72- Kitap verilenlerden bir kısmı: ‘İman edenlere indirilene günün evvelinde inanın, sonunda inkar edin, belki bu surette dönerler!' dediler.
Yahudi ve hristiyanlar, bu ifade ile Kuran’ın tamamını kastediyorlardı. Ehli kitap, bu nifak projesini uygulamaya başladılar. Hz. Muhammed'in şeriatını, bazı zamanlarda kabul ediyor, bir zaman sonra yalanlıyorlardı.
Zayıf Müslümanlar, onların yalanlamalarını görünce, "Bu tekzîb, haset ve inattan olsaydı, ilk başta onu tasdik etmezlerdi. Demek ki Ehl-i Kitab Hz. Muhammed'in durumunu iyice düşünerek, değerlendirdikten, nübüvvetinin delillerini araştırıp, tam tefekkür ve eksiksiz incelemelerinden sonra, O'nun bir yalancı olduğunu anladılar" dediler. Böylece bu yol, Hz. Muhammed 'in nübüvvetinin sıhhati konusunda müslümanların zayıfları yönünden bir şüphe sebebi oldu.
"وَجْهَ النَّهَارِ" "gündüzün evveli" manasınadır. "Vech" herşeyin insana bakan tarafı ve yüzüdür. Sabah'a 'günün yüzü' denilmesi, sabahları yüz gibi parlak olduğundan dolayıdır.
Bir başka tefsire göre, 'İman edenlere indirilen' ifadesi ile, kıblenin değiştirilmesi ile ilgili ayetleri kastetmişlerdir.
"Gündüzün evveli" sabah namazı; "sonu"; öğle namazıdır. Hz. Peygamber, Medine'ye geldikten sonra Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmaya başladı. Yahudiler son derece memnun olarak, bunun devamını arzuladılar. Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesi, bir öğle namazı esnasında oldu. Bunun üzerine Ka'b İbn Eşref ve diğerleri "Mü'minlere indirilene gündüzün evvelinde inanın, gündüzün sonunda ise inkâr edin" Yani, “Sabah namazını kıldıkları kıbleye inanın. Çünkü bu, haktır. Öğle namazını kıldığı kıbleyi ise inkâr edin" demişlerdir.
Ayette bahsedilen inkâr ettikleri "gündüzün sonu" budur.
Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesi, yahudilere ağır gelince birbirlerine şöyle dediler: "Gündüzün evvelinde Ka'be'ye doğru Müslümanlarla birlikte sabah namazını kılın, gün sonunda da bu kıbleyi inkâr ederek, ikindiyi Beyt-i Makdis'e doğru kılın. Size:
- Kabe'ye karşı namaz kıldıktan sonra Kabe'den niye döndünüz? derlerse;
- Kabe'nin değil Kudüs'ün gerçek kıble olduğu anlaşıldı, deyin.Böylece müslümanlar şüphelenir; "Ehl-i Kitap ilim sahibidir. Eğer onlar bu kıblenin bâtıl olduğunu anlamasalardı, bunu bırakıp Beyt-i Makdis'e dönmezlerdi" derler. Kıblelerini bırakıp Beyt-i Makdis'e dönerler."
"Biz şüpheyi onların kafalarına attığımızda, belki Muhammed'in taraftarları O'nun dininden bu yola dönerler."
Veya "Kâbe'den beyt-i Makdis'e dönerler."
Yahudîlerin, müslümanları İslâm'dan uzaklaştırmak için başvurdukları bu oyun, insan tabiatına uygun düşen bir kaideye istinad eder. Çünkü insan, hak olduğunu bildiği şeyden dönmediği gibi, hakkın başlıca özelliği de, hak olduğu bilindiği sürece, kendisinden dönülmemesidir.
Nitekim bu gerçek, Bizans İmparatoru Herakliyüs tarafından da biliniyordu. Hazreti Peygamber hakkında bilgi sahibi olmak için Ebû Süfyân'a yönelttiği sorulardan biri şöyleydi: "Onun dinine giren bir kimse, sonrasında o dinden geri dönüyor mu?" Ebû Sufyân bu soruya "hayır" cevabını vermişti. (Sahih-i Buhârî)
Ancak Yahudîler; bu gerçeği anlamadılar. Hakkı anlayıp, tanıyanın artık ondan geri dönmeyeceğini bilmedikleri için bu umuda kapıldılar.
Günümüzde de bir kısım imansızlar, batılı müsteşrik yazarların kitaplarından İslam hakkında yanlış bilgi aldıktan sonra, ayet ve hadislerle kitaplarını süsleyerek Müslüman görünüp İslam düşmanlığı yaparlar. "Kur'anı okudum içinde birşey yok" diye yalan söyleyerek Müslümanlardan zayıf imanlıları kandırmaya çalışırlar.
