Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 101. Ayet

وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَفٖيكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ

101- Allah’ın ayetleri size okunduğu, aranızda da Rasul’ü bulunduğu halde nasıl inkar edersiniz ki? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa gerçekten doğru yola iletilmiştir.

 

Ehli kitabın oyununa gelip küfre, cahiliye adet ve kavgalarına meyledenleri Cenâb-ı Hak كَيْفَ istifhamıyla tekdir ve ikaz ediyor:

Elinizde Allah'ın ﷻ ayetleri, yanınızda, aranızda Rasulullah ﷺ ve sünnetleri varken, her şüphe hastalığına derman, her soruya cevap, her soruna çözüm varken, kafire, küfre, cahiliye adetine, şehvete, gadaba, hevaya, şeytana meyil niye?

Yanlış telkinlere aldanmayın. Propagandalara gelmeyin. Allah'ın ﷻ dinine, kitabına, Rasulünün emrine sımsıkı yapışın. Sizi doğru yola sevk edecek ancak bunlardır. Dostunuzu, düşmanınızı iyi tanıyın. Hislerinize mağlub olmayın. Kışkırtmalara gelmeyin, düşmanın oltasına yem olmayın. Çözemediğiniz bir sorun olursa Allah ve Rasulüne danışın, hakiki alimlere sorun, çözüm arayın, olayı kördüğümhaline sokmayın.
 

Allah'ın ﷻ ayetleri okunurken, nasıl inkar edersiniz?

كَيْفَ  'Nasıl' kelimesi hayret ifâde eder. Hayret, bir şeyin sebebini bilmeyen kimse için söz konusudur, Allah ﷻ hakkında hayret imkânsızdır. Bu sorudan kastedilen, men etme ve tehdittir. Yani; "Allah'ın ﷻ âyetleri Kur'ân-ı Kerîm, size okunup, aranızda da Peygamberi Muhammed ﷺ bulunurken, nasıl kâfir olursunuz? Küfür nereden gelip size bulaşır? Nereden gelip kapınızı çalar?" demektir.

Çünkü Hz. Peygamber , onların arasında her türlü şüpheyi giderip, tüm delilleri göstermiş, onlara Allah'ın ﷻ âyetlerini okumuştur. Onun varlığı, küfre düşmelerini engelleyen bir maniadır. Hz. Peygamber'in yanındakilerin küfre düşmesi, bu bakımdan daha uzak bir ihtimaldir.

İnsanın Allah’tan uzaklaşması; halk ile sıkı münasebet kurmak, nefisle oyalanmak, nefsin arzularına uyarak sağlam akideden ayrılmakla gerçekleşir.

Üç şey dinden çıkarır:
  1- İstihza: Din ile alay etmek   
  2- İstihfâ: Dini hafife almak.
  3- İstihlâl: Helâli haram, haramı helâl saymak.
 

O'nun Rasulü de içinizde iken...

Bu hitap Hz. Peygamber'in ashabın a aittir. Çünkü, Rasûlullah aralarında bulunuyor, onlar da onu görüyorlardı.

Aynı şekilde bu âyeti kerimelerin kapsamına, Hz. Peygamber'i görmeyenler de gir er. Çünkü, onların arasında kalan Hz. Peygamber'in sünneti, bizzat onu görmenin yerini alır. O'nun eserleri, alâmetleri, ona verilmiş bulunan Kur'ân-ı Kerîm, Rasûlullah aramızdaymış gibi onun yerini tutmaktadır. İsterse biz onu görmeyelim.

Bu âyet-i kerimede gayet açık iki büyük alâmet vardır: Bunların birisi Allah'ın ﷻ Kitabı, diğeri Allah'ın ﷻ Peygamberidir. Allah'ın ﷻ Peygamberi geçip gitti. Allah'ın ﷻ Kitabına gelince, Allah onu aralarında kendi katından bir nimet ve rahmet olmak üzere kalıcı bıraktı. Allah'ın ﷻ helâl ve haramı, itaat ve masiyet orada belirtilmiştir. Katade

Bugün peygamberimiz cismiyle aramızda yok ama hadisleriyle içimizde, gönlümüzün en derin yerindedir. İbadetlerimizdeki, muamelatımızdaki sünnetlerle bizi yönlendiren Allah'ın ﷻ Rasülüdür.

