92- Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla tam hayra ve gerekli sevaba ulaşamayacaksınız; her ne harcarsanız muhakkak Allah onu bilir.
'Birr' Cenâb-ı Hakk'ın ismi olmakla beraber, lugatta yetmişten fazla manası olan bir kelime. Hepsi de hayra, sadakate, iyiliğe, salih amele, ilgiye, ihsana, doğruya yönelik mana taşıyor.
En mümtaz mana; 'El Berr' celle celalühu olan, kullarına iyilik murat eden, taatlerini kabul eden Cenâb-ı Hakk'a nisbet edilmesidir. O zaman mana 'Allah'a yakın olmanın yolu ancak sevdiğini infak etmektir' şeklinde olur. Neden mi?
İnsanın esasında canından, malından çok Mevlasını sevmesi gerekir. Onun için candan, tenden, O'ndan gayrı herşeyden yani masivadan geçmesi zorunludur. Aradaki perdeleri yırtmak, maksuda ulaşmak başka taleplerden geçmekle olur.
İşe tefekkürle başlayalım: İnsan nefsin yalın haliyle en çok kendisini sever. Bunun için ihtiyaçlarını karşılayabileceği mala, dünyalığa olan sevgisi ikinci sırada yer alır. Sonra soyunu devam ettirmesi, ocağını tüttürmesi, ihtiyaç anında yardımcı olması için evladı sever. Menfaatlerinin zarar görmemesi, elindeki imkanları daha da genişletebilmek için şanı şöhreti, mevkiyi makamı, sözünün geçmesini, tahakküm altında olmamayı, serbest hareket etmeyi, birilerini emri altına almayı sever.
Bunlar İslam'ın belirlediği ölçüde olmalıdır. Sorun aşırılıkta. İnsanda bulunan hırs terbiye edilip yönü müsbete çevrilmezse insanı bedbaht ve perişan eder. Kulu Allah'a kulluktan çıkarır. Kullara, maddeye, hevaya kulluk ettirir. İmtihanda olduğunu unutturur. Allah'tan uzaklaştıkça nefs-i hevaya meyil artar. Dünyaya daldıkça ahirete inancı zayıflar, zamanla yok olur. İnsan gaflete daldıkça dalar. Nefis şeriat bağlarından kopunca şeytanla işbirliği kurar. Onun iğva ve desiseleriyle insanı azdırır. Tıpkı Efendimiz'den zengin olmak için defalarca dua isteyen, sonra malı çoğalınca mescidden uzaklaşan, zekat memurlarına rest çeken Salebe gibi....
İşte bu ayette, kul ile Rabbi arasına giren mal sevgisi ve mal kaygısının giderilmesi isteniyor.
Sevdiğini vermedikçe Allah'a yaklaşamazsın. 'Birr'in lugat manalarıyla; ihsan, itaat, sadakat, hayır, iyilik, lütuf, nimet sahibi olamazsın. Allah'ın yakınlığına eremezsin.
Dünya sevgisinin olmadığını anlamak için; İmam-ı Azam'ın tesbitiyle; 'eline geçene sevinmemek, kaybetttiğine de üzülmemek' ölçüsüne ulaşmak gerekir. Ayet bizi bu noktaya getirmek istiyor. İnsan sevdiğini Allah için verirse, birre, takvaya, yakine ulaşmış demektir.
• 'Birr' Allah'ın kullarına yapacağı iyiliktir. Buradaki 'Birr' Cennet'tir. Allah'ın, kullarına yapacağı en büyük iyilik, onları cennetine koymasıdır. Cümlede muzaf mahzuftur.
'Sizler sevdiklerinizden infak edinceye kadar birrin sevabına nail olamaz, Allah'ın sizin için hazırladığı rızasına, rahmetine, cennetine ulaşamazsınız. Sizin gerçek iyiliğiniz ve hizmetiniz kardeşlerinize ulaşmadıkça, benim gerçek iyiliğim, sevabım, mükâfatım size ulaşmaz.' (Sebep olan birr söylenmiş, müsebbep kastedilmiştir.)
• Birr; salih ameldir. 'Yaptığınız harcamalarınız sizin için en gözde malınızdan ya da farklı bir değer biçtiğiniz mallarınızdan olmadıkça, salih amele ulaşamazsınız, iyiler zümresine dahil olamazsınız' manasındadır.
