Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 41. Ayet

قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لٖٓي اٰيَةًؕ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزاًؕ وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثٖيراً وَسَبِّـحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِࣖ

41- ‘Rabbim bana bir alamet ver’ diye yalvardı. Allah ‘Alametin üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmamandır ve Rabbini çokça an, gün batarken ve gün doğarken tesbih ile meşgul ol!’ buyurdu.

 

Zekeriya as üç gün konuşmayıp sadece zikredebilmesi bir mucize idi. Aynı zamanda bu büyük nimete yapılan bir şükür, bir teşekkürdü. Çünkü çocuk sahibi olduğunda Hz. Zekeriyya yüz yirmi, eşi doksan sekiz yaşındaydı. İhtiyarlık ve kısırlık bir araya gelmişti. Bu iki sebepten her biri çocuk olmasına manidir. Buna rağmen Hz. İbrahim gibi Hz. Zekeriyya da evlat sahibi olmuştu.
 

Rabbim bana bir alamet ver.

Hz. Zekeriyya bu alâmeti itmi'nanının artması için istemiştir. Yani; Sen bana bir alâmet vermekle ni'metini tamamla, demiştir. O takdirde böyle bir alâmet ek bir nimet ve lütuf olur.

Şu anlama da gelir: Rabbim, Sen bana çocuğun var olduğuna delalet edecek bir alâmet yarat. Çünkü ben onun olup olmadığını bilemem, bu benim için bir gaybdır.
 

Senin alametin, insanlarla üç gün konuşmamandır.

Cenâb-ı Hak burada "üç gün", Meryem Sûresi'nde ise, "üç gece"yi zikretmiştir. Bu iki âyetten, bu alâmetin geceleriyle beraber üç gün içinde bulunduğu anlaşılır.

Ard arda üç gün üç gece, demektir. Gece veya gündüzün tek biri zikredilince, lugat ve örf bakımından diğeri de kastedilmiş demektir.

Zekeriyya (as) Cenâb-ı Hak'tan hamileliğin meydana geldiğine dair bir alâmet isteyince, Allahu Teâlâ ona, "Senin alâmetin, konuşamamandır; yani sen üç gün üç gece insanlarla konuşmayıp, insanlardan ve dünyadan yüz çevirerek, zikir, tesbih ve tehlil ile meşgul olup, böyle bir bağışından dolayı Allah'a şükretmekle emrolunursun. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, bunu işaretle göster. Bu tâatla emrolunman, bu arzunun meydana geleceğine alamettir" demiştir.

♦ Bu hâdise Hz. Zekeriya için bir mucizedir: O; tesbîh edip zikredebiliyor, dünyevî meseleleri ise konuşamamıyordu.

♦ Hz. Zekeriyya kendisini konuşmaktan alıkoyan bir hastalık sebebiyle konuşamaz hale geli. Bu, bünyesi sağlıklı olduğu halde, belirli günlerde tahakkuk eden bir acizlik haliydi.

♦ Bir diğer tefsire göre; "İnsanlarla konuşamamandır" buyruğundan kasıt, üç gün süreyle oruç tutmasıdır. Çünkü onlar oruç tuttukları vakit ancak işaretle konuşurlardı.

Hz. Peygamber "Bir gün boyunca akşama kadar susup konuşmamak yoktur" buyurarak, o devirde ibadet hükmünde olan sükutu neshetmiştir.
 

اِلَّا رَمْزاً    Ancak işaretleşme ile...

a) Bu, el, baş, kaş, göz veya dudaklarla yapılan işarettir. Kelimenin asıl anlamı harekettir.

b) Remz, konuşma veya ses olmaksızın, kelimeyi dudak hare-ketleriyle göstermektir. Remz ile konuşma sırasındaki dudak hareketleri, sesli konuşma sırasındaki dudak hareketlerine uyacağı için, işaretle anlatım mümkündür.

c) Remz, gizli ve alçak bir sesle konuşmaktır. Sadece yüksek sesle konuşması yasaklanmıştı.

