79- Allah’ın kendisine kitap bilgi ve peygamberlik vermiş olduğu bir kimsenin bütün bunlardan sonra kalkıp insanlara: ‘Benim kullarım olun, Allah’ın değil!’ demesi düşünülemez, belki o: ‘Allah’ın adamları olun, çünkü siz kitabı okuyor ve onu inceliyorsunuz!’ der.
"Hiç bir beşere, erkek yahut kadın, tek veya topluluk olsun hiç bir insana "Allah'dan başka bana da kul olun' demesi yakışmaz."
Bu ifade, şöyle demeye benzer: "Ben Zeyd'e ikramda bulunayım da o da kalksın beni aşağılasın ve beni önemsememiş olsun. Olacak şey değil!"
Bu şekildeki olumsuz sigalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. Bundan maksat şudur: Allah'ın kendisine peygamberlik verdiği ve şeriat gönderdiği bir peygamberin ulûhiyet iddiasında bulunması asla gerçek değildir. Bırakın fiilen meydana gelmesini aklen tasavvur dahi edilemez.
Yaratılmışlar içerisinde en çok sevilen, anadan, babadan candan üstün bilinen peygamberler, kendilerine kitap, hikmet ve nübüvvet verildiği halde insanları kendisine kul olmaya çağırmaları yasaklanmıştır.
· İnsanın nazarî ve amelî (teorik ve pratik) iki kuvveti vardır. Nazarî kuvveti, ilim ve gerçek bilgiler ile kemâle ermedikçe; ameli kuvveti de kötülüklerden iyice temizlenmedikçe insan nefsi, vahyi ve nübüvveti almaya müsait olmaz. Nazarî ve amelî kuvvette meydana gelecek böyle bir mükemmellik, bu gibi söz ve itikadların peygamberlerden sadır olmasına mânidir.
Peygamberler, ruhen de güzel sıfatlarla mevsuftur. Allahu Teâlâ onlara ancak temiz nefisleri ve güzel ruhları olduğu için kitap vermiştir. Temiz nefislerden, böyle bir iddianın çıkması imkansızdır.
· “Eğer o peygamberler böyle söylemeye yeltenselerdi, Allah onları bundan men ederdi" manasındadır.
· Allahu Teâlâ, bu gibi iddialarda bulunmayacağını bildiği kulla-rını nübüvvet ve risaletle şereflendirir.
Allah'ın peygamberlik vererek bütün insanları tek dîne davet etmesi için görevlendirdiği, kitap indirerek bu dînin bütün esrarını öğrettiği ve bütün bu işleri bir peygamber olarak yürütebilmesi için özellikle seçip terbiye ettiği bir insanın, kendisine bu görev verildikten sonra, davet ettiği insanlara "Şimdi Allah'ı bırakın da hepiniz bana ibadet edin" demesi hiç mümkün olur mu? Aklı başında olan bir insanın böyle bir şey olabileceğini düşünmesi mümkün müdür?
İnsanları Allah'ın dînine davet etmek üzere peygamber olarak seçilen insan, hiç tereddüt edilmesin ki; insanların Allah'ı en çok bileni ve O'na en çok ibadet edenidir. Çünkü böyle olmayan bir peygamber, Allah'a itâatte insanlara örnek olamaz.
Ayeti kerimedeki 'Allah kendisine Kitabı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra' ifadesi, üç şeye işarettir: Önce semavî kitap nazil olur; sonra da peygamberin aklında o kitabı anlama melekesi meydana gelir. "Hüküm" kelimesi bu melekeye işarettir, ilim mânasındadır. Sonra, peygamber o kitabı anladığı zaman, halka tebliğ eder. Buna da "nübüvvet" kelimesiyle işaret edilmiştir.
Hüküm; hikmet anlamına gelir, şeriatin sırlarını inceden inceye kavramaktır.
Bu âyet; bir yandan da gerçek peygamberle, yalancı peygamberin arasındaki farklara işaret etmekte, mü'minlere bir ölçü vermektedir.
