Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 77. Ayet

اِنَّ الَّذٖينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَلٖيلاً اُولٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّٖيهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ

77- Allah’a (c.c.) verdikleri sözü ve ettikleri yemini az bir değere değişenlere gelince, onları ahirette bir nasibi olmayacaktır. Allah (c.c.) kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacaktır, onları temize de çıkarmayacak, onlara acıklı azap vardır.

 

Âyetin öncesiyle irtibatı:

Önceki ayette yahudilerin insanların mallarına yaptıkları hâinlikleri ve bile bile yalan söyledikleri beyân edildi. Mal konusunda hıyanet, yalan yeminle yürür. Bunun için yalan yemine yeltenen kimselere va'îd-i ilâhi'yi ifâde eden bu âyet-i kerimeyi peşisıra getirmiştir.

Ancak âyetin manası umumidir, yalan yere yemini nehyetme hususunda, yalan yemine yeltenen herkes hakkında nâzil olmuştur.
 

Allah'a olan ahidlerini ve yeminlerini satanlar...

"Ahit" kişinin, başkası için yerine getirmeyi üstlendiği şeydir. Eğer bu yükümlülük iki taraflı olursa 'filân filân ile ahitleşti' denir.

Allah'a olan ahidler; Allahu Teâlâ'nın emrettiği, haklarında deliller getirdiği, peygamberlerden alınmış olan ahidler ve kişinin kendisini yapmakla sorumlu tuttuğu şeylerdir.

Din başlıbaşına ilâhî bir müessesedir. Şunun, ya da bunun aklına uysun, görüşüne uyum sağlasın diye hiç kimsenin onu değiştirmeye, keyfî biçimde yorumlamaya hakkı yoktur. Din bütün esaslarıyla bir bütündür; bölünmeyi, bir kısmının beğenilip, bir kısmının beğenilmemesini hiçbir suretle kabul etmez.

Borçlanan ve borcunu ödemek için söz verenler, aslında Allah'a söz vermektedirler. Allahu Teâlâ insanın insanla yaptığı bir antlaşmayı, verdiği sözü önemsemekte ve kendisine verilmiş gibi kabul ederek, 'Allah'a olan ahidler' buyurmaktadır.

Yapılan antlaşmaya veya edilen yemine sadık kalmak insan onuru için çok önemli bir davranıştır. Sözüne ve yeminine sadık kalmak kamil insan olmanın olmazsa olmazıdır.

Ahdine vefa göstermek ve yeminine sadık kalmak insanı nasıl yüceltirse, ahd ve yeminini az bir menfaat uğruna satmak da insanı o kadar değersizleştirir. Ahde vefa göstermek ve yemine sadık kalmak, hiçbir maddî değerle ölçülemez.

اَيْمَان  Yemin kelimesinin çoğuludur. Yemin, aslında sağ el anlamındadır. Sonra Allah adına yemin etme anlamında kullanılır olmuştur. Çünkü söz veren kişi, sağ elini arkadaşının sağ eline koyar ve sözünü yerine getireceğine dair yemin ederdi.

'Yeminini satmak' ifadesi, sebeb-i nüzule göre, malını yalan yere satmak anlamındadır. Bir müslüman, bir malı yüz liraya almış ise, satış zamanında 'yüz on liraya aldım, yüz on bir liraya sana satayım' diye müşteriyi ikna etmeğe çalışırsa, müşteri de ikna olup bu malı bu fiyata alırsa, bu alış veriş haramdır. Çünkü kandırılma ve aldatma vardır. Ama yüz liraya alınan bir malı «Ben bunu bine satıyorum» derse ve o şekilde satarsa beis yoktur.

Allah Resulü şöyle buyurdu:

'Yalan yere benim minberim yanında yemin eden bir kimse ateşteki yerine hazırlansın. Velev ki yaş bir misvak için olsa da.' (Yeminler Hz. Peygamber devrinde minberin yanında yapılırdı.)

'Bir Müslümanın malını yemin ile koparan bir kimseye Allah cenneti haram, ateşi vacip kılar.' Bunun üzerine:

- Ya Resulallah; az bir mal da olsa böyle midir? diye soruldu. Resul-ü Ekrem şu cevabı verdi:

- Bir misvak dahi olsa, Arak ağacından bir dal, bir çırpı dahi olsa, hüküm budur.
 

" ثَمَناً قَلٖيلاً "    Az bir paraya...

