Bu ayet-i kerime bir önceki ayetin bir tafsili, örneği mesabesinde. Hz. Yakub'un hastalığından kurtulma adına yaptığı adak; en sevdiği yiyecek ve içecekten kendini mahrum etmesiydi. Yani infakın en büyüğünün Allah için nefsini kırmak olduğunu bilen Yakup peygamber, sevdiği deve eti ve sütünden feragat edip, adağını yerine getirmiş. Evlatları da babalarına uyarak ona hürmeten deve eti yemeyip, sütünü içmemişler. Bu özel bir durumdu, İsrailoğullarına yansımış değildi. Fakat İsrailoğulları bir hata yapmışlar, onun cezası olarak, deve eti onlara da haram kılınmıştı.
Hz. İsa'ya İncil nazil oluncaya kadar bu yasak devam etti. Hz. İsa'nın kitabında cezadan dolayı haram olan şeyler tekrar helal kılındı. Fakat Beni İsrail fitne çıkararak olayı çarpıttılar. Hz. İsa'ya yalan iftirada bulundular. Cenâb-ı Hak, durumu izhar ederek aydınlığa çıkarttı.
Bütün peygamberlerin ve Allah dostlarının adaklarını yerine getirdiklerini, verdikleri söze sadık kaldıklarını görüyoruz. Cenab-ı Hak bu kimseleri bize örnek gösterip gerek zatına verdiğimiz sözleri, adakları, gerek insanlara, gerekse kendi iç alemimizde verdiğimiz sözlerde durmamızı istiyor.
Önceki ayetlerde çocuğunu Beytü'l Makdis'e adayan Hanna validenin bu adağı yerine getirdiğini gördük. Bunlar büyük sabır, sadakat, azim, tevekkül isteyen şeylerdir. Hepimiz 'Elest' bezminde Allah'a kulluk edeceğimize söz vermiştik.Allahu Teala hepimizi İslam fıtratı üzerine yarattı. Bize uyarıcı peygamberler gönderdi, sayısız nimetlerle bize ihsanda bulundu. Kulluk görevimizi yapmamıza hiçbir mani yok.
İçimizdeki gizli düşman nefs-i emmareyi tanıyıp, arzulara gem vurduk mu; şeytan da müdahale edemez. O halde riyayı, gösterişi, menfaatperestliği, tembelliği, kibri, dünya hırsını bırakıp sırf Allah'ı razı etme gayesinde olursak, ortada bir problem kalmaz.
İhlasla amele yönelen sadık kimse doğru yolu bulduktan sonra Allah'ın izni ile eğri büğrü yollara tenezzül etmez. Dünyanın süsüne, alayişine meyledip, makam mevki hevesine düşmez. Dolayısıyla Yahudiler gibi, inkara, iftiraya, taassuba yeltenmeye gerek kalmaz.
Âl-i İmran Suresi baş tarafından itibaren buraya kadar Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini ispat edici delilleri ortaya koymak, Kitap Ehli'ne karşı delil getirip onların iddia, bid'at ve geleneklerini çürütmek sadedindedir. Bu ayetten itibaren 97. ayete kadar ise Yahudilerin Beyt-i Haram ile ilgili iki şüphesini reddetmeye yöneliktir.
Bu şüphelerin birincisi, onların Hz. Peygamber'e, "Sen İbrahim'in ve onun soyundan gelenlerin dini üzere olduğunu iddia etmektesin. Peki deve eti ve sütü gibi; onlar haram olan şeyleri nasıl helâl kabul edersin?" demeleridir.
Peygamber şöyle buyurdu: "Bu İbrahim'e helâl idi, biz de onun yolu üzere gidiyoruz." Yahudiler 'Asıl bizim haram kabul ettiğimiz her bir şey Nuh'a da İbrahim'e de haram idi, bu bize kadar böyl e devam edegeldi" dediler. Yüce Allah da onları yalanlamak üzere, "Tevrat indirilmeden önce bütün bu yiyecekler İsrailoğulları'na helâldi" ayetini indirdi.
Ayetin öncesiyle münasebeti
İnfak denilince, en başta zaruri ihtiyaçlar, bu ihtiyaçların başında da yemek vardır. İslam, helal ve tayyip olan gıdaları mübah kılmış, tazyikatı reddetmiştir. Bu ayet, infak münasebetiyle gıdalar hususunda İslam'ın geniş müsaadesini teyid edip, Hz. İbrahim'in dinini överek, onlara cevap veriyor.