Hak Peygamberin özellikleri:
1. Temiz soydan seçilir. Onu seçen bizzat Allah'tır. Halk tarafından seçilmez.
2. Bütün bilgisi vahye dayanır. Tahsile ihtiyacı yoktur. Onun öğretici ve eğiticisi bizzat Allah'tır.
3. İffet simgesi bir anadan doğar.
4. Hayatı baştan sonuna kadar düzenlidir; insanı küçülten, ruhu karartan, vicdanı silik hale getiren her tür düşünce, söz ve davranışlardan korunmuştur.
5. Kendiliğinden din adına konuşmaz, Allah'tan ne alırsa ancak onu yansıtmakla me'murdur.
6. Gerektiğinde dünya işleri hakkında çevresiyle istişarede bulunur; bunu hiçbir zaman küçüklük saymaz. İsabetli görüşlere, sağlam düşüncelere saygılıdır.
7. Hayatının hemen her bölümü ve safhası insanlara yol gösterici, kafaları aydınlatıcı ve vicdanları geliştirici ölçüdedir.
8. Çok zeki ve yeteneklidir. Sağlam düşünceye sahiptir. Cesaret ve soğukkanlılığın üst düzeyindedir.
9. Beşerî ilişkileri çok ölçülü, anlamlıdır. Başkasıyla alay etmez, kahkaha ile gülmez, bağırarak konuşmaz, izin istemeden kimsenin evine girmez.
10. Edep ve terbiyenin, nezaket ve nezahetin doruğundadır.
11. Yalnız Allah'ın hoşnudluğunu kazanmak için çalışır; başkasından ne bir teşekkür, ne de bir karşılık bekler.
12. Kendinden yana bir çıkarı, ya da iddiası yoktur. Her şey Allah için, din için, insanlık içindir.
13. Kendini her zaman ve her yerde Allah'ın kulu ve peygamberi olarak tanıtır; bunun ötesinde bir ilgi ya da üstün bir sıfat istemez. Kınayanların kınamasından endişe duymaz.
14. Kendisini ilâhlaştırmak isteyen hayranlarını derhal uyarır ve ölçüyü kaçırmalarına aslâ imkân vermez ve müsamaha da etmez.
15. Mal toplamaz, servet edinmez; bütün güç ve yeteneğini Allah'ın buyruklarını yerine getirmeğe harcar; insanların mutluluğu için çalışır.
16. Sözleri arasında tam bir tutarlık vardır. Ne kadar yaşlansa bile bunamaz.
17. Açlığa, musibetlere, felâketlere karşı son derece dayanıklı ve sabırlıdır.
Yalancı Peygamberin özellikleri:
Yalancı peygamberde bu sayılanların onda dokuzu yoktur. Tarihte ortaya çıkan bir takım yalancı peygamberlerin hayatı incelendiğinde, bu ölçülere uymadıkları açıkça görülecektir. Sahte peygamber Tufayl oğlu Amir, Habib oğlu Müseyleme, 19. asırda ortaya çıkan Bahailik ve Babîlik, Hindistan'da ortaya çıkan Kadiyanî'lik gibi. Örneğin; Şirazlı Mirza Ali Muhammed, Hindistanlı Mirza Gulam Ahmed, önce din adamı kisvesiyle ortaya çıkmışlardı. Çevre bulunca bu kez Mehdi rolüne girmişler, biraz daha çevre bulunca kendilerini Rab ilân edecek kadar ileri gitmişlerdi. «Ben bir aynayım, bende görünen Allah'tan başkası değildir» demeye başlamışlardı.
Büyüklük Hastalığı
Peygamberlerin özelliklerinden birisi, Fetânet-Zeki olmaktır. Ayet-i kerimede, peygamberin kendisine ibadete çağırmayacağı belirtilirken; idmaç yoluyla onların her tür akıl hastalığından uzak olduğu da belirtilmiştir. Çünkü bir insanın, -haşa- ilahlık, peygamberlik veya mehdilik iddia etmesi, aslında akıl hastalığı alametidir.
