Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 110. Ayet

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِؕ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْؕ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ

110- Siz insanlar için çıkarılan ümmetlerin en hayırlısısınız; iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirsiniz ve Allah’a inanırsınız. Kitap ehli inansalardı, haklarında daha iyi olurdu. İçlerinde inananlar varsa da çoğu fasıktır (iman çizgisinin dışındadır).

 

Ayette Ümmet-i Muhammed'i diğer ümmetlerden ayıran vasıf tebliğ ve iman olarak nitelendirilmiştir. O halde öncelikle taklidi imanımızı, akli-nakli delillendirerek istidlali imana ulaşmaya çalışalım. Bizi ıslah edip itidale getirecek salih ameller işleyelim. Kendimizi de denetlemeyi elden bırakmadan diğer insanları da din-i mübine davet edelim. İyilikleri emredip, kötülüklerden alıkoyarken Efendimizin tebliğ metotlarını örnek alıp, günahsız hayatını göz önünde bulunduralım.

Biz hayırlı olalım ki, başkalarına hayrımız dokunsun. Lisanımızdan önce beden dilimiz dini temsil etsin. Nefsaniliği, bencilliği, kabalığı, kibir, gurur, riya, haset, dünya sevgisi gibi dinimizi, imanımızı tehdit eden canavar duygulardan sıyrılalım.

Herkese karşı kibar, sevecen, hoşgörülü, sempatik olalım. Bunu da sadece dinimiz için yapalım. Dalkavukluktan dini hükümleri çarpıtmaktan, azaltmaktan, çoğaltmaktan, her türlü ifrat tefritten uzak duralım. Sevilmek, sayılmak, çevre edinmek, menfaatlenmek gibi süfli duygular tebliğ hayatımıza asla girmemeli. 'Kim Allah'ın ﷻ dinine yardım ederse Allah da ona yardım eder' müjdesiyle kalbimiz mutmain olsun. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!
 

Siz; ümmetlerin en hayırlılarısınız.

• İbn-i Abbas, 'Bu hayırlı ümmet, Mekke'den Medine'ye hicret edip, Bedir ve Hudeybiye'de hazır bulunan kimselerdir' demiştir.

Hz. Ömer şöyle der: Onların yaptıklarını yapan, onlar gibi olur.

• Bu hayırlı ümmet, Rasul-ü Ekremin ashabıdır.

✦ Rasûlullah "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz" buyruğu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Siz yetmiş ümmetin tamamlayıcısısınız. Allah nezdinde bunların en hayırlıları ve en değerlileri de sizlersiniz." Tirmizi

✦ İnsanların en hayırlısı benim (aralarında peygamber olarak gönderilmiş olduğum) bu neslimdir. Hadis-i Şerif

✦ İnsanların hayırlısı Mekke'den Medine'ye hicret eden sahabilerdir. Hadis-i Şerif

Ebû Hureyre (ra) şöyle demiştir: Biz, insanlar arasında, insanlara en hayırlı olan kimseleriz. Zincirlerle onları İslam'a sürükleriz.

İlim adamlarının icması da bu yöndedir. Hz. Peygamber'in sohbetinde bulunup, ömründe bir defa dahi olsa, onu gören kimseler, kendilerinden sonra gelenlerden daha faziletliir. Hz. Peygamber'in sohbetinde bulunma faziletine denk hiçbir amel yoktur.

• Bu hayırlı ümmet, Ümmet-i Muhammed'in salih kimseleri, itaat edilmesi gereken alimleri ile, fazilet ehli olan fırka-i naciyedir. 'Sizler, iman ettiğiniz sürece, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olursunuz' demektir. Kıyamet gününde diğer insanlara karşı şahidlik edecekler de -Bakara 143. âyette geçtiği gibi- onlar olacaklardır.

Şöyle de denmiştir: Ümmet-i Muhammed'in en hayırlı bir ümmet oluşu, onun tebliğine muhatap olan ümmetin arasında müslümanlığın daha çok oluşu, iyiliği emredip, münkerden alıkoymanın onlar arasında daha bir yaygın oluşundan dolayıdır.