Bir anlaşmadan dönen kimse, döndüğü o anlaşmadan kat kat üstün bir menfaat elde edeceği için döner. Ancak Allah'a karşı yeminle teyid edilmiş bir ahidden dönüldüğünde, bunun bedeli ne olursa olsun, insan gözünde ne derece yüksek görünürse görünsün, çok düşük ve kıymetsiz kalacaktır. Bu sebeple âyet-i kerîmede "Allah'a olan ahidlerini ve yeminlerini az bir ücret mukabili satanlar..." denilmiştir. İnsan Allah'ın ahdini böyle bir ücretle değiştirecek olursa hüsrana uğrar; zararlı çıkar.

Münafıklar, Allah’a karşı haksızlık, hıyanet ve küfranı nimette bulunmaktan çekinmezler. İnsanları kandırabilmek için her türlü yalanı söyleyebilecekleri gibi, yalan yere yemin etmekten de sakınmazlar. Gizliden gizliye müslümanları zayıflatıp çökertmeye, onların arasına çeşitli ihtilaf tohumları ekerek birbirlerine düşürmeye çalışırlar.
 

✧ Ne yalan ne de doğru yere olsun şimdiye kadar Allah’a bir kere yemin etmedim. İmam Şafi

✧ Yalan yere yemini hafife alma. Aksi halde Allah’ın cezasına çarptırılırsın. Hz. Ali

✧ Yemine gerek görmeyecek kadar sözlerine sadık ol.

✧ Harama düşerek akla, yalana düşerek lisana gaflet eder, imanı ziyan ederiz.
 

İşte onlar için ahirette hiçbir nasîb yoktur.

Ahdini ve yeminini az bir karşılık için satan insanların ahirette nasibi olmayacaktır, âhiretteki hayır ve nimetlerden hiçbir payları yoktur. Ahdine vefa gösterme ve yeminine sadık kalma, ahirette insana bir nasip temin edecektir.

Allahu Teâlâ, ahdini ve yeminleri az bir fiyata satanlara beş çeşit ceza vermiştir. Bu cezaların dördü, onların sevaptan mahrum olmaları, beşincisi ise, azabın en şiddetlisine duçar edilmeleridir.

Bu umumî hüküm, tevbe edilmemiş olması şartıyla mukayyettir.
 

Ahiret

Günümüz insanının çoğu, ahiret inancından uzaktır. Hayatı yalnız dünyada rahat etmek ve iyi yaşamaktan ibaret sanırlar. Onlara göre yaşamanın gayesi, eğlenmek, gezmek, rahat etmekten ibarettir.

Tekrar dirilmek mantığın gösterdiği cevapla mümkündür. Allah’ın azameti bir insanı hiç yoktan yaratmaya muktedirken, ikinci defa yaratmaya muktedir değil midir?

Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur, ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor gidiyor, insan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun, bak ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde tulu etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış, vücudunda tavattun etmeye hazırlanan hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza ebedi ömrün önündedir. O ömrü bakide göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fani ömründe sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömrü bakiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

✦ Müslüman bir kul kabirde sual olunduğu zaman Allah (c.c.)’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna şehadet eder. Hadis-i Şerif

✦ Cehennem üzerine sırat köprüsü kurulur. İlk geçen ümmetimle ben olurum. Hadis-i Şerif

✦ Kıyamet günü insanların Allah (c.c.)’a en sevgili olanı, O’nun ikramına en yakın ve en yüksek mertebede bulunanı adaletli idarecilerdir.’ Hadis-i Şerif

Ahirete inanmak imanın altı şartından biridir. Öldükten sonra tekrar dirileceğine inanmayan kafir olur. Ahirete böyle giderse ebedi olarak cehennem azabına mahkûm olur.

Dünya nimetleri az, ahiret nimetleri ise devamlıdır.

Dünya nimetleri keder, üzüntü ve kötülüklere bulaşmıştır. Ahiret nimetleri ise her türlü bulanıklıklardan arınmış olup tertemizdir.
 

Allah onlarla konuşmaz.

Allahu Teâlâ, onları sevindirecek ve onlara fayda verecek herhangi bir kelâm söyleyip konuşmaz.

Allah adını şahsi çıkar uğrunda yalan yere kullanmak, ilâhî âyetleri, şer'î hükümleri az bir menfaat karşılığında değiştirmek kesinlikle yasaktır. Çünkü bu hususların önemsenmediği bir toplumda, din, ahlâk, sorumluluk ve fazilet ışığı kalmaz. Millî ve sosyal yapılar ciddi biçimde hasar görür, düzen bozulma tehlikesine mâruz kalır.

