112- Nerede bulunurlarsa onlara zillet damgası vurulmuştur. Meğer ki Allah’ın ve müminlerin himayesine sığınmış olalar; Allah’ın gazabına uğramış ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir; bu onların Allah’ın ayetlerini inkar edip peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları yüzündendir. Bunun sebebi isyan edip aşırı gitmeleri idi.
Güneşten kopmuş bir parça, görünüşte ne kadar parlak gözükse de sonunda sönüp yok olduğu gibi, Allah'ı ve Rasulünü inkar eden bir fert veya toplum zelildir, zillete meskenete düçar olacaktır.
Nerede olursa mekanı, makamı, yeri, ideali, kültürü, maddi gücü, silahı, siyaseti ne olursa olsun, sonuç değişmez. Allah'ın ﷻ 'zelil edeceğim' dediğini hiçbir güç hiçbir kimse, aziz edemez.
Allah sabırlıdır. Mühlet verir, ama ihmal etmez. Hele de bu kimseler Allah'ın ﷻ ayetlerini inkar ediyor, elçilerini öldürüyor, fonksiyonlarını yok ediyor, asi olup hudud-u ilahiyi aşıyorlar ise bu sonuç kaçınılmaz.
Tarih boyu bu vasıfları taşıyan milletler, semavi, arzi felaketlerle yok olup gitmişler. Kimi yere batmış, kimi denizde boğulmuş, kiminin üzerine taş yağmış, kimi bir sayha ile yok olup gitmişler. Yaşarken de zillete düşmüş, suları kana dönüşmüş, suretleri değişmiş, kıtlıklar olmuş, sel felaketlerine uğramış, akla hayale gelmedik azaplara düçar olmuşlar. Bu uyarılar inananların gücünü arttırırken, inanmayanların aleyhine delil olmakta devam edecektir.
Zillet; insanların ruhunda otoritenin kaybolmasından meydana gelen duygudur. Üzerlerine zillet vurulanlar, Yahudilerdir.
• Zillet, kubbeye hapsedilmiş kimse gibi, onları kuşatacak bir duruma getirilmiştir.
• Veya zillet, duvar üzerine yapıştırılıp ondan ayrılmayan çamur gibi, onlardan silinmeyecek bir damga gibi onlara yapışmıştır.
Damganın parada iz bıraktığı, gibi düşüklük ve aşağılık damgası onlarda iz bırakmıştır. Sikke üzerindeki resim ve süslerin vurulduktan sonra izinin görülmesi gibi, zilletin etkisi onlardan ayrılmaz şekilde üzerlerinde açıkça görülmektedir. Onlar aşağılıktan ebediyyen kurtulamayacaklardır. Yeryüzünde yaşayan Yahudiler çoğu zaman fakirdir veya fakirlik karakter ini taşırlar.
Yahudilere vurulan Zillet'ten maksat;
• Onlarla savaşılması, öldürülmeleri, mallarının ganimet olar ak alınıp, çoluk çocuklarının esir edilmesi, topraklarına el konmasıdır.
• Zillet, Allah'ın ﷻ müminler karşısında onları zelil kılmasıdır. Müslümanlar karşısında canlarından emin olabilmek için zilllete katlanarak onlara cizye vermek zorundadırlar. Onları cizye vermeye mecbur etmek, hakareti ve değersizliği ifade eder.
• Onların içinde, güçlü bir hükümdar ve değer verilen bir başkan görülmeyecektir. Onlar, her yerde küçümsenen, zelil ve değersiz kimselerdir.
Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için, dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir. Necip Fazıl
'Zillet' kelimesinin Kur'an'daki Manaları:
1) Alçalıp gözden düşmek (Taha, 134)
2) Emrine vermek (Yasin, 72)
3) Sarkıtmak (İnsan, 14)
4) Alçak gönüllülük (İsra, 24)
5) Acizlik (İsra, 111)
6) Zavallılık (Şura, 45)
7) Horluk (Yunus, 26)
8) Zayıflık (Âl-i İmran, 123)
9) Küçük düşürmek (Neml, 37)
10) Sefil (Mücadele, 20)
11) Boyunduruk altına almak (Bakara, 71)
12) Boyun eğdirme (Mülk, 15)
13) Kolaylaştırmak (Nahl, 69)
14) Alçalmak (A'raf, 152)
Zillet, silinmeyen psikolojik, sosyolojik ve siyasî bir damgadır. Şahsiyet açısından aşağılığı ifade ettiği için psikolojik; toplumlar arasında değersizliği ifade ettiği için sosyal; güçlü devlet adamı çıkaramamak gibi değer kaybını ifade ettiği için de siyasî aşağılık damgası olmaktadır.
