117- Bu dünya hayatında harcadıkları, kendilerine zulmeden bir kavmin ekinlerine isabet edip mahveden soğuk rüzgara benzer; Allah ﷻ onlara haksızlık etmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlar.
Dünya hayatına dalıp giden, gaflet, dalalet, hevay-ı nefs vadilerinde başıboş dolaşan kimselerin nasıl harcandıklarını nasıl harcadıklarını Cenab-ı Hak dehşetli bir misalle akıllara resmediyor.
İçinde ateş olan bir rüzgarın zalim bir kavmin tarlasına isabet edip helak etmesi gibi, ehl-i dünyanın harcaması da helak olup gider. Bunların en başında bir kadın uğrunda yapılan harcamalar gelir. Mal, para, namus, şeref, aile, akraba-i taallukat, iş, kulluk, dostluk herşey heba olur. Yuvalar yıkılır, analar ağlar, mazlumlar beddua eder, dostlar üzülür, düşmanlar sevinir. Elalem kınar, yavrular perişan olur. Bir nefsin keyfi için bunca elem, bunca ızdırap reva mı?
Cenâb-ı Hak mühlet verir, ama ihmal etmez. Bir zalimi, bir zalimle terbiye eder. O bel bağladığı, gönül verdiği,uğruna herşeyini feda ettiği kimse öyle bir hile yapar ki neye uğradığını anlamaz. Artık yanma sırası ona gelir. İçi ateş dolu sam yeli yakar, kavurur, eser savurur. Bütün haram harcamalar böyle sonuçlanır.
Allahu Teâlâ önceki ayette kâfirlere mallarının fayda vermeyeceğini bildirince, onlar mallarını bazen hayır yollarında harcadıkları için, akla bu gibi infaklardan faydalanabilecekleri gelebilir. Cenâb-ı Hak, bu şüpheyi izale edip, 'onlar bu infâklarla Allah'ın ﷻ rızasını kastetmiş olsalar bile, bundan faydalanamazlar' buyurdu.
"Bu dünya hayatında onların harcadıkları şeylerin misali" cümlesindeki مَا edatı, masdar edatı da olabilir, aidi hazf edilmiş bir ismi mevsul de olabilir. 'Onların o harcadıklarının misali..' anlamındadır.
İnfak; ya dünya ya da âhiret menfaati için yapılır. Eğer bunlar dünya menfaati için yapmışsa, kâfir şöyle dursun, müslüman hakkında da bir faydası yoktur. Eğer âhiret menfaati için yapılmışsa, bundan âhirette de istifade edemez. Çünkü küfrü istifade etmesine mânidir.
Mallarını, imarethaneler, ribatlar, köprüler yapmak, fakir, yetim ve dullara iyilik etmek gibi hayır yollarında infâk etmiş olabilirler. Bu şekilde infâk yapanlar, büyük sevaplar umar. Fakat âhirete vardığında, küfrünün bütün bu hayırları silip götürdüğünü görür.
Münafıklar da "takiyye" yoluyla ve müslümanlardan korktukları için mallarını Allah yolunda harcar görünüyor, Müslümanlara, dost gibi görünmek istiyorlardı. Âyet, onları da kapsamaktadır.
Yahudilerin en adi ve sefil tabakası da tahrifte bulunmaları için kendi âlimlerine infakta bulunuyorlardı, ayet onlara da işaret eder.
Allah’ın on pulunu, Bekleye dursun on kul
Bir kişiye tam dokuz, Dokuz kişiye bir pul
Bu taksimi kurt yapmaz, Kuzulara şah olsa
Yaşasın kefenimin, Kefili karaborsa. N.Fazıl
Yani 'Kavurucu soğuk bir rüzgârın esişine benzer' anlamındadır.
Veya sebep-müsebbep alakasıyla 'rüzgarın helak ettiği ekin gibidir' demektir. Yani 'yaptıkları harcamalarının helak olma hali, adeta bir rüzgârın ekini helak etmesi gibidir.'
• صِرٌّ ileri derecede soğuk demektir.
• Kelimenin aslı 'ses' demektir. O takdirde âyet-i kerimede bu kelime, 'Şiddetle esen rüzgârın sesi' demek olur.
• O rüzgârda bulunan ateşin alevinin çıkardığı sestir.