Karşılıklı güven kökünden yıkılıp yerini güvensizliğe bırakır.

Bu bakımdan toplum düzenini şahsî çıkarlarına alet edip onu altüst edenlere hayat kanunu hiçbir zaman gülümsemez. İlâhî rahmet havası onlara doğru esmez. Kıyamet günü ise bu gibilere verilecek ceza çok daha acıklı olacaktır.
 

Ve onların yüzlerine bakmaz.

Bir insana değer veren bir kimse, ona iltifat eder. Ve bakışlarını sürekli ona yöneltir. Allah'ın nazar etmesi, değer vermesi, kuluna lütuf ve ikramda bulunmasıdır. Bu bakma, bizzat görme mânasında değildir. Çünkü Allahu Teâlâ onları gördüğü gibi, başkalarını da görür. Yine, bu bakmadan murad, bir şeyi görmek için, ona doğru yüz çevirmek de değildir. Çünkü bu şekilde görmek, ancak cisimlere mahsustur. Rabb'imiz bir cisim olmaktan yüce ve münezzehtir.

Bu ifâdeler, Allahu Teâlâ'nın gazabının şiddetini beyan eder. Bir kimse, birine öfkelendiğinde ona, "Seninle konuşmayacağım!" der ve bazen de gözüne görünmemesini emrederek,"falancanın yüzünü görmeyeyim!" der. O adamın adı geçtiğinde, kızgın olan kimse, onu hayır ile yâd etmez. Bu tabirler, gazabın şiddetini ortaya koymaktan kinayedir.
 

Ve onları temize çıkarmaz.

Bağışlamak suretiyle onları günahlarının kirlerinden temizlemez, aksine onlara ceza verir, azâb eder. Dostlarını medhü sena ettiği gibi, onları asla medhü sena etmez.

Cenâb-ı Hakk'ın kullarını tezkiyesi, bazen meleklerin lisanıyla olur. "Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınız.” (Fussilet, 31).

Bazen de, doğrudan doğruya olur. Dünyadaki şekli, "Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler... (yok mu?).." (Tevbe, 112) âyetinde ifâde edildiği gibi; âhiretteki şekli de, "Rahim olan Rab'den bir selâm vardır.” (Yasin 58) ayetinde ifade edildiği gibidir.

Üç kimse vardır ki; Kıyamet günü Allah onlara nazar etmez, temize çıkarmaz. Onlara elim azap vardır:

1- Bir kimse ki; yolculuk esnasında fazla suyu vardır, yol arkadaşlarına vermez.

2- Bir devlet başkanına sırf dünyalık için bîat edip idareciliğini onaylayan ve o dünyalığı kendisine verirse sözünde duran, vermediği takdirde ise sözünden dönen kişi.

3- Ticaret yapan bir adam ki; ikindiden sonra bir malı satarken o malı, gerçek öyle olmadığı halde şu şu fiyata aldığı hususunda Allah adına yemin eder, müşteri de kendisine inanır.

✦ Komşusunun hanımı ile zina edenin, Allahu Teâlâ yüzüne bakmaz, onu Cehenneme koyar. (Hadis-i Şerif, Deylemi)

✦ Ebu Zerr (ra) anlatıyor: "Resûlullah 'Üç kişi vardır, Kıyamet gününde Allah onlara ne konuşur, ne nazar eder ne de günahlardan arındırır, onlar için elim bir azab vardır!" buyurdu ve bunu üç kere de tekrar etti.

"Ey Allah'ın Resûlü! Öyleyse onlar büyük zarara ve hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?" dedim. Şöyle saydı:

Elbisesini kibirle, yerlere kadar salıp süründüren..

Yaptığı iyiliği başa kakan,

Malını yalan yeminlerle reklam eden kimseler! (Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî)

✦ Kim gösteriş için bir elbise giyerse, o elbiseyi çıkarıncaya kadar Allahu Teâlâ onun yüzüne bakmaz. (Hadis-i Şerif, İbni Asakir)

✦ Üç kişi vardır, Kıyamet günü Allahu Teâla hazretleri onlarla konuşmaz, nazar etmez, günahlardan da arındırmaz, onlara elim bir azab vardır: Zina eden yaşlı, yalan söyleyen devlet reisi, büyüklenen fakir. Hadis-i Şerif
 

Kıyamet

İman; Hakk'ın gayba dair bildirdiği şeyleri kalbin tasdik etmesidir.