• Birr; itaat demektir. "Sevdiklerinizden infak edinceye kadar sadaka vermiş, bir itaat işlemiş olmazsınız" demektir.
• Birr, Allah'ın dostluğudur. 'Gerçek iyiyi elde edemez, gerçek iyilerden olamazsınız' demektir.
'Ulaşmak' anlamına gelen ناَلَ fiili, lugatta şu anlamlara gelir: Çok cömert ve zengin olmak, birine bir bağış vermek, madende cevher bulmak, yemin etmek, bir şeyi elini uzatıp vermek, teslim etmek, bir şeye el uzatıp almak, kahve içmek, kolay elde edilen şey, dokumacılık, monoton, nasip, vergi, lokma, posta ücreti, akan vadi, üzerinde birşey dokunan tezgah, yaraşmak, layık olmak, hediye, öpücük, bol vermek, izin vermek, ulaştırmak, aynı şekil ve huy, atiye, gerekli, gerekli şey.
Belayı iki şey çeker:
1. Karşılık umarak yapılan iyilik
2. Sessiz kalarak arttırdığın kötülük
Birr
Birr; lugatta şu anlamlara gelir: Makbul olmak, revaç bulmak, kabul etmek, ana babaya saygı ve ilgi göstermek, yeminini yerine getirmek, sözünde durmak, çok ihsan etmek, Allah'a itaatkar olmak, sadık olmak, doğru olmak, haccı makbul olmak, koyun ve keçi sürüsü sürmek, kara parçası, ameli salih olmak, yerine getirmek, hayır, iyilik, gönül, karada yolculuk yapmak, evladı çok olmak, toplanıp birikmek, galip gelmek. Amelde Allah'a yaklaşmak istemek, yeminin doğruluğunu tasdik, tezkiye, iyiliğe nisbet etmek, diğerlerinden ayrı durup dikilmek, taat ve inkıyad eylemek, iyi iş işlemek, kır, çöl halkı, sahra, kuru yer, iri fare, tilki yavrusu, lütuf, şefkat, cennet, hasene. İnam ve ihsan sahibi, salih, sadık kişi, vazifesini yapan, buğday, karasal, yabani, hariçten, dışardan, misvak ağacının yeni çıkan yemişi, insanlar, halk, hastane vesaire gibi iyilik yurtları.
Kur'an terimi olarak birr; iman, ibadet ve ahlâk ile en doğru ve en güzel hayatı yaşamak, geniş hayır, hayırda kemal demektir. Bakara 177. âyetinde "Birr" şöyle tarif edilmiştir: Birr; Allah'a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman etmektir. Yakınlara, yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara, dil enenlere ve kölelikten kurtulmak isteyenlere veren, namazını dosdoğru kılan, zekatını veren, sözünde duran, iyi ve kötü hallerinde sabreden kişinin yaptığı şeyler Birr'dir.
Birr; saygı ifade eden bütün davranışları, itaatleri ve insanı Allah'a yaklaştıran her hayırlı işi içine alan kapsamlı bir kelimedir. Günah anlamındaki 'ism' ve kötülük anlamındaki 'fücur'un karşıtıdır.
Allahu Teâlâ kıyamet günü dört kişiye rahmet nazarıyla bakmaz:
1- Ana babasına asi olan
2- Yaptığı iyiliği başa kakan
3- Devamlı içki içen
4- Kaderi inkar eden. İbn-i Adiy
Birr ile hayır arasında fark vardır: Birr; hayra ulaştıran ve bizzat yönelinen bir menfaattir. İhsana, sevab-ı ilahiye nail olma maksatlıdır. Hayır ise hata ile de olsa mutlaka menfaat olan şeydir.
İman ile birr arasında da şu bakımdan bir münasebet vardır: İman; dinin mebdei, birr dinin gayesi, neticesidir. Din iki ana rükünden oluşur: Hakk'ın bir olduğu ilkesini yerleştirmek ve hayra ulaşmak. Bu suretle bu ayet; önceki ayetlerde zikredilen iman bahislerinin bir neticesi, sonrasındaki ahkâmın da mukaddimesi makamındadır.
