Sureler

Göster

Fâtiha Sûresi 5. Ayet

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

5- Yalnız sana ibâdet ederiz, yalnız Senden yardım dileriz.

Yalnız Sana İbâdet Ederiz

Yüce Mevlâ ilâhlığını, Rablığını, rahmetini ve mâlikiyetini bildirdikten sonra, kulların kendisine nasıl duâ edeceklerini öğretiyor: ‘Yalnız sana ibâdet ederiz.’

Demek ki, kendisine tapılacak, kulluk edilecek zat bu vasıflarla mevsuf olmalı. Aksi halde kulluk edilmeye layık olamaz. Bu vasıflar sadece ve sadece yüce Allah’a aittir. O’nun eşi, benzeri, ortağı yoktur. Yaratan O, rızık veren O, rahmet eden O, terbiye eden O, mülkün yegâne sahibi O.

O’nun dışında her şey aciz, zayıf yani noksan sıfatlarla mevsuf. Değil rızık vermek, terbiye etmek; kendini idareden aciz. Yiyeceğe, içeceğe, havaya, tenefüse muhtaç. Korunmaya, barınmaya, ışığa, ısıya, sevgiye, ilgiye her şeye muhtaç.                                          

İnsanın hayatının her demi, her safhası Rabbinin ihsan ettiği nimetlere bağlı. Hastalanınca şifa veren, korkudan emin kılan, kalbin hüznünü, öfkesini giderip rahatlatan, huzur veren, ümitlendiren, sevgi veren hep O; Âlemlerin Rabbi olan Allah (celle celâlühû)...

Rabbimiz, biz kullarının acizliğini o kadar mükemmel anlatmış ki, hayret etmemek mümkün değil. «Şayet sinek onlardan birşey kapsa, onu ondan kurtaramazlar. İsteyen de aciz, istenen de.» (Hacc; 73) Acizliği bu kadar güzel kimse anlatamaz.

Bütün emirlere kayıtsız şartsız itaat, bütün yasaklarından sakınmak anlamında olan kulluk, ancak ve ancak Zât-ı uluhiyete mahsustur. Onun dışında herşey aciz, güçsüz. İlim, irade, düşünce, mal, rütbe ve diğer nimetler insanoğluna emânet. Geçici, kısıtlı, bitimli ve imtihan amaçlı verilmiş. Zayıf aklıyla, mahdut ilmiyle kendini idareden aciz insanın verdiği kararlar, kanunlar, tüzükler insanı idareye güç yetirebilir mi? Kaldı ki, sayısız âlemleri idare etsin!

İnsanın bu zaafı ile, küçük aklıyla yapacağı en mükemmel iş, en değerli düşünce Rabbini tanıyıp ona kulluk etmek. İşte Cenâb-ı Hakk da bu görevi hatırlatıyor. Bu görevin şuuruna ermek için en az günde kırk kere ders tekrarı yaptırıyor. Tıpkı derinin üzerine konan boyanın iğneyle sürekli vurularak derinin içine işleyip hiç çıkmaması gibi, bizi kulluğa motive edip bir nakış gibi işliyor.

‘Yalnız sana kulluk ederiz’; bir ömür her namazda, her niyazda, günün her beşte birinde, Cumalarda, bayramlarda, dört mevsim, yedi iklim, fert fert, cemaat cemaat müminlerin bulunduğu her yerde, zevkle, coşkuyla gönlümüzü gere gere hür irade ve açık alınla inanarak can-ı gönülden söylüyoruz.

‘Yalnız sana ibâdet ederiz’ Bu coşkuyla gün be gün Allah’a ibâdet edenlerin sayısını artırmaya gayret eder, kulluk görevini unutanlara hatırlatırız. Haydi kulluğa! Rabbimiz bizi tek istemiyor, hep beraber. Kardeşce bir safa durup, bir olan Allah’a kulluk edelim. Yönümüz, gönlümüz, istikametimiz O’na dönsün. Bu ömrü, bize bahşedene harcayalım. O’na yönelip, minnetlerimizi, ricalarımızı, isteklerimizi, duâlarımızı O’na arz edelim.