O anda mahşer halkının korkularından dizlerinin bağı çözülüp ayakta duramayacaklar ve çökecekler geri çekileceklerdir.

O günde herkes donmuş kalmış ve hatta yüzü koyun yere serilmiş olacaklardır.

Bu arada asiler ve zalimler vay halimize derler. Feryat ederler.

Sadıklar ise nefsi nefsi deyip yerlere kapanırlar.

Bunlar bu halde iken cehennem ikinci defa hücum eder ve mahşer halkı hemen cehenneme atılacaklarını sanarak daha çok korkarlar. Cehennem durmaz. Üçüncü defa saldırıya geçer. Bu sırada herkes yerlere serilir. Korku içinde bakınıp dururlar.

Zalimlerin durumu ise bu sırada çok daha perişandır. Ciğerleri gırtlaklara gelir. Said olsun şaki olsun herkesin aklı başından gider.

İşte bundan sonra peygamberlere sorular başlar. Peygamberlere karşı yapılan bu muameleyi mahşer halkı gördüğü vakit asi ve mücrimlerin korkusu daha da artar.

Bu suretle evlat anne baba ve kardeş karı ve kocalar birbirinden kaçmaya başlar. Sonra hepsi teker teker hesaba çekilir. Yaptıklarının azından çoğundan gizlisinden aşikaresinden ve bütün azalarından sorulurlar.

Ebu hureyre (ra) diyor ki: Resul-i Ekrem’e “Kıyamet günü rabbimizi görecek miyiz” diye sorduk. Rasul-i Ekrem:

“Bulutsuz havada öğle vakti güneşi görmeye bir engeliniz var mı? Ayın ortasında bulutsuz havada ayı görmenize bir mani var mı?” Onlar 'yoktur' deyince Rasul-i Ekrem:

- Nefsim yedi kudret elinde olan Allah (c.c.)’a yemin ederim ki Rabbinizi görmekte de size bir mani olmaz.

Kulu alır ve ona:

- Ben sana ikram etmedim mi? Seni kavminin efendisi yapmadım mı? Seni evlendirmedim mi? Atları develeri emrine vermedim mi? Seni milletine başkan yapmadım mı? Ganimet malının dörtte birini aldırtmadım mı?

Kul 'evet, hep böyle oldu' der. Allahu Teâlâ “Bana mülaki olacağın bu günü düşünmedin mi?” buyurur. Adam 'Hayır düşünmedim' der. Allahu Teâlâ “Sen nasıl beni unuttunsa Ben de seni terk ederim” buyurur.

Bir an için kendimizi Allah huzurunda düşünelim. Melekler yakamızdan yapışmış. Bizi Allah’ın huzuruna getirmişler.

Allahu Teâlâ 'Şu gençliği sana vermedim mi? Onu nerede kocalttın? Ben sana yaşama mühletini vermedim mi? Ömrünü nerede sarfettin? Ben sana bilgi öğretmedim mi Verdiğim malı nereden kazandın?' diye soracağı vakitteki hacalet ve kepazeliği düşünelim.

Çünkü O bize verdiği nimetleri sayarken, bu nimetlere karşı bizim yaptığımız günahları yüzümüze vuracağını hatırlamalı. Ve o günün hacalet ve rüsvaylığını düşünelim. Şayet inkara kalkışırsak bütün azalarımız yaptıklarına şahadet edecektir.


Sebebi Nüzulu

· Âyet, yahudi âlimleri hakkında nazil olmuştur. Yahudi âlimlerinden bir grup bir kıtlık senesi sıkıntıya düşüp Medine'de oturan zengin yahudi Ka'b bin Eşref'e geldiler. Ka'b "Bu adamın kitabınızda Allah'ın elçisi olduğunu bilmiyor musunuz?" dedi. Onlar: "Evet, sen bilmiyor musun?" dediler. Ka'b "Hayır" dedi. "Biz şehadet ediyoruz ki o Allah'ın kulu ve elçisidir" dediler. Ka'b "Allah sizi bir çok hayırdan mahrum etti. Size bir şeyler vermem ve ailenizi giydirmem için bana geldiniz. Allah sizi de ailenizi de mahrum kıldı.." dedi. Onlar hemen telaşlandılar, "Kafamız karıştı, dur, biraz yavaş ol, ona bir gidelim, bakalım, bir de gözlerimizle görelim" deyip döndüler.

