118- Ey iman edenler, sizden olmayanları dost edinmeyin; onlar size zarar vermekte kusur etmezler; sıkıntıya düşmenizi arzu ederler, ağızları kin saçar, kalplerinde gizledikleri daha büyüktür. Eğer düşünür de anlarsanız, ayetlerimizi size açıklamış oluyoruz.
Yüce Rabbimiz iman edenleri uyarıyor: Sizden olanlardan, mümin olanlardan başkalarını dost, sırdaş edinmeyin. Onların dinleri yok ki imanlarına zarar gelsin! Onlar daima sizin zararlarınızı, kendi menfaatlerini düşünürler. Dost gibi gözükür, düşmanlıklarını sürdürürler. Hile ve desise kurar, hep aldatma, kandırma ve tongaya düşürme peşindedirler.
'Bitâne' lugat itibarı ile içine nüfuz etmek anlamına gelir. Buna göre onların iç alemlerini bilmek, yaptıkları kötülükleri kanıksamaya sebep olur. Milletimizin bütünüyle onlara benzemesi, ilimleriyle, flimleriyle, reklamlarıyla onların içine nüfuz etmenin neticesidir. Onların diyarlarında çalışma, okuma, gezme, onlarla evlenme, ortak iş yapma gibi beraberlikler buna sebep olmaktadır.
Onlara ne kadar yakın olursa olsunlar, Müslümanları asla sevmeyecek, kin, nefret, buğz, hile, zulmü asla bırakmayacaklardır.
«بطَانةَ» kelimesi sandık ve eşya sepeti demektir. Fakat burada sırlarını teslim ettiği kişi anlamındadır. Kişinin bitâne'si, onun iç işlerine ve gizli sırlarına muttali olan özel adamları ve yakınlarıdır. Kelimenin aslı, hem sırt, hem de elbise ve benzerlerinin yüzü anlamına gelen zahr'ın zıddı olan 'batn; karın ve astar' kelimesidir.
Bir kimsenin, bir diğer kimsenin özel adamı ve yakını olmasını anlatmak için kullanılır. Astar bedene elbisenin kendisinden daha yakın olduğu için, sırdaşlar buna benzetilmiştir. Astar elbiseye ne kadar yakınsa, sırdaşlar da kişiye o kadar yakındırlar.
"Sizden olmayanlar" yaşayış, güzel davranış ve itikada bağlılık noktasında müminlerden başka olan herkestir.
♦ Yahudilerdir. Medine'li müslümanlar, yahudilerle kendileri arasında süt kardeşliği ve çeşitli antlaşmalar bulunduğu için, din konusunda muhalefet etseler bile, geçim meselelerinde kendilerinin iyiliklerini isterler zannıyla, onlarla müşaverede bulunuyor ve onlara yakınlık duyuyorlardı.
♦ Münafıklardır. Mü'minler, münafıkların sözlerinin zahirine aldanıyor, onların doğru söylediklerini zannederek, onlara kendi sırlarını ifşa ediyorlardı.
♦ Bütün kafirlerdir.
Âyet-i kerime Müslümanın müslümandan başka sırdaş edinmesini yasaklamaktadır. Mü'min, bu ilâhî buyruğa uymadıkça yeryüzünde huzur bulamaz. Onlarla dost olmak demek, haktan ayrılmak ve maddî-manevî sıkıntıya düşmek demektir. Çünkü din düşmanı, müslümanın hakkında elinden gel en kötülüğü geride bırakmaz. Müslümanın zarar görmesine sevinir. Ağızlarından çıkan kinden daha büyüğü içlerinde saklıdır.
Kâfire sevgi beslemek yasaklanmıştır. Fakat iyi geçinmek ve müdârâ etmek lâzımdır.
