103- Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin, Allah’ın size olan nimetini düşünün, hani birbirinize düşmandınız da O; kalplerinizi uzlaştırdı, kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de O sizi kurtardı. Allah ayetlerini işte böyle açıklıyor ki, doğru yola eresiniz.
İnsanın 'Ben yalnız başıma dinimi, imanımı muhafaza edebilirim' demesi tehlikelidir. Allah'ın ﷻ ipine topluca yapışıp ayrılıktan, tefrikadan sakınmak gerekir. Allah'ın ﷻ rahmeti cemaat üzeredir. Hac farziyeti de bu ictimanın hem vesilesi, hem maksatlarındandır.
Yine bunun gibi beş vakit namazın cemaatle kılınması, cumanın büyük camilerde kılınması gibi bir çok ibadet cemaatin önemini belirtmektedir. Bayram namazları, cenaze namazları, mektep medrese, kışla tekke hep bu cemaatin cem olması sebeplerindendir.
Dini dünyevi en büyük feyz, bereket de cemaatin tesisindedir.
Çünkü يَدُ اللهِ مَعَ الْجَمَاعَةِ Allah'ın ﷻ eli cemaatle beraberdir.
'Allah'ın ﷻ ipi' Allah'a ﷻ vuslat sebebi olan, delil ve vasıtalar demektir ki; Kuran, taat, cemaat, ihlas, İslam, ahdullah, emrullah diye tefsir edilmiştir. Efendimiz 'Semadan arza indirilmiş olan hablullah, Kitabullah'tır' buyurur. Ayette tecessüm vardır.
Ayetin öncesiyle münasebeti
Bundan önceki âyet-i kerimede "Allah'tan... ittikâ edin" emriyle takva emredilmişti. Bu ayette de; "Allah'ın ﷻ ipine sarılın" buyurarak Allah'ın ﷻ dinine sımsıkı sarılmak, "Allah'ın ﷻ üzerinizdeki nimetini hatırlayınız" buyruğu ile de Allah'ın ﷻ nimetlerini anmak emredilmiştir. Bu tertibin hikmeti şudur: İnsan mutlaka ya korku veyahut bir arzuya bağlı olarak hareket eder. Korku; her zaman için arzudan önce gelir. Çünkü bir zararı savuşturmak, bir menfaati elde etmekten daha önce ve önemlidir.
İnce bir yolda yürüyen herkesin, ayağının kaymasından korkulur. Fakat o kimse, yolun iki tarafında iki ucundan güzel ve sıkı şekilde bağlanmış olan bir ipe sıkıca tutunduğunda, korkudan emin olur. Hak yolu, ince bir yoldur. Birçok insanın bu yolda ayağı kaymıştır. Ama, Allah'ın ﷻ delillerine ve apaçık beyânlarına sımsıkı tutunan kimseler, bundan emin olmuşlardır.
حَبْل lugatta, ip, kement, ahid, bağ, tuzak, ekin dolgun olmak, çoğalmak, dolu, örmek, bükmek, zimmet, eman, vücutta bir damar, uzun kum yığını, kablo, şah damarı, sarmaşık, omurilik, göbek kordonu, öfkeli, gece gündüz, tane, zeki, alim, afet, felaket, Rahim anlamlarına gelmektedir.
Buradaki "ip" kelimesinden murad, din yolunda hakka, hakikata o vasıta ile ulaşılması mümkün olan her şeydir.
'Habl' kelimesi Kur'an-ı Kerim'de şu manalarda geçmektedir: 1) Damar (Kaf, 16)
Kalpten çıkan kanı taşıma görevi yapan damara, Yüce Allah "şah damarı" adını vermektedir. Bu ayet-i kerimede geçen 'Allah'ın ﷻ habli' tabiri bu anlamda düşünüldüğünde, ilahî vahyi kayn ağından alıp getirdiği için, bu yakınlıktan dolayı ayetlere 'Allah'ın ﷻ ipi' denmiştir.
2) Yük ipi
Tebbet Suresi 5. ayette Ebu Leheb'in karısının mahşerde cehenneme odun taşırken kullandığı ipi ifade etmek için 'habl' kelimesi kullanılmıştır.
Yük ipi, odunları bağlamada ve taşınabilir hale getirm ede kullanılır. Allah'ın ﷻ ipine tutunanlar da, sosyal bütünlük meydana getir irler ve o toplum geleceğe doğru taşınma kapasitesi kazanır.
3) Sihir ipi
Taha, 66 ve Şuara Suresi 44. ayette Fravun'un sihirbazlarının kullandıkları ipleri ifad e için 'Habl' kelimesi kullanılmıştır.
4) Zimmet, ahd
Zimmet, sahip çıkma, koruma, himay e etme manasına gelir. Burada kastedilen, “Ahdimi yerine getirin, ben de size karşı olan ahdimi yerine getireyim” (Bakara 40) ayetindeki ahd olabilir.
5) Kur'an
Hz. Peygamber bu ayette geçen ip'i Kur'an ile tefsir ederek; "Kur'an, Allah'ın ﷻ ipidir" buyurmuştur.
Bazı alimler burada zikredilen Habl'e, iman, tevhid, emr-i ilahi, ihlaslı tevbe, Allah ve Rasulüne itaat, kitap, İslâm dini, ülfet gibi farklı manalar da vermişlerdir.
Kuran'a sarılmadan tefrikanın ortadan kalkması, düşmanlığın yok olmas ı, kalplerin birleşip insanların kardeş haline gelmesi mümkün değildir. Büt ün bu oluşumlar için Kuran'ın iyi anlaşılıp anlatılması ve tavizsiz olarak hayata geçirilmesi gerekir.
✦ Şüphesiz bu Kur'ân-ı Kerîm hablullahtır (Allah'ın ﷻ ipidir). Onun dikkat çekici yanları tükenmez, fazlaca tekrar edilm ekle yıpranmaz. Onu söyleyen doğru söyler. Onunla amel eden doğru yold adır. Ona sarılan, dosdoğru yola erdirilmiştir. Hadis-i Şerif
"Topluca Allah'ın ﷻ ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin" buyruğu cemaat olun demektir. Abdullah b. Mes'ud
Ey Hanin, cemaatten ayrılma, cemaatten ayrılma. Çünkü bundan önceki ümmetler tefrikaya düştükleri için helak oldular. Sen, Allah'ın ﷻ: "Topluca Allah'ın ﷻ ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin" buyruğunu hiç işitmedin mi? İbn-i Abbas
Yüce Allah ﷻ, birbirimizle kaynaşmamızı emretmekte ve ayrılığı yasaklamaktadır. Çünkü ayrılık, (tefrika) helak olmaktır, cemaat ise kurtuluştur. Tek fert, cebru tazyik altında her şeyini zayi edebilir. Bu yüzden cemaatı zay ve perişan edenler kendileri de perişan olur.
✧ Hak davetçilerinin, din adamlarının menfi ihtilafı, hakkı tavsiyenin en önemli rüknünü, 'bir olma'yı ortadan kaldırmaktadır. Davetçiler bölücü ihtilaftan, şucu-bucu ayrımından uzaklaşmalı, birbirlerini yıpratmamalıdır.
✧ Müslüman birleş. Bir tek el, bir tek gövde ol. Bir tek şuur ör. Sımsıkı birliği emreden, lamban yanmaz. Tüten bacalar, akşamları yanan lambaları, oda ışıkları hep aynı ailenin bacaları ve lambaları gibi olsun. Erdemlikte en yüce olasın ki, peşin hükümle seni aşağı görmeye gelen kendi aşağılığını görsün. Müslüman, İslam’ı öyle canlı ve diri yaşa ki, seni öldürmeye gelen, sende dirilsin. Sezai Karakoç
✧ Şüphesiz cemaat hablullahtır. Ona yapışın, Onun sapasağlam kul puna yapışarak korunun. Abdullah İbn-i Mübârek
"Yahudi ve hıristiyanların dinlerinde ayrılığa düştüğü gibi, siz de dininizde ayrılığa düşmeyin. Hevâ ve değişik maksatlara uyarak tefrikaya girmeyin, Allah'ın ﷻ dininde kardeşler olun. İlişkilerinizi koparmayın, birbirinize sırt çevirmeyin."
