Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 81. Ayet

وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ مٖيثَاقَ النَّبِيّٖنَ لَـمَا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهٖ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْرٖيۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِدٖينَ

81- Allah (c.c.) peygamberlerden ‘Size kitap ve hikmet verdim, sonra sizde olanı doğrulayacak bir peygamber gelecek, ona kesinlikle iman edeceksiniz ve her halde yardım edeceksiniz’ sözünü aldığı zaman sormuştu: ‘İkrar ettiniz ve size yüklediğim bu ağır yükü kabul ettiniz mi?’ Onlar: ‘İkrar ettik ve kabul ettik’ diye cevap verdiler. Allah da onlara: ‘Öyleyse şahit olun. Ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim’ buyurmuştu.

 

Hakk Teala gönderdiği peygamberlerin hepsinden ahd almıştır. Onlar hayatta iken Rasul-i Ekrem gönderilecek olsa ona iman etmek, ondan yardım istemek ve ümmetlerinden Rasulullah'a iman edip yardım etmek üzere ahd vermişlerdir.

Allahu Teâlâ Rasulullah'ın nur-u şerifini halk ettiği zaman diğer peygamberlerin nurlarına, ona nazar etmelerine emretti. Onlar: ‘Ey Rabbimiz! Bu kimdir? Nuru hepimizi kapladı’ dediler. Allahu Teâlâ şöyle cevap verdi: ‘Bu nur, Habibimin nurudur. Eğer siz ona iman ederseniz, siziRasul yaparım.’ Onlar da ‘Biz onun nübüvvetine inandık’ deyip iman ettiler. Bunun üzerine Allahu Teâlâ ‘Ben şahit olayım mı?’ diye buyurdu. Onlar ‘Evet’ dediler.
 

Ayetin öncesiyle münasebeti

Önceki ayetlerde, peygamberlerden Allah'a bağlılıklarıyla bağdaşmayan herhangi bir şeyin sadır olamayacağı vurgulandı. Allahu Teâlâ peygamberlerin, insanlara kendilerini Rabb edinmelerini asla emretmeyeceklerini bildirdi. Bu ayette de, değil Allah'ın, ahir zaman peygamberinin bile yerine geçmeyecek kadar ihlaslı olduklarını bildirdi.
 

"Allah, peygamberlerden... misak aldığı zaman..."

Misak lugatta; vurgulu söz, bir şeyin sabit olduğuna delalet eden söz, kişiyi umursamazlıktan engelleyen vurgulu söz, demektir. Ahit yapan kimsenin belli bir şeyi üstlenip ona bağlı kalmayı kabul etmesi, bunu da bir yemin veya diğer ahit lafızlarından başka tekit edici ifadelerle pekiştirmesi demektir.

• "Ey ehli kitap, Allah'ın peygamberlerden ahd ve söz aldığı zamanı hatırlayın" manasındadır.

• "Ey Muhammed Kur'ân'da Allah'ın peygamberlerden ahd almış olduğunu hatırla" mânasındadır.
 

Peygamberlerin misâkı

Bu misak;

♦ Allah'ın bizzat peygamberlerden aldığı ahiddir.

Birbirlerini tasdik etme hususunda peygamberlerden söz almıştır.Misak masdarı, mefulüne muzaf olmuştur.

♦ Allahu Teâlâ Hz. Âdem ve ondan sonra gelen bütün peygam-berlerden, "Şayet Hz. Muhammed, zamanınızda peygamber olarak gönderilir siz de hayatta olursanız, mutlaka ona imân edip, yardım edeceksiniz" diye ahd almıştır. Buradaki yardımın, bu ahdi dile getirmek olması mümkündür.

♦ Bu ahd, Allahu Teâlâ'nın Hz. Musa'dan İsa Aleyhisselam'a iman etmesi yönünde aldığı misaktır. Hz. İsa'dan da Efendimiz'e iman etmesi için misak almıştı.