✦ Cennet ehli 120 saftır, 80 saf sizdendir. Hadis-i Şerif

• "Sizler en hayırlı bir ümmetsiniz, buyruğu" "yüzleri ağaracaklara gelince..." buyruğu ile ilgilidir. Ayetin takdiri "Onlara, cennete girdiklerinde, sizler dünya hayatınızda, en hayırlı ümmet oldunuz. Bu sebeple, içinde bulunduğunuz merhamete ve yüzlerinizin ak çıkmasına müstehak ve lâyık oldunuz.." denilir. Kıssanın başı ile sonu arasına fasılaların girmesi hali, Kur'ân'ın üslubunda mevcuttur.

• İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olmak, âyet-i kerimede sözü geçen şartların gerçekleştirilmesine bağlıdır.

• 'İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz' ifadesi, 'Levh-i Mahfuzda siz böyle seçkinsiniz' anlamındadır.

• Bu ifadenin, 'Siz iman ettiğinizden bu yana en hayırlı bir ümmetsiniz' anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu, onların var olduklarından bu yana bu sıfat ile vasıflandıklarına dikkat çekmek içindir.

• Sizler, Allah'ın ﷻ ilminde en hayırlı ümmettiniz, demektir.

• Sizler, geçmiş ümmetler içinde, en hayırlı ümmet olarak anılıyordunuz, manasındadır.

• Veya 'Seçkin ümmet olacaksınız' anlamındadır. Peygamberin ve ümmetinin geleceği önceden müjdelenmiştir.

✦ Hayırlı ümmet, Kuran'a ve sünnete sarılanlardır. Hadis-i Şerif

✦ Beni görüp de bana iman edene ne mutlu. Beni görmediği halde bana iman eden kişiye de yedi defa ne mutlu! Hadis-i Şerif

Hz. Ömer anlatır: Rasûlullah'ın yanında oturuyordum. Şöyle buyurdu: "Yaratıklar arasında imanı en üstün olanların kimler olduğunu bilir misiniz?" Biz: Meleklerdir, dedik. O: "Onların iman etmeleri elbette gerekir. Ama onlardan başkaları. (Onlardan iman bakımından daha üstündür)." Biz, 'Peygamberlerdir' dedik. Bu sefer: "Onların zaten iman etmeleri gerekir, Hayır, onlardan başkalarıdır." Daha sonra Rasûlullah şöyle buyurdu: "Yaratıklar arasında iman bakımından en üstün kimseler, henüz atalarının sulblerinde bulunan, beni görmedikleri halde bana iman eden, yazılı bir takım kâğıtlar görüp de onlarda bulunanlar gereğince amel eden bir takım insanlardır. İşte bular bütün yaratıklar arasında imanları en üstün kimselerdir."

"Şüphesiz önünüzde öyle bir takım günler vardır ki, o günlerde dini üzere sabır ve sebat gösterecek bir kimse, tıpkı kor ateşi avucunda tutan kimse gibi olacaktır. İşte o günlerde amel eden kimseye onun gibi amelde bulunan elli adamın ecri kadar ecir verilecektir." "Ey Allah'ın ﷻ Rasûlü, onlardan birisinin ecri kadar mı?" diye sorunca Rasul-ü Ekrem : "Hayır, sizden birisinin ecri kadar" diye buyurdu.

Hz. Peygamber'in çağdaşı olan nesilin üstün kılınması, kâfirlerin çokluğu dolayısıyla imanları bakımından garip olmaları, eziyetlere katlanmaları, dinlerine sımsıkı sarılmaları sebebiyledir. Ümmetin daha sonra gelecek olanları da, kötülüğün, haksızca kan dökmelerin, masiyetlerin ve büyük günahların açıktan açığa işlendiği zamanlarda, dine sımsıkı sarılıp Rablerine itaat üzere sabır ve sebat gösterecek olurlarsa, onlar da böyle seçkinlerden olurlar.

✦ Hz. Peygamber "İslâm garip olarak başladı ve başlangıçtaki haline dönecektir. O halde gariplere ne mutlu" buyurmuştur.