Günümüzde psikiyatri biliminde incelenen hastalıklardan biri de; Hezeyanlardır. Hezeyan; imkansız şeylerin gerçek olduğuna inanmak, gerçek saymaktır. Hezeyan, hakkında yeterli delil bulunmayan bir konuya tersine ihtimal verilmeyecek şekilde duyulan yanlış kabuldür. Uzaylıların beynine yerleştirdikleri bir cihazla onu yönettikleri, gizli servisler tarafından takip edildiği, gibi.
En sık görülen hezeyan çeşitleri; sürekli birileri tarafından kendisine kötülük yapılacağını düşünmek, kıskançlık, büyüklük, suçluluk, önemli birinin kendisine âşık olduğu şeklindedir.
Kendisinin mehdi olduğunu iddia ederek etrafına pek çok insanı toplayan kişiler, -dolandırıcı değilse- genellikle hezeyanlı bozukluk 'paranoya' hastasıdırlar. Paranoyada, şizofreniden farklı olarak, tek bir hezeyan vardır; bu hezeyan sistemlidir, tuhaf değildir. Hezeyanıyla ilgili çok geniş ve detaylı açıklamaları vardır. Etrafında olup biten hemen her şeyin, o kişiye göre hezeyan sistemi içinde bir yeri vardır. Mesela kendisinin mehdi olduğuna inanan bir hasta, şehirde çıkan orman yangınının kendi mehdiliğini kutlamak için bir işaret olduğunu söyler. Bu kişiler dışarıdan oldukça normal görünürler. Yaptıkları açıklamalar çok derinlemesine değerlendirilmediğinde makul gelebilir.
Mesihlik ya da mehdilik iddia eden kişilerin normal gibi görünmeleri ve davranmalarına, çok bilgili ya da eğitimli olmalarına aldanmamak gerekir. Bu durum psikiyatrik bir rahatsızlığın parçası olabilir.
Şizofreni genellikle genç yaşlarda (18-20 civarı), hezeyanlı bozukluk (paranoya) ise genellikle orta yaşlarda (40’dan sonra) başlar. Paranoyada, şizofreniden farklı olarak, kendine bakım bozulmaz, yüz ifadesi donuklaşmaz, zihni faaliyetleri fakirleşmez, garip konuşma veya davranışlar görülmez, gaipten ses duyma veya görüntüler nadirdir, hayatlarını kendi başlarına sürdürebilir ve çalışabilirler.
Bu nedenle paranoya hastaları doktora gelmezler, yakınları tarafından getirilebilmeleri de çok zordur. Ancak adli bir duruma sebep olduklarında mahkeme tarafından muayene için yönlendirilebilirler. Paranoya hastalığı oldukça nadirdir, toplumda 100 binde 2-3 kadar görülür. Tedavi edilmezse kronikleşir, kendiliğinden düzelmez, şizofreni hastalığına da dönüşmez, aynı şekilde devam eder.
Hezeyanlı kişilerin çevresindeki insanlar bu hezeyana ortak olabilir, tıpkı akıl hastası gibi akıl yürütürler ancak aslında akıl hastası değillerdir, sadece etki altında kalmışlardır. Asıl hastadan uzaklaştıklarında, bir süre sonra düşünce tarzları değişir ve tedavi edilmese bile düzelirler. Buna “paylaşılmış hezeyan” denir. Mesela kıyametin kopmak üzere olduğuna liderleri tarafından inandırılan Amerikalı bir grup insan topluca intihar etmişti.
Mehdilik hezeyanı olan hastalar, hezeyanlarını İslami bir mesele üzerine bina etmelerine rağmen dinin temel esasları ile çelişen fikirlerinin olmasıdır.
Bazen hezeyanı anlamak kolaydır. Mesela şeyhinin peygamber olduğuna inanan ve şeyhinin itirazlarına rağmen bu fikrinden vazgeçmeyen, hatta namazını şeyhine doğru yönelerek kılan bir hasta (her ne kadar işini gücünü düzgün yapsa ve bu konulara girilmediğinde çok normal gözükse de) çevresindekiler normal olmadığını düşünür. Ama hezeyanı olan kişi zeki, bilgili ve kültürlü ise durum zorlaşır ve çevresinde kendisine inananlar çıkar.
