119- Siz öyle kimselersiniz ki, onları seviyorsunuz, ama onlar sizi sevmiyorlar ve siz kitaba bütünüyle inanıyorsunuz. Onlarsa sizinle buluştukları vakit; ‘İnanıyoruz’ diyorlar. Tenhada kaldılar mı size olan kinlerinden parmaklarını ısırırlar. De ki: ‘Kininizle geberin!’ muhakkak Allah herkesin ne düşündüğünü çok iyi bilir.
Siz onları sevip bütün kitaplara inandığınız halde onlar sizi sevmez, size öfke kusarken, içleri size karşı kin ve nefretle dolmuşken, nasıl olur da geçici dünya menfaati için onları seversiniz? Bu ne saflık? Aklınızı başınıza alın. Dostunuzu düşmanınızı bilin. Onurlu olun, kendinizi küçük düşürmeyin.
Sev seni seveni, yer ile yeksan ise,
Sevme seni sevmeyeni, Mısır'a sultan ise...
Bazılarının kafirliği aşikardır. Bazıları da menfaati gereği kafirliğini gizlerler. Sizinle karşılaştığı zaman 'inandık' derler. Başbaşa kalınca size olan kinlerinden parmaklarını ısırırlar. Onlar size öfkelidir ve sizi çekemezler.
Siz Rabbinize güvenin, onlardan menfaat ve fayda ummayın, onların hatırına günaha girmeyin. Rabbinizden korkun, halinize şükredin, bazı sıkıntılara sabredin. Allah kalplerinizin künhünü bilir. Onlara buğzedin. Onlara 'Kininizden ölün' deyin. Yani tavır alın, uyanık olun.
"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz" buyruğunda kastedilenler münafıklardır. Burada "sevgi" temiz duygular beslemek, kötülük düşünmemek anlamındadır. Yani;
Siz ey müslümanlar, o münafıklara karşı temiz duygular beslersiniz. Siz onlar hakkında en hayırlı şey olan İslam’a girmelerini istersiniz. Onlarsa münafıklıkları dolayısıyla size karşı temiz duygular beslemezler.
• Aranızdaki süt kardeşliği ve akrabalıktan dolayı onları seversiniz. Onlar, müslüman olduğunuz için sizi sevmezler.
• "İnandık" deyip, Peygamber'i sevdiklerini söylemeleri sebebiyle onları seversiniz. Halbuki onlar, içlerinde küfürleri iyice yerleştiği için Peygamber'e buğz ettikleri için sizi sevmezler.
• Siz onların başına, âfet ve sıkıntılar gelmesin, diye düşünerek seversiniz. Onlar ise sizi çeşitli belâ ve sıkıntılara düşürmek, başınıza her türlü musibetin gelmesini beklemek suretiyle sizi sevmezler.
• Siz onları sever, içlerine karışır, dinî sırlarınızı onlara açarsınız. Halbuki onlar, size aynı şekilde davranmazlar.
İnsanoğlunun fikriyatı düz bir seyir takip edebilir. Yaşı ve ilmî müktesebâtı ile orantılı olarak gelişebilir. Halbuki duygu ve hissiyatı değişken ve sârîdir. İnkarcılara benzemekten şiddetle sakınması gereken bir müslüman için, benzeşme ve yakınlaşmanın en tehlikelisi ise kalbî yakınlıktır.
Kafirlerin veya münafıkların derdi, müslümanların neye ve nasıl inandıkları değil, nasıl yaşadıklarıdır.
Onlar adeta şöyle derler: Dünyaya bizim gibi bakar, bizim hayat tarzımızı benimserseniz, inancınız farklı da olsa sizi sevebiliriz. Bizim kitabımıza ve peygamberimize inanmanız sizi sevmemiz için yeterli değildir.
Sevgiyi harekete geçiren güçler farklıdır. Bir doğuştan gelen ve doğal olarak insanın gönlünden çevresine yönelen sevgi vardır; bir de sosyal hayattaki birlikteliklerin, benzer hayat tarzının tesiriyle oluşan sevgi vardır. Aynı ideolojiyi paylaşan ve aynı müesseselerde buluşan insanların arasındaki sevgi gibi. Farklı inanca mensup olsalar bile, aynı partide olmaları, aynı görüşe sahip olmaları insanları birbirini sevmeye iter. Hatta bu sevgi bazen inancın da önüne geçer.
Onun için Allahu Teala 'Bütün kitaplara inansanız bile onlar sizi sevmezler' buyurarak onların ruh yapısını beyan etmektedir.
Dinin ruhunda sevgi vardır. Çünkü, kâinat bir sevgi şiiri olarak yaratılmış, yeryüzü de bu şiirin kâfiyesi yapılmıştır. Mahlukâtı kuşatan bu sevgi, insanî münasebetlere de kendi boyasını çalar. Özüne yerleştirilen muhabbet çekirdeklerini fark eden insan, diğer insanları da Allah'ın ﷻ sanatı olarak görür, herkesi sever, bütün varlığı şefkatle kucaklar.