1991 yılında kırk yaşlarında iki kadın "Kırk senedir müslümandık, çok şükür hristiyan olduk" diye basına açıklama yaptı. Ancak bir gazeteci kadınların nüfus kağıdını yayınlayınca, Ermeni asıllı iki kadın oldukları ortaya çıkmıştı.
Yahudilerin hile ittifakının bildirilmesindeki hikmetler
♦ Bu hile, onların sır olarak sakladıkları, hiçbir yabancının bilmediği bir oyundu. Hz. Peygamber'in bunu bildirmesi, gaybtan haber verme mucizesi oldu.
♦ Allahu Teâlâ, mü'minleri Yahudilerin böyle bir hile üzerinde anlaştıklarından haberdar edince, bu hilenin mü'minlerin kalplerinde hiçbir tesiri olmamıştır. Eğer bildirmese, bu hile henüz iman ve itikadları zayıf olan bazı müslümanların kalplerinde etkili olabilirdi.
♦ Bu hilelerinin ortaya çıkarılarak rezil edilmeleri, Yahudileri bu gibi tuzaklardan caydıran bir ikaz olmuştur.
Hz. Muhammed'e günün başlangıcında iman, günün sonunda inkar etmeleri, kitap ehlinde inanç tutarlılığı olmadığını göstermekte ve onlarla ilgili psikolojik bir analiz yapmaktadır. Yahudiler hakkı gizlemekte öylesine inat ettiler ki, Hazreti Muhammed'in getirdiği saadet güneşini göremiyecek hale geldiler. Bir kısmı Mescid'e gelip sabahleyin Resûlullah ile namaz kıldılar, akşam olunca bağlandıkları yeni dinden çıktıklarını çevreye duyurmaya çalıştılar. Bu şekilde müslümanları şüpheye düşürmek için kendi inançlarına ihanet edecek kadar ileri gidip, fanatikleştiler. Böyle insanlar her zaman var olacaktır.
♦ Ureyne kasabalarının (veya Hayber'in) 12 hahamı vardı. Kendi içlerinde "Eğer Muhammed'in her getirdiği şeyi yalanlarsanız, halk yalancı olduğunuzu anlar. Fakat O'nun getirdiği şeylerin bir kısmını kabul edip, bir kısmını inkâr ederseniz, câhil halk onu yalanlamanızın, inadınızdan değil, adaletinizden dolayı olduğunu zanneder, böylece de sözlerinizi kabul ederler" diye ittifak ettiler.
Birbirlerine şöyle dediler:
"Günün başında Muhammed'in dinine girin "Muhammed'in hak peygamber olduğuna, doğruluğuna şehadet ederim" deyin; günün sonunda da inkâr edin ve "Biz âlimlerimize, hahamlarımıza dönüp sorduk, onlar da bize Muhammed'in bir yalancı olduğunu, sizin din adına herhangi bir şey üzere olmadığınızı söylediler. Biz de önceki dinimize döndük. O bize sizin dininizden daha hoş göründü" deyin. Belki böylece onlar da "Bunlar günün başında bizimle beraberdiler. Onlar öyle bilmeden, durduk yere bir şeyden dönmezler. Eğer dönmüşlerse mutlaka bildikleri bir gerçek vardır. Şimdi bunlara ne oldu?" diyerek dinlerinde şüpheye düşerler."
Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerime ile Rasûlü'ne onların bu durumunu haber verdi.
♦ Ayet-i kerime kıblenin Beytu'l-Makdis'ten Ka'be'ye çevrilmesi ile alâkalıdır. Hz. Muhammed'in, onların kıblelerine muhalefeti yahudilerin zoruna gitmişti. Ka'b bin Eşref ve arkadaşları şöyle dediler:
"Ka'be'nin kıbleye çevrildiğine dair Muhammed'e inen âyete inanmış görünerek gündüzün başında Ka'be'ye doğru namaz kılın. Gün sonunda da Ka'be'nin kıble oluşunu inkâr edin ve Beytu'lMakdis'teki eski kıbleniz olan Sahra'ya dönün. Bunu görünce belki "Bunlar ehl-i kitab, bizden daha bilgililer" deyip onlar da bizim kıblemize geri dönerler."
Allah Tealâ da bu hile konusunda mü'minleri sakındırmak ve uyarmak, onların sırlarına muttali kılmak üzere bu âyeti indirdi.
♦ Ehl-i kitap, İslâm'ın doğruluğunda zayıf itikatlı müslümanları şüpheye düşürmek için hilelere başvurmuşlardı. Yahudi ve hristiyan âlimleri aralarında anlaştılar. Birbirlerine şöyle dediler: Münafıklık yapıp müminlere uyduğunuzu gösterin. Ancak kendi kardeşlerinizle başbaşa kaldığınız zaman dininizde sebat edin. Müminler kararsızlık içine düşer, siz de onlara karşı münafıklığı sürdürürsünüz. Böylece durumları zayıflar, dinleri yok olup gider. Neticede sizin dininize dönmüş olurlar." Ayet-i kerime her iki grup hakkında nazil olmuştur.