♦ Âyet "Şayet peygamberler hayatta olsalardı, Hz. Muhammed'i tasdik etmeleri gerekirdi" manasındadır.

♦ Bununla, peygamberlerin çocuklarından alınan ahdin kastedilmesi de mümkündür. Peygamber evladları, İsrailoğullarıdır. Buna göre âyette muzaf hazfedilmiştir.

♦ "Peygamberler" ile murad, ehl-i kitap olabilir. Bu lafız, onlara hakaret etmek için kullanılmıştır. Çünkü onlar, "Biz, peygamberliğe Hz. Muhammed'den daha lâyığız. Biz ehli kitabız, peygamberler bizden olur" diyorlardı.

Kur'ân-ı Kerim'de bir çok yerde "nebî" lafzı zikredilmiş ve bununla onların ümmetleri kastedilmiştir.

♦ Veya bu ahid; bütün peygamberlerin, kendi ümmetlerinden, Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildiğinde, O'nu tasdik edip, yardım etmeleri hususunda aldıkları ahiddir.

Ayetin zahiri, Allah'ın ahd aldığı kimselerin, Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildiğinde, O'nu tasdik etmeleri gerektiğini göstermektedir. Halbuki bütün peygamberler, Hz. Muhammed gönderildiğinde, vefat etmişlerdir. Ölen kimse, mükellef tutulamaz. Kendilerinden ahd alınanların, peygamberlerin bizzat kendileri değil, ümmetleri olduğu anlaşılır.

Peygamberler hakkında hüküm böyle olunca ümmetlerine daha büyük bir evleviyetle (öncelikle) O'na iman etmeleri yakışır.

♦ Ahd alınanlar, Hz. Muhammed zamanında olan kimselerdir.
 

Andolsun ki size kitap ve hikmet verdim.

Kitap, indirilen ve okunan şey manasınadır. Hikmet ise, kitapta olmayan geniş mükellefiyetler yükleyen vahiy demektir.

♦ مَا ismi mevsul ise; kelamın takdiri “Şüphesiz size vermiş olduğum kitap ve hikmete; yanınızda bulunanı tasdik etmek üzere gelmiş olan peygambere, işte bunlara mutlaka iman edeceksiniz.” şeklindedir.

♦ مَا şart manasında ise; "Şayet size bir kitap ve hikmet veririm; sonra da size, yanınızda olanı tasdik eden bir peygamber gelirse, sizler ona muhakkak ki iman edersiniz" şeklindedir.

Allahu Teâlâ, peygamberleri gâib yoluyla zikretmiş, daha sonra da muhatab zamirine iltifatla "Size... verdim" buyurmuştur.

a- Burada bir hazif vardır. Bunun takdiri, "Allah, peygamberlerden ahd alıp, onlara hitap ederek, "Ben size kitap ve hikmet verdim" demiştir" şeklindedir.

b- "Allah, peygamberlerinden, 'size verdiğim kitap ve hikmeti, insanlara tebliğ edin' diye ahd almıştı" takdirindedir. Burada söz kendisine delâlet ettiği için "tebliğ edin" emri hazfedilmiştir.

Allahu Teâlâ her peygambere kitap vermediği halde 'size kitap verdim' buyurmuştur.

♦ Peygamberlere verilmiş kitaplarla diğer peygamberler de doğruya ulaşır ve o kitaplarla amele davet edilirler. (Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.)

♦ Peygamberlerin en faziletlisi kitap verilenlerdir. O yüzden âyette sadece kitap verilenler zikredilerek tağlib yapılmıştır.
 

Sonra da size bir peygamber gelecektir...

Peygamberler, başka bir peygamber hayatta iken ona gönderilmez, ümmetlere gönderilirler. Burada ise "Size birRasul geldiğinde" buyruldu;

Eğer 'Allah peygamberlerden misak aldı' cümlesinde, peygamberlerin bizzat kendileri kastedilmişse, bu cümle 'Sizin zamanınızda peygamber gelirse" demektir.