İman nuruyla aydınlanamamış bir talihsizin gönlünü ise, kin, nefret ve düşmanlık istila eder. Üstad'ın ifadesiyle, küfür karanlığındaki insan, kâinatı umumî matemhâne, mevcûdatı da birbirine yabancı ve düşman varlıklar olarak görür. O, her şeyi birbirine hasım zannettiğinden dolayı, kendisi için de çeşit çeşit düşmanlar icad eder; bir savaş meydanında ve hasımlar arasındaymışçasına tedirgin yaşar ve hemen her şeye karşı teyakkuza geçer.
Bu kısımda bir hazif vardır. "(Onlar kitaba inanmadıkları halde) siz kitabın tamamına inanırsınız" demektir. İki zıddın biri zikredilince, diğerinin zikredilmesine gerek kalmamıştır.
Veya hazfın takdiri şöyledir: "Siz, bütün kitaplara imân edersiniz. Onlar buna rağmen size buğzederler. Öyle ise, onlar sizin kitabınızın hiçbir şeyine imân etmezlerken, daha ne diye onları seviyorsunuz?"
“Kitap” kelimesinin müfret gelmesinin sebebi:
a- Cins manasındadır. "Kitap" dan kasıt, ilâhî kitapların tümüdür. "Siz kitapların tümüne inanırsınız" demektir. Yahudiler ise kitabın bir bölümüne inanırlar.
b- Masdar ancak, tevil edilerek cemi sayılır. “Kitap” yerine “kütüb” denilmez.
Bu ifade "Onlar, sizin hak dâvanızda sebatınızdan, kendi batıl davalarında daha katıdırlar" anlamında, şiddetli bir tevbihtir.
Yani, hakkı gizleyerek ve sizden çekinerek "Muhammed'e geleni tasdik ettik, onun Allah'ın ﷻ Rasûlü olduğuna iman ederiz, derler. Onların çirkinliklerinden biri de budur. Münafıklık ederek sizin yanınızda mü'min görünürler.
Küfrün en kötüsü, dinde nifâk yapmaktır. Kalbinde küfür olan kimsenin mü'min olduğunu söylemesi, dinde nifâktır. Nifak ehli, bunu menfaat veya gizli bir fesat için yapar. Bir plân gereği müslüman gözükmesi gerekiyordur. Namazda ön safı kimseye vermez, hayır ve ıslahtan bahseder, sık sık müslüman olduğunu söyler, hizmetlerde başı çeker ama içindeki niyet başkadır. Hep fitne, şüphe ve ayrılık sebebi olacak şeyleri arar, ilk fırsatta oyununu oynar.
Kalbinde düşmanlık olup, dostluk göstermek ise dünyâ nifâkıdır. Böyle bir nifak insanı ebedi cehennemde bırakmaz. Ancak, terkedilmezse, sahibinin azap görmesine sebeptir, insanın manevi derecesini düşürür, sıddîklerden olmasını engeller.
Nifak kansere benzer, ikisinin de ortak özelliği şudur: Kanser, ilk aşamada insana acı vermez, gizlice yayılır. İlk anda farkedilip müdahele edilmezse insanı pençesine alır, kurtuluşu olmaz. Nifak da böyledir: münafığı dıştan gören, ‘bu ne güzel müslüman, ne hayır ehli bir adam!’ diyebilir. Bilmez ki karşısındaki evliya kılığında bir şeytan, dost görünümlü düşmandır. Bunun için nifakı tanımak ve zamanında önlem almak gerekir.
Ayetlerde münafıkların kalplerindekini ifşâ etmiştir. İsimlerini tasrih etmemekle birlikte, onları tanıyabileceğimiz ve kendi adımıza dikkatli olmamız için münafıkları ve nifakı bütün özellikleriyle ortaya koymuştur. Her mümin, nifakın vasıflarından hareketle kendi dindarlığının bir iç kritiğine ve muhasebesine ulaşabilmelidir.
Ancak yalnız başlarına (kendilerinden olanlarla birlikte) kaldıkları vakit de kendi aralarında size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar. Size besledikleri kinden dolayı parmak uçlarını ağızlarına götürürler. Biri diğerine: Şunları görmüyor musunuz? Güçlendiler ve çoğaldılar, derler.
Onların öfke sebebi, müminlerin ülfet, muhabbet ve sevgiyle birbirleriyle kaynaşmalarıdır. Müminlerin hak üzerinde birleştiklerini ve aralarının iyi olduğunu gördükçe öfkeye kapılırlar.
Münafıklar kinleri sebebiyle akrebe dönüşerek kendi kendilerini zehirlemektedirler. Kalplerindeki kin, parmaklarını ısırmalarına neden olmaktadır.
"Parmak uçlarını ısırmak" tekrar geri getirmeye güç yetiremediği bir şeyi elinden kaçırmaktan ötürü, gereğini yerine getirememekle birlikte ileri derecede öfke ve kin duymayı anlatan bir tabirdir. Yahut da değiştirmeye güç yetiremediği, başından savamayacağı musibetlerle karşı karşıya gelen öfkeli kişinin yaptığı bir harekettir.