İslâm'ın yasakladığı, haram kapsamına aldığı her iş, her fiil ve her yaşantı insanı zillete, meskenete, acizliğe, beceriksizliğe, madden ve manen fakirliğe sürükler. Alçalmak ve meskenet ile zillete duçar olmak Müslüman’a yaraşmaz.
✧ Kulun malayani, boş ve faydasız konuşması, Allah'ın ﷻ onu zelil, yalnız bırakmasının delilidir. Maruf-u Kerhi
✧ Zillet; yaratılanlardan korkmaktır.
✧ Bir kimse amel etmek ihtiyacı duymadığı bir bilgiyi sinesine alırsa sonunda elde edeceği şey sadece zillettir. Süfyan-ı Sevri
✧ Zulüm zilletten doğar. İbrahim olan Nemrut’tan korkmaz.
✧ Bengisuyunu yüz suyuna karşılık satsalar, bilen kişi onu almaz. Çünkü zilletle yaşamaktansa, izzetle ölmek yeğdir. Alçaklardan minnet altında istediğin şeyle, vücutça artar, ruhça eksilirsin. Sadi-i Şirâzi
✧ Hiç kimse, sizin izniniz olmadan kendinizi değersiz hissettiremez.
✧ Gerçek zillet; Allah'tan uzak düşmek, ayrılık, gerçek meskenet de hırs, Allah'ın ﷻ gadabı buğzu ve kapısından kovmasıdır. Te'vilâtı'n Necmiyye
✧ Kim vaktinden evvel baş olmayı isterse zillet içinde yaşar.
✧ Bazı ilahi kitaplarda Allahu Teala şöyle buyurmuştur: Celal ve izzetim hakkı için, bela ve musibetlerde benden gayrıdan ümit edenin, ümidini keserim. İnsanlar arasında ona zillet elbisesi giydiririm. Onu yakınlığımdan, vuslatımdan uzaklaştırırım. Onu şaşkın şaşkın düşündürür, şiddetlerde Benden gayrıya ümitlendiririm. Oysa bütün şiddetler benim elimdedir. Ben Hayyu Kayyumum. Fikri benden gayrı kapılara gider. Oysa bütün kapıların anahtarı benim elimdedir ve kitlidir. O anahtarları dua edenler için tutarım.
"Ancak Allah'ın ﷻ ipine ve insanların ahdine güvenerek canlarını ve mallarını güvenlik altına alabilirler. Allah'tan bir ahde bağlı olarak korunmaları müstesna; başka türlü korumaya alınmalarına imkân yoktur. İster emanı kabul etmeyip savaşsınlar, ister zimmet ehli olsunlar, zillet onlar üzerinde devam edip gidecektir."
'Habl' kelimesi burada ahit mânâsındadır. Emniyet verdiği ve korkuyu giderdiği için ahd'e "habl" denmiştir.
"Allah'tan bir ahde ve insanların ahdine sığınmış olmaları müstesna" cümlesi, önceki cümleden munkatı istisnadır. Yani 'Fakat onlar Allah'tan gelen bir ahde sığınırlar' demektir.
Bir diğer tefsire göre muttasıl istisnadır. Zilletin onlarda sabit olduğuna işarettir.
"İnsanlar"la kastedilenler, Hz. Muhammed ﷺ ile müminlerdir. İnsanların ahdi'nden kasıt, onlara verdikleri zimmet ahdidir. Onlar mü'minlere haraç verir, müminler de onlara eman verirler.
Bu ahid; şeriatın kendilerine tanımış olduğu hukuk, yargı önünde eşitlik, onlara eziyette bulunmanın haramlığıdır.