Yahudiler, İslam'ı reddetmeye neshi inkar ile başlamışlardı. Resulullah'ın İbrahim dinine davetinin gerçek olmadığını söylüyor; "Cenâb-ı Hakk o yiyeceği İsrail kendisine haram kıldığı için yasaklamadı. İsrailoğullarına haram olan şeyler, Hz. Adem, Nuh ve İbrahim zamanından beri haramdır' diyorlardı.
Oysa İsrail'in (Hz. Yâkub'un) kendisine haram kıldığı o şeyler, önceden helâldi. Sonra onlar hem kendisine, hem de soyuna haram kılındı. Bu bir "nesh"tir. Yahudilerin "nesh" caiz değildir" iddiası asılsız bir iftiradır.
İsrailoğullarına bütün yiyecekler helaldi...
'Taam' kelimesi çoğunlukla buğday ve ekmek için kullanılır. Lugatta şu anlamlara gelir: Doymak, aşı tutmak, tadına bakmak, buğday, gıda, nefis yemek, balık oltasına takılan yem, rüşvet, haraç, ganimet, kazanç yolu, davet, obur, ikram eden, lokanta, boğaz, pençe, ön dişleriyle biraz yemek, güç yetmek, hurma yemişi olmak, semizlik, sedef vb. keresteyi süslemek, oyma yapmak, erkek güvercin, meyve tatlanıp olmak, lezzet, hoş yaşayışa sahip kişi, boğazın başı, yay.
İsrâiloğulları, Tevrat ininceye kadar Hz. İbrahim'in şeriatıyla yaşıyor lardı ve Allah bu şeriatta temiz yiyeceklerin hiçbirini haram kılmamıştı. Tevrat'tan sonra ise yahudilerin, insanları Allah yolundan alıkoymaları, haksız davranışları yüzünden, azgınlıklarının cezası olarak birçok mübah, temiz yiyecek onlara haram kılınmıştı.
İsrailoğulları büyük bir günah işlediklerinde, Allahu Teâlâ onlara ya bir yiyeceği haram kılıyordu ya da onları helak edici, zarar veren bir şeyi musallat ediyordu.
Yahudiler, kendi suçlarından dolayı helal iken haram kılınan en leziz, en temiz ve en faydalı iç yağını, diğer insanlardan öç almak için 'Biz yemiyorsak onlar da yemesin' diye yıllarca kötülediler. Kara propaganda ile yıllarca insanları bu tabii yağlardan soğuttular. Bu zulüm ve aldatma hala devam ediyor.
İsrail'in kendine haram ettiği müstesna...
- Yahudiler Hz. Peygamber'e 'Bize İsrail'in kendisine neleri haram kıldığını haber ver' dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "O çölde kalırdı. Siyatikten rahatsızlandı. Deve eti ile deve sütünden daha uygun bir şey bulamadı. Bundan dolayı bunları kendisine haram kıldı" Onlar "Doğru söyledin" dediler.
İmam Ahmed'in rivayeti de şöyledir: Yahudiler Hz. Peygamber'e şöyle dediler: 'Ey Ebu'l Kasım, sana soracağımız bir kısım özel sorularımızı cevaplandır. Bunların cevabını Peygamber olmayan bilemez. İsrail'in kendisine hangi yiyeceği haram kıldığını bize bildir.' O da şöyle buyurdu:
"Tevrat'ı Musa'ya indiren hakkı için size soruyorum; İsrail'in oldukça ağır bir hastalığa yakalandığını, bu hastalığının uzayıp gittiğini ve bunun üzerine şayet Allah bu hastalığından kendisine şifa verecek olursa en çok sevdiği yiyecek ve içeceği kendisine haram kılacağını söyleyerek adakta bulunduğunu, en sevdiği yiyeceğin deve eti, en sevdiği içeceğin de deve sütü olduğunu biliyor musunuz?"
- Hz. Yakub'da siyatik vardı. Gec eleri rahatsızlanıyor, gündüzleri ise iyileşiyordu. Bunun üzerine hastalıktan iyileştiği takdirde etler in içindeki damarları yemeyeceğine dair Allah'a yemin etti. Allah da Tevrat'ta, damarları İsrailoğullarına haram kıldı.