Birr, "Allah'a karşı saygılı olma" anlamına gelen takva kelimesine de yakın bir mânadadır. Birr; "bütün hayırların en tam şekli" takva "bütün şerlerin terkedilmesi ve bir daha yapılmaması"dır. Bu terimler birbirini tamamlayan ahlâkî faziletlerdir.
"İnfakınız; sevdiğiniz ve tercih ettiğiniz mallardan olmadığı sürece birrin gerçek şekline ulaşamazsınız."
İman, tek başına hayra nail olmak için yeterli değildir. İman ve ilimden sonra infak etmek gereklidir. Bu infak ne kadar kıymetli şeylerden olursa o kadar kıymetdar olur.
Kişinin istediğini elde edebilmesi, anc ak onun uğrunda sevdiğini gözden çıkarmasıyla mümkün olabilir. Herhangi bir şeyi Allah'tan daha çok sevip, onu Allah yolunda feda edemeyen, birre ulaşamaz.
Birr'e, gerçek iyi'ye ulaşabilmek sevdiği şeylerden harcam akla olur. Allah'a kavuşmak ise, her iki dünyadan da feragatle elde edilir. Vasıti Ebu Bekir Muhammed b. Musa
Ayette infakla kastedilenin, zekât olduğu da söylenmiştir.
حَبَّ 'Sevmek' fiili lugatta şu anlamlara gelir:
Sevgili olmak, sevimli olmak, sevmek, sevdirmek, sevgi göstermek, beğenmek, hoşlanmak, sevimli bulmak, rağbet etmek, aşık olmak, istemek, meyletmek, tercih etmek, üstün tutmak, ekin dane tutmak, ekinin daneleri belirmek, dane, tohum, başak, tulumu doldurmak, suda kabarcıklar olmak, kap dolmak, hedefin yanına düşen ok, kumluğun çok yeri, rüzgarın su üzerine yaptığı yolcuklar, bitki üzerindeki nem, birinin yapacağı şey, hap, sivilce, bir çeşit cilt hastalığı, dolu tanesi, çitlembik, çörek otu, aşk, büyük küp, bencillik, yurt sevgisi, sevdalı, aşk hastası, dostça, dostane, çimen tohumu, yabani bitki, kuru sebze, lezzetli ve sevindirici şeye meyil, tutkun, egoist.
Sevdiğiniz şeyler;
• Maldır.
• “Hibe edilecek şeyin çok kıymetli olması” manasındadır.
• Kişinin ihtiyaç duyduğu şeydir.
• “O’na ihtiyaç hissettikleri halde” demektir. Çünkü Efendimiz: "Sadakaların en faziletlisi, sapasağlam, cimri, geçim derdine düşmüş ve fakirlikten korkar olduğun halde verdiğin sadakadır" buyurmuştur.
مِمَّا تُحِبُّونَ ifadesinde مِنْ teb'iz; kısmîlik manasındadır. “Sevdiklerinizin bazısını infak etmedikçe…” demektir. Bu da, malın hepsini infak etmenin caiz olmadığına işarettir.
Ya da مِنْ “beyaniyye” manasındadır. 'Sevdiğiniz şeyler' hoşunuza giden en değerli, en sevimli, en kıymetli, hayatı devam ettiren, izzet ve şerefe ulaştıran meşru her şeydir.
✦ Ateşten kurtulup cennete girmek isteyen kendine verilmesini sevdiği şeyi versin. Hadis-i Şerif
✧ Kim sevdiği şeylerden, bu sevdiği şey tek bir hurma tanesi de olsa, Allah için harcarsa, işte o bu ayetin içerisinde yer alır. Hasan Basri
✧ Üç kişi için melekler istiğfar eder:
1- İlim öğrenene
2- İlim öğretene
3- Cömertlere. Ebû Şeybe
Bu tür sosyal harcamalarda verilen şey, bir eyin veya toplumun bir ihtiyacını karşılayacak ve onu sıkıntıdan kurtaracak mahiyette olmalıdır. Âyetten, insanın tiksinerek alabileceği şeyleri sadaka veya zekât olarak vermenin insanların hoşuna gitmediği gibi Allah'ın da hoşuna gitmeyeceği ve böyle bir harcamaya sevap verilmeyeceği anlaşılmaktadır. Efendimiz "Kendiniz için istediğinizi başkaları için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız" diyerek aynı noktaya dikkat çekmiştir. Sevdiği malı başkasına vermek, imanın, asil bir ruhun ve erdemin işaretidir.