İbâdetin yalnız Allah için olması gerektiğine inanır ve bunu huzur-u İlâhide defâlarca söyleriz de; hayata geçirmekte fazla bir gayretimiz olduğu söylenemez. Oysa huzuruna çıktığımız Ferdü’s-Samed olan Sultan, söze değil öze bakıyor, amelleri ihlâsla değerlendiriyor. İhlâsı, amelleri şeytandan koruyan bir kale yapmış. Şeytan «Hâlis kulların müstesnâ» (Sâd, 83) diyerek, hâlis ibâdetlere dokunamayacağını îtiraf ediyor. Yüce Mevlâmız, «Allah’a dinde hâlis olarak ibâdet edin.» (Mü’min, 14) fermânıyla bizi gerçek kulluğa çağırıyor.

      ✽      ✽      ✽

Hz. Hüseyin’in tefsiriyle ibâdet, Allah’ın bütün emirlerini yapıp, bütün yasaklarından kaçınmaktır. O halde bize düşen, bütün hareket ve sükûnlarımızı O’nun istediği tarzda, emir-komuta zinciri içinde yapmak. Bunu yapabilmek için de, o sonsuz ilim deryâsından, hiç değilse mükellefiyetlerimizi, sorumluluklarımızı içeren bilgileri almakta son derece gayretli olmak gerekiyor.

Adres olmadan menzile varılmadığı, kullanma kılavuzu okunmadan âlet çalışmadığı gibi, vücut makinemizi sırât-ı müstakîmde sâlimen çalıştırıp, huzur-u İlâhiye yüzü ak çıkabilmek için de, edille-i erbaa’ya (kitap, sünnet, icmâ ve kıyas), en az, bir sürücünün ehliyete sâhip olması ve yolda kalan arabasını tek başına yürütebilecek kadar bilgiye sâhip olmasının şuurunda ve bilincinde sahip olmalıyız ki, aslî görevimiz olan ibâdeti, kusursuz, hatâsız yerine getirebilelim.

Zâten, cümlenin içinde mefulü başa getirip, takdim kasrı yaparak ihsâsı gözler önüne seriyor. Dörtte üçü harflerle yapılan kasır kuralında, harflerle değil takdimle kasır yapmayı tercihi de, ibâdeti her şey üzerine takdim etmemizin ne kadar önemli olduğunu vurgulamakta çok zarif bir remizdir.

İbâdet, niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan ve Cenâb-ı Hakk’a ‘kurbet’ (yakınlık) ifâde eden taat-ı mahsûsa diye târif edilir.

İbâdet, huzûrun ve Allah’a karşı tevâzunun son noktasıdır. Kur’andaki ibâdet, tevhid amaçlıdır. Yani emir ve yasaklarda, Allah’ın hükümlerine son derece saygı gösterip, hayatı O’nun istediği tarzda yaşamak ve O’nun buyruklarına ters düşen hiçbir hükmü önemseyip benimsememektir.

      ✽      ✽      ✽

Namazı nasıl O’nun istediği biçimde, istediği saatte kılıyorsak; orucu nasıl istediği tarzda, farz ettiği ayda tutuyorsak; çocuklarımızı eğitirken, günlük hayatta yemek, içmek, uyumak, gezmek, konuşmak, tanışmak, alışveriş, ticâret, ziyâret, evlilik, boşanma, miras bölme, ilim öğrenme, yolculuk yapma, düğün, hediyeleşme, yardımlaşma gibi her hareketimizi O’nun belirlediği sınırların içinde yapmak zorunda olduğumuzu, aksi halde hem sevimsiz, hem âsi duruma düştüğümüzü; bu sâyede Allah’ın ve kulların hakkını ihlâl etmek sûretiyle hem kendimizin, hem diğer varlıkların huzurunu, emniyetini, hürriyetini ihlâl ettiğimizi hiçbir zaman unutmamalıyız. «Allah, haddi aşanları sevmez.» (Mâide, 87) âyetini gönül ekranımızda masa üstü yapmalıyız.