Allah'ın ﷻ, Kur'an'a sımsıkı sarılmayı emretmesinin hikmeti, bu yasakla anl aşılmaktadır. İlahî vahyin gönderilmesi ve tebliğ edilip öğretilmesi, "bölünmeyin" emr inin dayanağıdır. Kuran'a sarılmak, tefrikayı, parçalanma ve bölünmeyi önler. Allah'ın ﷻ Kitabına, yani ipine sımsıkı sarılanlar, Allah'a ﷻ yaklaşır, O'na yüks elirler. Bu da Kuran'ın iki fonksiyonunu ortaya çıkarıyor: Tefrikayı ortadan kaldırmak için insanların gönüllerini kaynaştırmak ve ihtilafları çözüme ulaştırmak.
Burada nehyedilen ayrılık;
♦ Din hususunda ihtilaftır. Çünkü hak ancak tektir. O'nun dışındakiler cehalet ve sapıklıktır.
♦ Birbirlerine düşmanlık etmeleri ve hasımlaşmalarıdır. Çünkü Araplar câhiliyye döneminde sürekli harb ediyor ve çekişiyorlardı.
♦ Ayrılığa sebebiyet verip, yakınlık ve muhabbeti yok eden her şeydir.
Dinde ve ümmetin izlemesi gereken genel politikasında ayrılık ve tef rikaya düşmek, son derece büyük bir haramdır. Kamu maslahatının paramparça olduğunun ve Müslüman devletin, mümin ümmetin yok oluşunun habercisidir.
Din alimleri ve eğitimciler, iyiliği insanlara öğret ir, onları bu bil gi ile teçhiz ederlerse, tefrikaya faaliyet alanı bırakmamış olurlar. Onların görevi, toprağı kayan bir yere, ağaç dikene benzer. İnsan, toprak kaymasını kendi gücüyle önleyemez; ancak dikeceği ağaçlarla önleyebilir. Tefrika, yani topl umsal parçalanma da bir heyelana benzer, onu önlemenin yolu Kuran'ın ilim ağacını topluma dikmektir.
Ancak âyet-i kerimede fer'î konularda ayrılığın haram olduğ una bir delil yoktur. Çünkü bu, ihtilâf değildir. İhtilâf, kaynaşmanın ve bir araya gelmenin imkânsız olduğu şeyler hakkında kullanılır. İçtihada day alı meselelerin hükmünde ihtilâf, farzların delillerinden istinbat edilmesi ve şeriatın anlam inceliklerinin ortaya çıkartılmak is tenmesi dolayısıyladır. Ashab-ı Kiram da değişik olayların hükümleri hakkınd a ihtilâf etmiştir. Buna rağmen onlar, biribirleriyle ülfet ve kaynaşma halindeydiler. Rasulullah ﷺ "Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir" buyurmuştur.
Allahu Teala, fesada sebep teşkil eden ihtilafı men etmiştir. Ayet-i kerimede yasaklanan anlaşmazlık, hevalara ve değişik maksatlara tabi olmak ile ilgilid ir. Yani, ilişkileri kesmeye, birbirine sırt çevirmeye ve çarpışmaya götüren anl aşmazlıklardır.
Yüzü dünyaya dönük olan kimse, insanlara düşman kesilir. Yüzü, Allah'a ﷻ dönük olan ise, kimseye düşman olmaz. Çünkü o; Hakk'tan halka bakar, herkesin Allah'ın ﷻ kaza ve kader kabzasında esir olduğunu görür. Bu nedenle, "Arif kişi, emrettiği zaman rıfk ile emreder; nasihat eder; sert davranmaz ve ayıplamaz. O, Allah'ın ﷻ kaderdeki sırrını görür."
✦ Yahudiler yetmiş bir yahut yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da bun a yakın sayıda fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Hadis-i Şerif, Tirmizî
✦ Sizden önce Havz'ın kenarına ben varmış olacağım. Her kim benim yanıma uğrayacak olursa, o havuzdan içer. Ond an içen ise, ebediyyen bir daha susuzluk çekmeyecektir. Benim yanıma su içmek üzere kendilerini tanıdığım, kendilerinin de beni tanıdıkları bir takım kimseler de gelecektir. Sonra benimle onlar arasına engel olunacaktır. Ben diyeceğ im ki: Onlar bendendir. Bana; "Senden sonra ne bidatler uyd urup çıkardıklarını bilemezsin. Onlar, gerisin geri dönüp irtidat ettiler" diyecekler. Bu sefer ben de: Benden sonra değişiklik ya panlar benden uzak dursun, uzak dursun diyeceğim. Buhari
Bu zümre-i nâciyenin hiçbir partisi yoktur. Onlar; müsbet ilimle ri ve onun tatbikatı olan tekniği daima hayra kullanmaya niyetli ve azimlidirler. Birbirleriyle irtibatları kalbidir, vicdanîdir. Emânetleri ehillerine tevdi etmekte kararlıdırlar. Mevki kapmak, makam elde etmek için hırsları yoktur. Yaradan'ın uğrunda gönül birliği ile kendilerini hak hizmetine adamışlardır. Aralarında birbirlerine hürmet, muhabbet, yardım ve istişâre ile vazifelidirler.
Ebu'l-Ferac el-Cevzî, hadis-i şerifte zikredilen yetmiş iki fırkahakkında şu açıklamayı yapmıştır:
Ehl-i sünnet dışına çıkan fırkalar ın isimleri ve görüşleri tamamı ile bilinmese de, tefrika çıkaran asıl fırkalar; Haruriye, Kaderiye, Cehmiyye, Murci'e, Rafizîler ve Cebriyye fırkalarıdır. Bütün sapık fır kaların aslı bu altısıdır. Her biri on iki fırkaya ayrılmış, toplamı yetmiş iki fırka etmiştir.
• Haruriyye on iki fırkaya ayrılmıştır. Bunların isimleri ve görüşleri şöyledir:
Ezrakîler: 'Kimsenin mü'min olduğunu bilemeyiz' derler. Kendi görüşlerini kabul edenlerin dışında bütün ehl-i kıbleyi tekfir ederler. İbâziye: Bizim görüşümüzü kabul eden mümindir, ondan yüz çeviren ise münafıktır.
Sa'lebîler: Allah herhangi bir kaza veya kader tayin etmemiştir.
Nazimiye: Biz imanın ne olduğunu bilmiyoruz. Ve bütün yaratıklar mazurdur.
Halefiye: Erkek-kadın; kim cihadı terk ederse o kimse kâfir olur.
Kuziyye (Kureviyye veya Kudriyye olarak da geçer): Kimsenin kimseye dokunmaya hakkı yoktur. Çünkü onun pislikten temiz olup olmadığını bilemez, tevbe edip gusledinceye kadar onunla oturup yemek yiy emez.
Tenziyye: Kimse kimseye malını veremez. Çünkü belki o kişi ma lı hak eden bir kimse değildir. Bunun yerine hak ehli ortaya çıkıncaya kad ar onu yere gömer.
Şemrâhiyye: Yabancı kadınlara dokunmakta bir sakınca yoktur. Çün kü onlar bir çeşit reyhandırlar.
Ahnesiyye: Ölmüş kimseye ölümünden sonra ne hayır, ne de şer ulaşmaz.
Hakemiyye: Her kim bir yaratılmışın hükmüne başvurursa o kim se kâfirdir.
Mu'tezile: Biz, Ali ve Muaviye'nin durumu hakkında şüphedeyiz. O bakımdan her iki kesimden de beriyiz.
