Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 76. Ayet

بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّقٖينَ

76- Evet, kim verdiği sözü yerine getirir ve Allah (cc)’tan korkarsa muhakkak Allah (c.c.) takvâ sahiplerini sever.

 

'بَلٰى Hayır' kelimesi hakkında:

♦  بَلٰى’da vakf yapılır. Sonraki cümle müstenefedir. Bu cümle sırf yahudilerin "Ümmîlerin bize karşı bir yolu yoktur" şeklindeki sözlerini reddetmek için getirilmiştir.

İki kişi arasında bir ahid, bir sözleşme ve anlaşma varsa, her ikisi de bu sözleşmeye uymak zorundadır. Mal alışverişine dayalı akidler, emanetler ve alışverişten doğan borçlar da böyledir. Kim birisine bir şey emanet ederse, yahut ödünç mal verir, veya belirli bir sürede ücreti ödenmek üzere bir mal satarsa, kendisine emanet olunan emaneti, ödünç alan aldığını, mal alan da malın ücretini ödemek zorundadır. Kısacası, ahde vefa göstermek şarttır. Bu, hem insan olarak yaratılmanın, hem de Allah'ın dînine tâbi olmanın bir gereğidir

♦  بَلٰى kelimesinde vakf yapılmaz. Kendisinden sonra yeni bir söze başlamak için getirilmiştir.

Buradaki ahd, Allah'ın Hz. Muhammed'e , onun getirdiği ilahi kitaba iman etmeyi nazari ve ameli kuvvetin mükemmelliğiyle gerektiren bütün ilahi ahd ve misakları içine alan bir ahddir.

Yahudîler bu iki ahidden hiçbirine vefa göstermemişler, ahidlerini yerine getirmemişlerdir. Allah'ın ahdine vefa gösterselerdi, peygamberleri Hz. Mûsâ'ya indirilen Tevrat'ın emir ve tavsiyelerine uyarak son Peygambere îman eder, Kurân'a da tâbi olurlardı. Fakat yahudîler, Hazreti Peygambere düşman olmakla Allah'ın ahdine, insanların mallarını haksız yolla yemek ve emanete hıyanet etmekle onların ahdine vefa göstermemişlerdir.


Ahde vefa

Âyet-i kerime, ahde vefanın önemine delâlet eder.

Bütün taatler iki ana noktaya dayanır: Allah'ın emrine saygı ve O'nun mahlukatına şefkat. Ahde vefa, her ikisini de içine alır.

Ahde vefa, insanların menfaatine sebep olduğu için Allah'ın mahlûkatına şefkat göstermek demektir. Ahde vefâ'yı yerine getirmek, Allah'ın emirlerine ta'zim edip saygı göstermektir.

Ahde vefa, insanın kendisi hakkında da olabilir. Kendi ahdini ve sözünü yerine getirmek, tâatleri yapmak, haramları terketmektir. Akıllı kişiye düşen sevinç ve üzüntü anında, gizlide, aşikarda vermiş olduğu ahdi muhafaza etmektir.

✦ Dört şey vardır ki, kimde bu şeyler bulunursa halis münafık olur. Kimde de bunlardan bir haslet bulunursa terk edinceye kadar onda nifaktan bir şey bulunmuş olur:

   1- Bir şey emanet edilirse ihanet eder.

   2- Haber verdiğinde yalan söyler

   3- Sözleşme yaptığında (vefa ve söze bağlılığı terkeder ve böylece karşısındakini) mağdur eder.

   4- Düşmanlıkta haktan ve adaletten yüz çevirir. Hadis-i Şerif

'Tuhfe' kitabında şöyle geçer: Münafıkların alametleri bu dört şeyle sınırlı değildir. Bilakis içi ve dışı bir olmayan her iki yüzlü insan münafıktır. Efendimiz'in 'Münafıkların alametleri dörttür' buyurarak sayı vermesi, makamının icabıdır.

✦ Emaneti olmayan kimsenin îmanı, ahdi olmayan kimsenin de dîni yoktur. Hadis-i Şerif

✦ Ey Muhâcirler! Beş haslet vardır ki, bunlarla imtihan edilmenizden, sizin aranızda olmalarından ve bu kişilere yetişmenizden Allah’a sığınırım!

   1- Bir toplumda fuhuş yaygın hale gelir ve aleni olarak yapılmaya başlarsa, taun ile diğer hastalıklar ve hatta öncekilerde görülmeyen hastalıklar, bozulmalar olur.

   2- Ölçüde ve tartıda hile yapılması. Yıllar sürecek kıtlık ve geçim sıkıntısı çekerler. Devlet büyükleri ve yöneticilerin zulmü artar.

   3- Zekatı vermemeleri. Gökten inen yağmur azalır. Eğer yeryüzünde yaşayan hayvanlar olmasa, bir damla bile yağmur yağmaz.