Efendimiz bir gün ashabına sordu: Sizce hangi müminin imanı daha acaiptir (beğenilir)?

- Meleklerin, dediler.

- Onlar nasıl inanmasınlar, onlar Allah nezdindedirler.

- Öyleyse enbiyanın.

- Onlar nasıl inanmasın, vahiy onlara inmektedir.

- Bizim imanımız?

- Siz nasıl inanmazsınız; ben sizin aranızda, arkanızdayım.

- Peki hangi insan iman bakımından acaiptir?

Efendimiz buyurdu ki:

- Sizden sonra gelen, yanlarında mushafı bulup iman edenlerdir.
 

İstanbul Hukuk Fakültesi'nde ceza kanununu anlatan öğretim görevlisi, "şüpheden sanık yargılanır" kaidesini anlattıktan sonra "Arkadaşlar bu kaideyi bulan batılı hukukçu bence ayı fethedenden daha büyüktür" deyince, İslâm Hukuku dersleri almış bir öğrenci, "Sayın hocam o bahsettiğiniz kaide Peygamberimizin sözüdür" der. Bunun üzerine öğretim görevlisi hadisin metnini ve kaynaklarını getirmesini ister. Öğrenci Tirmizi'nin, İbni Mace'nin, Suyuti'nin naklettiği hadisleri metinleriyle yazıp verdiğinde alır ve teşekkür eder.
 

Kim Allah'a ﷻ sımsıkı sarılırsa, doğru yola iletilmiştir.

"Kim Allah'ın ﷻ dinine ve itaatine sımsıkı sarılarak korunursa, muhakkak doğru yolu izleme muvâfakiyeti ona ihsan edilmiş ve gösterilmiştir."

هُدِيَ "ulaştırılmış" demektir. Müzari yerine mazi fiil kullanılması, kesinlik ifadesi içindir. Doğru yola ulaştıran Allah olduğu halde, kelime "ulaştırılmıştır" şeklinde meçhul kalıbında kullanılmıştır. Bunun sebebi ise, o kişinin mutlak olarak hidayete ulaştığını bildirmektir. Hidayet o kişi için kaçınılmaz hale geldiğinden böyle ifade edilmiştir.

'Doğru yola gitmiştir' demiyor. Gitme fiili kişinin kendiliğinden olur. Ama 'götürülmüştür' buyrulmuş. Bu ise en büyük nimetlerden biridir. Kuran'a sımsıkı sarılan dosdoğru yola kavuşturulur. İnsan bir yere giderken yolu bilemezse sorar. Sorduğu kişi 'dosdoğru yürüyeceksin orda filan numara' der. Bu güzel bir yol göstermedir.

Yol gösterenin vasfı da önemlidir. Sormak isteyen, şöyle bir bakar, kendi kültürüne, yaşına, yapısına yakın bir adama sorar. Çok değer verdiği bir insan yol gösterecek olursa "filan bana yol göstermişti" der. Burada yol gösteren ise bütün insanları, sevdiklerimizi yaratan Allah'dır. Körlerin elinde değnek olur, değneği ile de bazen yolunu bulamaz bir hayır sever koluna girer karşı tarafa geçiriverir. İşte Allah'ın ﷻ kitabına sarılan da, böylece karanlıklardan kurtarılır.

Bu ifâde, mü'minleri, kâfirlerin kötülüklerini savuşturma hususunda Allah'a ﷻ ilticaya bir teşvik manası da taşır.

Ayet-i kerime, Müslümanlar arasında baş gösterebilecek anlaşmazlık ve görüş ayr ılıklarında Kur'an ve sünnete baş vurmayı emretmektedir. Çünkü "Allah'a ﷻ sımsıkı sarılma" istiaresi, Allah'a ﷻ iman ederse, Allah'ın ﷻ ipi olan Kur'ân-ı Kerîm'e sıkı sıkıya yapışırsa, manasındadır.

Zira 'Sarılma- اِعْتَصَمَ ' fiili, bir şeyi tercih edip, onun vasıtasıyla başka bir şeye karşı korunma anlamındadır.