Allah'ın ﷻ ipi, Allah'ın ﷻ ahdi, koruması ve Allah ile mü'minlerden olan bir teminattır. Böyle bir durumda hükümler ortadan kalkar. Öldürülmez, malları ganimet olmaz, çoluk-çocukları esir edilmez.
İnsanların yaptıkları ahidler de; yurt edinme ve ihtiyaçta ortaklık, sanat ve ticaretten yararlanmadır. Ya da kendilerini koruyacak bir anlaşmayı insanlarla imzalamalarıdır.
♦ Allah'ın ﷻ ipi, muhabbet ve onu talebe yapışmaktır. İnsanlardan bir ip de, nebiye ve siretine uymaktır. Te'vilâtı'n Necmiyye
♦ Allah'ın ﷻ ipi iman; insanl arın ipi de himayedir.
♦ Allah'ın ﷻ ipi Kuran, insanların ipi akıldır.
Zımmilere verilen eman iki kısımdır:
♦ Allah'ın ﷻ hakkında nass getirmiş olduğu emân yani, cizyedir.
♦ Halifenin re'yine bırakılan emân. Halife, içtihada dayanarak bu emânı ağırlaştırabilir, hafifletebilir.
Fasıklar, mü'minleri incitenler, savaştan kaçanlar ve Allah'ın ﷻ yardımından mahrum kalanlar zillete düşecektir. Bu gerçeği değiştirecek olan ise, yine kendileridir. Vahye sarılmaları, zillet damg asını silecektir.
"Allah'ın ﷻ hışmına uğradılar" buyruğundaki " بَٓاؤُ " fiili, "Döndüler, yüklenip taşıdılar, yerleştiler" demektir. 'Allah'ın ﷻ gadabı onlardan ayrılmaz bir şeydir. Onlar gazaba konakladılar, yerleştiler" anlamını ifade etmektedir.
Gazap, kızmak, öfkelenmek anlamına gelir. Rızâ ve hilim kavramlarının karşıtı olarak kullanılır. Kurân’da ve hadis-i şeriflerde gazap kavramı hem Allah’a, hem de Peygamberimize ve diğer insanlara nispet edilmiştir. Kur’ân-ı Kerimde ilahi gazap ile ilgili yaklaşık yirmi beş ayet-i kerime vardır. Bu ayet-i kerimelere bakıldığı zaman inkâr edenlere, imandan sonra küfre düşenlere ve Allah'ın ﷻ verdiği nimetlere nankörlük edenlere Rabbimizin gazaplandığı görülmektedir.
Efendimiz "Yahudiler, gazaba uğramışlar ve hristiyanlar da sa pıklardır" buyurmuştur. Yahudilerin küfrü, bildiklerini uygulamamalarındandır. Hristiyanların küfrü de, ilme dayalı olmayan amelleri yüzündendir. Çünkü onlar, Allah katından gelen bir şeriatın kılavuzluğuna bağlı olmaksızın bir çok ibadetler yapar ve Allah ile ilgili aslını bilmedikleri çeşitli iddialar ileri sürerler. Bu yüzden Süfyan b. Uyeyne ve diğer bazı büyükler şöyle demiştir:
"Alimlerimiz arasında kim yoldan çıkarsa yahudilere benzemiş, abidlerimiz arasında yoldan çıkanlar da hristiyanlara benzem iştir."
Önceki ümmetlerin nasıl ve ne şekilde dünyada Allah’ın gazabını, ahirette de azaba duçar oldukları ayetlerde açık açık ifade edilmiştir. Mümin feraset sahibi olup, aynı hatalara düşmemeli, Rabbinin gazabını çekecek davranışlardan uzak durmalıdır. Çünkü dünyevileşmek gazabı celbeder. Başarıları kendinden bilmek, ben yaptım, ben olmazsam olmazdı duygusunu taşımak felaketi celbeder. Nefsin hevası cehennem çukuru gibi insanları içine çekerken, onlara bigâne kalmak, İslam’ı kendi konforuna uydurarak yaşamak, kendini kurtarıcı bilmek, İslam’ın sahibi gibi görmek, nasihatleri başkasına yapıp, kendi payına düşeni alamamak gazabı celbeder.