Ayet-i kerime kâfirlerden, yahudilerden ve hevalarının arkasından giden sapık fırkalardan olanlarla içli dışlı olmayı, onları yakın kimseler edinmeyi, görüşlerini almayı ve işleri onlara havale etmeyi yasaklamaktadır. Hatta, kişinin itikat ve dinine muhalif olan hiçbir kimse ile karşılıklı konuşmaması gerektiği söylenmiştir. Şair der ki:
"Sen kişiye dair sorma. Onun arkadaşını sor. Çünkü her bir arkadaş beraber olduğu kimseye uyar."
Kişinin sırrını taşıyan kimsenin, kendi cinsinden, güvenilen biri olması gerekir. Aksi halde sırrının ifşa edilmesi, insanlar arasında rezil rüsva olmasına sebep olur.
✦ Kişi, arkadaşının dini üzeredir. O bakımdan sizden herhangi bir kimse kiminle arkadaşlık ettiğine bir baksın. Hadis-i Şerif
✦ Hakiki müminle ancak ahiret ehli dost olur. Hadis-i Şerif
✧ Allah’ı tanıyan bir yabancı için, O’na yabancı olan bin akraba feda! Sadi-i Şirâzî
✧ Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan, hizmetçi arıyor demektir. Cenap Şehabettin
✧ Her işte kendinden üstününü ara, bunu fırsat bil; kendin gibisiyle, vaktini yok edersin. Sadi-i Şirâzî
✧ Dostlarının, arkadaşlarının hukukunu gözetmeyen, onunla sohbetin, beraber bulunmanın bereketini bulamaz.
✧ Samimi ve dua eden arkadaş, her karşılaştığında avucuna lira koyandan hayırlıdır.
✧ Siz Allah’tan konuşurken başka şeylerden bahsedenlerle arkadaşlık etmeyin.
✧ Dostları hafife alanın mürüvveti yıkılır. Abdullah b. Mübarek
✧ Yastık diye başını ateşe dayayan, yatak diye yılanların üzerine yatan bir adam, emniyet ettiği bir dostundan, düşmanlık sezen bir adamdan daha rahat uyur.
✧ Acele yürüyen, yol arkadaşı değildir. Gönlü sana bağlı olmayana gönül bağlama. Sadi-i Şirâzî
✧ Yanında değilken arkadaşına seni nasıl anmasını istersen sen de ona öyle davran.
✧ Belki de Allah ﷻ, uygun kişiyi tanımandan önce yanlış kişilerle tanışmanı, uygun kişiyi tanıdığında minnettar olman için istedi.
✧ Siz, insanları kardeş edindikleri kimselerle değerlendirin. İbn Mes'ud
"Onlar, sizin halinizin bozulması için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Zahiren sizinle savaşmıyor olsal ar dahi, size, hileler, tuzaklar kurmakta, sizi aldatmak uğrunda ellerinden gelen hiçbir gayreti esirgemezler." خَبَالاً "Kötülük" kelimesi ikinci meful olarak mansub gelmiştir. Çünkü "geri kalmamak" anlamındaki لَا يَأْلُونَ fiili iki mefule teaddi eder. Mastar olarak (mef'ul-i mutlak) olarak da mansub gelmiş olabilir. Yani 'Onlar size, sizi bozacak şekilde kötülük yaparlar' demek olur. Harfi cerin hazfı ile nasb edilmiş olması da mümkündür.
Resûlullah "Ey iman edenler! Sizden başkasını kendinize sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük yapmaktan geri kalmazlar" buyruğu hakkında "Onlar Haricîlerdir" buyurmuştur.
'Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayınız ve mühürlerinizi de Arapça Hz. Muhammed'in mührü gibi kazımayınız." Hz. Peygamber bununla şunu kastetmektedir: Sizler, herh angi bir işiniz hakkında müşriklere danışmayınız ve mühürlerinize yüzükl erinize de "Muhammedun Rasûlullah" diye kazımayınız.
Ebû Mûsâ el-Eşarî zımmi bir kimseyi kâtip olarak göreve aldı. Hz. Ömer (ra) ona bundan dolayı sitem eden bir mektup yazdı ve bu âyet-i kerimeyi hatırlattı. Bir süre sonra Ebû Mûsâ el-Eş'arî, kâtibin yaptığı bir hesabı getirip Hz. Ömer'e sundu. Hz. Ömer, yapılan bu hesabı beğendi.