✦ Ümmetimin misali yağmura benzer. Onun öncesi mi hayırlıdır, yoksa sonrası mı bilinmez. Tirmizî

✦ Ben girmeden cennet diğer nebilere, ümmetim girmeden diğer ümmetlere haramdır. Hadis-i Şerif

Ömer b. Abdulaziz halife olunca, Salim b. Abdullah'a şöyle bir mektup yazdı: Sen, bana Ömer b. el-Hattab'ın yaşayış ve davranışını yaz ki, ben de ona göre amel edeyim. Salim ona şunu yazdı:

Eğer sen, Ömer'in uygulamasını yapacak olursan, Ömer'den daha faziletli olursun. Çünkü senin zamanın, Ömer'in zamanı gibi değildir. Senin etrafında bulunan adamların da Ömer'in etrafındaki adamlar gibi değildir. Ömer b. Abdulaziz, çağının fukahasına da bu şekilde soran mektuplar yazdı, hepsi de ona Salim'in dediğine benzer şeyler yazdılar.

Cenab-ı Hak Hz. İsa'ya şöyle buyurdu:

- Ey İsa! Senden sonra bir ümmet göndereceğim. Onlara sevdikleri isabet ederse, Allah'a ﷻ hamd ve nimetine şükrederler. Onlara hoşlarına gitmeyen bir şey isabet ederse, onu Allah'tan sayarlar ve sabrederler. Ben kendi hilmimden ve ilmimden onlara veririm.

İmam Ahmed, Ebubekir Sıddik tarikiyla Rasulü Ekrem'den rivayet ediyor:

"Cenab-ı Hak, ümmetimden bana yetmiş bin kişiyi bahşetti. Onlar hesapsız cennete gireceklerdir. Yüzleri dolunay gibi pırıl pırıl parlayacaktır. Kalbleri bir tek kişinin kalbi üzerinde olacaktır. Rabbimden daha fazlasını vermesini diledim. Onların her birisiyle yetmiş bin kişinin daha hesapsız cennete gitmesini bana verdi."

Hadisin ilk ravisi Hz. Ebubekr:

"Ben düşündüm, bu sayı, bütün köylüleri ve köylerin kenarlarında oturanların (bedevilerin) hepsini kapsayacaktır" dedi.

• 'En hayırlı ümmet'ten kasıt, en hayırlı din mensubu sizlersiniz" demektir. Buna göre buyruğun anlamı şöyledir: Sizler, sizden önce gelen kitap ehline göre, en hayırlı bir ümmetsiniz.

Nakıs fiil olan كَانَ herhangi bir şeyin mübhem (kapalı), anlaşılamaz veya zor anlaşılır olması itibariyle geçmişte var olmasının söz konusu olmasını gerektirir. Onunla ilgili olarak daha önce geçen bir örnek sergilenmediği gibi, önceden beri devam edegelen bir şeyin de artık kesilmiş olduğunu bildirmez.

 Yani; “كُنْتُمْ” fiili, "Bu ümmet daha önce hayırlı bir ümmet değildi de, şimdi öyle bir ümmet oldu" gibi bir manaya delâlet etmez veya "Bu hayırlılık onlardan kesildi, oldu bitti" anlamına da gelmez. Mana şöyledir:

“كُنْتُمْ” fiilinin nakıs olmayıp وَقَعَ - vaki oldu, حَدَثَ - meydana geldi manasında tam fiil olduğu da söylenmiştir. 'Siz, en hayırlı bir ümmet olarak meydana geldiniz, ortaya çıktınız, yaratıldınız ve var edildiniz' anlamındadır. Buna göre “خَيْرَ اُمَّةٍ” haldir.

كَانَ fiili zaiddir. Gelmesi durumu tekit eder. O işin mutlaka meydana gelebileceğini belirtir. (bu görüşü kabul etmeyenler de var)

كَانَ fiili, صَارَ “oldu, dönüştü, haline geldi..” manasında da olabilir. Ayetin takdiri, “Marufu emredip, münkerden nehyeden ve Allah'a ﷻ iman edenler olmanız hasebiyle siz, en hayırlı ümmet haline geldiniz, dönüştünüz" demektir.

اُخْرِجَتْ fiili, aslında 'çıkarılmış' anlamındadır, burada 'yetiştirilmiş' manasında kullanılmıştır. Kuran'ın gönderilip, hayata geçirilmesi için de Hz. Peygamber'in görevlendirilmesinin sebeplerinden biri, 'li'nnâs=insanlık için' ifadesiyle belirlenmiştir. 'İnsanlar' kelimesi amacın evrenselliğini gösterir, ل harfi de için manasına gelir, Yani 'insanların sorunlarını çözmek için' demektir.