"Size verilse gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı vermeye kalkışmayın." (Bakara, 267) Bakara, 177'de 'sevdiği maldan harcar' buyurulmuştu, Bu ayette ise 'Sevdiği şeylerden harcamadıkça' buyurulmaktadır. Cümle kuruluşları farklı olmakla beraber, manaları aynıdır. Sevdiği, değer verdiği ve beğendiği şeylerden başkaları için harcamak birr (erdem)dir (Bakara, 177); bu eylem aynı zamanda birr'e (iyiye, erdeme) ulaştırır (Âl-i İmran, 92).
Maddî değeri manevî değere dönüştüren şey, sevgidir. Yüce Al lah müslümanın sevgi duygusunun davranışlara yansımasının, maddî değeri nasıl maneviyata (erdeme) dönüştüreceğini beyan etmiş, gönlün, sevginin ne kadar güçlü olduğuna dikkat çekmiştir.
Gönül maddeyi manaya dönüştüren merkezdir. Gönüldeki sevgi, insanı madde aleminden alıp manevî aleme (birr'e) ulaştırmaktadır.
İnfak, Allah adına elindeki imkândan vazgeçmektir. Sevdiklerimiz, seveceklerimiz, evimiz barkımız, makamımız konumumuz, mesleğimiz, dükk anımız, okulumuz, diplomamız, doktoramız Allah’a kulluğumuza engel olacak bir noktaya gelmişse bunların tümünden vazgeçmek infaktır. Kalben, ruhen, bedenen, sosyal, ekonomik, ailevi olarak meylettiğimiz tüm sevgi unsurlarına infak göz üyle bakabilir, Allah adına harcayabilirsek, birre ulaşabiliriz.
Meselâ öyle yorgunsunuz, ayakta duracak haliniz yok. İşte o anda uykunuzu İslâmî bir ihtiyaç, İslâmî bir dert adına harcayabiliyorsanız, sevdiğinizi infak etmiş olursunuz.
Meselâ eşinizi veya evladınızı çok seviyor, ayrı kalmaya dayanamıyorsunuz. Ama Allah’ın dinini icra etme adına gerektiğinde ayrılabiliyorsanız, işte bu Allah adına infaktır.
Para kazanmaya ayırdığınız zamanları çok seviyorsunuz. Öğleden sonra iki-üç arası, müşterilerin arttığı bir zamanda dükkanı kapatıp hasta kardeşinizi ziyaret ederek o zamanı Allah için infak edebilirsiniz. Gazeteden, TV'den haber öğrenme zamanlarınızı Allah’tan haber öğrenmeye, Kuran ve Sünnete ayırıp infak edebilirsiniz.
Sevilen, yeni şeyi vermek zor, eski elbiseleri, eski malları dağıtmak kolaydır. Yeni koltuk aldığında eski koltukları talebelere, fakirlere vermek de kolaydır. Ama yeni koltuk alınmış, tam eve koyacakken, o esnada "yahu bu eskiyi biz kullanalım da yenileri komşuya verelim" demek çok zordur. Allahu Teala bizi buna teşvik ediyor.
Bugün elimizde ne varsa Allah’ın istediği yere harcayalım ki yarın huzura vardığımız zaman, ‘Ya Rabbi! Bu kadarını becerebildim. Sen verdin ben dağıttım, imkân dahilinde kulluğa sarf ettim! Şimdi huzuruna geldim, şu an elimde olsa yine verirdim’ diyebilelim.
Kim Birr'i taleb ederse malının bir kısmını versin. (Min'in kısmilik manasını alsın.) Kim de Bârr olan Allah'ı talep ederse sevdiğinin hepsini versin. Kim dünyada mahbubunu infak ederse, matlubu olan Hak Teala'yı bulur. Kim nefsinin hazlarına yakın olursa Rabbine yakın olmaktan mahrum olur. Allah'tan başka şeyi sevenin sevgisi Allah ile arasına hicaptır, şirk-i hafidir.