İbni Abbas (ra) ise, Hz. Yakub'un kendisine haram kıldığı şeyin Tevrat'ta İsrailoğullarına haram kılınmadığını, Hz. Yakub'un kendisine haram kıldığı şeyi, soyundan gelenlere de haram kıldığını söylemiştir. Bu sebeple Yahudiler, Hz. Yakub'un emrine uyarak onun haram kıldığı şeyleri yemez olmuşlardır.
- Yâkub (as) bir gün Beyt-i Mukaddes'e giderken yolda insan şekline girmiş bir melekle karşılaştı. Onu hırsız zannederek münakaşaya tutuştu. Münakaşa esnasında melek, Hz. Yâkub'un ayağını incitti, Yâkub (as) çok ıztırap duydu. 'Eğer ayağımdaki arıza giderse sevdiğim yiyecekleri yemeyeceğim' diye adakta bulundu. Sevdiği yiyecekler deve eti ile deve sütü idi. Sonra ayağı geçti ve nezrettiklerini yemedi.
- Yakub (as) 'Allahım bana on iki erkek çocuk verirsen, sağlıklı bir şekilde Beyt-i Makdis'e gelip, sonuncu oğlumu orada kurban edeceğim' diye adakta bulundu. Allahu Teala ona on iki çocuk ihsan etti. Bir süre sonra, Hz. Yakub'un karşısına bir melek çıkıp;
- Ey Yakup, sen güçlü birisin. Güreşsek beni yıkabilir misin? dedi. Hz. Yakup'la melek güreşe tuttuştular, ancak birbirlerini yenemediler. Melek Hz. Yakub'u şiddetle sıktı. Meleğin bu sıkmasından siyatik hastalığı peyda oldu. Melek Hz. Yakub'a şöyle dedi:
- Eğer istesem seni elbette yenerdim. Fakat ben sadece sana bir kez dokundum. Çünkü sen sağlığın yerinde olursa, Beyt-i Makdis'e gidip çocuğunu kurban etmeyi adamıştın. Allahu Teala sana bu hastalığı, çocuğunu kurban etme imtihanından kurtarmak için verdi.
Bu olaydan sonra Hz. Yakup meleğin bu sözünü unutarak, ne zaman Beyt-i Makdis'e çocuğunu kurban etmek için yönelse, melek gelir ve ona; 'Ben sana bu yüzden dokundum. Adağın yerine geldi. Oğlunu kesmene yol yoktur' derdi.
- Hz. Yakub'un kendisine haram kıldığı şey, hayvanın sırtındaki yağlar hariç, iç yağı ve böbrek yağıdır.
Haram kılma yetkisi Allah'a ait olduğu halde Hz. Yakub'un şahsî tasarrufta bulunmasının hikmetleri
- İnsanın bir şeyi kendisine haram kılmasından dolayı, Allahu Teala'nın da o şeyi, o kimseye haram kılması caizdir. Cenâb-ı Hakk "Sen bir şeyi kendine haram kılarsan, ben de onu sana haram kılarım!" buyurmaktadır.
- Cenâb-ı Hak bu haram kılmayı, İsrail'in bizzat kendisine nisbet ettiği için, bu haramlığın onun içtihadıyla meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bu haramlık nass ile olsaydı "Allah'ın İsrail'e haram kıldığı şeyler..." buyururdu. Peygamberler, içtihad edebilir, bir şeyin haramlığına hükmetmeleri caizdir. Bu tıpkı "İmam Şafiî at etini helâl addediyor; Ebu Hanife ise onu, haram sayıyor" denilmesi gibidir.
- Taatlerdeki en büyük pay ve hisse, peygamberlere aittir. İçtihad yoluyla istinbât edip Allahu Teâlâ'nın hükümlerini ortaya koymak da, meşakkatli bir tâattir. Bu hususta da peygamberlerin payının bulunması gerekir. Onların bilgileri daha fazla, akılları daha aydınlık, zihinleri daha berrak ve keskin, Allah'ın onlara tevfik ve inayeti daha çoktur. Onlar içtihadlarına dayanarak hüküm verdiklerinde, ümmetlerinin muhalefet etmesi haramdır. İcmâ, içtihada dayandığında ona muhalefet etmek de haramdır.