Seven, sevdiğine âsi olur mu, gücendirir mi, nefsinin arzularını O’nun buyruklarına tercih eder mi? O’nun sağladığı imkânlarla, O’nun verdiği nimetlerle, O’na isyan revâ mıdır? Bu nedenle «İnsan çok nankördür.» (Hacc, 66) «İnsan, çok zâlim, çok câhildir.» (Ahzâb, 72) «Kahrolası insan, nasıl da inkâr ediyor.» (Abese, 17) hitaplarının muhâtabı oluyor.

O Zât-ı Kerim’i gücendiriyoruz. Oysa namaz kılan müslümanlar olarak ‘Yalnız Sana kulluk ederiz’ sözünü günde kaç kez tekrar ediyor-ettiriliyoruz. Bu bedeni kim yarattı, kim yaşatıyor, rızkını, nefesini, tüm duygularını kim ihsan ediyor ise, gönlün ona râm olması gerekmez mi?

«Hiç Yaratan bilmez mi?» (Mülk, 14) Bu vücut makinasını kim vücûda getirdiyse, nasıl çalışması gerektiğini de ancak o bilir. «Allah, âlim olarak yeter.» (Nisa, 70) Doktor diye veterinere gitmenin âlemi yok. Sevap işlediğimizde de, günaha daldığımızda da O’ndan başka mürâcaat edecek kapımız yok. Bizi bağışlayacak, tevbemizi kabul edecek başka sığınak yok. Af da, mağfiret de, ihsan da, yardım da hep O Yüce Sultandan... Bunun için Mevlâna: ‘Bu kapı, ümitsizlik kapısı değil. Bin kere dönmüş olsan da yine gel...’ diyor.

Zaman zaman gaflete dalsak da, dünyanın oltasına, nefsin sultasına gelmiş olsak da, gerçekleri düşünüp, aklımızı toparlayıp hemen O Yüce Zâta mürâcaat edip yalvaralım:

‘Allah’ım! Sana güzel ibâdet yapmak için, Seni düşünüp anmak için bana yardım et. Allah’ım! Göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma.’ Âmin yâ Muîn...

                        ✽      ✽      ✽                                    

Yalnız sana

‘İyyake’, Allah’ın isminden kinayedir. İzafetsiz, tek bir kelime olarak Allah’ın isimlerinden olduğu da söylenmiştir.

‘İyyake / Yalnız Sana’ lafzının, ‘na’büdu / ibâdet ederiz’ lafzından önce gelmesinin hikmetleri vardır:

1- Rivâyet edildiğine göre iki usta güreşçiden birisi, güreş bilmeyen bir köylüyle güreşir. Ama köylü, bu ustayı birkaç defâ yener. Bu esnâda o köylüye ‘Bu, falanca meşhur güreşçidir’ denilince, adam o anda olduğu yere yığılır kalır. Bu ancak, o adamın ustadan korkmasından ileri gelmiştir. Burada da öyledir. Allah (celle celâlühû) kuluna ilk önce Zâtını tanıttı ki, böylece kulun Allah’a (celle celâlühû) ibâdeti saygıyla yapılmış olsun da, gaflete bulaşmamış olsun.

2- ‘Yalnız Sana ibâdet ederiz’ sözü, senin mâbud ve maksadının ancak Allah (celle celâlühû) olduğunu açıklamış olur. Bu da tevhidden daha beliğ ve şirk ihtimallerinden de daha uzaktır.

