99- De ki: ‘Ey kitap ehli, niçin iman edenleri; bir eğrilik arayarak Allah yolundan döndürmeye uğraşıyorsunuz, sizler şahitler olduğunuz halde? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Ayet önceki ayetle aynı üslupta geliyor. Tenkit devam ediyor. İstifham-ı inkarî getirildi.
Bunlar işi sadece inkarla bitirmiyor, inatta, kibirde, hasette hocaları olan şeytanla işbrirliği yapıp, Allah yolunda olanların sapık fikirler, şüpheler, fitneler, fesatlar ile sapıtıp, doğru yolu bırakmalarını istiyorlar.
Üstelik eğrinin eğri, bozuğun bozuk, yanlışın yanlış olduğunu bile bile... Bilmeden, gafletle yapılan hatalar affedilir, mazur görülebilir. Çünkü acizlik kökenlidir. Ama bile bile, inadına kasıtlı yapıln asilikler aftan çok cezaya müstehaktır. Üstelik günah sırf şahsında kalmayıp başkalarını etkiliyor. Tutuşturulmuş ateş gibi cemiyeti sarıyor. Günahlar zamanla örf, adet, alışkanlık halini alıyor. Önünü almak oldukça zorlaşıyor. Hukukullah ile beraber kul hakkı da devreye giriyor. Artık altından kalkabilirsen kalk!
Allâhümme yâ mukallibel kulûb sebbit kalbî alâ dînik...
'Din İslam'dır, Muhammed ﷺ nebidir. Neden dinden çevirmeye çalışıyorsunuz? Aklı tekâmül ettiren, ahlâk ile ruhu arındıran, salih amellerle insanın seviyesini yükselten iman yolundan müminleri alıkoymanızın sebebi nedir?'
Ehl-i Kitabın, inananları Allah yolundan saptırmak istemeleri, zayıf müslümanların kalplerine şüphe sokmak suretiyle oluyordu. Hz. Muhammed'in ﷺ sıfatlarının kendi kitaplarında anlatıldığını da inkâr ediyorlardı.
Allahu Teâlâ, her iki âyette de, "De ki, Ey Ehl-i Kitap!.." hitabını tekrar etmiştir. Çünkü gaye, onları ileri derecede kınamaktır. Bu hoş hitabın tekrarı, yumuşak bir üslup ile nasihat edip, saptırmalarından onları çevirmek, ellerindeki kitapların aslına uygun düşen İslâm'ı kabul ederek, Müslümanlara katılmaya meylettirmek içindir.
Eğrilik; dinde, sözde ve davranışta meyletmek, haktan sapmak, doğru yoldan uzaklaşmak, hidayet yolundan sapıtmak demektir. Duvar ve benzeri dosdoğru olan herşey hakkında eğriliği anlatmak için bu kelime kullanılır.
عِوَج fiili, ع harfinin esresi ile manevi eğriliği, fethası ile maddi mızrak, ağaç gibi nesnelerin eğriliğini gösterir.
Ehl-i Kitabın din adamları tarih boyunca İslâm'da hep kusur ve eğrilik aramışlardır. İnsan psikolojisi böyledir: Bir şeye karşı çıkmaya görsün, onun bütün iyi taraflarını iter, sadece kusur bulmaya çalışır. İlâhî rızaya ermiş bir göz, kusurları görmekte kördür. İlâhî gazaba uğramış bir göz ise, baktığı her şeyde kusur aramaya çalışır.
Kur'ân-ı Kerîm'de Kitap Ehli'nin bu tutumuna değinilerek, Müslümanların çok ölçülü, duyarlı, bilgili ve karşısındakini ikna edici olmalarına işaret ediliyor.
Hristiyan âlemi, misyonerlik faaliyetleriyle bir yandan hristiyanlığı yayarken, diğer yandan İslâm'da kusur ve eğrilik aramaya hız vermiştir. Bazı yalan ve iftiraları şunlardır:
• İslâm kılıç diniymiş; Peygamber ve arkadaşları insanları silah zoruyla Müslüman yapmış.