✽ Ehli kitabın 'İman edin - اٰمَنُوا' sözü müslümanların kelimeleriyle ifade edilmiş bir müşakaledir.
✽ 'İman edenlere indirilene الَّـذٖٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذٖينَ اٰمَنُوا' ifadesinde ism-i mevsuller, ehl-i kitabın diliyle tahkir bildirir. İman edenlerden ve Kur'an-ı Kerim'den ismi mevsulle bahsedip, isimlerini dillerine yakıştırmadıklarına işaret eder.
✽ 'İman edenlere indirilen' sıfatlı kinayedir. Kuran-ı Kerim kastedilmiştir.
✽ 'Gündüzün evvelinde iman edin, sonunda inkar edin' cümlesi, mecazı mürekkeptir. Maksatları özellikle zaman bildirmekten ziyade, kaypaklık edin, onlarla dalga geçin, demektir. Yine aynı ifade rücu bildirir.
✽ 'اٰمِنُوا وَجْهَ النَّهَارِ Gündüzün evvelinde iman edin' ile 'اكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ Sonunda inkar edin' cümleleri arasında tibak-ı icab vardır.
✽ اٰمَنُوا mazi fiili ile اٰمِنُوا emri hazırı arasında, cinası muharref vardır. Yazılışları aynı, harekeleri farklıdır.
✽ لَعَلَّ kelimesi cinas-ı kalptir. (Tersten de okunuşu aynıdır.)
✽ Delalet-i mutabıkıyesi: Ehli kitap müminlere iman ettiklerini söyleyip, onları kandırarak dönmelerini sağlamaya çalışırlar.
✽ Delalet-i tazammuniyesi: Onların hususiyetleri; müminlerle alay etmek, onları küçümsemek, inkara çevirmeye cüret etmeleridir. Müminleri dinden, imandan soğutmak için her türlü taktiğe başvurur, psikolojik savaş teknikleri ile onları soğutarak yıldırma politikası uygularlar.
'Gündüzün evvelinde inkar edin, sonunda ise inkar edin' cümlesi, hilelerindeki inceliği, derinliği bildirir. Çünkü gündüzün başı insanların yeni bir güne başladıkları, umut vaad eden bir zamandır. Müminler yahudilerin iman etmesinden umutlanırlar. Akşam ise herkesin evine çekildiği, kararmayla beraber hüzünlerin çöktüğü bir zamandır. Yahudilerin o anda inkar etmeleri, müminlerin geceyi umutsuz, gamla geçirmelerine yol açar.
✽ Delalet-i iltizamiyesi: Yahudilerin mahiyeti gerçekleri gizlemek, batılı süslü göstermek, müslümanlara hile kurmak, aşağılamak, alay etmektir. Kendi menfaatleri için haklı haksız herşeyi alet ederler.
✽ Dal bid delalesi: Ayeti kerime düşmanın yaldızlı sözlerine kanmamak gerektiğini bildirir. Hz. Ömer'in dediği gibi; insanları tanımak için ticaret, yolcuk yapmak ve uzun zaman bir arada yaşamak gerekir. Bunun için insanlara tam anlamıyla güvenmeden uzun zaman izlemek gerekir. 'Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.'
Mümin her zaman uyanık, tedbirli, ferasetli olmalı, imanını şüpheden yakine, amelini ihlasa, ahlakını hamideye yükseltmelidir. Muhatabımız bilgili de olsa, imanı takvası yoksa, sözlerine, tereddütlerine kapılmamamız, etkilenmemiz gerekir.
✽ Dal bil iktizası: Yahudilerin kafalarını iman yönünde değil, inkar ve inananları küfre sokma yönünde hileye çalıştırdıklarını anlıyoruz. Demek ki oturup düşünmüşler, bir araya gelmiş ve bir lobi faaliyeti oluşturmuşlar.
✽ Dal bil işaresi: Nasıl ki imanda kökleşmiş olanlar imanı hem yaşar, hem yaşatmak ister, imanın yayılıp kuvvetlenmesine, müminlerin çoğalmasına gayret eder. Yahudi gibi, inkarda inad etmekte kökleşenler de kendi gibilerinin çoğalmasını, kendi suçlarının görülmemesini hedefler, yandaşlarını çoğaltmak ister. Bunun için hak delilleri olmadığından batılı, yalanı, vesveseyi, hileyi kullanır, akla hayale gelmedik desiseler kurarlar.