3- Allah’ın (celle celâlühû) zikri, insanların zikrinden daha önce olsun diye ‘Yalnız Sana’, ‘ibâdet ederiz’ den önce gelmiştir. Çünkü Vacibu’l vücut olanın, mümkinü’l vücut olandan önce zikredilmesi gerekir.

4- Nimet verilirken nimete değil de nimeti verene bakan kimse, belâ vaktinde, belâya ve musibete değil de bunları verene bakar.

Şayet sana vaadler ağır gelir, kıyam, rüku ve sücut gibi ibâdetler zor gelirse beni hatırlaman ve kalbinde beni tanımayı daima canlı tutman için, önce ‘İyyake na’büdu’ dedim. Böylece benim celâlimi hatırlayıp senin Mevlân olduğumu, senin de benim kulum olduğunu bilince, bu ibâdetler sana kolay gelecektir.

Burada ‘iyyake’ ile iltifatın faydaları:

1- Dinleyiciyi teşvik etmek.

2- Hamde layık olanı yüce vasıflarla sıfatladıktan sonra, mühim işlerde ondan yardım istemek ve hudûnun son noktasında muhataba hitab etti ki, ibâdetin ona mahsus olduğunu daha iyi ifade etsin.

3- O ‘alemlerin Rabbi’ diye vasıflanınca, her zaman ve her yerde hazır olmuş oldu. Bu durumda da O’ndan ‘O’ diye bahsetmek uygun olmadı.

4- ‘Bizi doğru yola ilet’ duâsına hazırlık olmuş olur.

5- Muhatabdan istemek, gaibten istemekten daha efdaldir.

6- Sûre buraya kadar medihti. Medhin gaib sigasıyla yapılması daha uygundur. Bundan sonrası da duâdır. Duânın da muhataba yapılması daha güzeldir.

Gaibten muhataba iltifat, Kur’an’da 60 yerde vardır. En güzeli Fâtiha’da geçendir.

 

Ancak Sana İbâdet Ederiz

Her gün kırk defa dile getirdiğimiz bu sözleşmeyi hayata geçirme gayreti içinde olmamız gerekmez mi?

‘Yalnız Sana kulluk ederiz’ cümlesi, çok kapsamlı bir cümle. Bu iddia, çok delil isteyen bir iddia.

Öncelikle kulluk nedir? Bizi yaratan, yaşatan, iki cihan saadeti ihsan eden Yüce Allah’a bütünüyle itaat, teslimiyet ve inkiyattır.

‘Abd / Kul’ lügatta; esir pazarından satın alınmış, her şeyi efendisine ait olan köle, anlamında bir mecazdır.

Istılahta, emir ve yasaklarda kayıtsız şartsız Allah’a itaat etmek ve kimseyi hiçbir hususta O’na tercih etmemektir. Hal böyle olunca, bütün hayatımızı O’nun iradesine rabt etmek, bütün gönlümüzü O’nun muhabbet ve rızâsına râm etmektir.

Sûrenin başından beri büyük bir saygı ile okuduğu ve dinlediği âyetlerle Zat-ı Zülcelâli tanımaya başlayan kul, O’nun yüce vasıflarını duymaktan mestü hayran olmuşçasına üçüncü şahıstan ikinci şahsa teveccüh edip ‘yalnız sana ibâdet ederiz’ iltifatında bulunuyor ve çoğul sigasıyla hitap ediyor. Bir ben değil bütün âlem; zerreden küreye, arştan ferşe, ezelden ebede tüm var ettiklerinle birlikte hepimiz Sana ibâdet ediyoruz ve ibâdet edeceğiz.

Senden başka kulluğa layık kimse yok; hepsi Senin memlükün, her şey Senin emrine musahhar. Daha önce fetret devri insanları bilmeden, şaşkınlıklarıyla elleriyle yapıp, dilleriyle isim verdikleri putlara kulluk ederlermiş. Biz onların bu tutumunu reddederek ibâdetlerimizi Sana hasrediyor, ehli tevhid olduğumuzu, dini halis olarak Sana has kıldığımızı hep birlikte huzurunda bütün gönlümüzle ilan ediyoruz. ‘Biz yalnız Sana kuluk ederiz.’