• Hz. Muhammed ﷺ amcası Ebû Talib ile, Hz. Hatice'nin ticaret kervanıyla Şam'a yaptığı birkaç yolculuğunda ünlü Rahip Bahîra ve Nasturâ ile görüşmüş, dinî konudaki bütün bilgilerini onlardan almış, yeni bir din kurma hevesine kapılmış.
• Hz. Muhammed -hâşâ- kadın düşkünü imiş. Hz. İsâ hiç evlenmediği halde o, 11-12 kadınla evlenmiş, gibi kas ıtlı isnad ve iftiralar.
Bu iftiraların cevapları kısaca şöyledir:
• İslâm, rahmet ve şefkat dinidir. Silahlı saldırıya geç en veya geçmeğe hazırlanan inkarcıların zulüm ve tuğyanını durdurmak için kılıç kullanılmıştır. Savaş, dini tebliğde en son başvurulan yoldur. Önce teklif yapılır, cizye veya İslam'a girmek kabul edilmezse savaşa gerek görülür. Efendimizin 10 yıllık Medine devri hep savaşlarla geçmiştir. Ama bu süre içinde sadece 250 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunl arın yaklaşık 100'ü Müslüman, 150'si müşriktir. Eğer İslâm kılıç dini olsaydı, 10 yıllık aralıksız süren sav aşlarda binlerce insanın canına kıyılırdı.
Oysa İslâmiyeti yeryüzünden silmek için Hıristiyan âleminin düzenlediği Haçlı Seferleri ve bu seferlerde sahn eye konulan işkence ve katliamlar, tarih sayfalarında kayıtlıdır.
• Şam seyahatına gelince: Efendimiz biri 12 yaşlarında, diğeri 25 yaşlarında iken iki seyahat yapmıştır. Birincide Şam yakınlarında Busra kasabasında Rahip Bahîra ile birkaç saat görüşmüş, ikinci sefe rinde ise yine aynı yerde Rahip Nastura ile kısa bir süre görüşüp konuş muştur. Ama hiçbir okul görmemiş, okur-yazar olmayan bir insanın dört-beş saatlik mülakatla bu kadar bilgi edinmesi, dünyada en büyük inkılabı başaracak bir din kurması, yirminci asrın sonlarına doğru ilim ve tekniğin ancak kapı açabildiği ilimleri sergilemesi nasıl mümkün olabilir? Üstelik görüştüğü insanlar, tahrif edilmiş bir dinin mensuplarıdır. Bilgileri yeterli ciddiyetten yoksundur.
• Çok evliliğine gelince: Efendimiz 53 yaşına kad ar tek eşli idi.Bu yaştan sonr a aralıksız sürüp giden savaşlarda kocalarını kaybedip kimsesiz, periş an kalan ve çoğunun yaşları 45-55 arasında bulunan kadınlarla evl enmesi, onların kalbini almak, ıstıraplarını dindirmek, başlarını sokac ak bir yuva sağlamak; İslâm'a olan büyük hizmetlerinden dolayı onlara saygı ve ilgi göstermek içindir. Ayrıca yaptığı evlilikler, pekçok kabilenin müslüman olmasına vesile olmuştur.
"Sizler kıskançlık, üstünlük, büyüklük duyguları, batılı yerleştirme arz usu üzerinde yükselen bu inatçı tutumunuzla, hak yolundan sapmak ve hidayet üzere dosdoğru yoldan ayrılmak istiyorsunuz. Halbuki siz Muhammed'in doğruluğunu tam anlamıyla bilmektesiniz. Daha önce ona dair verilen müjdeleri de bilmektesiniz."
"Siz gördüğünüz halde" ifadesi, 'aklınız erdiği halde' anlamındadır.
• "Siz Tevrat'ta, Allah’ın dininin ancak İslam olduğuna, başkasının kabul edilmeyeceğine, Hz. Muhammed'in peygamberliğine delâlet eden mû'cizelerin zuhur ettiğine şâhid olduğunuz, Allah yolundan saptırmanın doğru olmadığını bildiğiniz halde böyle birşeyi nasıl yaparsınız?"