Eğer 'Allah peygamberlerden misak aldı' cümlesinden, peygamberlerin ümmetlerinden misak alınması kastediliyorsa, sebep söylenmiş, müsebbep kastedilmiştir. Yani 'Sizin ümmetlerinize bir peygamber gelecektir.'
 

Peygamber (sav)

Ka'bül Ahbar’dan rivâyet olunduğuna göre Tevrat’ta Allahu Teâlâ ‘Hz. Muhammed Benim kulum, Rabbisine mütevekkil ve muhtârdır. Katı kalpli değildir, çarşılarda bağırmaz, kötülüğü kötülükle karşılamaz; lâkin afveder ve bağışlar. Doğum yeri Mekke’dedir, Medine-i Tayyibe’ye hicret eder. Ve mülkü Şam’a kadar gider’ buyurulmuştur.

Bütün peygamberler, seçkin, mümtaz, şahsiyetlerdir. Çünkü ümmeti eğitip insanlık ufkunu illiyyine, Allâmu’l ğuyûb Gaffâre’z zünûb tarafından gönderilmişlerdir.

Efendimiz ise, Allah’ın bütün mükevvenattan önce ruhunu yarattığı ve ‘gel’ emrine tereddütsüz itaat ettiği için, tâ ezelden sevilmiş, seçilmiş ve her şey O’nun hürmetine yaratılmış; hem de O’nun ruhundan... Bu nedenle güzel isimlerinden biri de Ebû’l Ervah’dır. Dillere destan kuds-i hadisteki ‘levlâke levlâk vemâ halâktü’l eflâk / Sen olmasaydın, sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım’ fermanı, Efendimiz’in ‘Muhtar’ ismini en güzel bir şekilde tefsir ediyor.

Önceden semavi kitaplarda müjdelenmesi, bütün peygamberlerin imamı sevgi ve saygıyla tebşir etmesi, doğumundan önce ve sonra hârikulade hallerin yaşanması, doğuşuyla dünyaya bereket, rahmet, sevgi, şefkat ile hâlelenmesi, O’nun ne kadar seçkin olduğunun şâhidi değil mi?

‘Sen en güzel ahlâk üzerindesin’, ‘Resûlullah’da güzel örnekler vardır’ övgülerinin muhâtabı Efendimiz , dünyaya geldiği asırda, her türlü melânetin, zulmün pervasızca işlendiği bir ortamda bile çocukluğunda, gençliğinde hep farklı ve faziletli idi. O’nu herkes sever, övgü ile anardı.

35 yaşında iken, kendilerinin halledemeyip kargaşaya düşmek üzere iken yanlarına gelen Efendimiz’in gelişine çok sevinip, O’nu Hacerü’l Esved’i yerine koyma hususunda hakem seçmiş ve neticeden hepsi memnun kalmıştı. O’na risâlet verilmeden önce ‘el- Emin’ lakabını vermişlerdi.
 

   Gözler uyusa da kalbi uyumaz

   Ayakları şişinceye kadar kılar namaz

   Her tavırda dua her işte niyaz

   Allahümme salli ala Muhammed

   Rabbim Vesile'yi ona nasip et
 

O’nun şefkatinin, merhametinin, re’fetinin, adâletinin çocuklar bile farkındaydı. Hz. Hatice ile evlendiğinde kendine hediye ettiği köle Zeyd, babası ile Resûlullah’ın yanında kalması hususunda muhayyer bırakıldığında, o, Resûlullah’ı seçmişti. Henüz o zaman nübüvvet verilmiş değildi.

Mekke’nin en güzel, en şerefli, en varlıklı ve en güzel ahlâklı, yüce şahsiyetlisi Hz. Hatice, kendini isteyen nice varlıklı kimseleri reddettiği halde Efendimiz’le evlenmeyi bizzat kendi taleb etmişti. Bu yüzden eski talipleri arasında olan Ebû Cehil’in Efendimiz’e olan kini, öbürlerinden daha fazla idi.