Afeymûniyye: Bizim sevdiklerimizin rızası ile olmadıkça kimse imam olamaz.
• Kaderiye de on iki fırkaya ayrılmıştır.
el-Akmeriyye: Yüce Allah'ın ﷻ adaletinin şartlarınd an birisi de kullarını kendi işlerinde serbest bırakması ve masîyet işlemelerine engel olmasıdır.
Seneviyye: Hayır Allah'tan, şer şeytandandır.
Mu'tezile: Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olduğunu söyleyip, rububiyetin sıfatl arını inkâr eden kimselerdir.
Keysaniyye: Fiillerin Allah'tan mı, kullardan mı olduğ unu bilemiyoruz. Fiillerin neticesinde insanlar sevap mı, cez a mı görecekler onu da bilemiyoruz.
Şeytaniye: Allah (hâşa) şeytanı yaratmamıştır.
Şerikiye: Küfür dışında her kötülük kaderle tesbit edilmiştir.
Vekmiye: Yaratıkların fiillerinin ve sözlerinin zatı (hakiki kişiliği) yoktur. Hasenenin de, seyyienin de bir zatı yoktur.
Zibriyye (Zebunediyye diye de geçer): Allah'tan indirilmiş olan her kitap ile amel haktır. İster neshedici, ister neshedilmiş olsun.
Mes'adiyye (veya Mütebberiye): İsyan edip sonradan tevbe edenin tevbesi makbul değildir.
Nâkisiye: Rasûlullah'a olan bey'ati bozan için günah yoktur.
Kasıtıyye: İbrahim b. en-Nazzam'ın; "Kim Allah'ın ﷻ bir şey olduğunu iddia ederse, o kimse kâfirdir" sözüne tabi olmuşlardır.
• Cehmiyye de aynı şekilde on iki fırkaya ayrılmıştır.
Muattıle: İnsanın vehminden geçen her şey mahlukt ur, Allah'ın ﷻ görüleceğini iddia eden kâfirdir.
Mureysiye: Allah'ın ﷻ sıfatlarının çoğunluğu mahluktur.
el-Meltezika: Allahu Teala (haşa) her yerdedir.
Vâridiyye: Rabbini bilen kimse cehenneme girmez. Oraya giren de bir daha ebediyyen çıkmaz.
Zenadika (veya Zeyarika): Hiç kimse Rabbi olduğun u ileri süremez. Çünkü böyle bir iddia ancak duyuların idrâkinden sonra mümkündür. İdrak olunamayan bir şeyin varlığından ise söz edilemez.
Harkiyye: Kâfiri ateş yalnız bir defa yakar, sonr a ebediyyen yakılmış olarak kalır, ateşin sıcaklığını duymaz.
Mahlûkiyye: Kur'ân mahlûktur (hâşa yaratılmıştır).
Fâniye: Cennet ve cehennem fanidir, yok olacaktır.
Abdiyye (Veya î'riyye): Peygamberleri inkâr ederler, onlara göre pey gamberler aslında hakim (filozof) kimselerdir.
Vakifiyye: Kur'ân mahlûktur veya değildir demezler.
Kabriyye: Kabir azabını ve şefaati inkâr ederler.
Lafuziyye: Bizim Kur'ân'ı telaffuz etmemiz mahluktur.
İmam-ı Azam’ın torunu dedesine ait hatıraları naklederken enteresan bir hadiseyi şöyle anlatır:
Bizim bir komşumuz vardı. Edepsiz bir rafizi olan bu komşumuz iki tane de katır edinmişti. Bu katırlardan birine “Ömer” diğerine de “Ebubekir” ismini vermişti. O, katırların yanına varınca, ömer şöyle yap, ebubekir şöyle dur, şeklinde konuşur; sıkıştığı zamanda te’vili sözlerle kendini kurtarırdı..
Bunları duyunca biz son derece üzülürdük, dedem ise;
- Siz bu adama karışmayın, o sonunu kendi hazırlıyor der, böylelikle hem kendini hem de bizleri sakinleştirirdi. Biz bu şekilde sabırla beklerken bir sabah erkenden bir haber geldi;
- Rafizi’yi katırı teperek öldürmüş! Dedem haberi alınca;
- Gidin bakın, onu Ömer öldürmüştür, dedi. Biz de gidip baktık, gerçekten ömer ismini verdiği katır öldürmüştü. Bu haberi dedeme ulaştırınca o şöyle dedi:
- Ömer ile uğraşılmaz, onun mukabelesi peşin ve sert olur…
• Murcie de on iki fırkaya ayrılmıştır
Târikiyye: Yüce Allah'ın ﷻ yaratıkları üzerinde kendisine iman dışında farz kıldığı bir yükümlülük yoktur. Ona iman eden dilediği her şeyi yapabilir.
Sâibiyye: Allah ﷻ, halkını dilediklerini yapsınlar diye serbest bırakmıştır.
Râciyye: İtaat edene itaatkâr, isyan edene de isyankâr denilmez. Çünkü bizler, Allah nezdinde onun için neler olduğunu bilemiyoruz. Sâlibiyye (bir nüshada: Şâkkiyye): İtaat imandan değildir.
Bekşiyye (Beyhesiyye veya Beysemiyye): İman bir ilimdir. Hakkı batıldan, helâli haramdan ayırd edecek bilgiye sahip olmayan kimse kâfirdir.
Ameliyye: İman bir ameldir.
Mankusiyye: İman artmaz ve eksilmez.
Mustesniye: İstisna (inşallah ben müminim, demek) imandandır. Müşebbihe: Allah'ın ﷻ görmesi bir görme gibi, eli de bir el gibidir.
Haşviyye: Bütün hadislerin hükmünü bir kabul ederler Onlara göre, nafileyi terkeden bir kimse farzı terkeden gibidir.
Zahiriyye: Kıyası kabul etmezler.
Bid'ıyye: Bid'atleri ilk olarak ortaya koyan kimselerdir.
• Râfızîler de oniki fırkaya ayrılmışlardır:
Alevîler: Risalet görevi Ali'ye idi. Ancak Cebrail yanlışlık etti.
Emriyye: Ali, Muhammed'le peygamberlik işinde ortaktır.
Şia: Ali (ra), Rasûlullah'dan sonra onun vasisi ve velîsidir. Ümmet ondan başkasına bey'at etmek suretiyle kâfir olmuştur.
İshakiyye: Nübüvvet kıyamet gününe kadar kesintisiz olarak devam edecektir. Ehl-i Beyt ilmini bilen herkes peygamberdir.
Nâvusiyye: Ali (ra) ümmetin en faziletlisidir. Kim ondan başkasını daha faziletli bilirse, kâfir olur.
İmamiye: Dünyanın, Hüseyin soyundan gelen bir imam olmaksızın var olmasına imkân yoktur, imama, Cebrail (as) ilim öğretir. O öldü mü, yerine bir başkasını getirir.
Zeydiye: Hüseyin soyundan gelenlerin hepsi, namazlarda imamdır. Onlardan birisinin bulunduğu yerde başkalarının arkasında namaz caiz değildir. İyi olsunlar, olmasınlar.
Abbasiye: Hz. Abbas halifelikte diğer insanlardan önce gelir.
Tenâsukiyye: Ruhlarda tenasüh vardır. İyilik yapan bir kimsenin ruhu çıkar ve onun yaşaması ile mutlu olacak bir canlıya girer.
Rec'ıyye: Hz. Ali ve arkadaşları dünyaya geri dönüp düşmanlarından intikam alırlar.
Lâine (veya Lâiniyye): Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Muaviye, Ebu Musa, Hz. Âişe ve diğerlerine lanet okurlar.
Mutarabbisa: Abidlerin kılığına girer ve her bir çağda işi kendisine nisbet edecekleri birisini nasb ederler. Onun bu ümmetin Mehdisi olduğunu id dia ederler. O kişi öldü mü, bir başkasını tayin ederler.