Daha sonra Hz, Ömer'e bir mektup geldi. Ebu Musa'ya: Senin kâtibin nerede? Gelsin de insanlara bu mektubu okusun, deyince, Ebu Musa; O mescid'e giremez, dedi. Hz. Ömer; Neden, cünüp mü? diye sorunca, Ebu Mûsâ, Hayır o bir hıristiyandır, dedi. Hz. Ömer onu azarladı ve şöyle dedi:
- Allah onları uzaklaştırmışken sen onları yakınlaştırma. Allah onları hakir düşürmüşken sen onları tebcil etme. Allah onların hain olduklarını söylemişken sen onlara güvenme.
Yine Hz. Ömer şöyle demiştir: Siz, kitap ehlini görevlerinizde kullanmayın. Çünkü onlar, rüşveti helâl bilir. İşlerinize ve yönettiğiniz raiyenizin işlerine yüce Allah'tan korkan kimseler i görevlendirerek yardım alınız.
Önceki 'Size zarar vermekte kusur etmezler' cümlesinden sonra bu cümlenin gelmesi şu manayı ifade eder: Onlar din ve dünya işlerinizde size zarar vermekten geri durmazlar. Zarar vermekten aciz kaldıklarında ise bunu ister ve size zarar gelmesini temenni ederler. Hep kalblerinde bu temenni vardır, bu asla kalblerinden çıkmaz.
Zimmet ehlini kâtipliğe getirmek, onların alış verişteki tasarrufları, vekâletleri caiz değildir.
Hz. Ömer'e; Burada Hireli bir hıristiyan vardır. Ondan daha iyi kâtiplik edec ek, daha güzel kalemle yazı yazacak kimse yok. Senin yazı işl erini yürütsün mü? denilince şu cevabı verdi: Ben, mü'minleri bırakıp baş kalarını sırdaş edinemem.
Nifâk ehli, inananlar arasında fitne ve fesat çıkarmak için her çareye başvururlar. Hattâ içlerinden bazıları, bir zaman Müslüman görünüp daha sonra (güya) İslâm'dan ayrılır. Böylece İslâm'da aradıklarını bulamadığını imâ ederek kendileriyle birlikte daha başka bazı kişileri de İslâm cemaatinden koparmaya çalışırlar. Münafıklar, bazen de dindarlık şemsiyesi altında ifsad faaliyetlerine yeni mecralar ararlar. İbadethane yaptırarak kendilerini gizlemeyi ve düşmanlıklarını sürdürmeyi düşünürler.
Münafıklar kendilerine bir yetki verildiğinde yahut fırsat tanındığında yeryüzünde fesat çıkarır, toplumların ve milletlerin gelir kaynaklarını tahrip eder, nesilleri bozmak için çalışır ve akrabalık bağlarını kesmeye, âile kurumunu ifsada yeltenirler.
♦ "Münafıkların öfkeleri ağızlarından taşmaktadır, size olan düşmanlıkları ve yalanlamaları, ağızlarıyla ortaya çıkmaktadır."
Çünkü münafıklar her ne kadar kendilerini açığa vurmamak için konuşmamak ve bir şey söylem emek maksadıyla kendilerini zorlasalar da yine de kendilerine hakim olamayarak bir şeyler ağızlarından kaçırırlar. Müslümanlara olan kinler ini ve salyalarını istemeyerek de olsa bazen kusmak zorunda kalırlar. Münafığın sözünde nifakına, sevgi ve nasihat hususunda samimiyetten uzak olduklarına delâlet eden bir şey mutlaka bulunur. "Andolsun ki sen onları, sözlerindeki üslûbundan tanırsın..." (Muhammed 30)
Münafıkları ele veren önemli özelliklerden birisi de, Müslümanlara kin ve düşmanlık beslemeleri, özeleştiriden uzak, ötekini karalama tavrı içinde her türlü hakaret ve fenalığı onlara revâ görmeleridir. Nifak ehli, Müslümanlara, değişik dil oyunları ve mecazî anlatımlar ile hakaret etmekten geri durmaz, dillerini bir kılıç gibi kullanarak kalp kırıp inananlara saygısızlık yaparlar.