   4- Allah ve Resulüne verdikleri ahdi bozmaları. Bu topluma dışarıdan bir düşman musallat olur ve ellerinde bulunan şeylerin bir kısmını onlardan alırlar.

   5- Devlet büyükleri ve yöneticilerin Allah’ın kitabı ile hükmetmemeleri. Allahu Teâlâ onların içine korku verir, kargaşa ve huzursuzluk içinde boğuşurlar. Hadis-i Şerif

Şüphesiz verilmiş sözde durmayıp ahdi bozmak Allah (cc)’ın öfkesini kazanmaya sebep olur.

Mümin beladan kurtulması için verdiği sözlerin hükümlerini gösterip gereğini yerine getirmek mecburiyetindedir.

Sözlerinde durmayıp emanetlere hainlik edenlerin cezası, Allah nezdinde zina, hırsızlık, içki içmek, kumar oynamak ve anne babaya karşı gelmek gibi diğer büyük günahları işleyenlerden daha ağırdır. Çünkü ahdi bozmanın kötülüğü umumidir. Bunun vereceği zarar daha büyük ve daha tehlikelidir.
 

Gencin biri dünyanın süs ve güzelliklerine bakmamak üzere Allahu Teâlâ hazretleriyle bir akit yaptı, Allah'a söz verdi. Bir gün pazara uğradı. Orada inci ve cevherle işlenmiş çok pahalı bir kemer gördü, çok beğendi. Sonra geçip gitti.

Kemerin sahibi gencin büyük bir beğeniyle kemere baktığını görmüştü. Genç oradan ayrıldıktan sonra, cevher ve inci işlemeli altın kemer ortalıktan kayboldu. Adam hızlıca gencin arkasına takıldı, onu yakaladı ve:

"Hırsız! Sen benim kemerimi çaldın!" diyerek onu sultana götürdü. Sultan o gence baktığında;

 "Bence bu genç hırsız değil" dedi. Adam:

 "Hayır! O benim süslü, altın kemerimi çaldı!" diyerek kemerinin özelliklerini anlattı. Sultan gencin aranmasını emretti. Kemeri gencin belinde buldular. Sultan gence:

 "Ey genç! Utanmıyor musun hayırlıların elbiselerini giyiyor ve facirlerin amellerini yapıyorsun?"

Genç şaşkın bir şekilde kemere baktı:

 "Ey Mevlam! Vazgeçiyorum! Vazgeçiyorum! İlahi bir daha böyle bir şey yapmayacağım" dedi.

Sultan gencin dövülmesini emretti. O sırada gaib'ten bir ses işittiler. Şöyle diyordu:

 "Bırakın onu! Onu dövmeyin! Biz onu te'dib ve terbiye etmek istedik."

Bunun üzerine sultan genci bıraktırdı, iki gözünün arasından öptü.

"Bana kıssanı haber ver! Hikayeni anlat?" dedi. Genç hikayeyi anlatınca sultan taaccub etti.

Bu hadise üzerine kemerin sahibi:

"Bu kemeri sana hediyye ediyorum! Allah aşkına bunu kabul et. Ve bana hakkını helal et!" dedi. Genç:

 "Hayır, kabul etmem. Bu senin işin değildir. Bunu yapan her sanat ve işin sahibi olan Allahu Teâlâ'dır" dedi.

 

Allah müttakileri sever.

Ayetteki "ahde vefa", borcunu vaktinde ödemeyi ifade etmektedir. Borcu ödemek, alacaklıya zulmetmemek, takvadır. Takva, sosyal ilişkilerde güzel ve adaletli davranmaktır.

Ahde vefa, haksızlıktan sakınmak, yani insan olmanın sorumluluk ve bilincini taşımak ilahî sevgiyi celbeder, kişiyi Allah'ın sevgili kulları arasına dahil eder.

Allah; güzel davrananları, kötülük ve haksızlıktan sakınanları sevdiğini beyan ederek, ahde vefa göstermeyi teşvik etmektedir. Ahde vefa göstermemek, haksızlıktan sakınmamak, Allah'ın sevgisini kaybettirir.

Ayet, ahde vefasızlığı, kötülük ve haksızlığı önlemenin yollarından birinin sevgi olduğuna, sevgisizliğin nelere mal olacağına işarettir.

Müttaki

“Takva” fiili sözlükte; bir şeyi korumak, himaye etmek, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak demektir.

‘‘İttika’ sözlükte; vikayeyi kabul etmek, bir başka deyişle, vikayeye girmek, elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini koruma altına almaktır.

‘Müttaki’ ittika eden, takva sahibi kimse demektir.

Kur’an gelmeden önce Arapça’da takva; insan ve hayvan gibi canlı bir varlığın kendini, dışarıdan gelebilecek bir zarara karşı savunması anlamına gelmekte idi. Kuran’ın gelişi ile takva Allah’ın korumasına girmek, nefsi korkuttuğu şeylerden korumak, Allah’ın emrini tutup azabından korunmak, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımak anlamını kazandı.