Bu infaklar, kişiyi cimrilik hastalığından kurtarır, onu Allah ve insanlar katında yüceltecek cömertliğe eriştirir. Sahâbîler buna çok önem vermiş, en çok sevdikleri mallarını Allah yolunda harcamaktan geri durmamışlardır.
Ebu Talha, Ensar arasında Medine'de en çok hurma ağacı olan kimse idi. Malları arasında en çok sevdiği ise Medine'dek i Beyrûha adındaki bahçeydi. Burası Hz. Peygamberin mescidin in karşısına düşüyordu. Peygamber buraya gelir gider, onun tatlı suyund an içerdi. Bu ayet nazil olunca Ebu Talha şöyle dedi:
"Ya Rasulallah! Mallarım arasında en çok sevdiğim Beyrûha'dır. Ben onu Yüce Allah'ın rız ası için sadaka olarak veriyorum. Onun ecrini Allah'tan bekliyorum. Ya Rasulallah, Allah sana nereyi uygun gösterirse onu öylece kullan." Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Oh ne kadar güzel! Oh ne kadar güzel! Bu old ukça kârlı bir maldır. Benim görüşüm, bunu akrabalarına tahsis etmen şeklindedir." Ebu Talha da bahçeyi akrabaları ve amca çocukları olan Hasan İbn Sabit ile Ubey İbn Ka'b arasında taksim edip arasında paylaştırdı.
Hz. Ömer de en iyi malının Hayber'deki hissesi olduğunu söyleyerek onu Allah yolunda harcamak için ne yapmas ı gerektiğini Hz. Peygamber'e sormuş, o da "Aslını tut, meyvesini sadaka ver" buyurmuştu. Hz. Ömer, geliri gereken yerlere harcanmak üzere o bağı vakfetti. Bu tür davranışlar sahabe döneminde çokç a yaşanmıştır. Selef-i salihin de bir şeyi sevdikleri zaman onu Allah yolunda infak ederlerdi.
Zeyd b. Harise de böyle yapmıştı. Bu ayet-i kerime nazil olunca, Sebel adı verilen at ile geldi. Bundan daha çok sevdiği bir malı yoktu. "Bu, sadak a olsun" dedi. Rasulullah ﷺ onu kabul etti ve bunu oğlu Üsame'ye verdi. Zeyd bundan dolayı kederlenir gibi oldu. Rasulullah ﷺ "Muhakkak Allah bunu senden kabul buyurmuştur" dedi.
Hz. Ömer güzel bir cariye satın almıştı. Cariye dürüst ahlâklı olduğu için onu çok sevmişti. Bir müddet sonra cariyeyi âzâd etti. Sebebi sorulduğunda, "İnsanlar sevdiklerinden Allah yolunda infak etmedikçe arzu ettiklerine kavuşamazlar" dedi.
Yine Irak dolaylarında Sa'd bin Ebî Vakkâs'ın ordusunda yer alan Ebû Musa El-Eş'arî, Hz. Ömer için çok güzel bir câriye satın almıştı. Cariye Medine'ye getirildiğinde Hz. Ömer onu çok beğendi ve hemen bu âyeti hat ırlayıp okuyarak onu hürriyetine kavuşturdu.
İbni Ömer de kölesi Nâfi'yi azad etmişti. Halbuki Abdullah b. Ca'fer o köl e karşılığında ona bin dinar vermişti. Safiyye bint Ebi Ubeyd der ki: "Abdull ah b. Ömer zannederim "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kad ar birre kavuşamazsınız" buyruğunu göz önünde bulundurarak böyle davranmıştır."
İbni Ömer şöyle anlatır: "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre kavuşamazsınız" ayetini hatırladım ve Allah'ın bana verdiklerini hatırımdan geç irdim. Benim için Mercâne'den daha sevdiğim bir şey olmadığını gördüm (Mercane Bizanslı bir cariye idi), 'Allah rızası için o hürdür' dedim. Eğer Allah rızası için verdiğim bir şeyi geri alacak olsaydım, onu nikâhıma alırdım. Fakat ben onu Nâfi'e (çok sevdiği kölesine) nikahladım." "Ona dokunmadan niçin azâd ettin?" diye soranlara, bu ayeti okuyarak cevap verirdi.