Hz. Hızır, Hz. İsa gibi bir çok peygamberler, peygamber olma yerine Resûl-i Kibriya’ya ümmet olma şerefini talep etmişlerdi.

Her peygamber, bir asra, bir ümmete peygamber gönderilirken, Resûl-i Muhterem , kıyamete kadar gelecek insan ve cinlere peygamber olarak gönderilmekle de seçilmiş, mümtaz kılınmıştır. Allah (c.c.), bütün peygamberler içinde O’nu habib, sevgili diye seçmiştir.
 

   Uzun secdelerde dua ederdi

   Gözyaşı döküp boyun bükerdi

   Her daim 'Ümmetî ümmetî' derdi

   Allahümme salli ala Muhammed

   Rabbim ümmetini ona vasıl et

 

Nezdinizdeki (kitap ve hikmeti) tasdik eden bir peygamber

"Bir peygamber", Hz. Muhammed'dir . Hz. Peygamber'in onların nezdindekini tasdik edici olması, onun vasıflarının ve çeşitli hallerinin Tevrat ve İncil'de zikredilmiş olmasıdır. Onun sıfatları ve halleri, o kitaplarda zikredilenlere uygun tezahür edince, Hz. Peygamber'in bizzat gönderilişi, onların yanındaki bu kitapların bir tasdiki olmuştur.

Bu ifâde, tevhid, nübüvvet ve dinin asıllarının her asırda birbirine muvafık olduğunu bildirir. Dinin tafsilatındaki farklılık, gerçekte bir ihtilaf değildir. Bütün peygamberler, Hz. Musa zamanında hak olanın onun şeriatı; Hz. Muhammed zamanında hak olanın da O'nun şeriatı olduğunda ittifak etmişlerdir.

Meselâ, Hz. Musa ile Hz. Harun gibi aynı ümmette çağdaş iki peygamber bulunacak olursa, onlar her hususta ittifak halindedirler. Şayet kavimleri farklı farklı olursa, sonradan gelen peygamber öncekinin davetine iman eder, önceden gelen de sonradan gelecek olanın davetine iman eder. Nitekim Hz. Lût, Hz. İbrahim'in getirdiklerine iman etmiş ve davetinde onu desteklemiştir. Şayet Hz. Musa ile Hz. İsa gibi aralarında zaman farkı varsa yine sonra gelen, öncekinin davetini tasdik eder.

İşte peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesi de böyledir. Önceki peygamberlere uyanların onun peygamber olarak gönderilişine iman etmeleri ve onu desteklemeleri gerekir. Çünkü dinde peygambere düşmanlık eden Kitap Ehli'nin yaptığı gibi ayrılıp bölünmeye, düşmanlığa ve kine sebep yoktur. Aksine din bir araya gelmenin, birleşmenin sebebidir, sevginin, muhabbetin yoludur. Kurtuluş ve mutluluğun anahtarıdır.

Din, insanlığın hayrına, mutluluğuna yöneltilmiş bir rahmettir. Sosyal yapı zamanla geliştikçe bu rahmetin kapısı da o nisbette genişler. Kabile ve milletlerin ilim, teknik, kültürel ve sosyal alanlarda kademe kademe ilerlemesi, şeriatlerin de tekâmülüne kapı açmıştır. 

Peygamberlerin birbirini tasdîk etmesi ve bu konuda kendilerinden kesin söz alınması, dinlerinin birbirini tamamladığını ve en mütekâmil düzeye gelinceye kadar bunun sürüp gideceğini göstermektedir.
 

O'na iman edeceksiniz

" لَتُؤْمِنُنَّ بِهٖ Mutlaka ona inanacaksınız..." buyruğunun başındaki ل harfi mîsâk almaktan ibaret olan kasemin (yeminin) cevabıdır. Çünkü mîsâk almak, yemin ettirmek ayarındadır. Bu "Ben senden mutlaka şu işi yapacaksın diye misak aldım" demeye benzer. 'Ben sana yemin ettiriyorum' demek gibidir.