Remz, bir söz çeşidi değildir. Ama “insanlarla konuşmamandır" ifâdesinden istisna edilmiştir. Çünkü remz ile, konuşmadan kastedilen amaç yerine getirilir. Bu yüzden "söz" olarak isimlendirilmiştir.
 

İşaretin fıkhi hükmü:

Bu âyet-i kerimede, işaretin söz söyleme seviyesinde değerlendirildiğine delil vardır.

Mesela dilsiz bir kimse hanımını boşadığını işaretle ifade ederse bu boşama geçerli kabul edilir.
 

Sen, Rabb'ini çok zikret.

İnsanlarla işaretle konuşması, Hz. Zekeriyya'nın gönlünü tamamen Allah'a çevirip O'nu anmasını, O'nunla meşgul olmasını temin etti. Dil ile konuşmayıp, sadece el, dudak, göz işaretleriyle konuşması, insanlarla ilişkisini azaltacak, insanlarla azalan ilişkinin yerini, Allah'ı zikretmek dolduracaktı.

Allahu Teâlâ onun dilini, işaret ile konuşmanın dışında, dünya meselelerini konuşmaktan alıkoydu. Ama, zikir ve tesbihat konusunda, dilini kullanabiliyordu.

Veya buradaki zikir, kalb ile zikirdir. Çünkü marifet denizine gark olanların âdeti, başlangıçta bir süre dil ile zikre devam etmektir. Kalb, Allah'ın zikrinin nurlarıyla dolduğunda, dil susar, zikir kalbte devam eder. Bundan dolayı arifler, "Allah'ı tanıyanın, dili tutulur" demişlerdir.
 

Ve sabah-akşam O'nu tesbih et.

عَشِىُّ güneşin ufka doğru inmeye başladığı zamandan ufukta kayboluncaya kadar geçen zamanı ifâde eder.

اِبْكَارُ fecrin doğuşu ile kuşluk vaktine kadar olan zamandır.

Bu tesbih, dil ile zikir manasına geldiği gibi, "Namaz kıl" anlamında da olabilir. Cenâb-ı Hak, "Haydi akşama girerken ve sabaha ererken Allah'ı tesbih edin (Yani namaz kılın)" (Rum, 17) buyurmuştur. İçinde tesbih de yapıldığından, namaz "tesbih" diye adlandırılmıştır.

'Uyanık ve mahviyet halinde Rabbini zahire bağlanma noksanlığından tenzih et. Batın zikrine devam et.'

Zikir gönlün, tesbih de aklın eylemi olarak anlaşılırsa, farklı ibadetlerin kasdedildiği anlaşılır. Çünkü tesbih, aynı zamanda Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmek demektir. Yüce Allah Hz. Zekeriyya'dan, kendisini anmasını ve noksan sıfatlardan uzaklaştırmasını istemiştir. Noksan sıfatlardan uzaklaştırmak da, O'nun her şeyi yapabilecek güçte olduğunu itiraf etmektir. Çünkü Hz. Zekeriyya, karısının kısırlığı, kendisinin ihtiyarlığı sebebiyle, çocuğunun olamayacağını düşünüyordu. Onun için Yüce Allah, kendisini noksan sıfatlardan tenzih edip her şeyi yapabilecek güçte olduğunu itiraf etmesini emretmiştir.

Hz. Zekeriyya için çocuk sahibi olmanın alameti olarak insanlarla işaretle, Allah ile de zikir ve tesbihle iletişim kurması emredildi.

Üç gün bu şekilde davranmak, mucize için bir hazırlık safhasıdır.

 

Belagat

 'Bana bir ayet ver' umum, 'çocuğumun olacağına dair bir alamet ver' husustur.

 وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثٖيراً dedikten sonra وَسَبِّـحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ buyruğu ibhamdan sonra izah itnabıdır.

 كَثِيرًا kelimesi mahzuf mefulü mutlakın sıfatıdır.

 Duaya icabet eden Allahu Teâlâ olduğu halde, 'Rabbini tesbih et' buyruldu. Tecrid, gaibten muhataba iltifattır.

 'Sabah-akşam' arasında tibak-ı icab vardır. Tesbih ve zikir arasında, muraat-ı nazır vardır. رَبِّ ile رَبَّ arasında reddül aciz vardır.