Şu bedenimizi kim yarattı ise, rızkımızı kim veriyor ise biz sadece ve sadece ona kulluk eder, onun emrini dinler, onun yasakladığından kaçarız.

Talebimiz yüce Mevlâmızı hoşnut etmek, rızâsını kazanmak, gayemiz onun cemâline erme bahtiyarlığı.

Ey Allahım Sana tezellül eder, Sana huşu duyar, Sana muhtaç oluruz. Zira ubudiyetin manası zillet ve istianedir. İbâdeti Sana tahsis ederiz; Çünkü Sen bütün tazim ve iclale müstehaksın. Senden başkasına ibâdet etmeyiz.

      ✽      ✽      ✽

‘Na’büdü’ kelimesinin, kökü ‘abede’ dir. İbâdet ve ubûdiyet olmak üzere iki ayrı masdardan alınmıştır. Bunlar da farklı mânâlara gelir:

İbâdet                                Ubûdiyet

•Gafletsiz namaz               •Husûmetsiz rızâ

•Gıybetsiz oruç                  •Şikâyetsiz sabır

•Minnetsiz sadaka              •Şüphesiz yakin

•İrâdesiz hac                       •Gıybetsiz şuhud

•Sümâsız gazâ                    •Rücûsuz ikbal

•Eziyetsiz köle azadı          •Kesintisiz isal

•Usanmadan zikir.              •Âfetsiz sâir taat.
 

✧ İbâdetin, hırs veya gadap mânâlarına gelen ‘abed’ maddesinden alındığı da söylenmiştir.

✧ İbâdet, huzurun ve Allah’a karşı alçakgönüllülüğün son noktasıdır.

✧ İbâdet, tam anlamıyla taatta bulunmak için insanın var gücünü ortaya koyması ve mâsiyetten uzak kalması için Allah korkusunun bilincine ermesidir.

✧ İbâdetler, insanı saadete ulaştıran hazinelerdir. Anahtarları, kudret, irâde ve ilimdir. Bunlar da Allah’ın kudret kabzasındadır.

✧ Âyetteki ‘ibâdet’ kelimesi sadece bizim zihinlerimizde canlanan namaz, oruç, hac gibi belli şekilleri olan ibâdetlerden ibâret değildir. İbâdet, bunları da içine alan ve insan hayatının tamamını şekillendiren Allah’a tâbi olarak yaşamanın adıdır. Allah’ın hükümlerine sabretmek, namaz ve oruçtan daha kıymetlidir.

      ✽      ✽      ✽

İbâdetin yardım talebinden önce zikredilmesi, duânın kabul edilmesine daha uygundur.

İnsan, ruh ve bedenden meydana gelmiştir. Bedenin gâyesi, ruh için faydalı olan şeyleri elde etme husûsunda, rûhun bir aleti olmaktır. Bedenin durumlarının en üstünü, devamlı rûhâni saadetleri kazanmaya dâir rûha yardım edecek amelleri yapmış olmasıdır. Bu ameller de, bedenin Ma’budu tâzime ve O’na hizmete götürecek işleri yapmasıdır. Bu ameller ibâdetlerdir.

O halde kulun bu dünyada en güzel hâli, bu ibâdetlere devam etmesidir. ‘iyyâke na’büdü’ sözüyle kastedilen budur. Kul bu mertebede bir süre devam ederse, o vakit ona gayb âleminin nurlarından bir şeyler tecelli eder. Halbuki o, yalnız başına bu ibâdet ve taatları yerine getiremez. Bilâkis Allah (celle celâlühû), onu muvaffak kılmadığı, yardım etmediği ve korumadığı sürece, bu ibâdet ve taatlardan her hangi birini yapması mümkün değildir. Bu makam, kemâlâtta orta dereceyi işgal eder. ‘ve iyyâke nesteîn’ sözünden kastedilen de budur.