Bir rafizi İmam Azam'a (ra) gelip şöyle bir soru sordu:
- İnsanların en kuvvetlisi kimdir?
- Bize göre Hazreti Ali'dir, size göre ise Hazreti Ebu Bekir’dir.
- Nasıl olur?
- Çünkü bize göre Hz. Ali hilafetin Ebu Bekri Sıddık'ın hakkı olduğunu bildi, kabul edip kuvvet izhar ederek mertlikle ona teslim eyledi. Size göre ise Ebu Bekri Sıddık, Hazreti Ali'den hilafeti zorla aldı. Fakat Hazreti Ali bir şey yapamadı.
Rafizi bu söz karşısında şaşırıp kaldı.
• Cebriyye de oniki fırkaya ayrılmıştır.
Muztariyye (veya Muztaribe): Hiçbir insanoğlunun yaptığı bir fiil yoktur. Aksine her şeyi yapan Allah'tır.
Efâliye: Bizim yaptığımız bazı fiillerimiz vardır. Fakat, bizim o konu da bir istitaatımız (yapıp yapmama gücümüz) yoktur. Bizler, ancak bir iple bir tarafa sürüklenen hayvanlar gibiyiz.
Mefrâğiyye: Her şey yaratılmış bulunmaktadır. Şu anda hiçbir şey yaratılmamaktadır.
Neccâriyye: Yüce Allah insanları, yaptıkları fiillerinden dolayı değil, kendi fiili dolayısıyla azaplandırmaktadır.
Mennâniyye: Sen kalbinden geçene bak ve kalbinde hayır diye be nimsediğin şeyi yap.
Kesbiyye: Kul ne sevap kazanır, ne de ceza gerektirecek bir şey.
Sâbikiyye: İsteyen amel etsin, isteyen amel etmesin. Çünkü said kimseye günahlarının bir zararı olmaz, bedbaht olan kimseye de iyiliğinin faydası olmaz.
Hibbiyye: Her kim Yüce Allah'ın ﷻ muhabbetinden bir kâse içecek olursa, ondan İslâm'ın rükünleriyle ibadet mükellefiyeti kalkar.
Havfiyye: Yüce Allah'ı seven bir kimse O'ndan korkamaz. Çünkü seven sevdiğinden korkmaz.
Fikriyye (Firkiyye veya Nekriyye): Kimin ilmi artarsa, o oranda üzerinden ibadet düşer.
Haşebiyye: Dünya bütün kullar arasında eşittir. Ataları Âdem'in ken dilerine bıraktığı miras bakımından birinin ötekine üstünlüğü yoktur.
Menniyye: Fiil de, istitâa da (fiile güç yetirebilmek) kullara aittir.
Mümin asla ayrılık taraftarı olamaz. Bir olmak, iri olmak ve diri olmaktır. Birbiriyle vuruşmak, zaman kaybından başka bir şey değildir.
Allah'ın ﷻ Araplara ihsan etmiş olduğu en büyük nimet; İslâm'dır; peygamberi Muhammed'e ﷺ tabi olmaktır. Çünkü düşmanlık ve tefrika O'nun sayesinde ortadan kalkmıştır, sevgi ve kaynaşma O'nunla gerçekleşmiştir. Tefrikadan sonra birlik ve bir araya gelmek, düşmanlık ve adavetten, birbirlerini öldürmekten, güçlünün zayıfa musallat olmasından sonra birleşip kaynaşmak, küfür ve şirkten sonra iman kardeşliğin e kavuşmak insanlık için en büyük nimettir.
Bu nimet, şirk ve putperestlik sebebiyl e ateşin ve helak olmanın kenarına yaklaşmışken insanların efendileri, dünyanın liderleri olmalarıdır. Allah İslâm sayesinde onları yok olmaktan, helak olmaktan kurtarmıştır.
Bu iki kabilenin müslümanlığa hazırlanmaları şöyle olmuştur:
Evs kabilesinden olan Süveyd b. Samit, Hac (veya umre) yapmak için Mekke'ye gelmişti. Süveyd sabırlı, metanetli, şair, şerefli ve soylu bir kimse olduğu için kavmi ona "Mükemmel" mânâsına gelen "Kâmil" adını vermişti. Onun Mekke'ye geldiğini duyan Rasulullah ﷺ önüne çıktı, onu İslama davet etti. Bunun üzerine Süveyd: "Ey Muhammed ﷺ, belki de sende bulunan şey bende bulunan gibidir." dedi. Rasulullah ﷺ ona, "Sende ne var?" diye sordu. O da "Bende Lokmanın sahifeleri (yani ona verilen hikmetler) mevcuttur." dedi. Rasulullah ﷺ "Onu bana gösterir misin? dedi. Süveyd, sahifeleri Rasulullah'a ﷺ ﷺ gösterdi. Rasulullah ﷺ "Bu, güzel bir sözdür. Fakat bende bulunan bundan daha üstündür. O, Allah'ın ﷻ bana gönderdiği Kur'andır. O, bir hidayet ve bir nurdur." dedi.
Rasulullah ﷺ ona, Kur'andan âyetler okudu ve onu İslam'a davet etti. Süveyd İslam'a soğuk bakmadı ve "Şüphesiz bu güzel bir söz" dedi. Sonra ayrılıp gitti. Medine'de kavminin yanına varınca çok zaman geçmeden, Hazreç kabilesinden olanlar onu öldürdüler. Süveyd'in kavminden insanlar, "Bize göre Süveyd, müslüman olarak öldürüldü" diyorlardı. Süveyd'in öldürülüşü, Evs ile Hazreç arasınd a geçen Buas harbinden önce idi.
Hazreçlilerin, Mekke'ye gelip Rasulullah ﷺ ile görüşmeleri ise şöyle olmuştur: Enes b. Rafı', Abdül Eşhel oğullarından, içlerinde İlyas b. Muaz'ın da bulunduğu bazı gençlerle birlikte Mekke'ye gelmişlerdi. Kav imleri Hazreçin aleyhine, Kureyş kabilesiyle anlaşma yapmak istiyorlardı. Rasulullah ﷺ onların geldiği duyunca yanlarına varıp oturdu ve "Elde etmek için geldiğiniz şeyden daha hayırlısını ister misiniz?" dedi.
Onlar da: "O nedir?" diye sordular. Rasulullah: "Ben, Allanın peygamberiyim. O beni, kullarına gönderdi. Ben, kulları, yalnızca Allah'a ﷻ kulluk etmeye, her hangi bir şeyi ona ortak koşmamaya davet ediyorum. Allah bana kitap indirdi." dedi.
Rasulullah ﷺ sözlerine devam ederek onlara İslam'ı anlattı ve âyetler okudu. Bunun üzerine yeni yetişen gençlerden, İlyas b. Muaz şunları söyledi. "Ey kavmim, vallahi davet edildiğiniz bu şeyler, elde etmek için geldiğiniz şeyden daha hayırlıdır."
Bunun üzerine Enes b. Rafi', Batha'nın topraklarından bir avuç alarak İlyas'ın yüzüne serpti ve ona "Sen bu işlere karışma. Yemin olsun ki biz başka bir şey için geldik" dedi. Bunun üzerine İlyas sustu. Rasulullah ﷺ kalkıp gitti. Medineliler de oradan ayrılarak Medine'ye döndüler.
İşte bundan sonra Evs ile Hazreç kabileleri arasında Buas savaşı meydana geldi, İlyas b. Muaz bu savaşta öldü. Ölürken tehlil ve tekbir getirdiği, Allah'a ﷻ hamd edip tesbih ettiği nakledilmektedir. Onun Müslüman olarak öldüğünde kavmi şüphe etmemektedir.