♦ "Birbirlerini bu durumdan haberdâr ettikleri için, münafık ve kâfir dostlarınızın buğzu, dışa vurur."
♦ "Yahudiler, peygamberinizi ve kitabınızı yalanladıklarını açıkça gösterir, sizi cahillik ve ahmaklıkla nitelerler. Birisinin cehalet ve ahmaklıkta ısrar ettiğine inanan kimsenin onu sevmesi imkânsız olur ve ona her durumda kesin buğzeder."
Öfke-buğz, sevginin zıddıdır. Âyet-i kerimedeki الْبَغْضَٓاءُ müennes bir mastardır.
Allahu Teala'nın, diller yerine özellikle ağızları söz konusu etmesi, gelişi güzel konuşmalarında bile bunu ortaya koyduklarına işaret içindir. Onlar, öfkesi gözlerinden belli olan ve bunu gizlemeye çalışan bir kimseden daha da ileri derecededirler. Hz. Peygamber'in; kişinin kardeşinin ırzına (şeref ve haysiyetine) gelişi güzel dil uzatmasını yasaklaması da bu anlamdadır.
İnsanın konuşma tarzı, onun kişiliğini ele verdiği gibi, bir yönüyle de maksadını gizlemesini sağlayan bir maske görevi verir. Düzgün ve net bir söz kulağa ağırbaşlı ve heybetli bir insanı, sanatlı bir söz de kibar ve yumuşak huylu bir kişiliği çağrıştırır. Kulağı tırmalayan, kaba ve sert bir konuşma ise insana itici gelir. Münafıklar, iletişim esnasında kendilerini ifade ederken hem konuşma üsluplarına, hem de jest, mimik ve giyim kuşama önem verirler.
Bazı münafıklar, çok fasih, akıcı ve tatlı bir üslûba sahiptirler, kendilerini çok iyi ifade ederler. Konuştuklarında insanları etkiler ve kendilerini dinlettirir, hattâ imrendirirler. Ancak onlara bir şey söylendiğinde, karşısındakini dinler gibi görünse de kulaklarına bir şey girmez, idrak ve anlayıştan yoksundurlar. Kalplerinde düşmanlık beslediklerinden her türlü çağrıyı ve hareketi kendilerine yönelmiş bir saldırı olarak algılar, hattâ kendilerine faydalı söz ve davranışlara bile kuşkuyla yaklaşırlar. Bu hal onlarda bir seciye halini alır; zamanla mahiyetlerinin bir çukuru şekline dönüşür.
Yahudiler Medine döneminde Hz. Peygamber ile karşılaşınca "Sana ölüm olsun" anlamına gelen "Es-sâmu aleyke" şeklinde selam veriyorlardı. Hz. Peygamber onların bu kaba selamlarına "aleyküm- size olsun" diye cevap vermekle yetinir, edepli ve yumuşak tavrını değiştirmezdi.
Yine Medine'de İslam'la alay edip, hakaret eden şairlerin çoğu Yahudi idiler. İslam düşmanı olan bu azgın şairlerin başında Yahudi şair, Ka'b ibnu'l-Eşref geliyordu. Ka'b ibnu'l-Eşref düşmanlıkta o kadar ileri gitti ki Peygamber aleyhisselam Allah'a ﷻ şöyle dua etti:
"Ya Rabbi, beni Ka'b ibnu'l-Eşref'ten ve onun şiirinden kurtar."
Daha sonra da sahabi Muhammed b. Mesleme'ye emrederek bu müfsid Yahudi şairi öldürme emrini verdi.