Yalnız Allah’ın (celle celâlühû) varlığına inanmak ve yardımı da yalnız O’ndan istemek sûretiyle, örf ve âdetlerin esâretinden, şahısların ve köhne nizamların köleliğinden beşer vicdânı kurtulmuş olur. Aynı zamanda insan, efsânelerin, evham ve hurâfelerin esâretinden de halâs bulur

‘Ancak Sana kulluk ederiz’ ifâdesiyle, fiilin kuldan geldiğini inkâr eden Cebriye’nin; ‘Ancak Senden yardım bekleriz’ ifâdesiyle de, başarılı kılmanın ve yaratmanın Allah tarafından olduğunu inkâr eden Mu’tezile’nin görüşleri reddedilmiş olmaktadır.

‘Ancak Sana kulluk ederiz’ ifâdesiyle insanda ilk anda doğacak olan kendini beğenme duygusu, ‘Ancak Senden yardım dileriz’ ifâdesiyle ortadan kalkar..

      ✽      ✽      ✽

✧ ‘na’büdü’ Biz zamiriyle gelmesinde namazı cemaatle kılmaya tenbih vardır. Ayrıca böyle yüce bir makamda tevâzu kastedilerek biz zamiri getirilir. ‘Ben Senin kullarından biriyim’ manasındadır.

✧ Eğer ‘İyyake a’budu’ deseydi manası ‘İbâdet eden ancak benim’ şeklinde olurdu. Bu büyük bir kibirdir.

✧ Müminler kardeştir. ‘İyyake na’budu’ dediğinde, doğudan batıya bütün müminlerin ibâdetini de zikretmiş olur. Böylece sanki o diğer müminlerin işlerini düzeltmeye çalışmış olur. Bu fikirde olan kimsenin işlerini Cenâb-ı Allah düzeltir.

✧ Sanki Cenâb-ı Hakk kuluna şöyle demiştir: Sen övgülerinle bizi yücelttin. Böylece senin bizim yanımızdaki kıymetin arttı. O halde sadece kendi işlerini düzeltmeye çalışma, bütün müslümanların ihtiyaçlarını gidermeye çalış, ‘İyyakena’büdu ve iyyakenesteîn’ de.

✧ Hemen arkasından yardım isteğinin gelmesi, ibâdeti yerine getirebilmek ancak Allahu Teâlâ’nın yardımıyla mümkün olduğu içindir.

✧ İbâdetin önce zikredilmesi de insan ve cinlerin ibâdet için yaratılmış olması sebebiyledir.

✧ Ayrıca bu tertip, ‘gayeler vesilelerden önce gelir’ kaidesine uygundur. Yine ibâdet; öncesindeki din gününe, yardım isteme de kendinden sonra gelen hidâyete uygundur.

      ✽      ✽      ✽

✧ ‘İyyake na’büdu’ sırf bir tevhiddir; ‘La ilâhe illallah’ın yerini tutar.

✧ Kulluk sıfatı, nefsinin hiçbir şeye sâhip olmadığını görmen, ne kendine zarar verebileceğini, ne de fayda sağlayabileceğini bilmendir.

✧ Hakiki mânâda O’na kulluk etmek, O’nda yok olmaktır. O’nun varlığında erimek, kaybolmaktır.

✧ Kur’an’da ibâdetle ilgili anlatılan her şeyde tevhid amaçlanır. Nitekim tespih, namaza; kunut da itaate işâret eder. Hz. İkrime

✧ Anlatıldığına göre Süfyân-ı Sevri bir akşam namazında, birkaç kişiye namaz kıldırırken Fâtiha’yı okuduğu sırada bu âyete gelince düşüp bayıldı.