Rasulullah ﷺ Mekke'ye dışardan gelen insanlara dini tebliğ etm eye başladı. Her mevsimde yaptığı gibi, yine Arap kabilelerini dine davet ediyordu. O, Akabe mevkiinde iken Hazreç kabil esinden bir toplulukla karşılaştı. Rasulullah ﷺ onlara "Sizler kimlersiniz?" diye sordu. Onlar da "Bizler Hazreç kabilesinden bir topluluğuz" dediler. Rasulullah ﷺ "Siz, Yahudilerle anlaşması bulunan kimselerden misiniz?" diye sordu. Onlar da "Evet" dediler. Rasulullah, "Oturmaz mısınız? Sizinle biraz konuşalım," dedi. Onlar da: "Evet olur" dediler. Rasulul lah ile birlikte oturdular. Rasulullah ﷺ onları, Aziz ve Celil olan Allah'a ﷻ davet etti. Onlara İslamı teklif etti ve Kur'an okudu.
Hazreçliler memleketlerinde Yahudilerle birlikte yaşıyorlardı. Yahudiler, kitap ehli ve bilgi sahibiydiler. Hazreçliler puta tapan kimselerdi. Bunlar memleketlerinde, Yahudilere galip durumdaydılar. Aralarında bir olay çıktığında Yahudiler onları tehdit ederek şöyle diyorlardı:
"Şüphesiz ki pek yakında bir Peyg amber gönderilecek, onun zamanı gelmiştir. Biz ona tabi olacağız. Onunla birlikte sizleri Âd ve İrem gibi öldüreceğiz."
Rasulullah ﷺ bu topluluğa konuşup onl arı Allah'a ﷻ davet edince birbirlerine şöyle dediler: "Ey kavim, işte bu Yahudilerin sizi kendisiyle tehdit ettikleri Peygamb erdir. Buna sizden önce Yahudiler iman etmesin!"
Rasulullah'ın ﷺ davetini kabul edip, şöyle dediler: "Biz, geride öyle bir kavim bıraktık ki onların arasındaki düşmanlık ve kötülük hiçbir kavmin arasında yokt ur. Umulur ki senin sayende Allah onları birleştirir. Bu dini onlara da arzedeceğiz. Şayet bu din üzerinde birleşecek olurlars a artık senden daha güçlü bir kimse olamaz."
Hazreçliler Rasulullah'ın ﷺ yanından ayrılıp gittiler. Altı kişiydiler. Bunlar Medine'ye gidip kavimlerinin yanına varınca onlara Rasulullah'ı anlattılar ve kendiler ini İslam'a davet ettiler. Böylece aralarında İslam yayılmaya başladı. Öyle ki, Ensar evlerinden hiçbir ev kalmadı ki orada Rasulullah ﷺ anılmış olmasın.
Ertesi yıl olunca aynı mevsimde Ensardan on iki kişi geldi. Rasulullah ﷺ ile "Akabe" denen yerde buluştular. Burada birinci Akabe biatını yaptılar. Medineli Ensar, Rasulullah ﷺ ile "Kadınların biati" diye adlandırılan bir biatta daha bulundular. Bu da Müslümanlara henüz savaşın farz kılınmadığı bir zamanda idi.
Cahiliye dönemi Araplar ı ateşli savaşlar, kin ve düşmanlıklar içindeydiler. Özellikle Evs ve Hazreç kabileleri birbirleriyle kanlı bıçaklı iki toplumdular.
Evs ve Hazreç aynı ana-babadan olan iki kardeştiler. Ancak sonradan aralarına kin ve düşmanlık girdi. Aralarındaki savaş yüz yirmi yıl sürdü.
✧ "Barışık olmak istersen düşmanla, ardından kötü sözler etse de, sen onun yüzüne karşı iyi şeyler söyle. İnsanları inciten, diliyle incitir ya, sen de acı sözler duymak istemezsen iyilikle tatlandır onun ağzını." Sadi Şirazi
✧ Münakaşa eden ki insan aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan iki arkadaş. Hedefi tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış. Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir. Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş. Cemil Meriç
İslâm gelip de, Evs ve Hazreç bölük bölük müslüman olduklarında, kalplerindeki kinler silinip temizlendi. Ruhları, düşmanlıktan arındı. Allah'ın ﷻ nimeti ile birbirini seven, şefkatle bakan, kendileri muhtaç olsa bile başkalarını kendilerine tercih eden candan kardeşler oldular.
اَلَّفَ bir yere alışmak, bir adet nesne vermek, tanışmak, sevmek, cana yakın olmak, ısınmak, dostluk, bine tamamlamak, ülfet etmek, aralarını bulmak, imtizac ettirmek, birbirine birleştirmek, kitap telif etmek, yazmak, kalbini ısındırmak, biriktirmek, derli toplu olmak, birşey üzerine muvafakat etmek, bir araya gelmek, istemek, arkadaşlık, emniyet, güven, ahid, kefalet, ahbaplık, elif harfi, ilk harf, bekar, muhabbet etmek, konuşmak, çabuk anlaşıp kaynaşmak, ehil, evcil, dalları sık ağaç demektir.
"Kitap telif etti" demek, yazdığı kitapta o konu ile ilgili bütün delilleri, bütün malzemeyi bir araya getirmek, birbirlerine uygun olan yerlere koymak, demektir. Buna telif denir. İnsanların gönüllerini telif etmek de onları mizaçlarına uygun bir şekilde birbirleriyle kaynaştırmaktır.
Kaynaşmanın öncelikle kalplerde başlaması, toplumdaki değişimin ancak psikolojik bir değişimle olacağını da öğretmektedir. Demek ki, değişimi öncelikle gönülden başlatmak gerekiyor.
Gönüldeki bu değişimin nimet olmasının bir sebebi de, insan gücünün dışında olmasıdır. Onun için Allahu Teala, bu değişim üzerinde düşünülmesini istemektedir. Allahu Teala'nın, birbirine düşman olan gönülleri birleştirmesi öyle büyük bir nimettir ki, yeryüzünde hiçbir güç bunu başaramaz. Çünkü Allah'tan başka kimse insanın gönlünde tasarruf kudretine sahip değildir. Hiçbir insanın, maddî hiçbir değerin meydan a getiremeyeceği bu değişim Allah'ın ﷻ nimetidir.
Vahdet; Birlik, teklik, bir ve tek olma, parçalar arasındaki âhenkten doğan bütünlük demektir. Allah'ın ﷻ birliğine de vahdet denildiği gibi, aynı zamanda Allah'la bir olmaya da vahdet denilmiştir. “Vahdet”, “tevhid” ile aynı köktendir; aralarında kopmaz bir bağ vardır. Tevhid, birlemek; vahdet de birleşmektir. Allah’ı birlemeyen kimse, tevhide iman edenlerle birleşemez; vahdet anlayışından mahrum insan da gerçek muvahhid olamaz.
Vahdet zarûrîdir. Çünkü;
• Kur’an vahdeti emretmektedir.
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kuran’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” (Âl-i İmrân, 103)
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmrân, 105)
“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a ﷻ kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” (En’âm, 159)
“Allah'a ﷻ ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rüzgârınız (gücünüz, devletiniz) gider. Sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 46)
“...Müşriklerden olmayın; ki onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka/grup, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir.” (Rûm, 31-32)
• Sünnet vahdeti emretmektedir.
“Allah’ın eli cemaatle beraberdir, Cemaat rahmet, tefrika azaptır, Bereket, cemaatle beraberdir, Cemaatten bir karış ayrılıp sonra ölen kimse câhiliyye ölümü ile (küfür üzere) ölmüş olur, Cemaatle kılınan namaz, bir insanın tek başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir” hadisleri vahdetin gereğini bildirir.
• Akıl vahdeti emretmektedir.
Tek başımıza kaldıramadığımız bir yükü, elbirliğiyle birleşerek kaldırabiliriz. Birkaç kişinin kaldıramayacağı cihad yükü de ancak birleşerek yerine getirilebilir. Tek tek kolay kırılabilen çubuklar, büyük bir demet yapıldığında kırılamaz. Sürüden ayrılanı kurt yer. Bireysellik de cin ve insan şeytanlarının tuzaklarına kolay düşürür, vahdetten uzak insan, onların avı olur.