Peygamberlerin getirdikleri mesaj, bütün nesillere ve bütün mekanlara uzanır. Bir nesle ya da bir bölgeye has değildir. Bu itibarla Allah, bütün peygamberlerin şeriat ve risaletlerini bu minval üzere Hz. Muhammed'e kadar taşımalarını emretmiştir. Hz. Muhammed'i peygamberlerin sonuncusu olarak seçtiğinde ise, onun risaletinin her zaman ve her yerde bütün insanlığın dini olmasını, bütün insanlık tarafından benimsenmesini murad etmiştir.
 

   Krallığı değil kulluğu seçti

   Yetimlik ayrılık acısı çekti

   Ağır imtihanları takdirle geçti

   Allahümme salli ala seyyidina Muhammed

   Rabbim ona yakın olmak nasib et
 

'İkrar ettiniz mi?' dedi.

"Allah, peygamberlerine, 'Ona iman etmeyi ve yardımda bulunmayı kabul ettiniz mi?' dedi."

Bir şeyi ikrar etmek, yerine getirmek durumunda olduğu bir şeyi haber vermek ya da o şeyin sübutuna delâlet eden bir şeyi bildirmek demektir. Bir şey yerinde durup sebat gösterdiği zaman kullanılan قرََّر fiilinden alınmıştır.

Eğer ayetin başındaki وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ مٖيثَاقَ النَّبِيّٖنَ "Allah, peygamberlerden ahd aldı" ifâdesi "Allah, peygamberlerinden, ümmetlerinden ahd almaları hususunda ahd almıştır" mânâsında tefsir edilirse "İkrar ettiniz mi?", "Her peygamber, ümmetine 'ikrar ettiniz mi?' der" anlamındadır. Allahu Teâlâ, peygamberlerin ümmetlerinden aldığı ahdi, kendisine nisbet etmiştir. Çünkü peygamberler bu işi tahakkuk ettirme ve te'kîd etme hususunda büyük çaba sarfetmişler, ümmetlerinden yalnız söz alma ile yetinmemiş, onlardan ikrar da istemiş ve bu hususu şâhid tutarak te'kid etmişlerdir.
 

Ey Mûsâ! İsrailoğulları’na söyle, kim Ahmet’e iman ederse, bilsin ki o benim en şerefli kulumdur.

Ey Mûsâ! İsrailoğulları’na bildir! Kim Ahmet’in getirdiklerini inkâr ederse, -isterse bir harf olsun- onu Cehenneme atarım.

Ey Mûsâ! İsrailoğulları’na bildir! Ahmet, rahmettir, berekettir, nurdur. Onu görmeden veya görerek tasdik edenin dünya hayatında sevgilisi, kabrinde ise arkadaşı olurum. Sorgusunda zorluk çıkarmam. Sırattan ayağını kaydırmam.
 

Ve uhdenize bu ağır yükümü aldınız mı?

Burada "alma", kabul etme manasınadır. Kur'ân-ı Kerim'de, birçok yerde 'aldı' kelimesi, kabul etti mânasında kullanılmıştır.

اِصْر Lugatta asıl itibariyle ağırlık manasınadır. Ahid, sağlam yapılan ve kuvvetle bağlanan şeylerden olduğu için ona اِصْر denmiştir.

Bir gün Hz. Ömer Resûlü Ekrem'e gelerek:

"Ey Allah'ın Rasulü, Beni Kureyza Yahudilerinden olan bir arkadaşıma emrettim. O da bana Tevrat'tan derlediği bazı cümleleri yazdı. Bunu sana arzedeyim mi?" diye sordu. Bunun üzerine Cenab-ı Peygamberin yüzü kıpkırmızı kesildi. Abdullah bin Sabit Hz. Ömer'e;

"Resûlullah'ın yüzündeki kırmızılığı görmüyor musun?" dedi.