Ayıldığında niçin bayıldığı soruldu. O da şu cevabı verdi: ‘Sen neden doktor ve sultanların kapılarına gidersin?’ diye bir şeyin sorulması içime doğdu. İşte bundan dolayı düşüp bayıldım.

✧ Bana en yakın olanlar Allah’a (celle celâlühû) hakkıyla kulluk edenlerdir. Hadîs-i Şerîf

✧ Senin kulun olmam iftihar etmem için bana yeter. Senin benim Rabbim olmansa, şeref bakımından bana kâfidir. Yâ Rabbi, ben Seni istediğim gibi bir ilâh buldum; Sen de beni râzı olduğun kullardan eyle. Hz. Ali

✧ İbâdet için boş vakit arayıp gecikmek, nefsin aptallığındandır. Ataullah

✧ Eğer kul günahlarını gizlediği gibi ibâdetlerini gizlese, Allah (celle celâlühû) onun bu yönünü açığa çıkarır. İbrâhim b. Yezîd

✧ İbâdet; neyin varsa bırakman ve emrolunduğunu yapmandır. Ebû Hafs

✧ Günahlardan kaçmakta ve sevap işlemekte inad ediniz. Böylece inadın sırtına binip Cennete giriniz. Hekimoğlu İsmail

✧ Bizim vazifemiz, emir olunduğumuzu yapmaktır, ötesi bizim vazifemiz değildir. Herkes kendi mertebesini bilmeli ve kendi mertebesinde vazifesini yapmalı. Kapıcı müdürün, odacı şefin işine karışırsa, nizam-ı âlem bozulur. O zaman kıyâmeti beklemeli.

✧ Eğer kul kulluğa yakışacak şekilde çalışırsa, efendisi onu aziz tutar. Sadi

✧ Sofi, her an Rabbi ile olan, zâhid ise daha o makama kavuşmayıp nefsi ile uğraşan ve onun kötü isteklerinden kurtulmaya çalışandır.

✧ Kulluğun esası üçtür: Sünnet-i Resûle ittiba, helâlden yiyip içmek, amelleri ihlâslı yapmak.

✧ Allah’a (celle celâlühû) gerçek kulluk; Resûle ittiba, ahde vefa, emre uygun hareket, mevcut olana rızâ, kaybolana sabretmektir.

✧ Yaşama sanatı; günü zevk, neşe ve kullukla geçirebilmektir.

✧ İnsanın saf kulluğu dört şeyle bilinir: Rahatı terk eder, infak eder, fakiri sevindirir, övgüye değer işler yapar. Zünnûn-i Mısrî

✧ Kur’an okumak, ihtiyaç sâhiplerine yardım etmek, sadaka vermek, vakıf yapmak, köle âzât etmek ve benzeri şeyler, niyete bağlı olmayan ameller hem yakınlık, hem itaattir, ibâdet değildir. Fakat namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi yapılmasında niyet şart olan ameller hem ibâdet, hem yakınlık ve itaattırlar.

✧ Yâ Dâvud! Tamamen bana yönel ki, hükümdarları sana baş eğdireyim, makbuliyet ve heybet vereyim.
 

Hazreti Îsâ kendilerini Allah’a adayan, devamlı ibâdet eden bir topluluğun yanından geçer. Onlara,

- Allah’a niçin ibâdet ediyorsunuz? diye sorar.

- Cehenneminden azad olup cennetine kavuşmak gayesiyle ibâdet ediyoruz, derler.

- Sizler mahluktan korktunuz, mahluku (yani yaratılmış olan cenneti) ümit ettiniz. Aslında Allah’tan korkmalı ve rahmetini ummalıydınız, der.

Onlardan sonra başka bir cemaatin yanına uğrar ve aynı soruyu onlara da sorar. Onlar da şu cevabı verirler:

- Biz ona sırf kendisini sevdiğimiz için, celâl ve azametine büyük bir saygımız bulunduğundan ibâdet ederiz.

- Gerçek Allah adamları sizlersiniz. Ben sizinle olmakla emrolundum, diye karşılık verir.