• "Sizler, dinde sözüne güvenilen, önemli meselelerde şâhidliklerine itimâd edilen, âdil şâhidler, yahudi âlimleri olduğunuz halde, bâtılda, yalan ve saptırmada ısrar etmek size nasıl yakışır?" Allahu Teala insan kadrosunun genişleyebilmesi için Hz. Adem'e kardeşlerin evlenme iznini vermişti. Sonra bunu haram kıldı. Hz. İbrahim zamanında da hanımının üzerine cariye edinmek mübahtı. İbrahim aleyhisselam bunu yaptı, Hacer valideyi Sare valide üzerine aldı. Daha sonra Tevrat'ta bu hüküm haram edildi.
O devirde iki kız kardeşi birlikte almak yaygındı, Hz. Yakup da bunu yaptı. Sonra Tevrat'ta bu cevaz kaldırıldı. Bunların hepsine Tevrat'ta delil vardır. Tevrat'ta olan bazı hükümleri de Efendimizin şeriatı neshetti. Neden tabi olmuyor, yalanlayıp, muhalefet ediyorlar?
Ehl-i kitabın bu tutumu, ümmet-i Muhammed'e olan kıskançlıkları yüzündendi. Hased öyle bir duygudur ki, sahibini kör ve sağır eder.
Hasedin zararları:
• Taatı ifsad eder
• Hasenatı yer
• Gıybet ve sövmeye iter
• Malını canını telef eder, iyilikleri giderir.
Bile bile inkar...
Ehl-i kitab, İslamiyete ve Kur'ana uzaktan bakıyorlar. Halbuki, uzaktan bakınca bir yıldız, bir mum gibi görünebilir. İşte ehl-i kitap da Kur'ana uzaktan baktıkları için Kur'anın azametini, kıymetini ve ehemmiyetini anlamıyorlar.
Ramazan hilalini arayan ihtiyar bir adam, kirpiğinin kavis almış beyaz kılını ay zanneder. Ehl-i kitap da, hakkı ararken bazen ellerine batıl geçer. Sathi ve tebei nazarla baktıkları için hakikat zannedip kafalarına geçirirler. Nasıl ki, o ihtiyar adam biraz daha dikkat etse onun ay değil, bir kıl olduğunu anlayacaktır. Ehl-i kitap da biraz daha dikkatle gittikleri yolun iç yüzüne baksalar hatalarını anlayacaklar.
Ayrıca, şeytan, bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet, dalâlet, safsata, inat, muğalâta, mükâbere, iğfal ve görenek gibi desiselerle, çok muhâlâtı netice veren küfür ve inkârı, o insan suretindeki bedbaht hayvanlara yutturmuştur. İnkarlarının en önemli sebeplerinden biri de budur.
Hz. Musa’ya inen Tevrat’ı Allah’ın sözü kabul edip Hz. Muhammed’i ﷺ ve ona inen Kuran’ı inkar etmek zulümdür.
Alimlerin süsü ilimlerinin amellerine uymasıdır. İmam Şafii
Bir kimsenin bilgisini tutacak erdemi yoksa neyi kazanırsa kazansın sonunda herşeyi kaybeder.
Bir kimsenin ilmi onu Allah’ın yasaklarından alıkoymuyorsa o kimse büyük tehlikededir. İmam-ı Azam
Doğru bir kürek suda eğri görünür. Önemli olan birşeyin yalnız görünmesi değil nasıl görülmesidir.
İlmi arttıkça günahı artan kimse şüphesiz ki helak içindedir.
Bu ifâde tehdit bildirir. Bir insanın, gidişatını beğenmediği kölesine, "Senin durumun bana gizli değil. Bilmediğimi zannetme!" demesi gibidir.