Muttaki, facirler gibi kulluk örtüsünü yırtıp atan, Allah’tan çekinmeyen değildir. Onlar Allah’ın koyduğu sınırları aşmaktan kaçınan, bütün isyanlardan ve günahlardan Allah’ın korumasına sığınan kimselerdir.

✦ Allah katında bütün halklar ve milletler eşittir. Arabın Arap olmayana üstünlüğü, ancak takva iledir. "Sizin Allah katında en iyiniz, takvaca üstün olanınızdır." Hadis-i Şerif

Takvâ, yedi azayı muhafaza edip üç yüz altmış çeşit afet ve günahlardan çekinmektir.

Seninle haram arasında aşılması imkansız dağlar teşekkül ve tekevvün ediyorsa sende takva var demektir.

Muttakilerin Kur’an’da yer alan sıfatlarından bazıları şunlardır:

• Muttakiler, inanılması gereken bütün iman esaslarına şüphesiz iman ederler.

• Mallarını Allah yolunda çekinmeden infak ederler.

• Namazı gereği üzere ikame ederler, namazın mü’minin haya-tındaki yerini bilirler ve onu yerine getirmenin çabası içindedirler.

• Gerek Allah’a gerekse insanlara söz vermişlerse, sözlerinde dururlar

• Allah’ın yolunda yürümek, günahlardan kaçınmak, Allah’ın dinine yardım etmek konularında sabırlıdırlar.

• Öfkelendikleri zaman öfkelerine hakim olurlar. İntikam peşine düşmezler.

• İnsanların kendilerine yaptıkları hataları bağışlarlar.

• Günah işledikleri zaman hemen tevbe edip, Allah’tan mağfiret dilerler.

• Günahta ve hatada ısrar etmezler.

• Her konuda Allah’a ve Resûlüne itaat ederler.

• Onlar dünyada da ahirette de birbirlerinin dostudurlar.

• Herkese adaletle davranır, kimsenin hakkına tecavüz etmezler.

• Bütün işlerinin salih amel olmasını isterler. Allah’tan hakkıyla korkarlar.

• Allah’ın dini uğruna çalışan ve cihad eden kimselerdir.

İnsanın kurtuluşu için Allah’ı tanıyıp takva üzere yaşaması yeter. Yalan olarak da tevbe ettikten sonra günaha tekrar dönmesi yeter.

Takva, bir anlamda dikenli yolda yürürken kendini korumak gibidir. Bu da sabır ve dikkatle olur.

Nebi hep şöyle dua ederdi: ‘İlahi! Senden hidayet, takva, iffet ve insanlara muhtaç bırakmayacak bir zenginlik isterim.’
 

Huzeyfe b. Yeman anlatır:

– Salih bir zât: “Rüyamda genç bir delikanlı gördüm. Kimsin?” dedim. O,

- Ben takvayım, dedi.

- Nerede kalırsın?

- Hep mahzun olup da ağlayan kalpte.

Sonra, simsiyah bir kadın görüm. “Kimsin?” dedim.

- Kahkahayım, dedi.

- Nerede kalırsın?

- Her neşeli, hoppa kalpte.

 

Belagat

 Onlar hem mesuliyetimiz yok, diyerek hak ihlalini savunuyorlardı. Ümmi, diyerek de müslümanları küçümsediler. Bu ayetteki 'Bela' ilk iddialarına cevaptır. 'Allah müttakileri sever' cümlesi de o küçümsemelerine cevaptır.

 'Kim ahdini yerine getirirse' cümlesi, 'Ve sakınırsa' cümlesine atfedilmiş, vasıldan tezayuf vardır. Ahdini yerine getirmeyen müttaki değildir, müttaki olmayan da ahdini yerine getirmekte tam hassas olamaz.

 Takva ve müttaki kelimeleri arasında hem reddül acez hem de iştikak-ı sağire vardır.

Reddül acez, bir elbisenin üzerine aksesuar olarak kullanılan şerit, süs, kurdele vb.nin hem robaya hem eteğine koyulması gibi, aynı lafzın bazen aynısının bazen değişik kalıplarda gelmiş halinin cümle içinde yer almasıdır.

 'Allah müttakileri sever' lazım, melzumu; Onları korur, yardım eder, cennetle mükafatlandırır demektir.

 الْمُتَّقٖينَ kelimesinin ال lı marife gelmesi, ahdi harici, cins ve istiğrak-ı hakikidir. Allah müttakiliği sever, müttakilerin her türlüsünü genç-yaşlı, kadın-erkek her müttakiyi sever. Müttakilerin hepsini sever, Geçmişte yaşamış, gelecekte yaşayacak hepsini sever.