklaşanlar. Kalpleri Melikü’l Müteâl olan Allahu Teala’nın yed-i kudretindedir.
Allahu Teala onların kalplerini dilediği gibi çevirir. Yüksek tecellilerin, ledünni ilimlerin ve ilahi marifetlerin arasında döndürüp durur. Onların imanı müşahedeye dayanır. Bu nedenle tağutları inkarları da aynidir, tam bir inkardır. Onlar mecaz aleminden hakikat alemine geçmişlerdir.
Onların saadeti Kur’an-ı Kerim’de nass ile sabit olduğu üzere son nefeslerindedir. ‘İşte o mukarrebler, Naim Cennetlerindedirler’ (Vakıa, 11, 12)
Avamın imanı lisanla ikrar, kalb ile tasdik, erkanıyla ameldir. Havassın imtihanı, nefsi dünyadan ayırıp ukba yolunna yolculuk, kalbin Mevla'yı şuhududur. Havassü'l hass'ın imanı, zahiri ve batını Allah'a taate devam ettirmek, kalbin fena fillah'a yönelmesi, sırrın bekabillah ile halvetidir.
'Kopması mümkün olmayan kulp' hiçbir zaman inkisara uğramayan, sağlam bir kulptur.
Bu bir temsildir. Bir şeyi tutmak isteyen kimse, onun kulpuna tutunur. Dine tutunmak isteyen, ona delâlet eden delillere yapışır. Allah’ın ayetleri, delillerin en güçlüsü ve en açığı olduğu için الْعُرْوَةُ الْوُثْقٰى 'Sağlam kulp' diye isimlendirilmiştir.
Sağlam kulp, Kuran, iman, ihlas kelimesi, hak itikat, sünnet, rızay-ı ilahiye ulaştıran tevfik, sebep veya ahit manasındadır.
Her müminin makamına münasip urvesi vardır.
Avamın; itaate tevfik
Havassın; muhabbetin ziyadeleşmesi için inayet
Havassü'l has; gayriyet zulmetinden fani olup rububiyet nuruyla baki olmaktır.
Bunun için Efendimiz 'Hak cezbelerinden bir cezbe cin ve insin ameline denktir' buyurdu. Çünkü onların ameli fani ve fani alemdendir. Hakk'ın cezbesi baki ve alem-i kadimdendir, hiçbir zaman bitmez. Cezbe almış kimse ebediyen o cezbeden ayrılmaz.
"Allah, şehâdeti söyleyenin sözüyle, küfür izhar edenin sözünü duyar; mü'minin temiz itikâdı ile kâfirin pis itikadını bilir."
Resul-ü Ekrem , Medine etrafındaki yahudilerin müslüman olmalarını istiyor, gizli ve açık bir şekilde Allah'tan bunu diliyordu. Buna göre ayetin manası: "Ey Muhammed Allah, senin duâ talebini duyuyor, buna olan istek ve gayretini biliyor" şeklinde olur.
Bu mübarek isim, Allahu Teala’nın doksan dokuz isminin içinden en büyüğüdür, İsm-i Âzâm’dır. Çünkü bu isim tüm ilâhi sıfatları kendisinde toplayan zata delâlet eder. Allahu Teala’nın zatıyla ilgili hiçbir sıfatı bu ismin dışında kalmaz. Diğer isimlerden her biri ise, tüm sıfatlara delalet etmeyip sadece ilim, kudret gibi tek bir manaya delalet eder.
Bu isim Allahu Teala’nın isimlerinin içinden en hususi olandır. Mecazi veya hakiki manada asla hiçbir mahluka isim olarak verilemez. Ama diğer isimler mecazi olarak mahlukata isim olarak verilebilir. Kadîr, Rahim gibi.
Bu isimde bulunan bazı özellikler diğer isimlerde yoktur. Örneğin, bir kelimeden harf eksiltilirse manası bozulur. ‘Allah’ lafzının ise harfleri eksiltilirse mana bozulmaz.
