111- Onlar eziyetten (rahatsız etmek, hakaret etmek) başka size asla zarar veremezler; sizinle savaşırlarsa arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da kendilerine yardım olunmaz.
Sırf Allah için çalışan, taviz vermeyen, çevresine tebliğ kurallarına göre tebliğ yapan, sırasıyla girdiği bütün mücadele türlerinde Allah'ın ﷻ yardımına mazhar olacağından, karşı cephenin eziyetten başka zarara malik olamayacağını Rabbimiz müjdeliyor. Tıpkı Bedir'de az sayıda ve techizatta savaşan ashaba üç bin melekle, Hendek'te rüzgarla yardım ettiği gibi.
Düşman cephesi tarumar olup arkalarını dönüp kaçmak zorunda kalmışlardı. Onca silahları sayıca çoklukları fayda sağlamamıştı. Çünkü onlar yardımın, kuvvetin asıl kaynağı olan Rabbü'l alemin'den yardım alamamışlardı. Ve onlar Allah'ın ﷻ peygamberi ile dini aleyhine savaşıyorlardı. Yardımı putlardan bekliyorlardı.
Bütün bunlardan dersimizi alıp, din gayretimizi, Allah'a ﷻ olan iman ve tevekkülümüzü artırıp ufak tefek eziyetlere, sözlere aldırış etmeden dinimiz, mukaddesatımız, iki cihan saadetimiz ve gelecek nesle iyi bir dünya bırakmamız için son derece gayret etmeliyiz.
اَذًى lugatta incinme, zarar görme, küçük zarar, eksiklik manasındadır.
ضَرَّ lugatta; zarara maruz kalmak, fakirlik, hastalık, kötü hal gibi nahoş şey, sıkıntı, haset, kuma, ihtiyaç, meşakkat, kör demektir. "İncitmekten başka size herhangi bir zarar veremezler" buyruğundaki 'İncitme'den kasıt, onların verecekleri zararın, yalan, tahrif ve iftiralarından ibaret olduğunu anlatmaktır. Bu incitici sözler, kelime-i küfrü izhar, şüphe bırakan fikirler, Üzeyir ve Mesih aleyhisselamla ilgili şirk koşmak gibi şeylerdir. Yoksa, onların galip gelecekleri anlamında değildir. İstisna muttasıldır. 'Eza' kelimesi masdar olarak kullanılmıştır. Mana şöyledir: "Onlar size ancak az miktarda bir zarar verebilirler."
Bu âyeti kerime, müminler için, mü'min kaldıkları müddetçe, ilahi bir teminattır. Müslümanların daima zafer kazanacağını müjdeliyor. Onlar kitap ehline karşı zafer kazanacaklar ve kitap ehlinin mü'minlere, kökten imha gibi bir zarar vermeleri söz konusu olmayacaktır. Onlardan iftira, tahrif ve eziyetten başka bir zarar görmeyeceklerdir. Sonunda güzel akibet ise mü'minlerin olacaktır.
Âyet-i kerime, mü'minlerin, ehli kitabın zararlarından emin olmaları; mü'minlerle savaşmaları halinde bozguna uğrayacakları, sonrasında kuvvet ve saltanatlarının kalmayacağı gibi birçok gaybî haber ihtiva eder. Bütün bunlar, Allah'ın ﷻ haber verdiği şekilde olmuş, Yahudiler, yaptıkları her savaşta bozguna uğramış, savaş ve başkanlık elde etmeye her uğraşmalarında, başarısız kalmışlardır.
Cümledeki istisna munkatı olursa anlam şöyle olur: Onlar size asla zarar veremeyeceklerdir. Ancak size işittirecekleri sözlerle rahatsızlık vereceklerdir. Herhangi bir etkisi olmayan tehdit ve incitmeye pek aldırış edilmez.
Kafirlerin, münafıkların dil uzatmaları ve haksız tenkitlerinden peygamberlerin, evliyanın bile hiçbiri kurtulamamışken, biz neyiz ki kurtulabilelim?
Bu âyet-i kerime Hz. Peygamber'in bir mucizesidir. Çünkü, ona karşı savaşan yahudiler ona arkalarını dönüp kaçmışlardır.
' يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ Size sırt çevirirler' cümlesi, yenilginin üstü kapalı bir ifadesidir. Yenilen kimse, düşmanına sırtını döner.
Kafirler elbette kaçarlar. Çünkü mü'min Allah'a ﷻ inanmış, O'nun hükümlerine boyun eğmiştir. O "Allah yolunda ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim" inancıyla savaşmıştır. Onun yardımcısı Allah'tır. Mü'min Allah'ın ﷻ nizamını yer yüzünde hâkim kılmak için savaşır. Kâfir ise küfür peşinde koşar, onu yaymak için çalışır.
110. ayetin sonunda ehl-i kitabın çoğunun fasık olduğu bildirilmişti. Bu ayet de onların vasıflarını sıralamıştır: Kitap ehlinin fasıkları, mü'minlere eziyet verirler. Onlar, iman edenlere tavır koyan ve onları inciten yırtıcı hayvan kişiliğine sahiptirler. Demek ki fasıklık, incitmekle eş anlamlıdır.
Fasıklar, korkak olduğu için savaştan kaçarlar. Onun için de iman edenlere zarar veremez, sadece incitebilirler. Dolayısıyla fasığın en önemli özelliği, korkaklıktır. Fasık, kavgayı başlatır, ardından sırtını dönüp kaçar.