Bir ümmetin hayırlı olması için ekserisinin salih olması gerekir. 'Hayırlı ümmet' problem yaratmayan, düşünce ve eylemleriyle insanlığa faydalı olan, iyilik saçan, sorunları çözen ümmettir. 'Hayırlı' kelimesiyle, 'çıkartılmış, yetiştirilmiş' kelimeleri bir arada olunca, hayırlı topluluk olabilmek için eğitimin şart olduğuna işaret edilmiştir. İnsanlar eğitimden geçmeden hayırlı topluluk olamaz, insanlığın sorunlarını çözemezler.

İnsanlık için çıkarılmış hayırlı ümmet olmanın alt yapısı, 103 ve 104. ayetlerde zikredilmişti: Ancak Allah'ın ﷻ kitabına sımsıkı sarılan, tefrikaya düşmeyen, düşmanlık duygusu taşımayan, birbirini seven ve kardeş olan, iyiyi, doğruyu ve yanlışı bilen bir topluluk, insanlık adına problemleri çözebilecek hayırlı bir topluluktur.

Ümmetimin en hayırlıları:

1- Rabbimin rahmetinin genişliği karşısında açıktan gülen, azabının şiddetinin korkusundan gizliden gizliye ağlayandır.

2- Onlar; sabah-akşam Allah'ı anar, korku ve ümitle duada bulunur, kalpleriyle O'nu arzularlar.

3- İnsanlara verdikleri zahmet hafif, kendilerine verdikleri ise pek ağırdır.
 

İyiliği emreder, kötülüğü nehyedersiniz.

'Sizler; Allah'a ﷻ ve Rasulüne imanı, şeriata göre (Şartlarına uygun) amel etmeyi, Allah yolunda savaşmayı, şehadeti emreder, Allah'a ﷻ şirki, Rasulü tekzibi, yasaklanan amelleri nehyedersiniz.'

Maruf; uygun olan, demektir, münkerin; örfün zıddıdır. Örf, arife, maruf hepsi birdir. İnsanlar arasında hayır olarak bilinen herşey maruftur.

Kur'an-ı Kerim zorluk olmaması için maruf'u sınırlamamıştır, Çünkü günümüzde maruf sayılan birşey gelecek zamanda geçerli olmayabilir. Maruf; ıslah çeşitlerinin hepsine ve doğru yola şamildir. Adaletin yerine getirilmesi, faziletin yayılması, iyiliğin her çeşidi, ümmetin felahına olan herşey maruf cümlesindendir.

Bu kelime yirmi üç ayet-i kerimede geçer. Hadislerde de çok zikredilmektedir. Allahu Teala'ya itaat, insanlara ihsan ve dinin tanıdığı, bildirip teşvik ettiği, bireye ya da topluma faydasından dolayı emrettiği her şey maruftur.

Anlatılacak konu genellikle iki durumda olur:

1- Toplumca bilinir.

2- Toplumun bilmediği yeni bir konudur.

Birinci halde tavsiye, herhangi bir tepkiyle karşılaşmaz. Karşılaşsa da geçici ve zayıf bir tepkidir. Bu nedenle Allahu Teala 'Marufu emredersiniz' buyurmuştur.

Bir emir veya tavsiyenin maruf olması için, esasen bir hüsnü tazammun etmesi gerekir. Emredilen iş ne kadar maruf olursa o emir, zahir ve batında o derece nafiz olur. Umumi emirler de genel bilgi seviyesine göre olmalıdır ki su-i telakkiye uğramasın, kolayca kabul edilip, redde, inkara, şiddetle tazyik gösterilmesine yol açmasın.

Münker; kötü olan. marufun (iyiliğin) zıddı, bireye veya topluma zararından ve bozuculuğundan dolayı dinin yasakladığı şeylerdir.

Bu cümleyle Muhammed ﷺ ümmetinin hayırlı oluş sebebi açıklanmıştır: Allah'a ﷻ iman, cihad, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak.