Akıl hastalığı (muhakeme bozukluğu) zekâdan bağımsız işler. Çok zeki bir insan da, zekâsı az olan bir insan da akıl hastası olabilir. Şizofreni, kişinin zekâsını kullanmasına mani olsa bile, paranoya hastaları zekâ ile ilgili bir zorluk yaşamaz. Böyle bir hasta, mesela çok başarılı bir şekilde matematik problemleri çözebilir.
Hezeyanlı hastalar, kendilerini anlamayan, kendilerine karşı bir dünyada yaşadıklarını hissederler. Paranoyanın temelinde, düşük benlik saygısı vardır. Kendilerini büyük görerek, önemli kişi ve kuruluşların kendi peşinde olduğuna, kötülük etmeye çalıştığına inanarak, aşağılık komplekslerini telafi ederler.
Genellikle hastalar bu hallerini kabul etmez. “Bu doktor da beni yok etmeye çalışan ekibin adamı. İlaçlarla beni zehirliyor” diye düşünür. Bu kişilerin hezeyanlarını doğrudan değiştirmeye çalışmak yararsızdır. Böyle bir yaklaşım saldırı olarak algılanır. Sırf onun gönlünü almak için hezeyana inanır gibi davranmak da yanlıştır. Yaşadığı sıkıntı ve çıkmazlar üzerine konuşularak iletişim sağlanabilir.
Âyet-i kerimede hazıf bulunmaktadır. وَلٰكِنْ يَقُولُ لَهُمْ كُونُوا رَبَّانِيّٖنَ "Fakat onlara, "Rabbaniler olunuz! der" takdirindedir. Karîne bulunduğundan يَقُولُ 'Der' kelimesi hazfedilmiştir.
Rabbânî; insanlara büyük hususlardan önce bilginin küçük hususlarını öğreterek terbiye eden, eğiten kimse demektir. Adeta o işleri kolaylaştırmak hususunda Rabbe uyuyor gibidir.
♦ Bu kelimenin aslı "rabbî"dir. Mübalağa ifade etmesi için "ا ile ن" harfleri eklenmiştir. Boynu kalın olana "رَقْدانِ" suya kanmışa "رَياَّن" susuza عَطْشَان denilmesi gibi. Daha sonra da nisbet ifade etmek üzere "ي" harfi ilave edilmiştir. İbadetinin çokluğundan ve ilminin bolluğundan Rabbe yönelmiştir.
♦ 'Rabbaniler' cemidir. Müfredi "رَباَّن" diye gelir. Bir kimsenin işini çekip çeviren kimseye; "rabbân: çekip çeviren" denir. "Rabbaniler"' insanların işlerini çekip çeviren, ıslah edip düzelten kimselerdir.
♦ Rabb'e mensub, O'na ait, demektir. "Rabb'i biliyor, O'na itâate devam ediyor" mânasındadır.
♦ İlim erbabı demektir. İnsanlara ilim öğretip, onları eğiten ve onların durumlarıyla ilgilenenlerdir. ي-ن harfi mübalağa için getirilmiştir.
♦ Ümmetin, idareci ve alimleri demektir.
♦ Öğrenen, öğrendiğiyle amel eden ve hayır yollarını başkalarına öğretmekle meşgul olan insan demektir. Böyle yapan kimseler olgunlaşıp Allah'a mensup kullar haline gelirler. Allah'ın 'Rab' sıfatına bürünmek için kitabı inceleyip öğrenmek, hayata geçirmek ve öğretmek gerekir.
Rabbâni; Rabbe mensup, razı kul, ilim ve amel sahibi, taate devamlı, ilmini Rabden alan, Rabbine hiçbir şeyi tercih etmeyen, Allah'ın ahlakı ile ahlaklanan, halim, hikmet sahibi, âlim fakihler ve muttakilerdir. Bu kelimenin Arapça değil İbrânîce olduğu da söylenmiştir.