İşte fasıkların insanlara zarar verme, onları incitme istekleri ve korkaklık psikolojileri, iman etmelerini engellemektedir.
110. ayette zikredilen iman eden hayırlı toplum, bu grubun tam tersi özellikler taşır. İnsanlara zarar vermez, onları incitmez; korkak olmadığından er meydanından kaçmaz; vatanını, milletini, bayrağını ve değerlerini korumaktan çekinmez.
Ayet-i kerime onları üç vasıfla niteledi:
1- Zarar verememek.
2- Savaştan kaçmak.
3- Allah'tan yardım görememek.
Onlar yardıma uğramaksızın ve yenik düşmüşler olarak yüz çevirdikten sonra, artık bir daha güç sahibi olamayacaklar, işlerini yoluna koyamayacaklardır. Nitekim Medine'deki Kurayzaoğulları, Kaynukaoğulları, Nadiroğulları ile Hayber Yahudilerinin bozguna uğratılması ile Allah'ın ﷻ verdiği bu haber tahhakkuk etmiştir.
' ثُمَّ - Sonra' edatı, terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirir. Yahudilere hep rezillik ve aşağılanma gibi durumlarının olacağını bildirmek, onlara arkalarını dönüp kaçacaklarını haber vermekten daha büyük bir olaydır.
Şart ve ceza cümlesine atfedilmiştir. Ceza cümlesinden, haber cümlesine dönülerek, sanki "Size, onların yardım olunmayacaklarını haber veriyorum" denilmek istenmiştir. Bu ifâde şartın cevabı olarak meczum gelseydi, yardım olunmama hali, onların “dönüp kaçmaları” gibi, Müslümanlara karşı savaşmaları şartına bağlı olurdu. Fakat cezm edilmeyince, yardım olunmamaları mutlak bir vaîd olur.
Sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Size, onların sizinle savaşmaları halinde bozguna uğrayacaklarını haber veriyorum. Sonra size, onların yardım olunmayacaklarını da haber veriyorum."İnananlara, incitme dışında bir zarar veremeyen, savaş ateşini yakıp er meydanından kaçan fasıklar, yardıma layık değillerdir. Bu yardımla hem maddî, hem de manevî yardım kastedilmiştir. Önceki ayette geçen, 'Kitap ehli iman etseydi onlar için daha iyi olurdu' ifadesindeki 'Hayr' kavramıyla, bu ayetteki yardım kasdedilmiş olabilir. Başka bir ifadeyle, iman kendiliğinden yardımı getirir.
Yahudilerin elebaşları olan Ka'b, Adiy, Nu'man, Ebû Rafı, Ebû Yâsir, Kinane ve İbn-i Suriyâ, kendi kavimlerinden olan Abdullah b. Selâm ve arkadaşlarına müslüman olmaları sebebiyle eziyet ediyorlardı. Bunun üzerine "İncitmekten başka size herhangi bir zarar veremezler" yani onlar, ancak dilleriyle sizi rahatsız edebilirler, ayeti nazil oldu.
✽ اَذًى 'in nekre gelişi taklil içindir.
✽ 'Hiçbir zarar veremezler, eziyetten başka' kasır cümlesi, kasrı sıfat alel mevsuftur.
✽ لَنْ يَضُرُّوكُمْ fiili, Cenâb-ı Hakk'ın ed-Dârr, en-Nâfii isimlerini hatırlatır. Çünkü zarar ve fayda vermek Allah'a ﷻ aittir.
✽ Eziyet, insanın şahsiyetini rencide eden, bazı söz ve davranışlardır. Bu ahiretini tehdit etmediği için ciddi bir zarar sayılmaz. Bu da müminlerin bu tip eziyetlere karşı, sabırlı, tahammüllü olup mazeret olarak sunmamalarını tenbih eder.
✽ 'Sizinle birlikte savaşırlarsa' fiilin şartla takyidi, fısktan kurtulmayan kişiden ciddiyet beklenmeyeceğine işaret eder.
✽ 'Size arka dönerler' Bedenlerinin ve kalplerinin döndüğünü gösteren bir tecessüm sanatıdır.
✽ "Sonra onlara yardım da edilmez" cümlesi, ceza cümlesine atfedildiği halde cezm edilmemiştir. Çünkü burada cezanın hükmünden yeniden haber verme hükmüne geçilmiştir. Sanki şöyle denmiş gibidir:
✽ "Sonra da ben size onlara yardım olunmayacağını haber veriyorum. Yani kimse onlara yardımcı olmayacaktır ve kimse size karşı onları korumayacaktır." Meczum gelmesi ile merfu gelmesi arasındaki fark da şudur: Eğer meczum olsaydı, yardımın olmayacağı, onlarla savaşılması kaydına bağlı olurdu. Fakat merfu olunca asla yardım görmeyecekleri mutlak bir vaad oldu, tekit ifade etti.
✽ Mefhum-u muhalifi, cihadı ciddiye alan kimseler yardım olunurlar. Bedir'deki meleklerin yardımı gibi.
✽ ثُمَّ 'Sonra' edatı, cezalarının suçlarının üstünden zaman geçtikten sonra da olsa verileceğini bildirir. Ama bu mühletin onları aldatmaması gerekir. Geç de olsa cezaları verilecektir.