Âyette geçen el-ma'rûf ve el-münker kelimelerinin başındaki elif-lam istiğrak ifâde etmektedir. Bu da onların, ma'rûf olan herşeyi emredip münker olan her şeyden sakındırmalarını gerektirir. Bu şekilde oldukları müddetçe, onların icmâları da hak ve gerçek olur.

Onlar insanlığın kurtuluşu, saadeti, huzuru için seçilmiş, çıkarılmış en hayırlı bir ümmettir. Ondan daha hayırlısı ve üstünü yoktur. Çünkü onlar ilâhi iltifata mazhar olmuştur. Onların görevi, gittiği yerde mârufu emretmek, münkerden nehyetmek ve yaratanına îman etmektir. O, bunun için çok hayırlıdır. Müslüman ilâhî iltifata mazhar olduğunu bilecek, değerini anlayacak ve ona göre hareket edecektir. Müslüman, Allah'ın ﷻ nizamını hâkim kılmak için savaşacaktır. Tâ ki İslâm'ı hâkim kılana kadar.

✦ İbn-i Abbas hazretleri Efendimiz'e sordu:

- İçinde iyi insanlar olduğu halde bir belde halkı helak edilir mi?

Efendimiz 'Evet' buyurdu.

- Niçin ya Rasulallah?

- Allah'a ﷻ isyan olan hususlara karşı zillet gösterip sustukları için.

✦ Allahu Teala'nın koyduğu sınırlara uymayan kimse, gemiye binmiş şu topluluğa benzer ki; bunlar gemideki yerlerini kura ile paylaştılar. Bir kısmı geminin üst kısmına, diğer kısmı da alt kısmına yerleştiler. Kura ile aşağıya yerleşenler, su almak için çıktıkları vakit üst kattakilerin yanından geçerlerdi. Bunun üzerine 'Hissemize düşen yerden bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek' dediler. Şimdi üst kattakiler, bunları istediklerini yapmakta serbest bıraksalar hepsi helak olurlar. Eğer onları bu tehlikeli işten men ederlerse kendileri de kurtulur, onları da kurtarmış olurlar. Hadis-i Şerif

✦ Efendimiz yolun yolcu üzerindeki hakkını soranlara verdiği cevapta, emr-i bi'l maruf nehy-i anil münker yapmayı da zikretmiştir.

✦ İnsanlar zalimleri görür de onların zulmetmesine mani olmazlarsa Allahu Teala'nın bütün insanları azaba uğratması pek yakındır. Hadis-i Şerif

Huzeyfe radıyallahu anh'a 'Canlı cenaze ne demektir?' diye sordular. O da şu cevabı verdi:

- Bir kötülüğü görüp, eliyle veya diliyle veya kalbiyle düzeltmeye çalışmayan kişidir.
 

Müslüman ve tebliğ vazifesi

Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker, İslam'a has bir ilkedir. Hıristiyanlıkta 'Allah'ın ﷻ hakkını Allah'a ﷻ, Kayser'in hakkını Kayser'e ver' esası varken, İslam'da; 'Allah'a ﷻ isyan olan yerde kula itaat yoktur' ilkesi temeldir.

Annesinden doğan her müslüman büyük bir görev ve sorumluluk yüklenerek gözlerini hayata açar. Aile, çevre ve okulda bu sorumluluğunu Kur'ân ışığında öğrenir, bilgi ve görgüsünü artırıp kül türünü genişlettikten sonra yol gösterici, Hakka dâvetçi olarak sahneye çıkar. O artık ölünceye kadar metbu' (kendisine uyulan ve güvenilen bir kişi)dir; hiçbir zaman uydu değildir ve olamaz da.

O her zaman ve her yerde örnek alınacak, önderlik edecek bir ruh taşımaktadır. Ashab-ı Kirâm'ın yaşayışı bu ölçüler içinde idi. Her biri büyük bir mürşit, örnek alınacak bir mü'min idi.

Bu konuda her müslüman kendi bilgi, görgü, kültür ve imkânları nisbetinde hizmet edebilir. Hepsinden aynı ölçüde hizmet beklenemez. Önemli olan bu hizmet aşkını taşıması, yükendiği sorumluluğun ölçü ve anlamını bilmesi, kendi imkânları ve yetenekleri oranında hareket halinde bulunmasıdır. Asıl büyük hizmet, lider durumunda olan kadroya, din âlimlerine ve İslâm kültürünü yeterince al mış aydınlara düşmektedir.
 