Benzer tavır, sadece yahudilere ait değildi. Mekke müşrikleri de ellerinden geleni yapmalarına rağmen Hz. Peygamber'in mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadir bin Haris adında bir kafir Irak'a gitti ve oradan İran kisraları, Rüstem ve İsfendiyar'la ilgili masalları, hikâyeleri derleyip halkın dikkatini Kur'an'dan ayırmak ve onları masallar içinde uyutmak için büyük bir çadır kurdurarak masal anlatma partileri düzenlemeye başladı. Nadir bin Haris bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bu adam, Müslüman olan birini duyunca şarkıcı kızlara şu talimatı verirdi: "Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla ki dininden dönsün ve seninle hemhâl olsun."
Günümüz medyası Nadir bin Haris'in çadırına çok benzemektedir. TV programlarında dinî konularda yapılan tartışmalar, tam bir fesat ortamı... Medyada gençlere ve çocuklara yönelik hazırlanan programlar, dizi ve filmlere bakınca toplumun neden bu duruma geldiğini anlamak çok da zor olmuyor.
İnsanları bunlarla meşgul edip onları Kur'an ve Sünnet'e gitmekten alıkoymaya çalışmak... Tıpkı Nadir bin Haris gibi insanların beyinlerini, kulaklarını bu tür boş şeylerle doldurarak orada kitap ve Sünnet'e yer bırakmamak...
Bütün bunlar, dünün devamıdır. Bu kirli ve hain planı devam ettiren, şehveti tahrik eden, ibadetten alıkoyan, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın hepsini aynı çatı altında toplayıp Allah yolundan çeviren her fiil ve davranış eskiye dönüştür, gericiliktir. Dün, bu tür faaliyetlerde bulunanlar nasıl masallarla şarkılarla, asılsız hikâyelerle halkı cezbedip oyalayarak Kur'an'dan uzaklaştırmak istemişlerse bugünküler de aynısını yapmaktadırlar.
Müslümanlara besledikleri bilinen buğz ve kinleri her ne kadar dillerinde az olsa da içlerinde çok şiddetlidir. Sizi şaşırtmakta kusur etmezler, sarpa sarmanızı arzu ederler.
Kafir veya münafıkların kalplerindeki kin o kadar büyüktür ki, bunu gösterecek kelime bulamamaktadırlar. Ağızlarından dökülen kin dolu kelim eler, kalplerindeki kinin büyüklüğünü göstermekten acizdir. Kalplerindeki kin, ağızlarından dökülenden çok daha büyüktür. Dillerinde tezahür eden kin ve buğz alâmetleri, kalplerindeki nefretten daha azdır.
• Dost gibi görünmeye çalışır, ama hiçbir zaman dürüst ve samimi değildirler.
• Mü'minleri sanat, kültür ve benzeri yollardan şaşırtıp bozmak için çeşitli entrikalar çevirirler.
• İslâm ülkelerinin ekonomik yönden sıkıntıya düşmesini gönülden ister, bunun için bütün zekâ ve yeteneklerini kullanırlar.
• Mü'minler onları ne kadar severlerse sevsinler, onları yumuşatıp kalblerindeki kin ve düşmanlığı gidermek mümkün olmaz.
• İslâm âleminin ekonomik güç kazanması, ilim ve teknik alanlarında ileri gitmesi onları tasalandırır.
• İslâm ülkelerinde bir bölünme, iç savaş, kargaşalık ve felâket başgösterirse buna ancak sevinirler; fırsat buldukları takdirde bun un devamını sağlama yollarını arayıp bulmaya çalışırlar.
• Bazen de dıştan dost görünüp sırları öğrenmeyi planlar ve gereken tuzakları hazırlamakta gecikmezler.
"Size dinde ihlâsın, Allah dostlarına sevgi göstermenin ve Allah düşmanlarına düşmanlık beslemenin gerekliliğini gösteren ayetleri açıkladık. Bu açıklananlar üzerinde akıl yorarsanız gerçeği bulup, anlayabilirsiniz."