Hz. Ömer hemen,

"Ben Rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a, Peygamber olarak Muhammed'e razı oldum" dedi. Bunun üzerine Peygamberin yüzü değişti ve şöyle buyurdu:

"Nefsimi yedi kudretinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer Musa sizin aranızda olsaydı, siz de beni terkederek ona tâbi olsaydınız dalâlete gitmiş olurdunuz. Şüphesiz siz ümmetlerden benim payımsınız ve ben Peygamberlerden sizin payınızım."

Ehli kitaptan sakın hiçbir şey sormayınız. Çünkü onlar dalâlete gittikleri halde sizi hidayet etmezler. Sorduğunuzda siz ya bir batılı tasdik etmiş veya bir hakkı yalanlamış olacaksınız. Durum şudur: Allah'a yemin ederim, eğer Musa sizin aranızda hayatta olsaydı bana tâbi olmaktan başka bir şey ona helâl olmazdı. Hadis-i Şerif

Efendimizin peygamber olarak görevlendirilmesiyle dinler son şeklini almış ve tekâmülde doruğa yükselmiştir. İnsan hayatının her bölümüne el uzatacak yüksek bir verimlilikle donatılmıştır.

Son dine uymak, ilâhî tekâmül kanununa uymanın gereğidir. Her peygamber bunu tasdîk edip haber verdiğine göre, eskiye saplanıp bağlı kalmak, yürürlükten kaldırılan bir kanuna bağlı kalmak kadar abestir.

Hz. Muhammed, Peygamberlerin en sonuncusudur ve kıyamete kadar da bu vasfını koruyacaktır. En büyük imam odur. Hangi asırda meydana gelse, o asrın imam-ı azamı o olurdu. Salât ve selâm onun üzerine olsun.
 

Onlar, 'ikrar ettik' dediler. Öyleyse şahit olun.

"Öyleyse birbirinize ikrar ile şahid olun. Ben de sizin ikrarınıza ve birbirinizi şâhid tutmanıza şahidlik edenlerdenim." Onlara bu işi pekiştirmek ve Allah'ın şahadeti ile şahid olduklarını kendilerine hatırlatıp, şehadetten dönmekten onları sakındırma manasına gelir.

♦ 'Bilin' anlamındadır.

♦ "Öyleyse şâhid olun" emri, meleklere hitabtır.

♦ "Herkes kendisi, kendi aleyhine bir şâhid olsun, hem kendinize hem de size tabi olanlara karşı şahitlik edin" mânâsındadır.

♦ "Bilmeme hususunda hiç kimsenin ileri sürecek mazereti kal-masın diye bu mîsakı, âlim câhil herkese açıklayın" mânâsındadır. "Şâhid", davacının dâvasını doğrulayan kimse demektir.

♦ "Bu mîsakı, iyice belleyin ve bu hususta bir şeyi görüp gözeten şahit gibi olun" mânâsındadır.

♦ Mîsâk ümmetlerden alınmış ise; bu ifâde peygamberlere, üm-metlerine şâhid olmalarını emreden bir hitab olur.

Allahu Teâlâ'nın peygamberlerle beraber alimlerden ve bütün mü'minlerden aldığı ahidler şunlardır:

  1- Tevhid (Allah'ı bir bilmek)

  2- Dinin ikamesi için çalışmak

  3- Dini dosdoğru yaşamak

  4- Dinin öğretilmesi

  5- Dinde asla tefrikaya düşmemek, bölünmemek

  6- Bazılarının bazılarını tasdik etmesi

  7- Birbirlerinin aleyhinde olmamak

  8- Halkı taat'a davet etmek

  9- Dini tebliğ etmek

  10- İbadeti Allahu Teâlâ'ya tahsis etmek (ihlas ile ibadet etmek)

Allahu Teâlâ'nın kullarından istediği sadece ibadette sıdkıyet, samimiyet, ihlas ve Rububiyyet hukukuna riayettir.


İbrahim Edhem hazretlerine "Bizim için mescidde otursan da senden bir şeyler işitsek?" dediler.