Peygamberler, insanları kendilerine kul yapmak için değil, Allah'a yaraşır kullar yetiştirmek için eğitim vermektedirler.
İlahi marifet ve taata yönelen kişiye "Allah adamı" denilmesi gibi, dinine şiddetle sarılan insana 'Rabbâni' denir.
Hiçbir kimsenin gücü yettiğince Kur'ân'ı ezberlemeyi bırakmaması gerekir. Çünkü Allah; "Rabbânî olun" diye buyurmuştur. Dahhâk
İbn Abbas'ın vefat ettiği gün Muhammed b. Hanefîyye şöyle demişti: "İşte bugün bu ümmetin rabbânîsi öldü."
'Sizin kitab öğrenmeye, dersini yapmaya yani okumaya devam etmeniz sebebiyle' demektir.
Burada kitabı öğretmenin okumadan önce zikredilmesi, kitabı öğretmenin okumaktan çok daha şerefli ve üstün olmasındandır.
Ayetteki « تُعَلِّمُونَ » kelimesini « تَعْلَمُونَ » okumuşlardır. Yani «kitaptan öğrendiğiniz» anlamındadır. "Öğrendiklerinizi öğretmedikçe öğrenmiş sayılmazsınız" demektir.
«تُعَلِّمُونَ Kur'an'dan öğrettiğinizi» demektir. 'Ders okuduğunuz' tabiri de fıkıh müzakeresi anlamındadır. Zira Ashab-ı Kiram aralarında fıkhı müzakere ederlerdi. Bir âyetin getirdiği ahkâmı aralarında müzakere ile anlamaya çalışırlardı.
İlim ve ders yapmak Allah'ın ibadetine sımsıkı sarılmanın, Rabbaniliğin sebebi kılındı. İster hür, ister köle, ister erkek, ister kadın olsun, kim var kuvvetiyle Kur'an öğrenmeye çalışmazsa, mazur sayılmaz. Çünkü Cenab-ı Hakk 'Katıksız kul olun, Rabbâniler olun. Bu da kitabtan öğrettiğiniz, öğrendiğiniz ve ders olarak okuduğunuzdan ötürü olacaktır' buyurmuştur.
Bu da, ilme çalışıp, elde ettiği bu ilmi ameline vesile etmeyenlerin çalışmalarının boşa gittiğine delildir. Bunun misali güzel bir ağaç diken adam gibidir. Diktiği güzel ağacın görünüşü kendisinin hoşuna gider. Ama ağacın meyvelerinden faydalanmaz.
Amelsiz ilim öğrenen ve ilimsiz amel eden; bunları birleştirmedikçe Rabb'e nisbet edilmeleri doğru olmaz.
İlmiyle amel etmeyen amelsiz alim kendisiyle Rabbi arasında bir nisbet olmasından mahrum olup, amel eden cahil gibidir. Bunların her ikisi de Allahu Teâlâ hazretlerinden bir şey üzere değildir.
Kişinin Allah'a nisbet edilmesi ancak ilme dayanan amel ile mümkündür. Dini bilgileri öğreten bir insan amel ve ibadette bulunmazsa, günahkâr olur. Onun durumu, başkasını aydınlatırken kendisi yanıp tükenen bir muma benzer. Allah'ın huzurunda itibardan düşer. Bu durum, onun aleyhine bir vebaldir. Onun sapıklığına, helak ve fesadına delildir. Yüce Allah'a yaklaşmak, ancak ilim gereğince amel etmekle mümkündür. Amele sevk etmeyen ilim sahih bir ilim sayılamaz.
Peygamber şöyle buyurdu: "Erkek olsun dişi olsun hür ya da köle olsun her bir mü'minin Kur'ân-ı Kerîm'den bir bölüm öğrenmesi ve dininde fakîh olması onun için bir görevdir." Hz. Peygamber daha sonra "Fakat, Kitabı okuyup öğrettiğinize göre rabbânî olun" âyetini okudu.