İbn-i Ömer aynı şeyi sevdiği yiyecekler hususunda da yapardı. Hastayken canı taze üzüm istemiş, hanımı da satın almıştı. Tam yiyeceği sırada kapıya biri geldi, 'benim de canım o üzümden istedi' dedi. Abdullah hemen üzümü ona verdirdi.
Ömer bin Abdülâziz deve yükleri ile şeker alarak halka tasadduk ederdi. "Şeker yerine parasını niçin tasadduk etmiyorsun? diye sorulduğunda, "Şekeri çok seviyorum da, onun için tasadduk ediyorum" cevabını verirdi. Deve ciğerini çok seven bir sahâbe de gelen misafirler ine hep ciğer ikram ederdi.
Hz. Âişe'nin yaldızlı bir Kurân'ı bulunuyordu, yazısı ve yaldızı çok hoşuna gidiyordu. Bir defasında okurken bu âyete gelince durdu ve hemen o Kurân-ı Kerîm'i satıp, parasını tasadduk etti.
Harun Reşid'in hanımı otuz bin altın vererek bir Kur'ân-ı Kerim yazdırmıştı. O Kur'ân'ı eline her aldığında hoşuna giderdi. Bir defasında Kuran'ı açınca ilk önce bu âyeti gördü ve hemen o mushafı sattırdı, parasını tasadduk etti. Niçin böyle yaptığı sorulduğunda, 'Şu anda benim için bundan daha kıymetli ve sevimli bir şey olmadığından böyle yaptım' dedi.
Âyet aynı zamanda, gösteriş için bazı davranışlarda bulunmak suretiyle dindar olarak tanınmak isteyen yahudileri uyarmakta, fazilet ve iyilik hakkındaki kanaatlerinin yanlış olduğunu, doğru olanın Allah'ı se vip O'nun emir ve yasaklarını her şeyden üstün tutmak olduğunu bildirmektedir.
Allah infak edilen hoş, temiz veya kötü, sevilmeyen her şeyi, ister az ister çok olsun bilir, muhafaza eder ve ecrini verir.
Bu cümle, delalet-i tazammuniyesi ile iki ayrı mana ifade eder:
a) İnfak edilen şey boşa gitmez. Allah, infak edilen her şeyi bilir ve değerlendirmeye tâbi tutar.
Verilen şeyin boşa gittiğini düşünen kimsenin infak etmesi mümkün değildir. Yapılan infakı Allah'ın bildiği ve karşılığını vereceği inancı insanların gön üllerine kazınmalıdır. Bu inanç mü'minleri, sevdikleri şeylerden fedakarl ık yapmaya teşvik eder.
b) Yapılan infakın, başkaları tarafından bilinmesi önemli değildir.
Önemli olan Allah'ın bilmesidir. Allah'ın bilmesini ve değerlendirmesini öne çıkarm ak, yapılan infakı riyadan uzak tutar.
İnfakı, Allah'ın bildiğini ve karşılığını fazlasıyla vereceğini bildirerek infak etmeye teşvik eden bu ayet, her ibadetin sadece All ah rızası için yapılması gerektiğini, ihlası da vurgulamaktadır.
'İnfak' fiilinin masdarı olan نفق sözlükte şu anlamlara gelir: Tükenmek, azalmak, tüketmek, azık tüketmek, harcamak, hayır yolunda harcama yapmak, sarf, malı gidip fakir düşmek, ruhu çıkmak, ölmek, hayvan ölmek, yara kabuk bağlamak, Arap tavşanı deliğine girmek, tünel, tüccarın işi iyi gitmek, işi yolunda olmak, eşyaya rağbet çok olmak, talep etmek, satışını kolay yapmak, raiç kılmak, pazarı canlı olmak, semizlikten tüyleri dökülmek, iyi görünmek. yoksulluk, fakr-i zaruret, nifak, iki yüzlülük, küfrünü gizleyip imanını gösteren, dostluk gösterip düşmanlığını gizleyen, içinde olanın zıddını gösteren, müsrif, savurgan, soluksuz at, harç, azık, mal, aile reisinin bulundurması gereken şeyler,
İki yuva edinen tavşan, birini saklayıp birini gösterir, birinin tavanını yumuşak yapar, diğerinin tavanını delerek kaçar. Onun yaptığı bu hareket de aynı fiille ifade edilir.