• Tarih vahdeti emretmektedir.
Başta Benî İsrâil olmak üzere, nice kavimler tefrika yüzünden acı mağlûbiyetler tatmışlar, niceleri tarihten silinmişlerdir. Beylikler dönemindeki durum ile Osmanlılar arasındaki fark, ırkçılık gibi vahdeti bozan fikirlerle, tek büyük devletten 87 küçük ülkeye ayrılması, ağırlığı olmayan günümüz müslüman dünyası, ibret için yeterlidir.
• Çağımızın konumu vahdeti emretmektedir.
Avrupa ülkeleri, sınırları kaldırıp Avrupa Birliği adıyla güçlerini birleştirmiştir. Birleşmiş Milletler, Nato gibi ittifakların ağırlığı, bugün ittifak yapanların yarınlara hâkim olacağını göstermiştir.
• Ekonomi vahdeti emretmektedir.
Müslümanların kalkınması, kapitalizm çarkından kurtuluşu, kendi ekonomik güçlerini birleştirip ortaklaşarak ticârî kuruluşlar, holdingler kurmalarını gerektirmektedir. Devir, bakkal devri olmaktan çıkıp hiper marketler devri olmuştur. Kapitalist vampirlerin mü’min kanı emip, azmaması için müslümanların birleşmesi gerekmektedir.
• Mevcut müslümanların konumu, din düşmanlarının tavrı vahdeti emretmektedir.
Çeçenistan’ın Ruslar, Bosna Hersek’in Sırplar, Filistin’in siyonistler, Afganistan ve Irak’ın Amerikalılar tarafından işgali ve kâfirlerin İslâm düşmanı yerli işbirlikçileri tarafından müslüman devletlerin işgali, onların yönlendirdiği medyanın, çevre şartlarının, câhilî eğitimin oluşturduğu fesadın müslümanların gönüllerini ve kafalarını işgali, mü’minlerin birleşmekten başka yollarının olmadığını haykırıyor. Bir ülke topraklarının işgalinden çok daha kötü olanı, kafaların işgalidir. Savaş, öncelikle, insanın içinde kazanılır veya kaybedilir. Müminler birleşip birer kova su dökseler, İsrâil’i sel alıp götürür. Kan içici İsrâil’in ve siyonizmin vahşeti, vahdetin hemen ve her yerde gerçekleşmesini farz-ı ayn kılıyor.
• Tecrübe vahdeti emretmektedir.
Yüzlerce senedir müslüman halkın ortak kültürü olan atasözleri, bunu dile getirir: “Nerde birlik, orda dirlik.” “Bir elin nesi var? İki elin sesi var.” “Tek el, kendini yumaz.”
• Matematik vahdeti emretmektedir.
Alt alta yazılan dört tane 1, en fazla 4 ederken; aynı safta dizilen, yan yana gelen dört tane 1ise, 1111 eder.
• Dünya huzuru vahdeti gerektirmektedir.
Fesat ve kargaşanın, tefrika ve sürtüşmenin, tartışma ve ihtilâfın, eleştiri bombardımanının olduğu, herkesin kendini düşündüğü yerde huzursuzluk; kardeşlik ve vahdetin olduğu yerde ise huzur olacaktır. • Âhiret saâdeti vahdeti gerektirmektedir.
Cennete ancak vahdetle ulaşılabilir. "Sizden biri, kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de istemedikçe mü’min olamaz." Hadis-i Şerif Vahdet, her konuda aynı olmak, hiç ihtilâf etmemek, standart bir tip, robot adamlar üretmek, devamlı baş eğmek değildir. Vahdet; mü’minlerin dinin esas meselelerinde, Kur’an ve sünnetin kesin olarak hükme bağladığı temel konularda birleşmesi ve bu doğrultuda işbirliği yapması, cemaat ve ümmet olmasıdır. Mü’minler arasında vahdete engel durumlar, iman ve ahlâk sorunundan kaynaklanır.
Vahdet, önce içimizde ve kendimizle olmalıdır. Kendisiyle barışık kişilik sergileyemeyenler, dışlarında vahdeti hiç oluşturamazlar.
Vahdet, yakından uzağa doğru oluşup adım adım genişler. Bütün mü’minlerin kardeş, dost bilinmesi gerekir. Mü’minlerin birbirlerini, farklı cemaat mensubu dâvâ adamlarını topa tutup, dine savaş açanları unutmaları büyük bir cinâyettir. Düşmanlık için, Kur’an’ın belirttiği İslâm'a savaş açan tâğut ve zâlimler yeterlidir.
Ya birleşeceksin, ya bir leşe döneceksin! Bir leş olmaktan kurtulmak için bir’leşmek, olmazsa olmaz şarttır. Bir Allah’a inanan tevhid eri müslüman, her şeyde tevhidi önde tutar. Tevhidin bir tanımı da, her şeyi birbiriyle irtibatlandırmak ve her şeyin bir olan Allah’la irtibatlı olduğunu kavramaktır. Müslümanlar önce kendi iç dinamikleriyle birleşmeli, fıtratla ve inançla kopan bağları yeniden sağlamlaştırmalıdır. Aynı dinin insanı olan tüm ümmetle birleşmek ideallerin başında gelmelidir. Bütün bunlar için de Rabbimiz’le irtibatı sağlamlaştırmak gerekir.
✧ Çokluk içinde birlik olabilmek, birlik içinde çokluğa düşmekten iyidir.
✧ Kıbleni birle. Bir yerde karar kılan her yerdedir. Menzilden menzile dolaşıp duranı hiçbir yerde bulamazsın. İmam-ı Rabbânî
✧ İnsanlar nefret ettikleri insanların söylediklerini anlamaz. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar orayı yaşanmaz hale getirenlerdir. Cemil Meriç
✧ “Filan memleketten adam çıkmaz, falan mezhep bâtıldır, mensupları kâfirdir, ben falan cemaatle veya filanlarla bir araya gelmem, onun olduğu yerde ben yokum, şu kitabı (gazeteyi, dergiyi, yazarı) okuyanlar şucudur, bunları okuyanlarla işbirliği yapılamaz” gibi anlayışlar vahdet değil, ancak tefrika ve fitne üretir.
✧ Aynı dili konuşan değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır. Mevlana
'Allah'ın ﷻ nimeti sayesinde kardeşler oldunuz' ifadesi, kardeş olmanın dinamiğinin Allah'ın ﷻ nimeti olduğuna işaret etmektedir. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, nimet beraberinde başka bir nimeti getirmektedir.
Gönül kaynaşmasıyla meydana gelen kardeşlik, biyolojik kardeşliğin dışında bir de manevî kardeşliğin olduğunu göstermektedir.
✦ "Mü'minlerin biribirlerini sevip birbirlerine acıma durumları, bir organın rahatsız olması halinde bedendeki diğer organların da ateş ve uykusuzluk ile onun acısına katılmasına benzer. Hadis-i Şerif
✦ Mü’min olmadan cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Hadis-i Şerif
Dinimiz, toplumun huzuru, âhengi ve sosyal gelişmenin gerçekleşebilmesi; bütün toplumun maddî refahı için mü'minlere, şahsi vazifeler yanında ictimaî ödevler de yükler. Cemiyeti oluşturan kişileri inançta, yaşayışta, gâyede, ıstırap ve refahta birleşmesi gereken kardeşler ilân eder.
İslâm dininde "cemâat" denilince; inançta olduğu gibi, dünya işlerinde de bir araya gelip yardımlaşan ihlâslı müslümanlar anlaşılır. Çünkü insan daima cemâat ve cemiyet halinde yaşayan "toplumcu, sosyal bir canlı"dır.