Bu örnek, Kur'an-ı Kerim'de anlatılan örneklerin en parlak ve en göz alanıdır. Teşbihin anlamı şöyledir: Kâfirlerin harcamalarının geçersizliğinin, boşa gitmesinin ve fayda sağlamamasının örneği, oldukça soğuk, kavurucu bir rüzgârın yahut da bir ateşin isabet edip yaktığı ve helak ettiği bir ekine benzer. O ekin sahipleri, ekinden faydalanacaklarını umarken, artık ondan hiçbir fayda sağlayamazlar.
Kafirler de şeytan için mallarını sarfedip ondan yarar ve ödül beklerler. Sonra ahiret gününde, ekin ekip de ondan iyilik ve çıkar uman kişinin, kavurucu bir soğuğun isabet ederek ekinini yaktığını görünce duyduğu hasret ve pişmanlık içine düşerler.
Soğuk rüzgar ekin için özellikle Mayıs ayında çok tehlikelidir. Bu ayda ekinler çiçek açar, rüzgârlar yoluyla tozlaşma ve döllenme gerçekleşir. İşte bu dönemde havalar çok soğuk giderse ekini soğuk vurur. Çiçekler soğuktan kavrulur. Döllenme gerçekleşmez, başak boş kalır ve boş başak dik durur.
Ekin için en önemli üç unsur; sırayla yağış, serin hava ve kuzeyden esen poyrazdır. Yağışların arkasından havalar çok sıcak olmaz, serin giderse, bir de poyraz eserse, ekinin gidişatı iyi olur. Poyrazla ekinler bir o yana, bir bu yana sallanır, sağa-sola eğilir ama her seferinde doğrulur. Bu sırada, bu mücadele esnasında başaklar tane tutar. Yavaş yavaş yeşilliği giderken, ekin sararır, başaklar baş aşağı durur.
Başağın eğik olması doluluğu ve tevazûyu, dik duruşu ise boşluğu ve kibri temsil eder. Rüzgârla savrulmalar ise açıktır ki, mücadele, çaba, gayret demektir.
Başağın dolarak olgunlaşması zaman isteyen bir süreçtir. Bazen kuraklık, bazen soğuk, bazen sıcak, bazen de rüzgârla eğilip doğrulmak mücadeleyi temsil eder. Mücadele etmeden, çalışıp yorulmadan, uğraşıp didinmeden hiçbir olgunluğa erişilemez.
Teşbih bu açıdan düşünülünce, ayrı bir mana çıkar. Şöyle ki; ekinin soğuk rüzgarla mahvolması, olgunlaşmadan boşa gitmesine yol açar. Demek ki, kafir ve münafıkların harcamaları erkenden kavrulmuş ekin gibi, olgunlaşmamış harcamalardır. Alt yapısızdır. Dimdik dursa da, büyük boylu görünse de aslında hiç bir işe yaramaz, sadece görüntüsü ve havası vardır. Hayvan yemi olmaya mahkum ekin sapı gibi, münafıkların ve kafirlerin yaptığı harcamalar da iyi insanların işine yaramaz, ancak sefihlerin, aklı olgunlaşmamış kişilerin hoşuna gider. Topluma faydası olmaz.
"Allah böyle yapmakla onlara zulmetmedi. Ama, onlar küfre sapmak, isyan etmek, yüce Allah'ın ﷻ hakkını vermemek suretiyle kendilerine zulmediyorlar."
Onlar, ziraat zamanı dışında, yahut uygun olmayan yerlerde ekin ekmek suretiyle kendilerine zulmettiler. Zulüm, bir şeyi uygun olmadığı yere koymaktır. Ekini yerinde ve zamanında yapmayan kimse, mutlaka ziyan eder. Sonra bu ekine soğuk rüzgâr da isabet edince, onu eken hayli haydi ziyana uğrar. Kâfirler infâkı yerinde ve zamanında yapmayıp, ayrıca da buna küfürlerinin uğursuzluğu isabet edince o da zâyi olur. Şanı yüce Allah da bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koydukları için onları te'dip etti.
Allah ﷻ kâfirlerin harcamalarını kabul etmeyerek onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine yazık ettiler. Çünkü, yaptıkları infak ile kabul olunabilir liyâkatte bir şey getirip sunmadılar.
Kafirlerin harcamaları; Efendimize eziyet etmek, müminleri öldürmek, Müslüman memleketlerini tahrib etmek İslam dininin yayılmasına mâni olmak sonucuna yol açar. İnsanlara yaklaşmak, övünmek, sum'â (insanlara duyurmak), insanların arasında güzel bir şekilde anılmayı istemek, İslam ehline düşmanlık içindir.
Kur'an-ı Kerim hangi davranışların “kendi kendine zulmetmek” olduğunu örneklerle bildirmektedir.