Muhtesiblik

Millet idaresinde hayır ve iyilik tavsiyesini zorlaştıran davranışlar görülmesi, o toplumda çöküşün başladığını gösterir. Böyle hallerde birbirine hakkı tavsiye etmekten çekinmek caiz değildir. İyilerin tembelliği kötülerin faaliyetidir.

Emr-i bi'l maruf ve nehy-i anil münker'i ihmal eden müslümanlar temel niteliklerini kaybeder. Bu vazifenin lüzumu neticesinde İslam idaresinde 'muhtesiblik' kurumu tesis edilmiştir.

Muhtesiblik, kötülükten alıkoyma ve iyiliği emretme vazifesidir. Amme örf ve adetlerinin müfettişi konumundaki muhtesib, hakimliğe en yakın vazifelerdendir. Müslümanların idaresi başında bulunan zat, ehliyetli olanı bu göreve tayin eder.

Muhtesib, halkı maslahatlarına uygun hareket etmeye sevk eder. Yollardaki kalabalık ve sıkışıklıklara engel olur. Hamalların ve gemicilerin fazla yük yüklemelerine men olur. Yıkılma telikesi gösteren yapıların sahiplerine yıkılmasını emreder. Yollarda gelip geçenlere zarar verebilecek şeyleri kaldırır. Okuldaki öğrencileri haddinden aşırı döven öğretmenlerin ellerine vurur, onları engeller. Çalgıcılar, sarhoşlar, meyhaneciler muhtesiblerden korkar.

Muhtesiblerin hükümleri hakim ve kadılarınki gibi mahkemeye bağlı değildir. Muhtesib fark ettiği her işe ve kendisine sorulan işlere bakar, hükmeder. Aldatmalara, gıda maddelerinde hile yapanlara, yüksek fiyatla satanlara, ölçülere müdahale eder. Suçluları cezalandırır. Borcunu zamanında ödemeyenleri insafa mecbur eder.

Muhtesiblik, emr-i bil marufun belli bir gruba ait olduğu fikrini vermemelidir. Her müslüman bu vazife ile yükümlüdür. Özellikle günümüzde bu görev tamamen müslümanların üzerinedir. Kurtuluş, fertlerin her birinin diğerinden hakkı taleb etmesi ile gerçekleşir. Aksi halde ümmetin çoğu haktan gafil demektir. Böyle bir ümmeti ise batıl istila eder.

Efendimiz ;

- İçinde amelleri nebilerin amelleri gibi olan 18 bin kişilik bir belde ahalisi azaba uğramıştır, buyurdu. Sahabeler sordu:

- Nasıl olur?

- Onlar, Allah için buğzetmiyorlardı. Marufu emretmiyor, münkeri de nehyetmiyorlardı.

"İyilikten yana olacağız. Her yerde tarafsız olmak iyi değildir. Hak ile batılın mücadelesinde tarafsız kalamazsınız; haktan yana olacaksınız, şerrin karşısına çıkacaksınız! Taraf olacaksınız. Arkadaş ben tarafgirim, taraf tutarım. Hangi tarafı tutarım?.. Hak tarafı tutarım, güzel tarafı tutarım, tatlı tarafı tutarım, faydalı tarafı tutarım… Merhametli tarafı tutarım… Vatanıma milletime faydalı tarafı tutarım. Onları kötü yollara sevketmemeye çalışırım." M. Esad Coşan
 

Kitap ehli iman etseler kendileri için hayırlı olurdu.

Kitap Ehli Allah'a ﷻ imanları ile birlikte, iman edilmesi gereken her şeye iman etmiş olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu. Çünkü Peygamber, Kitap, öldükten sonra dirilmek, hesap, ceza, sevap yahut buna benzer inanılması gereken şeylerin bir kısmına iman eden, diğerlerini inkâr eden kimsenin imanının hiç bir değeri yoktur. O adeta Allah'a ﷻ da iman etmemiş gibidir.