- Hz. Yakub'un şeriatına göre haram kılma, adakta bulunma gibidir. Adak vâcib olduğu gibi, Hz. Yakub'un şeriatında da tahrîmi (kendi kendisine haram kılmayı) yerine getirmek vâcibti.
- Yakûb (as), o şeyleri yemeyi seviyordu. Bir zahid gibi, nefsini ezerek Allah rızasını kazanmak için onları yemekten imtina etmişti. Bu imtina "tahrim" (haram kılma) ifadesiyle belirtildi. Hayırda ileri gidenlerin, nefsni öldürüp, kalbinin dirilmesi için, ruhlarını istila etmesin diye bazı şeyleri kendilerine haram kılmaları mümkündür.
Yakub Peygamber bir bacağında ya damar tıkanıklığı, ya da romatizma ve benzeri bir nedenden dolayı uykusunu kaçıracak kadar ıstırap duyuyordu. Hastalığı sebebiyle deve etini kendisine haram kılması, sağlık açısından diyetin önemli olduğuna işarettir.
Hataların başı üçtür, bu üçten altı hata doğar, toplam dokuz olur:
1. Kibir
2. Hırs
3. Hased Bunlardan tokluk, uyku, rahatlık, mala muhabbet, övünmek ve baş olma sevdası doğar.
Hadis-i Şerif
İç yağı
Enes ibn-i Mâlik şöyle demiştir: Bir Yahudi, Peygamber Aleyhisselâm'ı arpa ekmeği ve eritilmiş iç yağına davet etti de, Peygamber Aleyhisselâm da onun bu davetini kabul etti.
Efendimiz bacak ağrılarının teskini ve tedavisi konusunda şöyle buyurur: "Orta büyüklükte bir Arap koyununun kuyruğu alınır; küçük parçalar şeklinde kıyılır ve eritilerek yağı çıkarılır. Sonra üçe taksim edilir; her gün aç karnına üçte biri yenilir."
Enes (ra) diyor ki : "En az yüz kişiye tavsiyede bulundum, hepsi de Allah'ın izniyle şifâ buldular."
Şu'be der ki: Haccac b. Yusuf döneminde yaşlı biri siyatik hakkında bana şunu anlattı: 'Yüce Allah adına sana yemin ediyorum; Eğer iyileşmeyecek olursan seni ya ateşle dağlayacağım ya da bir ustura ile traş edeceğim' dersin ve siyatik olan yere bu şekilde elini sürer, iyileşirsin.' Ben bunu denedim, Allah'ın izniyle şifa buldum.
Sığır ve koyun cinsinden hayvanların iç organlarından elde edilen yağa iç yağı denir. İç yağının en kalitelisi, besili hayvandan elde edilendir. Rutubeti tereyağından daha azdır. Bu sebeple ikisi birden eritildiğinde, iç yağı daha çabuk donar.
İç yağı boğaz sertliğine karşı faydalıdır. Üzerine sürüldüğü organı gevşetir ve koku yapar. Limon, tuz ve zencefil ile kokusu giderilir. İç yağı bağırsak yaralarına karşı faydalıdır, bu konuda keçinin iç yağı daha kuvvetlidir. Büyük abdest sırasında acı duyulduğu zaman, iç yağı ile lavman yapılırsa faydalıdır.
Beklemiş iç yağının besin değeri daha yüksektir. Erkek hayvanın iç yağı dişininkinden daha gıdalıdır. Bu yağlar, kalp-damar hastalıklarına çok iyi gelmektedir. Omega yağ asitleri, merada yayılan etlik küçükbaş hayvanların kuyruk yağlarında çok daha fazladır.
Gençlik yıllarında yeterli miktarda kuyruk yağı tüketen insanlarda, yaşlılık döneminde eklem rahatsızlıklarına daha az rastlanır. Küçükbaş hayvanların kuyruk yağı, %60 doymamış yağ asitlerinden oluşur.