1- Allah'ın ﷻ sınırlarını aşmak, kendine zulmetmektir.
“Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur.” (Talak, 1)
2- Bir insanı kazayla, haksız yere öldürmek.
“Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti.” (Kasas 16)
3- Haram kılınmış bir yasağı çiğnemek.
“(Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf, 23)
4- Allah'tan başkasına tapmak.
“Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize zulmettiniz...” (Bakara 54)
5- Haram aylarda savaşmak.
“Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin...” (Tevbe 36)
6- Boşanma durumunda kadının hakkına riayet etmemek
“Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur...” (Bakara 231)
Buradaki “zulüm”den, insan bedenine yönelik fiziki bir zorlamanın kastedilmediği açıktır. Burada anlatılmak istenen “Kendi kendine zulüm”, aç-susuz kalmak, uykusuz durmak, diken üstünde yatmak, uzun süre ayakta durmak, bedenini yaralamak, kanını akıtmak, intihar etmek değildir.
Burada zikredilen “zulüm” insanın kendi kendisine manevi bir bedel ödetmesidir. İnsanın kendi kendisini, yaratılış hukuku dışında bir işe zorlamasıdır.
Allah Teala, nefsin zevk algıladığı böyle bir zorlamaya 'zulüm' demektedir.
Hazreti Adem, Havva ve Hazreti Musa gibi kalp hassasiyeti derin olan kullar, bu davranışların zulüm olduğunu idrak etmiş ve Allah'tan mağfiret dilemişlerdir.
“Zulüm” sözkonusu olduğunda, ortada zulmeden ve zulmedilen olmak üzere iki taraf vardır. İnsan kendi kendine zulmettiğinde, zulme maruz kalan ruhu, ona zulmeden de şeytana uyan nefsidir.
İnsan kendi kendine, bilerek zulüm yapmaz. İnsanın eli ile gözünü çıkarmaya kalkışması, vücuduna bıçak saplaması, herhangi bir uzvu ile diğer uzvu üzerinde zulüm icra etmesi düşünülemez.
“Kendi kendine zulmetmek” kendi bünyesindeki bir tahribatı değil, başkasının hukukunu çiğnemeyi ifade etmektedir. İnsan el, ayak ya da herhangi bir azasıyla, Allah Teala'nın ya da yaratılmış herhangi bir varlığın hukukunu ihlal edince, eline, ayağına, diline ya da tüm bunların açtığı tahribat sebebiyle kalbine, yaratılış maksadı dışında kullanması sebebiyle zulmetmiş olur.
Vaktiyle bir hac kafilesi, çölleri aşıp vahaları geçerek Hicaza doğru yol alırken, eşkıyalar birden etraflarını çevirir. Hacılarda ne var ne yok hepsini alırlar. Ancak kafilede bulunan kadınlara dokunmazlar. Hacı adaylarından yaşlı bir zat:
- Eyvah, eşkiyalar paramızı alıp gidecekler. Hacca gitmek şöyle dursun, evimize dönecek paramız bile kalmayacak, diye sızlanır.
Tam o esnada eşkiyalardan biri arkadaşlarına seslenir:
- Hey, kadınları aramayı unuttuk. Asıl altın onlardadır.
Bu söz üzerine hep birlikte dönerek, kadınların üzerindeki elbiseleri yırtıp, örtülerini atmaya başlarlar. Bu defa yaşlı zat fikrini değiştirir. 'Paramızı götüremezler artık, korkmayın' der.
Eşkıyalar kadınlara hücum ettikleri anda müthiş bir gök gürültüsüyle birlikte şimşekler çakar, eşkıya reisinin başına ansızın korkunç bir yıldırım düşer. Paniğe kapılan soyguncular ne yapacaklarını bilemezler. Nihayet yakalanırlar, paraları da iade etmeye mecbur olurlar.
Ortalık sükûnete erdikten sonra o yaşlı zata sorarlar:
- Önce paramızı götüreceklerini söylediniz; sonra da sanki olacakları biliyormuşçasına, ‘Artık götüremezler’ dediniz. Gerçekten dediğiniz gibi oldu. Paramızı götüremediler. Bunu nasıl bildiniz?” Yaşlı zat şöyle cevap verir:
- Onlar paramızı almakla bize zulmettiler. Ama zulüm vasat derecedeydi; gayretullaha dokunacak seviyeye ulaşmamıştı. Ne zaman ki kadınlara dönüp eziyet ettiler, o zaman zulüm gayretullaha dokunacak dereceye vardı. Zulüm bu dereceye ulaşınca devam etmez. İlahî bir silleyle son bulur. Nitekim öyle de oldu, cezalarını buldular. Elebaşıları öldü, ötekiler yakalandı. Biz de kurtulmuş olduk.