Hz. Muhammed'in kitaplarındaki vasıflarını değiştirerek başka sıfatlar yazdılar. Sonra Hz. Peygamber'e geldiler, onunla konuştular, sorular sordular. Sonra da Ka'b'ın yanına dönüp, "Biz onu Allah'ın elçisi sanıyorduk. Yanına varınca gördük ki geleceği müjdelenen peygamber o değilmiş; onun niteliklerini kitabımızda haber verilen peygamberin niteliklerinden farklı bulduk" dediler. Yanlarında bulunan biraz önce yazdıkları niteliklerin bulunduğu Tevrat nüshasını Ka'b'a gösterdiler. Ka'b ferahladı, onlara mal vererek infakta bulundu. İşte bunun üzerine Allahu Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

· Âyet, yahudi âlimlerinin, "Ümmîler hakkında bize mes'uliyet yoktur" şeklindeki iddiaları hakkında nazil olmuştur. Onlar, bu konuda elleriyle bir kitap yazmışlar ve onun, Allah katından olduğuna dair yemin etmişlerdi.

· Âyet-i kerime, Eş'as İbn Kays ile bir arazi için davalaşan adam hakkında nazil olmuştur.

Eş'as ibn Kays cahiliye devrinde, adamı destekleme şartıyla onun bir arazisini almıştı. Bu araziyi elinde tutmaya devam ediyordu. Hz. Peygamber adama "Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde bir delilin var mı?" diye sordu. Adam 'Arazinin benim olduğuna dair Eş'as aleyhinde bana şahitlik edecek kimse yok' dedi. Allah'ın Rasûlü : "O halde Eş'as'ın yemini" buyurdu. Eş'as yemin etmek üzere kalkınca Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Eş'as yeminden geri durdu ve "Allah'ı ve sizi şahid tutuyorum ki hasmım doğru söylüyor" dedi. Araziyi sahibine iade etti, hattâ onun hakkından üzerinde bir şey kalır korkusuyla kendi arazisinden de bir miktarını ona verdi, bu arazi ondan sonra da mirasçılarının oldu.

· Âyet-i kerime, malına rağbeti artırmak için yalan yere yemin etmiş bir adam hakkında nazil olmuştur. Adam günün başında malını satmak üzere pazara çıktı, akşama kadar satamadı. Akşama doğru bir müşteri geldi, malı almak üzere pazarlığa giriştiler. Satıcı "sabahleyin bu malı filân fiyata satmadığına, akşam olmasa o fiyata asla satmayacağına" dair yemin etti. Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.

· Âyet-i kerime, İmriu'1-Kays ve Abdan İbni-Eşva' el-Hadramî hakkında nazil oldu. Bir arazi konusunda anlaşmazlığa düştüler. Abdan şikâyetçi, İmriu'1-Kays davalı olarak Hz. Peygamber'in hakemliğine başvurdular. Abdan "Ey Allah'ın elçisi, bu adam babamdan bana intikal eden bir arazime el koydu" dedi. İmriu'1-Kays "Orası benim arazim, ekip biçiyorum. Onun hiçbir hakkı yok" dedi. Allah'ın Rasûlü Abdan'a 'Bu arazinin sana ait olduğuna dair ya bir delil getirirsin ya da hasmına yemin teklif edeceğim" buyurdu. Abdan "Ey Allah'ın elçisi, yalan yere yemin eder ve arazimi alır gider." deyince Efendimiz; "Madem delilin yok, senin için onun yemininden başka yol yok" buyurdu.

Sonra "Her kim mü'min kardeşinin malından bir kısmının üzerine oturmak için yalan yere yemin ederse Allah'a, Allah ona öfkeli olduğu halde kavuşur" buyurdu. Bunun üzerine İmriu'1-Kays "Ey Allah'ın elçisi, hak kendinin olduğunu bile bile hakkını karşısındakine bırakana ne var?" diye sordu, Efendimiz "Cennet" deyince, İmriu'l-Kays:

"Seni şâhid tutuyorum ki ben o araziyi ona bıraktım" dedi, davadan vazgeçti. Allahu Tealâ da bu âyeti inzal etti.


Te’vilât-ı Necmiyye’den...

"Allah'ın ahdini satanlar" Allahu Teâlâ'nın misak günü kendilerinden tevhid hakkında ahid aldığı kişiler demektir.

"Ve yeminlerini satanlar" Bu yeminler, Allah'ın kullarından bu dünyadaki mükellefiyetlerine dair aldığı yeminlerdir.