Allah ise kendisinden bir şey talep etmeyenlere gadap eder.
Allah kullarına yumuşaklıkla lütfetmeyi sever. Katı kalbli olan kullarına rıfkla muamele etmez. Onlara gadap eder.
Kim kibirili olur, kendini büyük görürse Allah ona gadap eder.
Miskinlik, aşağılanmayı ve bu aşağılanma içinde devamlı kalmayı ifade etmektedir. Aslında 'Mesâkin' kelimesi 'yoksullar' anlam ına gelmektedir, 'Meskenet' de yoksulluğun ve fakirliğin yerleşik hale gelmesidir.
Buradaki meskenet, fakirlik manasına gelebileceği gibi; psikolojik yoksulluk manasına da gelebilir. Yahudiler zeng in olsalar bile, daima fakirlik duygusu içinde olacaklar; zengin olmaları bu duyguyu ortadan kaldıramayacaktır. Miskinlik, yani daima kendini fakir hissetme duygusu onların üzerine, bir damga olarak vurulmuştur.
Aşağılık ve miskinlik, evin içindekilerini kuşatması gibi onları sarıp kuşatmıştır, ebediyete kadar ihtiyaç içerisinde olacaklardır.
Bu cümle, gelecekte Allahu Teâlâ'nın, yahudilerin mallarını müslümanlara rızık kılacağı; yahudilerin yoksul ve miskin hale geleceklerini haber veren bir cümledir.
İtalyan kökenli Dominik papazı 13. yüzyılda çıktığı seferde rastladığı Türkler ve Yunanlılar hakkında bilgi verirken şöyle yazmıştır:
“Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimize göre, Yunanlılar, Türklerden öyle çekinirlermiş ki, tohum ekmeye, ormanda çalışmaya veya bir iş yapmaya giderken birbirlerini bağlayabilecekleri at koşumları olmaksızın kentlerinden ve surlarından dışarı adım atmazlarmış.”
Yahudiler, sayıca az olmalarına rağmen yeryüzünün dört bir tarafında darmadağındırlar. Onların içinde, güçlü bir hükümdar ve değer verilen bir başkan görülmez. Her yerde küçümsenen, değersiz kimselerdir. İşgal ettikleri Filistin topraklarını vatan edinmek, yerleşmek için bütün gayretlerine rağmen, zenginliklerine, servet toplayıp dünya ekonomisine egemen olmalarına rağmen bu durumları böyle devam edip gidecektir. Bugün 'devletçikleriyle çölü yeşerttiler' dense de, Amerika bir sene para yardımı yapmasa yeşeren o çöl kavrulur.
Bekçilik ücreti alıyorlar. Orası dolarla sulanıyor.
Varlıklı ve zengin de olsalar onlar kıyamete kadar bu halde kalacaklardır. Çünkü onlar, kişilik zaafı, malıyla üstünlük taslama gibi sıfatları atalarından miras almışlardır. Malı tanrı edinmişlerdir. Devamlı zillet içindedirler.
Bu horluğun sebebi, Allah'ın ﷻ âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız olarak Peygamberleri öldürmeleridir. Buna da isyankârlıkları ve Allah'ın ﷻ haram sınırlarını aşmaları yol açmıştır. Çünkü küçük günahlara devam etmek büyük günahlara götürür. Büyük günahlara devam etmekse kâfirliğe götürür. İsyan eden, Allah'ın ﷻ yasaklarını çiğnemeye alışan kimseye hayatta her türlü haramı işlemek oldukça basitleşir.
Onların zillete düşmeleri veya üzerlerine zillet damgası vurulması, kendi eylemlerinin, inanç ve davranışlarının doğal bir sonucudur. Yüce Allah bunl arı, dünya ve ahirette üzerlerine zillet damgası vurulmaması ve insanları bunlardan alıkoymak için beyan etmiştir.