Kur'an-ı Kerim'de şu anlamlarda kullanılmıştır:

  1. Korumak, (Maide 67, Ahzab 17, Hud 43)

  2. Sımsıkı sarılmak. (Âl-i İmran 103)

  3. Sakınmak (Yusuf, 32)

  4. Savunmak (Yunus, 27)

  5. Kurtuluş (Hud, 43)

  6. Nikah bağı (Mümtehine, 10)

  7. Kurtarmak (Mü'min, 33)

  8. Sığınmak (Âl-i İmran,101)

Allahu Teala kendi kitabına ve peygamberinin sünnetine sımsıkı yapışmayı, anlaşmazlık halinde onlara başvurmayı farz kılmıştır. Çünkü İslâm ümmetinin sahip olduğu esaslar kadar herhangi bir toplum, bireylerini bir araya toplayabilmek için gereken esaslara sahip olabilmiş değildir. Bu esaslar, söz birliğine, din ve dünya maslahatını gerçekleştiren değişik ve dağınık işlerin düzenli bir şekilde bir araya gelmesine, anlaşmazlıklardan uzak kalmaya sebeptir.

Fakat ümmet şu anda söz birliğinden, aynı saflarda durmaktan, gaye ve metod birliğinden en uzak bir ümmet haline gelmişt ir. Söz konusu bu esaslar ise Kuran-ı Kerim ayetlerinde ve Rasulullah'ın ﷺ bıraktığı eserde açıkça ortadadır. Müminler, Kuran'a, Yüce Allah'ın ﷻ dinine sımsıkı sarılıp yapışmalı, helâliyle-haramıyla Allah'ın ﷻ hükümleri etrafında tek vücut olup kenetlenmeli, korunması gereken değerlerini korumalı, ülkelerini saldırganların saldırısına karşı korumak kasdıyla bir araya gelmelidir.

İçtihadî meselelerde, farzların anlaşılıp ortaya konmasında, şer'i meselelerin inceliklerinde anlaşmazlık yerilmiş değildir. Sahabe de çeşitli olaylara dair hükümlerde ihtilâf etmişlerdir. Bununla birlikte onlar birbirleriyle kaynaşmış haldeydiler. Ümmetin maslahatını gerçekleştirecek hususlara dair, ihlaslı bir şekilde karşılıklı görüş ortaya koyulurken baş gösteren anlaşmazlıklar yerilmemiştir.

Ayet-i kerimenin bütününe bakıldığında üç şeyin zikredildiği görülmektedir: Allah'ın ﷻ ayetlerini öğrenip inanmak, tatbik etmek, Peygamber'e tâbi olmak ve Allah'a ﷻ sığınmak. Bu üç şey insanı hem doğru yola götürmekte, hem de doğru yolu tanımlamaktadır. Bu üç fiili uygulayan, hem doğru yola iletilir, hem de doğru yola bizzat girmiş demektir.

Bu zikredilenler, müslümanın inkarcılarla olan kültür savaşından zayiat vermeden çıkabilmesi için donanması gereken, imandan sonra inkara dönmeyi engelleyecek olan silahlardır. Şirkten uzak ve tevhid inancı ile bezenmiş bir kültür oluşturm ak, ancak ilahî vahiyden kaynaklanan sağlam bir kültür, sünnet bilinci ve Allah'a ﷻ sığınma sayesinde aşılabilir.
 

Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretleri 'Allah'a ﷻ sarılma'yı şu şekilde tarif etmiştir:

Birincisi; normal insanların sarılması ki, Allahu Teâlâ'nın emir ve yasaklarına sarılıp, devâm etmektir. Bu kısımda bulunan insanların ibâdet ve tâatı, yakîn elde etmek içindir. Bu, Allah'ın ﷻ ipine (Kur'ân-ı kerîme) sarılmaktır. İkincisi; seçilmişlerin sarılmasıdır. Onların emir ve yasaklara uymadaki gayretleri, Allah'tan başka her şeyden kesilmek, O'na, emirlerine teslim olmaktır. Bu da urvetül-vüskâdır. Üçüncüsü; seçilmişlerin seçilmişlerinin sarılması ki, bunların emir ve yasaklara uymadaki gayretleri, Allah'ı müşahede etmek, O'nun yakınlığı ile meşgûl olmak nîmetine kavuşmak içindir. Buna da i'tisâm-ı billah denir.