"Az bir para karşılığında" Bu az para, dünya meta ve süsleri, beş duyunun ve nefsani sıfatların günah kazandıran şeylere meylidir.

Dini satmak açık ve büyük bir zarardır. En büyük ustalık dünyayı sarfedip dini satın almaktır.

 

'Ve onların yüzlerine bakmaz.'

Allah, onlara lütfu ihsanıyla nazar etmez. Allah onlarla konuşmaz; yakınlık, ikram ve tefhimle konuşmaz.

Onlara bakmaz. İnayet, rahmet nazarıyla bakıp merhamet etmez.

 

Belagat

 'Ayetleri satarlar' değiştirirler anlamında istiare-i tebaiyedir. Anlaşmayı bozup sözünü yerine getirmeyen biri olursa, bu bozgunculuğunun karşılığı olarak mutlaka bir şeyler alması gerekir ki, ayette de bu, bir değiş-tokuş akdi olan 'satın alma' kelimesiyle ifade edilmiştir. Alınan bu karşılık 'az' قَلٖيلاً olarak isimlendirilmiştir. Hakikatte bu bedel ve karşılık ne kadar çok olsa da, günah ve sorumluluğuna oranla yine de azdır. 'Onların ahirette nasibi yoktur' cümlesi ile istiare-i muraşşaha olmuştur.

 'Onların ahirette nasibi yoktur' cümlesi de, ayrıca istiare-i temsiliyedir. 'Sevap' nasib-pay kelimesi ile istiare edilmiştir. Sanki ahirette herkese yaptıklarına karşılık bir pay dağıtılıyor, ama onlar dünyada hak etmedikleri için, kendilerine hiç bir pay ayrılmamış. Camisi mahrumiyet, muhtaç olduğu anda ellerinin boş kalmasıdır.

 'Allah onlarla konuşmaz.' Konuşmak en güzel iletişim yoludur. Allahu Teâlâ'nın Hz. Musa ile konuşması medih olarak anlatılırken, burada da ceza olarak konuşmaması zikredildi. Konuşmamak en büyük cezadır. O yüzden dinimizde üç günden fazla küs kalmak yasaklanmıştır.

 Aslında Allahu Teâlâ onlara pay olarak azabı verecek, konuşma olarak da gadab-ı ilahi ile hitap edecektir. Ancak tağlib yapılmış, onlara verilecek azap ve gadab ile yöneltilecek hitap, hiç yok sayılmıştır. Bu ilâhî gazap ve hidayetin ileri derecesini anlatmak için kullanılmış mecazî bir ifadedir.

 "Onlara bakmaz." Bu da onların önemsenmeyeceklerini ve onlara gazap edileceğini mecaz yoluyla ifade etmektedir. "Filân filâna bakmaz" denilirken "Ona ehemmiyet verilmez" demektir.

Dünyada bakmamanın nasıl etkilediğini, üzdüğünü görüyoruz. Bakışlar tebessümlü değilse, insanın canını yakan bir azaba dönüşür. İşte bu ceza, ahirette Allahu Teâlâ tarafından, en kıymetli, en yüce merci tarafından uygulanacaktır.

 'Onları temize çıkarmaz.' Onlara iyilikte bulunmaz, onları övmez. Bu da iyilikte bulunmama anlamını ifade eden mecazî bir ifadedir.

 Onların günahı hem Allah hem kul hakkını içeren kasıtlı ve büyük günahlardan olduğu için peş peşe azaplarla, tekitli olarak (و 'dan sonra gelen ل 'lar ziyade ve tekit içindir) tefrî edilmiştir.

 Buraya kadar azapların peşpeşe sayılması tefrî ve ittiraddır. Onlara azab-ı elim vardır, cümlesi sayılan azapları cem etti. Bu sayılan şeylerin hepsi insanın canını yakan elem verici azaplardır.

 ' اَلٖيمٌ ' sarftaki beş farklı ismin ortak kalıbı olan ' فَعِيلٌ ' kalıbından gelmiştir:
-İsmi fail; elem veren
-Mübalağalı ismi fail; çok çok elem veren
-İsmi meful; elem çeken
-Sıfat-ı müşebbehe; elemde kalıcı
-Masdar; elemin kaynağı.
Bu anlamları ayrı ayrı düşünürsek; Elem veren, çok çok elem veren, elem çeken, elemde kalıcı, elemin kaynağı anlamlarına gelir. Yani o kadar acı dolu bir azab ki; elemin kendi bile acı çekiyor.