Alim ve talebeye düşen, ilmiyle Allah'ın rızasını talep etmeleri ve amelleriyle de Rabbani olmalarıdır. Kim ilmiyle Allah rızasını kazanmak, ameliyle de Rabbani olmak haricinde bir sebeble ilim tahsil ederse, onun çalışması boşa gider.
♦ Yahudilerin "Üzeyr Allah'ın oğludur"; hristiyanların da "Me-sih, Allah'ın oğludur" demeleri üzerine âyet nazil olmuştur.
♦ Necran Hıristiyanları "Hz. İsa bize kendisini Rabb edinmemizi emretti " dediler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
♦ Yahudilerden Ebû Râfî el-Kurazî ve hristiyanlardan da Nec-ran heyetinin reisi, Hz. Peygamber'e, "Sana ibâdet etmemizi ve seni bir rab edinmemizi mi istiyorsun?" dediler. Hz. Peygamber de , "Allah'tan başkasına tapmaktan veya Allah'tan başkasına ibâdet etmeyi emretmekten Allah'a sığınırız. Allahu Teâlâ, beni böyle bir iş için göndermedi ve bana böyle birşeyi emretmedi" dedi ve bu âyet nazil oldu.
♦ Sahabeler Hz. Peygamber'e şöyle dediler: "Ey Allah'ınRasulü, biz sana birbirimize selam verdiğimiz gibi selam veriyoruz. Bu yeterli mi, yoksasana secde ederek selam verelim mi?" Bunun üzerine Hz. Peygamber , "Maazallah! Allah'tan başkasına ibadet etmekten veya Allah'dan gayrıya ibadet etmekten Allah'a sığınırım! İster beşer veya başkası bir şey olsun Allahu Teâlâ'dan başkasına ibadet etmek veya ibadet etmeyi emretmek sahih ve doğru olmaz Hiç bir kimsenin, Allah'tan başka bir varlığa secde etmesi doğru değildir. Fakat siz peygamberinize hürmet edin ve her hak sahibine hakkını verin" buyurdu.
♦ Yahudiler, kendilerinin elde ettiği fazilet ve makamlara hiç kimsenin ulaşamayacağını iddia edince, Allahu Teâlâ onlara şöyle demiştir: "Eğer sizin dediğiniz gibi olsaydı, insanları köle ve hizmetçi yapmamanız, aksine insanları Allah'a itaate, Hz. Muhammed'i tasdike teşvik etmeniz gerekirdi.
• Ayet mukadder sualin cevabı, istinafen fasıldır.
• 'بَشَر ' nisbetli kinaye, Hz. Üzeyir, Hz. İsa, Efendimiz anlaşılır.
• 'Kitap, hüküm, nübüvvet' kelimeleri arasında, 'Öğreniyor ve ders yapıyorsunuz' fiilleri arasında muraat-ı nazır vardır, itnabdan tefrîdir.
• Ayet peygamberi ve peygamberlik müessesini bu sözlerden hem o anda, hem de gelecekte tenzih ifade eder.
• لٰكِنْ edatı بَلْ manasında kasrı kalptir. Kasrı sıfat alel mevsuftur, fiille meful arasında kasır olmuştur.
• 'Çünkü siz kitabı okuyor ve inceliyorsunuz' ehli kitaba tarizdir.
• 'Kitabı öğrenmeniz sebebi ile' lazım, 'Cahil değilsiniz, aklınız başınızda, iyiyi-kötüyü ayırt edebilirsiniz' melzumudur.
• 'Kitabı öğrenmek'ten sonra 'Ders olarak çalışma'nın zikredilmesi tetmim ile itnabdır. Öğrenimin ancak ders yoluyla, müzakere ve sistemli bir eğitimle yerleşeceğine işaret eder.
• 'بِ مَا كُنْتمُ' kelimeleri tekrir ve itnabtır.
• كَانَ - كُنْتُمْ - كُونُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül acez alessadri vardır.