 

Belagat

 'Nasıl inkar edersiniz?' istifham-ı inkaridir. 'Etmeyin, size yakışmaz' demektir.

 كَيْفَ aslında hayret ifade eder. Bir şeyin sebebini bilmeyen kimse için söz konusudur. Allah için hayret manası imkansızdır. Ancak men etme ve tehdit anlamında istiare edilmiştir. Burada muhatabı taaccüp ettirecek, hayrete düşürecek bir iş yaptığını hatırlatmak için bu hayret sorusu seçilmiştir. 'Bütün şüpheleri gideren, dargınlıkları kaldıran, müminleri kardeş yapan Rasul içinizdeyken nasıl yahudi oyununa gelirsiniz, hayret birşey!' demektir.

 ' وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ Ve size okunduğu halde' hal ifadesi, isim cümlesi olarak gelmiş. Sübut, devam ifadesiyle 'ayetler devamlı okunurken' demektir.

 'Allah'ın ﷻ ayetleri' nisbetli kinayedir, Kur'an-ı Kerim kastedilmiştir.

 'O'nun Rasulü' izafeti de Efendimiz'e aittir, nisbetli kinayedir.

 فِيكُمْ  'İçinizde' istiare-i tebaiye ve vefakiyedir. Hem ashab zamanında Efendimizin aralarında olduğuna, hem de kıyamete kadar müslümanların yüreğinde Efendimizin yaşamasına işarettir.

 'Kim Allah'a ﷻ sarılırsa' cümlesinde muzaf olan 'din' kelimesi hazfedilmiş, icazı hazıf ile mecaz-ı mürsel olmuştur. Allah sebep, müsebbep olan Allah'ın ﷻ dini, kanunu, kitabı kastedilmiştir.

 ' عصم' fiili lugatta; sığınmak, sarılmak, yapışmak, kazanmak, muhafaza etmek, mani olmak, men etmek, kulp takmak, el ile yapışmak, koyvermemek, korunmak, baş vurmak, linç etmek, boykot etmek, demektir. İftial babında geldiğinde, mutavaat, edinmek, tedarik etmek, ortaklık istemek, göstermek, gayret, mübalağa, tadiye ifade eder.

 'Sarılma' fiili, 'Uyma, takip etme' anlamında istiare-i tebaiyedir. Camisi; hiç ayrılmamak ve yakınlıktır. İnsan bir gemide düşmemek için korkuluklara sıkı sıkı sarılır, denize düşen boğulmamak için can simidine, kuyuya düşen çıkabilmek için kuyunun ipine sımsıkı sarılır. Eğer biraz elini gevşetirse düşüp, hayatını kaybeder. Allah'ın ﷻ dini de bir can kurtaran simidi, kuyudan çıkaran bir ip gibidir. İnsanı cehenneme düşüp helak olmaktan, küfür girdabında boğulmaktan kurtarır.

 Arapça'nın güzel özelliklerinden biri, şudur: Bir kelimenin ilk harfi ع son harfi ص olursa, bu kelime şiddet ve men etme manası taşır. عصب عصف عصر gibi.

 'Muhakkak doğru yola ulaştırılmıştır' ceza cümlesi mazi olarak geldi; kesin vuku bulacağına işaret içindir.

 هُدِيَ fiili meçhul geldi, Hidayet edici Cenâb-ı Hak'tır. Hidayet yollarını gösteren, sebep olan peygamberler, hak davetçileri, musibetler veya sevgi gibi hidayet vasıtaları kastedilmiş olabilir.

 قَدْ tahkik edatı daima fiil üzerine gelir. İnşada değil haber cümlesinde kullanılır. Fiile has olan س - سَوْفَ - لَنْ gibi edatlarla fiilin arasına girmez. Kendinden sonra mutasarrıf (çekilebilen) fiil gelir. Maziden önce gelmesi fiile kesinlik kazandırır. Müzariden önce gelmesi 'bazen, olabilir' anlamı ifade eder. حَسْبُ 'Yeter' anlamında isim olarak da kullanılır.

 اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ 'de الى harf-i ceri intiha-i gaye için olan, daima isimlerden önce gelen harf-i cerdir. İnsanın nihai ve aslî gayesinin, Allah'ın ﷻ rızasına, lütfuna, cennet ve cemaline ulaşmak için yol almak olduğunu ilan eder.