Çok zor şartlar altında devleti 33 yıl dâhice idare eden Abdülhamit Han'ın Osmanlı tahtından indirilmesinden sonra devletin başına Balkan gailesi açılır, Sırp, Yunan, Bulgar ve Karadağlıların İstanbul önlerine kadar gelmeleri üzerine, binlerce kilometre ötedeki Müslüman Hintlileri, İslamın son kalesi olan hilafet merkezi Osmanlıya yardım elini uzatmak için çırpınmaya başlarlar.
Genç kızların çeyizlerinden, ihtiyarların cenaze masrafları için bir köşeye ayrıldıkları paralara kadar neleri varsa ortaya dökerler. Bu yardım toplama kampanyası sırasında Peşaver'de çok fakir bir kadın, verecek bir şeyi olmaması üzerine kucağındaki mini mini yavrusunu halka gösterip satılığa çıkartır, karşılığında alacağı parayı Osmanlıya yardım için vereceğini ilan eder.
İnsanda beraber yaşama isteği, cemâat rûhu oluşmaya başlayınca, onu kibirden, bencillikten, dar görüşlülükten çıkarır ve sosyalleştirir. Kibirli ve dar bir vicdan yalnız kendini sever. Ümidi, korkusu kendisi içindir. Fakat yüce bir duyguyla bu sevgi ve korku biraz yükselip, başkasını da kendisine eşit değerde görmeye başlarsa, onda cemâat ruhu oluşmaya başlamış demektir.
İnsanın "toplum halinde yaşama" ihtiyacını en doyurucu bir şekilde din giderebilir. Cemâatler din sâyesinde ortaya çıkmıştır. Cemaat, bir peygamber etrafında ashabının kendisine şahsî bağlılıklarına dayanarak oluşur. Prensibi samîmiyet, sadakat ve ihlâs olan İslâm cemaatinin başarı sırrı, kardeşlik ışığındaki birlik-beraberlik şuurudur.
Cemaat; rastgele, tesadüfen, şartların bir araya getirdiği insanlar değildir. Cemaat üyeleri yaptıklarını bilmeyen, şuursuz, kuru kalabalık değildir. Kitle, şartların bir araya topladığı kalabalıktır. Yolu ve hedefi belli değildir. Asgarî müşterekleri yoktur. Bir çıkarın, bir rüzgârın topladığı insanlardır. Bir topluluğun cemaat olabilmesi için, bir fikir etrafında bir araya gelmesi, belli ilkelere bağlı olması ve cemaat ile özdeşleşmiş bir imamı olması gerekir.
Bu âyette Allahu Teala, kâfirliği bir cehennem çukuruna, kâfirleri de o çuk urun kenarında bulunup oraya düşmeye mahkum olanlara benzetmiştir. İslamı ise o çukura düşmeye engel olan sebep olarak vasıflandırmıştır. Allah ﷻ, iman edenleri kurtaracak, kâfirler ise layık oldukları cezaya çarpılacaklardır.
Evs ve Hazreç kabileleri İslâm'dan önce bir ateş çukurunun kenarındaydılar. İslam iyet gelince onları bu ateş çukuruna düşmekten kurtardı. Araplar All ah'a eş koştukları ve puta taptıkları için ateş çukurunun kenarındaydılar. Onl arı bu çukura düşmekten ancak ölüm kurtarabilirdi. Allah onları İslâm ve tevhid sayesinde kurtardı.
Kendini doğuşundan gelen bu tesir alanının dışında tutmaya çalışanlar, ya materyalist ve komünist, ya idealist, ya da spritüalist olmaktan kurtulamamıştır. Güneşten kaçan mutlaka gölgeye girer, yani bu izm kurtlarından birinin kurbanı olur.
Materyalistler, maddeyi tek ve mutlak varlık olarak seçmiş, insanı bir daha dirilmeyecek bir gübre yığını kabul etm işlerdir. Onlara göre, insan doğar, yer içer, büyür ve ölür, önünde hiçbir hayat ışığı yoktur. İkinciler, insan düşüncesini tek esas ve yar atıcı güç olarak kabul etmiş ve bunun savunucusu olmuşlardır.
Onlara göre de insanın önünde ne bir ebediyyet ışığı, ne de (haşa) onu yaratıp idare eden bir ilâh vardır. Spiritüalistler ise, ruhu tek ve mutlak varlık olarak seçm işlerdir. Bunlar hem birbirlerine karşı tavır almış, hem başta İslâm olm ak üzere bütün hak dinlere karşı koymuşlardır. Fakat hiç biri arzulanan dengeyi sağlayamamış, bedenle ruh arasında sağlam bir köprü kuramamıştır. İnsanı tek yönüyle değerlendirmeğe çalıştıkları için bütün gayretleri boşuna akıp gitmiştir.
İşte bu üç noktadan gelen inkâr ateşi insanlığa hiçbir devirde mutluluk ışığını getirememiş, girdiği her yeri, dokunduğu her şeyi yakmıştır. Dünyanın bugün içinde bulunduğu taşkınlık, tuğyan, isyan ve anarşinin tek nedeni bunlar değil midir? Bu uğurda harcanan milyarlar, dökülen kanlar, yıkılan ülkeler, imâl edilen kork unç silahlar, insanlığı yakıp kavuran bir ateştir. İnsan haklarından sözedenler, milyonlarca insan açlıktan ölürken; milyarları, öldürücü kahredici silâh yapımına sarfetmeleri ne ile yorumlan abilir?
Küfür, imanın zıddıdır; Allah'a ﷻ inanmamak, hakkı kabul etmemek ve inkâr ile Allah'ın ﷻ nimetlerini örtmek demektir. İmanın tadını alan bir insan küfürden tiksinir. Rasul-ü Ekrem şöyle buyurmuştur: "Şu üç haslet kimde bulunursa, o imanın tadını duyar: Allah'ı ve O'nun Rasûlü'nü her şeyden ve herkesten daha fazla sevmek; sevdiğini yalnız Allah rızası için sevmek ve Allah onu küfürden kurtardıktan sonra yeniden küfre düşmeyi ateşe atılmaktan daha kerih görmek."
Kafir dünyada ateşin kıyısındadır. Ölünce o ateşin içine düşer.
✧ Teessür ve ıstırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, ‘Bir genç dinsiz olmuş!’ haberi karşısında kalbin atom zerratı adedince paramparça olması gerekirdi. Zübeyr Gündüzalp
✧ İnançsızlık bütünüyle bir felâket ve anarşinin temel kaynağıdır.
✧ İnsanın asli vazifesi iman ve duadır. Said Nursi
✧ Bela ancak günah ve küfürdedir. Musibetler bela değildir. Gazali
Bu cümle, öncesindeki emirlerin amacını göstermekte, Allah'ın ﷻ beyanı olmadan insanların doğru yolu bulamayacağına da işaret etmektedir.
Allahu Teala doğru yolu bulmayı kullarına bırakmış olmakla birlikte, psikolojik ve sosyolojik değişimin kanunlarını beyan ederek, kullarını yönlendirmekte ve bilinçlendirmektedir.
'Umulur ki, doğru yolu bulursunuz' cümlesinde yer alan لَعَلَّ kelimesi, ihtimal ifade eder. Doğru yolu bulacak olan insanın kendisidir, insan iradesinin bulunduğu yerde de kesinlik değil, ihtimal söz konusudur.
Allah yolu gösterir, emir verir, bu emirlerin hangi amaçla verildiğini bildirir, fakat insanı zorlamaz. İnsana irade ve seçme hürriyeti vermiştir; kişi doğru veya yanlış yolu kendi seçer.
Ey iman edenler! Siz ancak müslümanlar olarak ölün. Vücud-u mecazinizden geçin, vücud-u hakikide fani olun.
'Allah'ın ﷻ ipine sarılın.' İ'tisam ehli iki kısımdır:
1- Suret ehli. Sebeplere sarılırlar, bunların meşrepleri ameldir.