اللهُ isminin başındaki ا kaldırılırsa ل kalır. ا’ten sonra ilk ل hazfedilirse له kalır. Eğer ikinci ل hazfedilirse هُ tek başına kalır, o da zamir olup Allahu Teala hazretlerine racidir.
‘Allah’ isminden nasibini alan kimse,
1- Allah’dan başkasını görmez.
2- O’ndan başkasına iltifat etmez.
3- O’ndan başkasından birşey beklemez.
4- O’ndan gayrıdan korkmaz. Çünkü o, Allah’ın hakiki, kendisinin ise ancak O’nunla var olduğunu ve Allah’dan başka her şeyin helâkta (yok olucu) ve bâtıl olduğunu anladığından, evvelâ nefsini bâtıl görür.
Kul için yakışan, bu ismi zikreder etmez, hemen kulluğunu hatırlayıp, O’na karşı gerekeni yapmasıdır. Kalbinin bütün gayreti ve himmetiyle Allah’a yönelmelidir. O’ndan gayrı hiçbir şeye iltifat etmemelidir. Ancak O’ndan ümit etmeli, sadece O’ndan korkmalıdır. Kul bu isim sayesinde O’nun hakiki ve gerçek varlık olduğunu, kendi nefsinin fani ve batıl olduğunu anlayacaktır.
Allah dostları Allahu Teala’yı zikrettikleri zaman, farklı tesirler hasıl olurdu. Bu ismi biz zikrettiğimizde ise herhangi bir eseri zuhur etmiyor. Bunun sebebi, onların nefislerini tezkiye etmeleri, ahlaklarını arındırmalarıdır.
Cenâb-ı Hakk’ı Allah ismi ile yad, bütün ismi ile yad gibidir. Çünkü o bütün esmayı muhtevidir.
Zamanın sultanı ölünce, devlet adamları geride kalan veziri öldürmeye karar verdiler. Vezir kaçıp İstanbul’da Şeyh Ebu’l Vefa Hazretlerinin evine girdi, kendisini korumasını istedi.
Şeyh Hazretleri veziri evine aldı. Onu öldürmek için gelenlere nasihat etti, vazgeçmelerini söyledi. Adamlar veziri yakalayıp öldürmek için ısrar ettiler, hep birlikte şeyhin evine hücum ettiler.
Bunun üzerine Ebu’l Vefâ Hazretleri bir kere,
- Ya Allah! dedi. Bütün adamlar kaçtı.
Bir kere sıdk ile 'Allah' dese lisan,
Dökülür cümle günah misli hazen...
Allah (cc) işitir. Yüreklerimizdeki sözleri, ellerimizin hafif dokunmasından meydana gelen sesleri işitir. Karanlık bir gecede, kara bir kaya üzerinde sessizce yürüyen simsiyah karıncanın ayak seslerini bile işitir. Hamd edicilerin hamdini duyar, mükafatlandırır, dua edenlerin yalvarışlarından haberi olur, dualarını kabul eder.
Mesafeler onun işitmesine perde olamaz. Kainatın her noktasında işitilmek şanından olan her şeyi işitir. Birini işitmesi ötekileri işitmesine engel olamaz. Her hadiseyi aynı derecede açık olarak işitir. Bir şeyi işitmesi, diğer şeylerin sesini duymasına engel olmaz. Milyarlarca mahluk aynı anda O’na seslenir, hepsini aynı derecede açık ve hiç eksiksiz işitir. O’nun işitmesi, bizim gibi kulakla değildir. Hiçbir şeye benzemez. O’na gaflet arız olmaz.
Semi’ ile dört anlam kastedilir:
1-Bilme, idrak etme anlamında işitmek. Bu işitme sesle ilgilidir.
2-Anlama, akletme anlamında işitmek, anlamlarla ilgili işitmedir.
3-Cevap verme ve istenenleri verme anlamında işitmek.
4-Kabul etme ve uyma anlamında işitmek.
Kula gereken;
• Allah’ın her şeyi duyduğunu ve Allah (cc)’a gizli kapaklı hiçbir şey tasavvur edilemeyeceğini bilir ve ona göre dilini muhafaza eder. Kötü niyet ve teşebbüslerde bulunmaz.