İsrail
Ayet-i kerimede Hz. Yakub'tan 'İsrail' adıyla bahsedilmiştir. "İsrail" Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İshak'ın oğlu Hz. Yakub'un lâkabıdır. Manası hakkında çeşitli tefsirler vardır:
- "İsrâîl" kelimesinin anlamı Allah’ın kulu-Abdullah'tır. İbn Abbas hazretleri bu kelimeyi şöyle açıklar: İbranicede “isra” kul, insan demektir, “Îl” de 'Allah' demektir. Bu lakap Hz. Yakub’un halis kulu olduğunu belirtir.
- "İsra" kelimesinin 'Allah’ın seçtiği' "Îl" kelimesinin ise 'Allah' manasında olduğu söylendiği gibi "İsra" kelimesinin sağlam yapmak ve bağlamaktan geldiği de söylenmiştir. Buna göre İsrail 'Allah tarafından sağlam bir şekilde güçlü olarak yaratılmış' anlamındadır.
- Hz. Yakub’a İsrâîl adının verilmesi, onun hicret ettiğinde, gece yürümesinden dolayıdır. "İsrâîl; Yüce Allah’a geceleyin giden ve yürüyen, göçmen" anlamındadır. Buna göre ismin bir bölümü İbranice bir bölümü de Arapça demektir.
- 'İsra' safvet manasındadır. Buna göre manası; 'Allah’ın safveti, seçtiği' demektir.
- İsrail; 'Allah yolunda cihad eden komutan' demektir.
Benî İsrâil-İsrailoğulları
Benî İsrail, Yakub aleyhisselamın çocukları ve onların soylarından gelen, Hz. Musa'nın kavmini ifade eden bir kavmin adıdır. Kuran'da 41 yerde geçer.
Kuran'da Yahudilerden hem 'Benî İsrâil' adıyla hem de 'Hûd, yehûd, hâdû' isimleriyle bahsedilmektedir. Ancak 'Yehûd' kelimesi sadece Medeni surelerde zikredilir. 'Benî İsrail' tamlaması ise Mekkî surelerde de yer alır.
Mekke'de Yahudi nüfusu yok denecek kadar az olduğu için hicretten önce nazil olan surelerin hiçbirinde 'Ey İsrailoğulları' diye bir hitap yer almaz. Mekkî surelerde İsrailoğullarından bahsedilmesi, geçmiş kıssalara aşina olan ve yahudilerden bilgi desteği alan Mekke müşriklerinin kıssadan hisse almaları içindir.
Hz. Yakub'un çocukları olan Yahudiler, Kur'an'da "Benî Yakub/ Yakub'un çocukları" tabiri yerine "Benî İsrail/İsrailoğulları" ifadesi ile anılmışlardır. Bu hitabın tercih edilmesi, muhatapları etkilemeye yöneliktir. Çünkü bu isim Allah'a kulluğu ve itaati ifade etmektedir.
Yahudilerin babası olan Hz. Yakub'un samimî bir İsrail/Allah'ın kulu olduğuna gönderme yapmaktadır.
Bir kimseyi Allah'a itaat etmeye çağırırken ona: "Ey filancanın oğlu, Allah'tan kork" demek ayrıdır; "Ey gece gündüz Allah'a kulluk eden o salih babanın oğlu! Sen de onun gibi Allah'a itaat et!" demek ayrıdır. Bu ikinci ifadenin muhatap üzerindeki tesiri çok daha büyüktür.
De ki; Tevrat'ı getirin de okuyun, eğer sadıksanız.
- Hz. Peygamber onlardan Tevrat'ı getirmelerini istemişti. Onlar rezil olmaktan korkmuş, Tevrat'ı getirmekten kaçınmışlardır.
Bu durumda, Hz. Peygamber'in nübüvvetinin delillerini güçlendirecek pek çok şey ortaya çıktı. Hz. Peygamber okuma yazma bilmeyen ümmî bir zâttı. O'nun, semadan inen bir haber olmaksızın, Tevrat'ın ilimlerinden olup kapalı bulunan bu meseleyi bilmesi imkânsızdır.
Onların yalan söylediği, Tevrat'ta olmayan şeyleri bazen Tevrat'a nisbet ettikleri, bazen de Tevrat'ta olan şeyleri ikrar etmekten kaçındıkları herkese malûm olup, ortaya çıktı.