Şüphesiz böyle bir iman, üzerinde bulundukları halden onlar için daha hayırlı olacaktı. Çünkü onlar başkanlık sevgisi, avamın kendilerine tabi olmalarını istemeleri dolayısıyla dinlerini İslâm dinine tercih etmişlerdi. Eğer iman etmiş olsalardı, iman karşılığında batıl dini tercih etmelerine sebep olan başkanlıktan, halkın onlara tabi olmalarından hayırlı olarak dünyadan nasiplenmekle birlikte, ecirleri iki defa verilir, kendilerine yapılan vaadleri de elde etmiş olurlardı.

'Kitap ehli iman etseydi ifadesi'nden, iman etmenin insanın iradesi dahilinde olduğu anlaşılmaktadır.

Eğer Allah dileseydi insanların tümünü iman etmeye zorlardı ve hiç kimse de buna karşı koyamazdı. Ancak Rabbimiz insanları serbest bırakarak kendi iradeleriyle iman etmelerini istemiştir.

'Onlar için daha iyi olurdu' cümlesindeki 'hayr' kavramı, imanın bir değer olduğunu, insana erdem kazandırdığını ifade etmektedir. İman, sahibini mutluluğa, saadete, kurtuluşa götürür. İmandan nasibi olmayanların, huzurdan da nasibi olmaz.

Hayır; imandır, iman da hayırdır. Bu ayette, iki tane 'hayr' üç tane de 'iman' kelimesi geçmektedir. Dolayısıyla "hayırlı ümmet", "inanan ümmet" ifadesiyle tefsir edilmiştir.

Ebu Bekir Verrak'a 'Afiyet nedir?' diye sordular. Cevaben şöylededi: 'Kulun imanla ölmesi, evliya zümresinde haşrolması, sıratı geçip cennete girmesidir.'

Doğu, bakışlarını Allah'a ﷻ çevirdi; fakat dünyayı görmedi. Batı, maddi aleme nüfuz etti ve Allah'tan kaçtı. Gözlerini Allah'a ﷻ açmak, işte budur iman. Perde kullanmadan kendisine bakıp görmek, hayat da budur işte. Muhammed İkbal
 

Ama onların çoğu fasıktır.

Kitap ehlinin çoğunluğu fasıktırlar; kendi dinlerinin ve kitaplarının sınırlarının dışına çıkan kimselerdir. Küfürde aşırıya kaçmışlardır. Aralarından Allah'a ﷻ, müminlere indirilenlere, kendi kitaplarına iman edenler gerçekten azdır. Çoğ u ise sapıklık, küfür, fısk ve isyan üzeredirler.

Yüce Allah ehli kitap için kimi zaman burada olduğu gibi "pek çoğu اَكْثَرُهُمُ " tabirini kullanmaktadır. Kimi zaman da İsrailoğulları ile ilgili, "Onların pek azı müstesna, iman etmezler" (Nisa, 46) ifadesi kullanılm aktadır. Kimi zaman da onların çoğunlukla görülen halleri söz konusu edili r. "Onlardan itidal üzre olan bir topluluk vardır. Onların bir çoğun un yapmakta oldukları ise ne kadar da kötüdür!" (Maide, 66)

Bu yergi onların hepsini kapsıyor değildir. Kitap Ehli'nden Abdullah b. Selâm, onun ark adaşları, Necaşî ve onunla birlikte olanlar gibi gerçekten iman etmiş kimseler de vardır.

Fasıklık âdeten dinin ortaya çıkışı üzerinden uzun bir süre geçtikten sonr a çoğalır. "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın ﷻ zikrine ve haktan inene huşu ve yumuşama zamanı gelmedi mi? Kendilerine önceden Kitap verilip de kendileri üzerinden uzun bir zaman geçti diye kalplerine katılık gelmiş bulunanlar gibi olmasınlar, ki onların pek çoğu fasıklardı." (Hadîd, 16)

✦ Fasık övülünce Allah ﷻ gadap eder. Hadis-i Şerif

✦ Şu üç kişinin gıybeti haram değildir:

    1- Fasık,

    2- Zâlim idareci,

    3- Bid’at ehli. Hadis-i Şerif, İ. Ebi'ddünya

✦ 'Siccîn' yerin altında veya cehennemin dibinde büyük bir taştır ki kafir ve fasıkların ruhu oraya götürülür.