✦ Şu üç kişide ihlas yoksa helak olmuştur:
1- Cömert
2- Cesur
3- Âlim. Hadis-i Şerif, Hakîm
مِنْ شَيْءٍ deki مِنْ harf-i ceri kısmilik ifade eder; infak edilecek malın, elinde olan herşeyi değil, bir bölümü olabileceğini ifade eder.
Eğer مِنْ harf-i ceri tebyin içinse, 'İnfak edilenin tayyib mi habis mi olduğunu bilir' anlamındadır.
مِنْ شَيْءٍ ifadesi, çok az şeye dikkat çekmek için nekre gelmiştir. Yani "Benim verecek hiçbir şeyim yok" demeyin, küçücük birşey dahi verseniz Allah onu bilir.
Sahabeden biri elinde hurma yerken, o hurmanın yarısını vermiş ve cenneti hak edenlerden olm uştu. 'Verdiğim az' demeden, sermayemize, gücümüze göre vermeliyiz, Allah bizi gücümüze göre sorumlu tutacaktır.
Allah katında verilen sevapların en büyüğü, yapılan tasadduktur. Mal canın yongasıdır. Onun bir kısmını Allah rızası için vermek herkesin işi değildir. Nefsin baskısından kurtulup onu Allah yolunda harcamak büyük fedakârlık ister.
Bir adam Ebu Zer'e "Amellerin hangisi daha üstündür?" diye sordu. Ebu Zer de: "İslam'ın direği olan namazdır. Cihad ise amellerin zirvesidir. Sadaka da çok acaip bir şeydir, (fazileti çoktur)" dedi. Adam: "Ey Ebu Zer, benim en güvendiğim amelimi zikretmedin" dedi. Ebu Zer de dedi ki: "O da nedir?" Adam: "Oruçtur" dedi. Ebu Zer: "Bu, Allah'a yakl aşma vasıtasıdır. Fakat amellerin üstün olanlarından değildir" dedi. Sonra da "Sevdiğin iz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğe erişemezsiniz" âyetini okudu.
Hakk yolunda boşa gitmez emekler,
Bir tebessüm bile kabirde bekler
Karşılıksız çıkmaz orada çekler
Sermayen bitmeden borç ver Allah’a...
İnfak
İnsan tek başına var olamaz, toplum içinde yaşamaya mecburdur. Ancak toplumun her ferdi, her bakımdan aynı seviyede değildir. Herkesin tek bir ülke ve tek bir devlet şeklinde yaşaması mümkün değildir. Allah Teâla farklı seviyedeki insanların bir arada huzurlu ve mutlu yaşayabilmeleri için 'Elinizdeki nimetlerin ihtiyaç fazlasını, muhtaçlara aktarın' diye emretmiştir. Bu aktarma yapılmadığı takdirde, sosyal, kültürel ve ekonomik seviye farkı doğar. Bu farklılıklar giderilmeyince öfke, düşmanlık, kin, zorbalık, savaş baş gösterir.
İslâm’ın teşvik ettiği sosyo ekonomik düzende, herkes öncelikle emek sarf ederek ihtiyacını karşılayacaktır: “Kişi, elinin emeği ile elde ettiğinden daha hayırlısını yememiştir.” Hadis-i Şerif
Ancak bir özür sebebiyle çalışamayan veya geliri ihtiyacını karşılamayan kişilere elinde fazlası olanlar yardımda bulunur.
İnsanlar infak hususunda üç kısımdır:
1- Ekviya: Kuvvetliler. Bütün sahip olduklarının hepsini infak ederler. Bunlar, Allahu Teâlâ’nın habbe’de verdiği vaade sadık olanlardır. Hz. Ebu Bekr’in yaptığı gibi.
2- Mütevassıt: Orta derecedekiler. Bütün mallarını bir defada infak etmeye güçleri yetmeyenlerdir. Mallarının bir kısmını ellerinde tutarlar. Bunu da nimetlenip, yeme içme için değil de, belki muhtaç oldukları zaman harcamak için ayırırlar. Kendileri için ibadet yapmaya güç yetirecek kadarıyla yetinirler.