✽ "Onların infakı, içinde kavurucu soğuk olan rüzgara benzer" teşbihinde vech-i şebe, faydasızlıktır. Anadolu'da ayaz vurdu denir. Yani kaysılar çiçek açarlar, mahsule dönüşecekken, bir şafak vaktinde veya geceleyin, dondurucu bir poyraz eser. Ağaçlar ve dallarında çiçekler sabah güneş doğuncaya kadar dayanırlar. Güneş doğup ısındığı vakit kuruyuverirler. Yani şiddetli soğuk bir rüzgar zirai mahsullere estiğinde nasıl zarar veriyorsa, onların da dünyada infak ettikleri mal öyledir. Çiçek açar gibidir. İmansızlıkları yolunda yaptıkları tasarruf, yani verdikleri mallar onlara çiçek açar gibi görünür. Gece verecek gibi görünür ama sonu hüsrandır.
✽ Bu teşbih, teşbih-i mürekkebdir. Teşbih-i mürekkeb, iki cümlenin cüzleri arasında benzerlik bulunması ile, iki cümlenin maksatları arasında bir benzerliğin bulunmasıdır.
♦ "Küfürlerinin, infâk ettikleri şeyi yok etmede misali, ekini helak eden rüzgâr gibidir."
Küfür rüzgara benzetilmiştir, vech-i şebesi geçiciliktir, rüzgar esip gittiği gibi, onların infakı da kalıcı eser bırakmaz. İnfak ekine benzetilmiştir, vech-i şebesi üretim, berekettir. Küfrün infakın sevabını iptali, rüzgarın ekini helak etmesine benzetilmiştir, vech-i şebesi yok olması, emeklerin boşa gitmesidir.
♦ "Onların infaklarının misâli, rüzgârın helak ettiği ekin gibidir."
✽ فٖيهَا صِرٌّ itnabdan tetmimdir. Tetmim; mütekellimin kelamından çıkarıldığında, zatında veya sıfatında noksanlığa yol açacak bir kelime eklemesidir. Bu kelime aynı zamanda tecsid ve teşhis (şahıslaştırma) ifade eder.
✽ "İnfak ettikleri şey..." ifâdesi, Hz. Muhammed'e karşı asker toplamak ve O'na eziyet vermek için yaptıkları harcamalara işarettir. مَا ism-i mevsulü tahkir içindir.
✽ Burada infaktan murad, onların âhirette istifâde etmeyi umdukları bütün amelleridir. Allahu Teala bunu infâk diye isimlendirmiştir, tağlibdir.
✽ Kafirlerin hayırlarından fayda olmadığı söylenerek, şer için yaptıklarının cezasının büyüklüğüne de tariz yapılmıştır.
✽ 'Nefislerine zulmeden kavim' sıfatlı kinayedir. Yani Allah'a ﷻ isyan ederek cezalandırılan, neticede kendilerine zulmeden bir kavim.
✽ 'Nefislerine zulmeden kavmin ekinine isabet eden rüzgar' buyruğu bir telmihtir. Tarihte Allah'a ﷻ isyan edip, nankörlük eden, ceza olarak ellerindeki mahsulleri helak edilen kavme bir telmih yapılmıştır. (Kalem Suresi'nde bu kavimden bahsedilmiştir.)
✽ Ayet-i kerime, memlekette söz sahibi olan zorbaların kötü niyetle yaptıkları haksız harcamalara da işaret eder. Meselâ; salih bir insanı memleketinden sürgün etmek, öldürmek, ona ve ailesine eziyet etmek, herhangi bir Müslümana haksızlık etmek, ve bunlara benzer şeyler için yapmış olduğu harcamalar gibi.
✽ Ayet-i kerimede irsad vardır. وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ denilip durulunca, cümlenin devamının يَظْلِمُونَ şeklinde geleceği anlaşılmaktadır.
✽ 'Fakat onlar kendilerine zulmediyorlar' cümlesinde mefulün takdimi fasılaya riayet içindir; tahsis için değildir.
✽ İnsan kendine zulmetmez fakat yaptığı zulmün sonucunda nefsine azap edilmesine yol açar. Bu nedenle isnadı mecaziden sebebe isnaddır.
✽ "Allah onlara zulmetmedi" ile "Zulmediyorlar" kelimeleri arasında tibak-ı selb ve iştikak cinası vardır.