✧ Allah’ın bize en büyük nimeti imanı sevdirip tasdik nuru vermesi, fıskı ve küfrü çirkin göstermesidir.

 

Sebebi Nüzulü

Bu ayet-i kerime İbn Mes'ûd, Übeyy ibn Ka'b, Muâz ibn Cebel ve Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim hakkında nazil olmuştur. Yahudi Mâlik ibn-i Dayf ve Vehb ibn Yahûzâ onlara: "Bizim dinimiz, sizin bizi çağırmakta olduğunuz dinden daha hayırlı, biz de sizden hayırlıyız" demişlerdi. Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal etti. Bir başka tefsire göre ise müslüman olan bu yahudilerin isimleri Abdullah ibn Selâm, kardeşi Sa'lebe İbn Selâm, Şa'ye, Mubeşşir ve Ka'b'in oğullan Esed ve Useyd'dir.

 

Belagat

 كُنْتُمْ ezeliyet bildiren nakıs fiildir. Ümmet-i Muhammedin hayırlı ümmet olduğu, ezeliyette ilan edilmiş olması, ümmete medih ve teşviktir.

 ' اُخْرِجَتْ Çıkarılmış' fiili, gönderilmiş, kılınmış, hazırlanmış anlamında istiaredir. Ümmet-i Muhammed, insanlık toprağından emekle, gayretle, rahmetle ortaya çıkan güzel bir bitkiye benzetilmiştir. Fetih Suresi'nin sonundaki filiz benzetmesi bunu teyid eder.

 Fiilin meçhul gelmesi Cenâb-ı Hakk'ın ezeli iradesini bildirirken, tebliğ grubunun bütün müslümanlarca yetiştirilip, içlerinden nebat-ı hasen gibi çıkarılmasına işarettir.

 Ayet cem mea taksimdir. 'İnsanlar için çıkarılan hayırlı ümmet oldunuz' cem edilmiş, özellikleri anlatılarak taksim yapılmıştır.

 "İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız" arasında ikili mukabele vardır. Bu cümle, hayırlı ümmetin nasıl olduğunu açıklayan ibhamdan sonra izah itnabıdır.

 Ayet-i kerime tazammuni olarak, hayriyyetin, şerefin ve en büyük payenin irşad olduğunu bildirir.

 تُؤْمِنُونَ تَنْهَوْنَ تَأْمُرُونَ fiilleri, emir anlamında haber olarak gelmiştir, kesinlik ifade eder. Ayrıca müzarinin devam ve yenilenme manasını bildirir.

 Mümin zaten iman etmiştir. 'Allah'a ﷻ inanırsınız' itnabdan iygaldir, imanın değerine, ayrıcalığına dikkat çekme nüktesi taşır. Tebliğcinin imanının kuvvetine işaret ettiği gibi, bu görevi sırf Allah için yaptığına bir tenbihtir. Aksi halde zulüm ve hıyanet olur.

 İman-tebliğ arasında muraat-ı nazır vardır.

 'Ehl-i kitap iman etseler, kendileri için hayırlı olurdu' cümlesi mantık yollu kelam ile onların kafir olduğunu bildirir. Onlar iman ettiklerini iddia ediyorlardı. Hz. Muhammed'e iman etmedikleri için Allahu Teala onları imandan kadro dışı bırakıyor. Onların imanını iman saymıyor.

 لَوْ mazide tendim (pişmanlık uyandırma), müzaride teşvik için kullanıldığından, bu imansızlıklarına pişman olacaklarına işaret eder.

 'Onlar' ile 'ekserisi' ve 'Müminler' ile 'Fasıklar' arasında ikili mukabele vardır.

 اَكْثَرُهُمُ ism-i tafdilin izafetle kullanılışıdır. Muzaf ve muzafın ileyhin tahkirini bildirir.

 Mümin ve fasık kelimeleri arasında îhamı tezat vardır.

 Fasık; lugat itibarı ile kabuklu bir şeyin kabuğundan çıkması, yuvasından çıkmak, günahkar, isyankar, fıskiye anlamlarındadır. Bu kelime tam manasıyla yahudilerin aslî halini ifade etmektedir. İsrailoğulları da peygamber sulbünden çıkmalarına rağmen, haset ve azgınlıkları sebebi ile asli hüviyetlerini kaybetmişlerdir.