3- Zaifler: Sadece vacip olan zekatlarını vermekle yetinenlerdir.
✦ Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertaraf eder. Hadis-i Şerif, Tirmizi
✧ Bir kimseye kol yardımı gerekirken, dil yardımından ne çıkar?
✧ Şeytandan, Rahman’a secde gelmediği gibi, aslı kötü kimseden de iyilik vücuda gelmez.
✧ Yardımlar tıpkı çiçekler gibidir, ne kadar taze ise insanları o kadar memnun eder.
✧ Şimdi elinden gelirken iyilik yap. Yoksa yarın kefeni yırtıp elini çıkaramazsın. Sadi
✧ Hz. Hasan ve Hüseyin kendilerinden bir şey isteyen kimseye şöyle söylerlerdi: ‘Azığımı ahirete taşıyan kişi sefa geldin, hoş geldin.’
Âbidlerden biriyle hizmetçisine, üç günde bir gaybdan yemek geliyordu. Bir gün ansızın yemek bir kişilik olarak gelmeye başladı. Bunun üzerine âbid hizmetçisine: ‘İkimizden birinin muhakkak bir kusur işlemiş olması lazım ki, rızkı kesilsin. Yaptıklarını hatırlamaya çalış’ dedi. Hizmetçi önce bir şey yapmadığını söyledi. Ancak daha sonra, kapıya gelen bir dilencinin yüzüne kapıyı kapattığını hatırladı. Bu hareketine tevbe etti, yemekleri de eskisi gibi iki kişilik olarak gelmeye başladı. (Vehb b. Münebbih)
Sevdiğini vermek; nefsini bezletmektir. Çünkü insana en sevimli gelen şey nefsidir.Siz ne kadar O'nun olursanız, O; o kadar sizin olur. Aşkı kelebekten öğren! Işığın yanında sessizce can verir.
✽ 'İyiliğe erişemezsiniz' ifadesi, ناَلَ fiiliyle ifade edildi, istiare-i tebaiyedir. Hayırda koşanların, yarışanların önüne çıkan engeli tecessümle belirtmiştir.
✽ حَتّٰى edatı mefhum-u gaye bildirir. Yani bunu yapmadığınız sürece birre ermeniz asla mümkün olmayacaktır.
✽ Lazım; birre erişemezsiniz; melzum; birrden uzak olduğunuz için Allah'ın rızasına ve cennet derecelerine erişemezsiniz.
✽ 'Sevdiğiniz şeyler' sıfatlı kinayedir.
✽ 'تُنْفِقُوا - İnfak' fiili tekrar edilmiş, reddüz acez alessadridir.
✽ 'Ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir' cümlesinde şartın cevabının illeti, şartın yerinde vaki oldu.
✽ Cezanın isim cümlesi olarak gelmesi; bildiğiyle amel etmeyeni ikaz içindir. Sanki Allah'ın bildiğini, gördüğünü bilmiyormuş gibi ya sevilmeyen şeylerin infak edildiğine, ya da infakın karşılığını alamam, korkusuyla infaktan kaçınanlara bir tarizdir, tekit gelişi talebi kelamdır.
✽ Cenâb-ı Allah'ın o infakı bilmesi, "ona sevab vermesi" mânasında bir kinayedir. Bu gibi yerlerde, ta'riz (üstü kapalı anlatmak), açıkça ifâde etmekten daha beliğdir.
✽ Lazım; Allah ne infak ederseniz onu bilir, Melzum; mükafatını verir, sizi infâka sevkeden şeyin ihlas mı yoksa riya mı olduğunu ve sizin malınızın en iyisi, en güzelini mi, yoksa en adîsi, en kötüsünü mü infâk ettiğinizi bilir.
✽ Cümle hem tehdit, hem müjde içerdiği için tevcihtir. Yani; güzel şeyler infak ederseniz mükafatını verecektir. Sevmediğiniz şeylerden infak ederseniz kınanır ve cezasını görürsünüz.
✽ Yine mefhum-u muhalefetiyle; vermediğiniz cimrilik ettiğiniz mallarınızı da bilir.