• Kendine kulağın yalnız Allah (cc) kelamını dinlemek için veril-diğini bilir. Allah’ın kitabını, Hz. Peygamber’in hadislerini ve dini vaaz ve hutbeleri dinler, Allah (cc)’a ulaştıracak hidayet yolları bulmak için canla ona sarılır.
Allah (cc) alimdir. Her şeyi bilir olmuşları bildiği gibi olacakları da olmuşlar kadar açık bilir. Zamanın başladığı tarihten sonuna kadar olmuş olacak her şey Allah’ın ilminde her an hazırdır. Hiçbir hadise Allah (cc)’ın ilminden bir lahza dışarıda kalamaz. Kimin, ne zaman, nerede dünyaya geleceğini, kaç sene yaşayacağını, nerede öleceğini, kabirde başına neler musallat olacağını veya nasıl bir akıbete uğrayacağını kemaliyle bilmektedir
Hiçbir şey O'na karşı kendini gizleyemez. Mahlukat O’nun müsaade ettiği kadar bilir. İlerisini bilemez. İnsanların her şeyi bir hudut içinde ve bir ölçüye göre olduğu gibi bilgileri de böyledir.
Efendimiz sabahladığında, akşamladığında ve yatağına girdiğinde Hz. Ebubekir’e şu duayı okumasını tavsiye etmiştir:
‘Ey görüneni ve görünmeyeni bilen Allah (cc)’ım! Ey göklerin, yerin ve her şeyin maliki! Senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden Sana sığınırım. Nefislerimize bir kötülük yapmaktan veya onu bir Müslümana zarara sürüklemekten Sana sığınırız.’
Ensardan bir adamın iki oğlu vardı. Bunlar Rasulullah peygamber olarak gönderilmeden önce Hıristiyan olmuşlardı. Daha sonra, zeyt inyağı ticareti yapan bir grupla Medine’ye geldiler. Babaları yakalarına yapışarak: “Müslüman olmadıkça sizi bırakmam” dedi. Bunun üzerine: ‘Dinde zorlama yoktur’ mealindeki âyet nazil oldu.
✽ الدّٖينُ kelimesindeki eliflâm, ahd ifâde eder. Veya muzâfın ileyhden ivazdır (Hazfedilen muzafın ileyhten bedel olarak gelen elif lamdır.) Yani, “Allah’ın dini...” demektir.
✽ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ Ziyade takrir için tekitle gelen talildir. تَمَيَّزَ تَبََيَّنَ manasındadır.
✽ 'Kim Allah'ı inkar ederse' cümlesi و atıf harfiyle, 'Allah'a iman ederse' cümlesine bağlanmıştır. Aralarında tezayuf alakası ile vasıl vardır. Yani Tağut'u inkar etmeden tam bir Allah inancı yerleşmez. Allah'a tam iman etmeden Tağut inkar edilemez.
✽ اسْتَمْسَكَ fiili müzari yerine mazi gelmiştir. Şartın kesin vukuu bulacağına işaret, rağbeti izhar içindir.
✽ ‘Sağlam bir kulpa sarılmıştır’ cümlesinde istiâre-i temsiliyye vardır. İslam dinine sarılan kimse, sağlam bir ipe tutunmuş birine benzetilmiştir. اسْتَمْسَكَ 'Tutunmuştur' fiili de terşihtir, teşbih-i tenasi olmuştur. Allah yoluna giden düşüp, yuvarlanıp dalalette kalmaz.
✽ “لَا انْفِصَامَ - Kopmayan” kaydında ise “tersin” sanatı vardır, mübalağadır. Çünkü, bu kulpun kırılması olmayınca, koparılması ve yerinden sökülmesi haydi haydi olmaz. Aynı zamanda itnabtan tezyildir.
✽ Tecessüm sanatıyla, hak dine girenin kayıp sapmayacağı gözler önünde canlandırılmıştır.