Ayet-i kerime geçmişteki İsrailoğullarından bahsettiği kadar, Rasulullah ﷺ devrindeki Yahudilere de hitab etmektedir. Hz. Peygamber zamanındaki Yahudiler, peygamberleri öldürmemiş, ancak atalarının yaptıklarını tasvip edip razı olmuşlardır. Bu sebeble öldürme işi onlara nisbet edilmiştir. Zaten -emellerine nail olamasalar da- Rasulullah'ı öldürmeye çalışmışlar, müşrikleri kışkırtmış, onunla savaşmaya teşvik etmişlerdi. Bedir gazasında, hicretin beşinci yılında Hendek gazasında görülen durum bu olmuş, buna benzer daha başka çeşitli isyanl arı ve saldırganlıkları da görülmüştür. Ebediyyen de Müslümanların kökünü kazımaya gayret edeceklerdir.
Bir devl etin elçisini öldüren devlet, devletler arasında savaş çıkmasına sebep olur. Peygamberler de Allah'ın ﷻ beşerî alemdeki elçilerdir. İnsanların onları öldürmesi, Allah'a ﷻ savaş açmaktan başka bir şey değildir. Bu savaşın galibi Allah olacağına göre, mağlubiyetin doğal sonucu olan zillete, gazap ve meskenete duçar olacaklardır. 'Elçiye zeval olmaz' teamülünü hiçe sayanlar zillete, gazaba ve meskenete uğrar.
İnkar, pey gamberleri öldürmek, isyan ve haddi aşmak; zilleti, ilahî gazabı ve meskeneti getirir ve bu cezalar yaptıklarına denktir. Böylece Yüce Allah ﷻ, modern hukuka, suça denk bir ceza verilmesi gerektiğini ve suçlulara kendil erini düzeltme fırsatı tanınması gerektiğini öğretmektedir.
Ayette zikredilen suçlar ferdî değil, toplumsaldır. Bu nedenle verilen zillet, gazap ve meskenet cezaları da toplumsal boyutludur.
Zillet, gazab ve meskenete yol açan; inkârları ve peygamberleri öldürmeleridir. İnkâra ve peygamberleri öldürmeye ise, masiyet yol açmıştır. Onlar günahlara dalınca, zulmetleri derece derece artmaya, çoğalmaya; iman nuru da derece derece azalmaya başlamıştır. Bu durum, iman nuru sönüp, küfür zulmeti kendilerini kaplayana kadar devam etmiştir.
Mendûbu terketme hastalığına tutulan kimseler, sünnetleri terketme; sünnetleri terketme hastalığına tutulan kimseler, farzları terketme; farzları terketme hastalığına tutulan kimseler, şeriatı hakir görme hastalığına; şeriatı hakir görme hastalığına tutulan kimseler de, küfre düşerler.
"Bu, Allah 'ın âyetlerini inkâr etmeleri... sebebiyledir" cümlesi önceki yahudilere; "Bu, isyan etmeleri sebebiyledir" buyruğu Hz. Muhammed ﷺ zamanındaki yahudilere yönelik olabilir. Allahu Teala, sanki öncekilerin cezasının sebebini açıklamış, akabinde, sonradan gelenler öncekilere uydukları için, cezanın aynısının gerektiğini bildirmiştir.
17 Ekim 1996'da müslüman olan bir yahudinin kaleminden...
Ey Yahudi! Seni çok iyi tanırım; seninle yaşadım. Yeryüzünde başka hiçbir mahluka benzemiyorsun Ey Yahudi! Zillet ruhunda senin; Yusuf'a ettiğinin cezasını fazlasıyla çektin. Acıdı Hak Teala sana, Musa'yı gönderdi.. O gayretli yüce peygamber, seni döven, sana hakaret eden Mısırlıyı vurdu, öldürdü; sen ne yaptın, Musa'yı ihbar ettin. O kadar nankörsün ki...
Evet Musa seni affetti. Aldı Arz- ı Mev’uda götürmek istedi. Savaşmaktan korktun; “Sen git Allah'ın ﷻla birlikte savaş biz burada oturalım” dedin. Hep hazıra konarsın, hiç gayret etmezsin.. Sina'da Hak Teala “men ve selva” nimetlerini verdi. Ama sen bu iki cennet meyvelerini hazmedemedin. Soğanı, sarmısağı, baklayı aradın. Mısır'a dönmeyi düşündün. O kadar süflisin ki Musa'yı Karun'a değiştin. Kadını zina ettirdin; -haşa- 'Musa yaptı' diye şahitler takdim ettin. O kadar iftira ve kötülüğe meyyalsin ki!
O kadar maddecisin ki... Allah'ı terkettin ve altın buzağıya secde ettin. Karun'u malıyla yer yuttu, Samiri helak oldu; akıllanmadın. Senelerce Sahra'da dolaştın uslanmadın. Davud'u savaş meydanında yalnız bıraktın. Canın ne kadar da tatlı! Dirlik, düzen bilmezsin. Mukaddes toprağı fesada boğdun. Tevrat'ı tahrif ettin. Emeline hizmet eden tağuta taptın. Ne kadar da sahtekarsın! Zekeriya'ya eziyet ettin, Meryem'e iftira ettin. Beşiğinde konuşan çoçuğa da inanmadın. Ne kadar da imansızsın!
İsa'yı mağlup edemedin, öldürmeye kalktın, çarmıhlar kurdun. Başkasının canı senin nazarında ne kadar da ucuz! Yahya'yı bir kadın işvesi için öldürdün. Yahya'nın mukaddes kanı kaynadı, taştı, seni sardı seni boğdu.
O gün bugün; sefil, perişan, hakir ve vatansızsın. İslam doğdu ve ehl-i kitapsın diye seni himaye etti. Sen hep ihanet ettin. Casusluk ettin, başkası hesabına masumu canavara boğdurmak istedin. Senin için ne söylense azdır! Nihayet yalanlar, vaadler, tehditler üzerine bir vatan kurdun. Ne zaman şerefli yaşadın ki şimdi şerefli olasın. Yine zelilsin! Yıkılacak ve vatansız kalacaksın. Zilletini, ahlaksızlığını, canavarlığını görmeyecek kadar körsün! Ve körler, mutlaka cehennem çukuruna düşer ey Yahudi!
✽ 'Üzerlerine zillet vurulmuştur' istiare-i mekniyedir. Burada zillet, çadıra benzetilmiştir. Miskinlik, küçüklük, tıpkı bir mekânın, çadırın içinde bulunanları kuşatması gibi onları kuşatmıştır. Daha sonra müstearun minh hazfedilip onun gereklerinden birisi olan vurmak ضرب (çadırın vurulması tabirinden) kullanılmıştır.
Aynı kelime damga için de kullanıldığı için, müstearun minh damga da olabilir. Camisi, fasıklıktan vazgeçmeyenler için damganın kalıcılığı gibi, kalıcı olmasıdır. (Eğer vazgeçerlerse, çadırın insanın üstünden kalkması gibi bu fısk onlardan kalkacaktır.)
✽ 'Nerede yakalanırlarsa' cümlesindeki ثقف fiilinin lugattaki anlamları şöyledir: Yakalanmak, bulmak, sirke keskinleşmek, ilim ve sanatta maharet kazanmak, maharetli ve zeki olmak. Fiilin bu manalarını göz önünde bulundurursak; Allah'tan uzak kafir, münafık, müşrik nerede bulunursa bulunsun, mesleğinde, sanatında ne kadar ilerlemiş ve mahir olursa olsun, kendisine vurulan zilletten asla kurtulamayacaktır. Cümlenin mazi gelmesi de hükmün kesinliğini ifade eder.
• ' اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ Ancak Allah'tan bir ahid olması müstesna'
✽ حبل ip anlamında olup, burada Allah'tan veya kullarından ahdu eman anlamında istiare olarak kullanılmıştır. Camisi; bağlantı kurmak, imdada yetişmek, kurtarmak, aşağıdan yukarı çıkmaya vesile olmak, düşmeyi engellemek, sağlamlaştırmak, menzile ulaştırmak, irtibat sağlamaktır. Allah'ın ﷻ ahdi, müminlerin emanı da insanlar için bir kurtarıcı, ölümden, sürgünden kurtulmalarını sağlayan bir fırsattır.
✽ بِحَبْلٍ 'deki ب harficeri مَعَ manasındadır.
✽ 'Allah'ın ﷻ gazabıyla döndüler' cümlesinde غَضَبٍ kelimesinin nekra olması, olayın dehşet ve korkunçluğunu gösterir.