Bu şart cümlesi, nefisleri harekete geçirmek ve teşvik içindir. 'Eğer aklınız başınızda ise, dost, düşman kim, düşmanın gücü, taktiği nedir, ağzındaki, gönlündeki nedir, bunları size bildirdik. İki üç satırlık ayette anlattık ama aklınız varsa anlarsınız' manasındadır. 'Eğer aklederseniz' cümlesi, Allah'ın ﷻ emir ve nehiylerini yerine getirirseniz, manasına da gelir.
Lütfu ve keremiyle bütün eşyayı düzene koyup herşeye kendisi için en uygun vaziyeti veren Allah’ın yolu, dini, zihinlerimize aklın kabul ve tasdik ettiği delillerle, kalblerimize ise inayetiyle adım adım yerleştirmektir. Dini kalblere ve zihinlere kuvvet ve tehdit yoluyla yerleştirme teşebbüsü ise, esasında adım adım dini değil, terörü yerleştirmek anlamına gelir.
Herşeyi aklın eline bırakmaya kalkarsak, dinimizin gizemli ve olağanüstü hiçbir tarafı da kalmayacaktır. Öte yandan aklın prensiplerini ihlal etmeye kalkışırsak, o zaman da dinimiz saçma ve gülünç olacaktır.
Bazı müminler, aralarında akrabalık, arkadaşlık, câhiliye devrinde yapılmış yemin, dost olacaklarına dair verilmiş söz, komşuluk ve süt emme gibi alâkalardan dolayı bazı münafıklara, yahudîlere dostluk besliyorlardı. Ayet-i kerime onlar hakkında nazil olmuştur. Mü'minlere gelebilecek fitnelerinden dolayı Allah Tealâ bu dostluk ve sevgiden onları men etmek üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.
✽ 'Sizden olmayanları dost edinmeyin' mefhum-u muhalifiyle müminleri dost edinin, manasındadır.
✽ "Dost, بِطَانةَ lafzıyla getirildi, kişinin yakın arkadaşları elbise astarına benzetilmiştir. Çünkü dostlar, onun iç yüzünü bilirler, iç elbisenin vücuda yakınlığı kadar ona yakındırlar. Burada istiare-i asliyye vardır.
✽ Bu istiare dal bil işaresiyle de şunu bildirir: Astar elbisenin yardımcı unsurudur, ön planda değildir. Gerçek dost da kişinin hep arkasında yardımcısıdır. Diğer tanıdıklar kadar göz önünde değildir ama onu içerden korur, kollar.
✽ 'Size zarar vermekte kusur etmezler' cümlesi, kafirleri dost edinmekten nehyin illet ve sebebini beyan eden istinaf cümlesidir. İbhamdan sonra izah itnabıdır.
✽ Ayet-i kerimede tefri vardır, 'Size kötülük etmekte kusur etmezler, zarara uğramanızı isterler, kinleri ağızlarından çıkmıştır, kalplerinin gizlediği daha büyüktür' cümleleri, kafirler hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir.
✽ 'Kinleri ağızlarından döküldü' lazım-melzum alakasıyla mecazı mürseldir. Ayrıca 'Ağızlarından' kavlinde infisal sanatı vardır. İnfisal; mütekellimin, bahsettiği şeye malum, zahir tevehhümü vererek konuşmasıdır.
✽ 'Sinelerinin gizlediği' sıfatlı kinayedir. 'Sinelerinin gizlediği' halmahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Sinelerindeki kalplerinde gizledikleri, demektir. تُخْفٖي ile بَدَتْ fiilleri arasında muraat-ı nazır vardır.
✽ 'Size ayetleri açıkladık, eğer aklederseniz' cümlesinde şartın maziye gelmesi, tariz ve şartın vukuuna rağbet içindir. Aklınızı kullanın, sizde elbette akıl var, manasındadır.
✽ Mefhum-u şartı; akletmezseniz, ayetleri anlamayacaksınız, kafirlerle safiyane dostluğa devam edeceksiniz, demektir.