Henüz geçip gitmiş, elden kaçırılan bir şey dolayısıyla eli ısırmak, dişleri pişmanlıktan dolayı gıcırdatmak ve kederlenen kimsenin çakıl taşlarını sayması, yere çizgiler çizmesi gibi davranışlar da bu kabildendir.
Nifak ehli, insanlara iyilik etmek şöyle dursun, müminleri önce fakirleştirmeyi daha sonra da ekonomik sıkıntılarını istismar ederek İslam'dan vazgeçirmeyi bile tasarlayıp, inkârda kendileriyle bir olmalarını isterler.
"Ölünceye kadar Allah sizin kin ve öfkenizi devam ettirsin; asla sizi sevindirecek bir şey göremeyeceksiniz."
• 'Allah ﷻ, kinleriyle öfkelerini ölümlerine kadar devam ettirsin' anlamında bir beddua cümlesidir. Yüzlerine karşı bu sözlerle onlara beddua etmesi -yüzlerine karşı onlara lanet etmekten farklı olarak- uygun olduğu için, Allahu Teala Rasulüne böyle demesini emretti.
• Bu onlar için bir uyarıdır. "Sen onlara arzuladıklarını ele geçiremeyeceklerini bildir. Ehl-i kitab, özellikle Yahudiler, emellerine kavuşamayacaklardır. Ölüm bu arzularına kavuşmalarını engelleyecektir" demektir.
Bu açıklamaya göre, beddua anlamı yoktur, azarlama ve öfkelendirme manasındadır. Kinlerinin artmasından murad; İslâm'ın daha fazla kuvvet buluşu, müslümanların izzet sahibi olmaları, kendilerinin de zillete düşmeleridir. Bu emir icab vechi üzere olsaydı o saatte hemen ölürlerdi.
• Bu cümlenin, İslâm'ı aziz, kafirleri zelil kılarak onları kin ve hasetlerinden helak olacaklarına dair, Allah'ın ﷻ peygamberine olan va'adini gerçekleştirmek, onun nefsini hoş tutmak, ümit ve beşaretini güçlendirmek gayesiyle Hz. Peygamber'e bir emir olması da muhtemeldir. Sanki, Hz. Peygamber'e "Bunu nefsine söyle" denilmiştir.
"Allahu Teâlâ, sizin kalbinizde bulunan, iyi niyetleri, ard niyetleri ve maksatları bilir."
Kalpte bulunan düşünceler, orada yer eden niyet ve maksatlardır. Bunlar da, bir hal oldukları için ona izafet edilmiştir. O hal, kalbin adetâ sahibi olmuştur.
Eğer insan, gönlündeki fırtınaların Allah tarafından bilindiğine inansa, ikili şekilde davranmaz. Kalbindekileri Allah'tan gizleyemeyeceğine inanmak, müslüman olmanın olmazsa olmazlarındandır.
✽ 'Siz onları seversiniz, onlar ise sizi sevmezler' reddül aciz alessadri ve tibak-ı selbtir.
✽ 'Siz kitabın hepsine inanırsınız' cümlesinde ال cins ifade eder, kitap cinsine iman edersiniz, demektir.
✽ Bu cümle, onlar sizin kitabınıza inanmazlar, manasında tarizdir. Müminleri kınama ve hak üzere sebat etmelerini beyan eder.
✽ 'Sizinle karşılaştıklarında 'İman etik' derler' ile 'Başbaşa kaldıklarında parmaklarını ısırılar' cümleleri arasında ikili mukabele vardır.
✽ 'İman ettik' derler'in zıddı; 'İnkar ederler' olacakken, 'Kinlerinden parmaklarını ısırırlar' ifadesi geldi. Tibaka mülhak îhâm-ı tezattır. Sebep-müsebbep alakasıyla inkarın neticesi olan parmak ısırma zikredildi.
✽ 'İman ettik' derler, kizb-i haberdir.
✽ "Kinden" ile "kininizle" kelimeleri ve "inanırsınız" ile "iman ettik" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
✽ 'Öfkeden parmaklarını ısırırlar' öfkenin şiddetinden kinaye ve tecessümdür.
✽ Arapça'da bir kelimede orta harf ع ,son harf ض olursa şiddet ve eza manası ifade eder. عضد pazu kuvvetlenmek, عضل güç iş, çözülmesi zor problem, gibi.
✽ 'Kininizle ölün' cümlesinden murat, onlara lanet ve onları tard etmektir. Vasıtalı kinaye ve kevn-i lahıktır.
✽ 'Allah sinelerin özünü bilir' mesel tarikına câri tezyil itnabıdır.
✽ Tağlibdir, Allahu Teala her şeyi bilir. Özellikle sinelerin özünü bilir, buyrulması kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.
✽ Lazım; Allah sinelerin özünü bilir. Melzumu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker.