115- Ne hayır işlerse mükafatı verilmeden bırakılmaz. Allah kendisinden korkanları çok iyi bilir.
Yüce Mevla'ya kullukta ilerlemenin, ödüllemenin sonu sınırı yoktur. Ne yapılırsa mükafat verilir. Bu ödüllendirme sadece Zü'l celali ve'l ikram olan Allah'a ﷻ mahsustur.
Bu da büluğ güneşinin doğmasından hayat güneşi batıncaya kadar gayretin kesilmemesini, yarışın devam ettiğini ahiretteki derecelerin sınırsızlığını ortaya koyar.
Kulun yaptığı bütün sevaplı işler hiç eksiltilmeden tesbit edilip iki cihanda karşılığı verilir. Hiçbir kesintiye uğramaz. Yeter ki amel ihlaslı ve kul hakkından beri olsun.
Bu ayeti gerçekten anlayabilsek, içimize sindirebilsek Âdiyat Sıuresi'nde tarif edilen, üzerlerine yemin edilen savaş atlarından daha hızlı koşar, yarışı durmadan, dinlenmeden bütün hızıyla son nefese kadar devamettirir, takva yarışında hem koşar, hem de din kardeşlerimizin koşmasına sebep oluruz. Maksat, kendimizi aşmak ve Hakk'a ulaşmaktır.
Mü'minler işledikleri iyiliklerin sevabından yoksun bırakılmazlar. Allah yapılan iyiliğin karşılığını verir, takva sahiplerini tanır. Unutmaz, ihmal etmez. Amellerin karşılığını vermeyi bilmeyenlerden değildir. O, her şeye gücü yetendir. Yapılan her işi görendir.
Allahu Teala karşılık vermemeyi “ كَفَرَ ” ile ifade etti. Çünkü başka ayet-i kerimelerde mükafat vermeyi “şükür” kelimesiyle bildirmiştir; “فَاِنَّ اللهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ Şüphesiz Allah hayırların karşılığını veren, alîm'dir”
Cenâb-ı Hak, mükâfaat vermeyi şükür olarak adlandırınca, vermemeyi de küfür olarak isimlendirmiştir. Ayrıca "küfür" kelimesi, örtmek, gizlemek anlamına gelir. Mükâfaat vermemek, iyiliğin sevabını örtmek olduğu için, 'küfür' kelimesi ile ifade edilmiştir.
Mükâfaat ve karşılık vermeme ya unutmadan dolayı olur; böyle bir şey, Allah hakkında mümkün değildir. Çünkü O, her türlü malumatı bilendir. Ya da böyle bir şey aczden, cimrilikten ve kendisinin ona ihtiyacı olmasından ileri gelir ki, böyle bir şey de imkânsızdır.
"Allah" lafzı, O'nun hakkında acziyyetin, cimriliğin ve muhtaç olma halinin bulunamayacağını, “Âlîm” vasfı da, O'nun hakkında cehaletin söz konusu olamayacağını ifade eder.
Takva; davranışlarda dikkatli titiz olmak, sürekli kendini kontrol edebilmek, Allah ﷻ ile daima barışık olabilmektir.
Takva, sevgi, umut ve korkunun insan ruhunda meydana getirdiği hâlettir. Sevgi, umut ve korku, üçü birlikte yalnızca Allah için duyulur. Bunların üçünü birden Allah’dan başkasına tahsis etmek, tahsis edilen o şeyi “ilah” edinmektir. Bunları tümüyle Allah’a tahsis etmek, kişiyi övgüye en lâyık makama ulaştırarak “müttaki” yapar.
Kul, Allahu Teâla'nın sevgisini, Allahu Teâla'nın sevmediklerine düşman olmakla kazanır. Allahu Teâla'nın sevmedikleri ise, insanı Allah'tan uzaklaştıran şeylerin hepsidir.
Kul, zarara düşme korkusuyla zararsız şeyleri dahi terk etmedikçe müttakilerden olamaz. Hadis-i Şerif
Hz. İsa şöyle demiştir: "İki kere doğmayan kişi, semavat ile yeryüzünün melekutuna giremez, yüksek derecelere eremez."
İkinci doğuş, nefsin hayvani sıfatlardan tezkiyesi, hayvaniyetten sıyrılmasıdır. Melekûta ermek ise, ruhani sıfatlarla tezyin iledir.
Takva sahibi, nefsinin isteklerine uymayan, Allah’ın emirlerine tam uyan, yakin ile huzur bulan, tevekkül direğine dayanan kimsedir. Ebû Bekir Kettani
İlim insanı fenalıklardan en iyi koruyan bir babadır. Takva da kendisine sığınanı bağrına basıp saklayan bir ana.
İçinde oturup yaşanılan ülkenin en hayırlısı, seni takvaya sevk edendir.
Allah ﷻ alimdir. Her şeyi bilir. Olmuşları bildiği gibi olacakları da olmuşlar kadar açık bilir. Zamanın başladığı tarihten sonuna kadar olmuş olacak her şey Allah’ın ilminde her lahza hazırdır. Hiçbir hadise Allah’ın ilminden bir lahza dışarıda kalamaz. Hiçbir şey O’na karşı kendini gizleyemez.
Çöllerdeki kumların sayısını, ağaçların yapraklarının sayısını, kalplerdeki düşünceleri, havadaki zerreleri, atomların sayısını, yedi kat gökleri ilm-i ezelisi ile bilir.
Tüm matematik hesaplar Allah'ın ﷻ ilmine bir delildir. Su 100 derecede kaynar, 0 derecede donar. Çocuk, dünyanın her yerinde dokuz ayda doğar. Kanımızda şeker, tansiyon, demir seviyleri hep belli miktarda olmak zorundadır. Bu ölçüler hep O'nun ilminin delilleridir.
Efendimiz sabahladığında, akşamladığında ve yatağına girdiğinde Hz. Ebubekir’e şu duayı okumasını tavsiye etmiştir:‘Ey görüneni ve görünmeyeni bilen Allah’ım! Ey göklerin, yerin ve her şeyin maliki! Senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden Sana sığınırım. Nefislerimize bir kötülük yapmaktan veya onu bir Müslümana zarara sürüklemekten Sana sığınırız.’
✽ 'Kim ne hayır işlerse karşılıksız bırakılmaz' şart cümlesinde ceza فَلَنْ يُكْفَرُوهُ fiiliyle geldi, tariz ifade eder. Biz insanlar bize iyilik edenlerin iyiliğini çoğu kere görmezden gelerek inkarvari nankörlükler yaparız. Oysa Cenâb-ı Hak rızası için yapılan hiçbir hayrı karşılıksız bırakmaz, görmezden gelmez. En muhtaç olduğumuz zamanda karşımıza çıkarır.
✽ Bu ayet Cenâb-ı Hakk'ın Şekûr vasfını anlatırken bizi de bu ahlaka davet edip kadirbilmezlik, iyilikleri, faziletleri unutma hallerimizden de sıyrılmamızı tenbih ediyor.
✽ 'Allah müttakileri bilir' cümlesi de bu manayı teyit ediyor. Allah herşeyi bildiği halde özellikle 'müttakileri bilir' buyurması takvaya teşvik eden tağlibdir. Cüz söylenip kül murad edilen mecaz-ı mürseldir.
✽ Ayrıca عَلٖيمٌ vasfı lazım melzum alakasıyla müttakilere karşılığını fazlasıyla verir, anlamı taşır. Yeter ki takva vasfı devam etsin.
✽ اللّٰهُ lafz-ı celali tekit bildiren tecriddir.