2- Mana ehli. Sebeplerden kopanlardır. Meşrepleri hallerdir.
Birinci zümre, Allah'ın ﷻ ipine ikinci sınıf ise Allah'a ﷻ sarılır. Maksutları O'dur.
✽ 'Allah'ın ﷻ ipine sarılın' emri, istiare-i asliyedir. Kuran ve İslam, bir ipe benzetilmiştir. Geçmesi zor ve kaypak bir yola giren kimse kaymamak için yolun iki tarafına bağlanmış iplere tutunduğu zaman korkudan emin olur.
Askeri tatbikatlarda gecenin zifiri karanlığında bilinmeyen bir vadide bir bölüğü nehrin öbür tarafına geçirmek için yüzme bilenler karşı tarafa geçip bir ağaca ipi bağlarlar. İpin bir ucunu da diğer tarafa bağlarlar. Yüzme bilen-bilmeyen bu ipe sarılarak karşıya geçer. Okyanusta batan gemiden geride kalanlara ilk yetişen helikopter onlara ip uzatır. O ipe tutunan kurtulur.
İnsan nefsani sıfatların esfel-i safilininden melekler makamının üstündeki illiyyîn derecelerine çıkarılmak isteniyor, yüceliklere davet ediliyor. Bunun için de Allah'ın ﷻ gönderdiği Rasul, indirdiği kitap bu derin kuyulardan tutunup çıkmak için Allah'ın ﷻ ipi olarak uzatılıyor. Nefsin, şeytanın, şeytanlaşmış insanların zehirlemeye çalıştığı günah bataklığından, Allah'ın ﷻ ipi olan Kur'ana sarılarak kurtulmak mümkündür.
✽ جَمِيعاً haldir, müfred olduğu için hal vavı'na gerek kalmamıştır.
Hal yedi çeşittir:
1- Hali daime (Devam eden hal)
2- Hali muntekıle (Başkasına nakledilebilen, değişen hal)
3- Hali müekkede (Tekitlenmiş hal)
4- Hali mukaddere (Takdir-i ilahiye bağlı hal)
5- Hali mütadahile (Manalar birbirine dahil olan hal)
6- Hali muvattaa (Kuvvetlendiren hal)
7- Hali müteradife (Manaları birbirine yakın hal) جَمِيعاً Topluca, hali müekkededir. Birlik olup hiç dağılmaması istendiğinden aynı zamanda hali daimedir.
✽ 'Hep birlikte sarılın' ifadesi, tecessümdür, olayı gözler önünde canlandırarak heyecan uyandırır.
✽ ' جَمِيعاً Topluca' kelimesi ile ' لَا تَفَرَّقُوا ayrılmayın' nehy-i hazırı arasında muraat-ı nazır vardır.
✽ ' لَا تَفَرَّقُوا tefeul babındandır, azar azar, güçlükle yapıldığını ifade eder. Ayrılma bazen ufak ufak başlar, gönüller, bakışlar düşünceler, görüşler, ruhlar, kalpler ayrılır. Sonra bu bedene sirayet eder. Yollar, hedefler, işler, güçler ayrılır. Birlikte kırılmayan bir düzine çubuğun tek tek, çıtır çıtır kırılması gibi.
✽ 'Allah'ın ﷻ üzerinizdeki nimetini hatırlayın' cümlesinden sonra 'Hani siz düşmandınız' cümlesi, o nimetin ne olduğunu açıklayan, ibhamdan sonra izah itnabıdır.
✽ Evs ve Hazrec kabilelerine malumu ilam kabilinden olduğu için, lazım-ı faide-i haberdir. Muktezay-ı zahirin hilafına kelamdan, bileni bilmeyen mevkiine tenzildir. Çünkü bildiğiyle amel etmeyen bilmiyor kabul edilir, ona tebliğ edilmesi gerekir.
✽ اَلَّفَ Sevdirmek ve birleştirmekten kinayedir. Tefil babının tadiyet özelliğini kazanmış, 'ülfet ettirdi' anlamına gelmiştir.
✽ اَصْبَحْتُمْ deki اَصْبَحَ fiili normalde, sabah vaktine girdi, anlamındadır. Ancak burada صَارَ manasında kullanılmıştır. Sabah vakti manasında değil, bir halden diğer hale intikal etmek, sayruret ifade eder.
✽ اَعْدَاءً ile اِخْوَاناً arasında tibak-ı icab vardır.
✽ 'Kalplerinizin arasını birleştirdi' ile 'Kardeş oldunuz' arasında muraat-ı nazır vardır.
✽ 'Ateşten bir çukurun kenarındaydınız' ifadesi, istiare-i temsiliyedir. Cahiliyedeki durumları, oldukça derin bir çukurun kenarına gelmiş kimselerin durumuna benzetilmektedir. Helak olmaya yakınlığı anlatmak için verilen bir örnektir. Yani cehenn em ateşine düşmeniz için geriye kâfir olarak ölmenizden başka bir şey kalmamıştı, nerdeyse, küfrünüz sebebiyle cehennemin eşiğine gelmiştiniz, demektir.
✽ Cehennem, içinde ateşin bulunduğu bir çukura benzetilmiştir. Küfürleri sebebiyle cehenneme müstehak olmaları, nerdeyse cehennem çukuruna girmeleri gibi kabul edilmiştir. Kendisinden sonra ateşe düşmeleri beklenen o hayatları, çukurun tam kenarında oturmaya benzetilmiştir.
✽ Bu ifâde dal bil işaresiyle, ne kadar uzun olursa olsun, hayatın müddetinin pek önemli olmadığına dikkat çeker. Çünkü hayat ile, o çukura düşmeyi gerektiren ölüm arasında, bir kenarlık mesafe vardır.
✽ شَفَا حُفْرَةٍ müzekker muzafın izafetle muzafın ileyhten müenneslik kazanmasına örnektir. Bu kuralın şartı, muzafın müennes olmasının manayı bozmamasıdır.
✽ 'Sizi ondan kurtardı' cümlesi ile de, istiare-i muraşşaha olmuştur. Gerçek bir ateş çukuru varmış gibi, teşbih-i tenasi vardır.
✽ 'İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor' iktidap ve hüsn-ü intihadır.
✽ كذلك her harfi ayrı mana ifade eden, mürekkep bir kelimedir:
كَ Teşbih harfi ذاَ İsm-i işaret لِ Lam-ı buud كَ Kâf-ı hitab
Hepsi de ayrı mana kazandırır. Harika kelime, harika lisan, harika seçim, mucize kitap!
✽ 'Size açıklıyor' cümlesinde لكُمْ ile tahsisi, müminlerin özelliği, şanı şerefini beyanla birlikte mesuliyetini de aynı anda bildiriyor. Bir taşla iki kuş vurma sanatı, idmaçtır. ل'ın tahsis, temellük, ait olma, sahip bulunma manalarıyla da Kitabullah'a, emr-i ilahiye sahip çıkıp sorumluluklarımızı müdrik olmayı öğütlüyor.
✽ Yine ل' ın talil, illet, sebep manasıyla bu beyanların, peygamber gönderilişinin, kitap indirilmesinin sebebi biz insanlar olduğunu beyan ediyor. Olur ki üstümüze alır, üzerimize düşen bu kudsi kulluk görevini yerine getiririz.
✽ 'Umulur ki hidayet olursunuz' لَعَلَّ terecci, ummak anlamında iki isimde amil bir kelimedir. Cinas-ı kalptir. Bu kelimenin Cenâb-ı Hak için kullanımı hakiki değil, mecazidir. Burada 'Sizden bu beklenir' anlamında kullanılmıştır. Ayetlerin beyan edilme sebebi, kulların hidayet bulmasıdır.
✽ تَهْتَدُونَ iftial babından mutavaat anlamıyla, kullarda hidayet istidadının bulunduğuna ve bunun için gayret göstermeleri gerektiğine işarettir.