İbrahim Edhem hazretleri:

"Ben dört şeyle meşgulüm! Bunlardan kurtulduğumda sizinle beraber otururum" dedi.

"Ey Eba İshak, onlar nelerdir?" dediler. İbrahim Edhem hazretleri açıkladı:

"Birincisi: Allahu Teâlâ'nın Hz. Adem'den misak almasını hatırladım. Allahu Teâlâ: "Bunlar cehennemliktir aldırmam! Bunlar da cennetliktir aldırış etmem!" dediğinde kendimin hangi fırkadan olacağını bilmiyorum! Bunu düşünüyorum!

İkincisi: Düşündüm ki; çocuk daha annesinin karnında iken ona müvekkel melek: "Ya Rabbi! Şaki mi? Said mi?" dediğinde o anda hakkımdaki cevabın ne olduğunu bilmiyorum.

Üçüncüsü: Ölüm meleği ruhumu almak istediği zaman: "Ya Rabbi! Bunun ruhunu İslam üzere mi alayım? Yoksa küfür üzere mi" der. O anda hakkımdaki cevabın ne olacağını bilmiyorum!

Dördüncüsü: Allahu Teâlâ'nın 'Ey günahkarlar, Bugün ayrılın!' (Yasin 59) Kavl-i şerifini düşünüyorum! Hangi fırkadan olacağımı bilmiyorum!

İşte bu meşguliyetler, beni sizinle oturmaktan ve sizinle konuşmaktan meşgul etmektedir."
 

Ben de sizinle beraber şâhidlik edenlerdenim (dedi).

Bu kısım, tekid ve emri takviyedir, onlardan ilerisi için alınan pekiştirilmiş bir ifade, gerçeklerden sapmamaları için bir uyarıdır.

Allahu Teâlâ, her ne kadar burada başkasını şahid tutmuş ise de, böyle bir şâhid tutmaya ihtiyacı yoktur. Çünkü Allahu Teâlâ'ya hiç birşey gizli kapaklı kalmaz. Ancak bir maslahattan ötürü onları birbirlerine şahid tutmuştur. Ortada Allah'ın şahitliği ile birlikte bir de kendi aralarında birbirlerine olan şahitlikleri bilinince, bundan kolay kolay dönmek mümkün olmaz.

 

Belagat

 Önce peygamberleri tenzih etti, bu ayetle de medhetti.

 'Sizin yanınızdakini tasdik edici peygamber' Efendimiz ﷺ 'dir , nisbetli kinayedir. 

 'Ona inanacaksınız' fiilinden sonra 'Ona yardım edeceksiniz' fiilinin gelmesi, 'Kabul ettiniz mi?' sorusundan sonra, 'Bu ahdimi aldınız mı?' sorusu itnabdan iygaldir.

 'Bu ağır ahdimi اِصْرٖي ' kelimesi ahid için ağır yük anlamında istiaredir. Müstearun minh, ağırlık, müstearun leh Allah'a verilen ahd. Camisi; zorlanmak, güçlük çekmek, zahmet, yorulmak, mesuliyet duygusunun verdiği sıkıntıdır.

 Bir kimseyi mevkisinden kaldırıp yerine başkasını oturtmak zaten ters bir şeydir. Böyle bir şey olmayacağı halde, olacakmış gibi onları uyarıp ahid aldı. Onlar da erdem ve yüceliklerini göstererek bunu kabul ettiler.

 Allahu Teâlâ zaten bildiği halde, 'Ben de sizinle beraber şahitlerdenim' buyurması medhi tekittir. Efendimizin şanını gösterir. Bu beraberlik aynı zamanda, Efendimizi ﷺ ikrar eden peygamberleri medihtir.

 اشْهَدُوا fiilinden sonra, 'Ben de sizinle beraberim' buyurmayıp 'Ben de sizinle beraber şahitlik edenlerle beraberim' buyurması tecriddir.

 الشَّاهِدِينَ kelimesi ile اشْهَدُوا fiili arasında iştikak cinası ve reddül acez vardır.