Allahu Teâlâ önceki âyeti "Allah yaptığınız her şeye şâhiddir" cümlesi ile bitirmiştir. Çünkü orada sözü geçen küfür ve inkâr, açık ve tanık olunan bir iştir. Onlar Hz. Peygamber'in nübüvvetini açıkça inkâr ediyorlardı. Bu ayeti de "Allah ﷻ, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" buyurarak sona erdirmiştir. Çünkü onlar İslâm'dan alıkoyma işini hile ve desise yoluyla gerçekleştirmek istiyor, müslümanların kalplerine şüphe atma işini açıkça yapmıyorlardı. Bu hususta çok çeşitli hilelere başvuruyorlardı.
Bundan dolayı açıkça yaptıkları işler hakkında "Allah şâhiddir"; gizli yaptıkları şeyler için ise, "Allah ﷻ, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" buyrulmuştur.
‘Gaflet’ sözlükte, terk etmek, bilgisi olması gerekeni bilmemek, önemsememek; isim olarak da, dikkatsizlik, dalgınlık ve ihmal gibi anlamlara gelir.
Kavram olarak ‘gaflet’ bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edilmemesi, yeterince dikkatli ve uyanık hareket edilmediği için insana gelen yanılma halidir. Bir gerçek ortada iken ondan bile bile habersiz olmak, ona karşı unutkan bir tavır takınmak, ya da ona karşı kulağı, gözü, anlayışı kapalı tutmak gaflettir.
‘Nisyan’ da unutma anlamına gelir. Ancak bir şeyi bilmeden terk etmek ‘nisyan’ bile bile terk etmek ‘gaflet’tir, aralarında fark vardır.
Gaflet’in zıddı, hidayet, feraset ve basirettir. Kuran’da ‘Gaflet’ kelimesi, habersiz olma anlamında da kullanılır. “..Oysa sen, daha önce, bundan haberi olmayanlardandın (gafil idin)” gibi. (Kaf, 22)
‘Gaflet’ içinde olanlara, bir şeyi bile bile unutanlara ‘gafil’ denir. Kur’an ayetleri anlamayıp, onlara sırt dönenlere, hak davet karşısında unutkan bir tavır takınanlara ve aldırmayanlara ‘gafil’ demekte ve onları kınamaktadır.Kur’an, salih amel işleyen müminlerin ve yanlış iş yapan, ya da Allah’a karşı gelen diğer insanların yaptıklarından Allah’ın gafil olmadığını sık sık vurgular.
✽ 98. ayette de, bu ayette de nida edatı uzaklık ve tavır içindir.
✽ Bu ayet de 98. ayet gibi 'De ki ey ehl-i kitab, niçin...' kelimeleriyle başladığı için terdittir.
✽ 'Allah yolu' Allah'ın ﷻ dini, kitabı anlamında istiaredir.
✽ 'Niçin Allah yolundan alıkoyarsınız' tecessüm sanatıdır.
✽ İstifham; tevbih ve tekdir içindir.
✽ تَبْغُونَهَا عِوَجاً Çarpıklığını istemek, doğru yolun zıddına eğri yolu arayıp bulmaktır. Teşbihi tenasidir. Doğru yol hazırken bozuk yol arama kaygısına düşme hilekarlığına ve boşa çaba harcama eblehliğine remz ve tarizdir.
✽ 'Sizler şahitler olduğunuz halde' hal cümlesi, delalet-i tazammuniyesi ile bile bile yapılan kötülüklerin Allah katında sorumuluğunun çok daha fazla olduğunu bildirmektedir.
✽ 'Allah yaptıklarınızdan gafil değildir' cümlesi bileni bilmeyen yerine koymak suretiyle muktezayı zahirin hilafına kelamdır. Bile bile kötülük yapmak ve bunun cezasız kalacağını sanmak, Allah'tan gafil olmayı, daha da ilerisi Allah'ın ﷻ kendilerinden gafil olduğunu sanmaktır ki; bir önceki ayette sorulan 'Neden inkar ediyorsunuz' ifadesini pekiştirir.
✽ 'مَا تَعْمَلُونَ Yaptıklarınız' sıfatlı kinayedir, ism-i mevsul zem içindir.
✽ عَمَّا تَعْمَلُونَ ifadesindeki عَنْ harf-i ceri buud ve uzaklaşma ile amellerinin kötü ve cezaya müstehak olmasına işarettir.