- Yahudiler Hz. Muhammed'e "Sen, Hz. İbrahim'in dininde olduğunu iddia ediyorsun. Eğer böyle olsaydı, Hz. İbrahim'in dininde haram olduğu halde, devenin etini ve sütünü nasıl yiyebilirsin?" demişler ve bu cümleyi, O'nun peygamberlik iddiasının doğruluğuna zarar veren bir şüphe addetmişlerdir. Hz. Peygamber de, bunun Hz. İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub'a (as) helâl olduğunu, ancak Yakub'un bir sebepten dolayı onu kendisine haram kıldığını ve bu haramın Yakub'un soyu için de devam ettiğini söyleyerek cevap vermiş. Yahudiler bunu kabul etmeyince de onlara Tevrat'ı getirmelerini emretmiş ve onlardan, devenin etinin ve sütünün Hz. İbrahim'e haram kılınmış olduğuna delâlet eden bir âyeti Tevrat'tan bulup çıkarmalarını istemişti; onlar da bundan âciz kalarak rezil olmuşlardır.
✧ Altı şey amelleri mahveder:
1. Halkın ayıbıyla meşgul olmak
2. Kalp katılığı
3. Dünya sevgisi
4. Haya azlığı
5. Uzun emel
6. Zulme devam etmek
Tevrat
Allah'tan gelen dört büyük kitaptan ilkidir. İbranice Tura kelimesinin Arapçalaşmış biçimi olan Tevrat; kanun, ittifak, birlik, anlaşma, sözleşme anlamındadır.
Kur'an-ı Kerîm'in yedi ayrı suresinin 16 ayetinde (Âl-i İmrân, 48, 50, 65, 93; Maide, 43, 44, 46, 66, 68, 110; Âraf, 157; Tevbe, 111; Feth, 29; Saf, 6; Cum'a, 5) Tevrat kelimesi geçmektedir.
Tevrat’ı oluşturan bölümler: Tekvin, Çıkış, Levliler, Sayılar ve Tesniye’dir. Tekvin bölümünde, evrenin yaratılışı, Nuh Tufanı, İbrahim, İsmail, Yakup ve Yusuf peygamberlerle onların öyküleri anlatılır. Çıkış kitabında ise, Hz. Musa'nın yaşamı ve Beni İsrail’in Mısır’dan çıkarılışı ele alınır. Leviler bölümünde de, ibadet ve temizlik kuralları, din adamları ve onların statüsü, görevleriyle birlikte, İsrailoğullarının Mısır’dan çıkıp Kızıldeniz’i geçerek çöle geldikleri sıradaki yaşamları anlatılır. Sayılar bölümünde ise, dinsel günler, nüfus belirlenmesi, dinsel kuralların değeri ve uyulacak ilkelerden söz edilir. Son bölüm olan Tesniye’de de, daha önce belirtilen kurallar yinelenerek, İsrailoğullarının başından geçenler sıralanır. Musa Peygamber‘in yaşamı anlatıldıktan sonra, onun ölümü ve gömülmesi en son olarak işlenir.
Bugün Yahudilerin elinde bulunan Tevrat, Hz. Musa'ya gönderildiği biçimiyle korunmuş bir kitap değildir. Zaman içinde, Tevrat’ın aslı kaybolmuş ve Yahudi din adamları tarafından İncil gibi, yeniden yazılmış, değişikliklere uğramıştır. Günümüz Yahudileri de Tevrat'ın Hz. Musa'ya Allah tarafından vahyedildiğini, ancak zamanla tahrife uğradığını açıklamışlardır. Halen elde mevcut olan Tevrat'ta birçok tenakuzun tesbiti de bunun delilidir.
"Ey İsrailoğulları! Cahiller yanında hikmetli söz söylemeyin, zalim olursunuz. Hikmet ehlini bulursanız onlardan hikmeti esirgemeyin, yoksa yine zalim olursunuz. Zalimlere sevgi bağışlamayın, yoksa fazileti yitirirsiniz."
"Ey İsrailoğulları, insanlar arasında bulunan işler üçtür:
- Doğru ve hidayet olduğu bilinmektedir; onu yapınız.
- Batıl ve dalalet olduğu kesin bilinmektedir; ondan sakınınız.
- Hidayet mi, dalalet mi olduğu hususunda ihtilaf ettiğiniz şüpheli şeylerdir. Onu da Allah'a havale ediniz. "