 

       ✽      ✽      ✽

 

Kulluğun güzergâhını çizecek olursak; önce itikat-ibâdet-ahlâk diye üçe ayırdıktan sonra teferruata geçeriz. Bunları bölüm bölüm inceleyip Rabbimize karşı vazifelerimizin türünü, sırasını, emir ve yasaklar çerçevesinde değerlendirip, görevimizi en içten duygularla yapmaya azmederiz.

1- İtikatta Kulluk

İman; lügatte tasdik etmek, doğrulamak, terim olarak Allah’ın (celle celâlühû) Hz. Peygamber aracılığıyla insanlara bildirdiği her şeye kesin olarak inanmak, doğruluğunu kabul etmek anlamına gelir. İnancın toplum tarafından bilinmesi için de sözlü olarak söylenmesi veya gösterilmesi gerekir. Kişi inandıktan sonra güzel ibâdetlerin yanı sıra, güzel davranışlarla da emrolunmuştur.

İbâdet ve davranışlara kısaca amel denir. İman ve amel, bir bütünü oluşturan parçalar değil, ayrı ayrı şeylerdir. Ancak aralarında çok sıkı bir ilişki vardır. Bir kişinin ibâdetlerini eksik yapması veya kötü davranışlarda bulunması, dinimizde günah olarak değerlendirilir. Bu günahlar imanın aslını olumsuz yönde etkilemese de, imanın gücünü etkiler. İslâm âlimleri, pratiğe yansımayan inancı kol ve bacakları bulunmayan vücuda veya dal ve budakları bulunmayan ağaca benzetirler ki; bu imanın işlevselliğini yitirip, bir kanaat şeklinde kalışıdır.

İman ile birlikte, ibâdet etmek ve güzel davranışlarda bulunmak gerekir. Kutsal kitabımız Kur'ân-ı kerimde, inanma ile sâlih amel bir arada zikredilmektedir. Davranışların inançla uyumu; imanı güçlendirir, ruhunu yüceltir, kişinin ahlâken daha olgun ve şahsiyetli olmasını sağlar. Bu nedenle inancı hayata ve pratiğe geçirmek, insanın dünya-âhiret saadeti, toplumun huzuru için lüzumludur. Sâlih amel de mümine Yüce Allah’ın (celle celâlühû) rızâsını kazandırır.
 

      ✽      ✽      ✽
 

İmanın gereği; hukuka riâyet, ahide sebat, ciddiyet, merhamet, yardımseverlik.

Allah’tan korkan, intikam peşinde olmaz. Allah’tan korkan, arzu ettiği herşeyi yapmaz. Eğer kıyâmet olmasaydı, herşey gördüğünüzün aksine olurdu. Hz. Ömer
 

İmanın hakikati

İmanın hakikati; ancak Rabbimizden korkmayı, ancak O’nu sevmeyi, ancak O’na ta’zimi, ancak O’ndan istemeyi icap ettirir.

1- Allah-u Teâlâ, herkese korktuğunu musallat kılar. Kimin kalbinde Allah korkusu varsa, onun iki cihanda yardımcısı Allah’tır. Allah’tan korkmayanın ise, hasmı Allah-u Teâlâ’dır.

2- Kalbe yabancı sevgi sokulunca, sirke, soğan, sarımsak katılmış bal veya süt gibi kalp fâsit olur. Yalnız başka şeylerle meşgul olan insan, Rabbi tarafından terk olunur. Rabbi Teâlâ’ya kavuşmak, cennetten çok yüksek bir nimet, O’nun tarafından terk edilmek ise, cehennemden şiddetli bir azaptır. Biz O’nunla olmaya çalışalım. O daima bizimledir. ‘Rabbinin sana şah damarından daha yakın olduğunu’ hatırından çıkarma.

3- Âhiret işlerini daima dünya işlerinden ileri tutmalıdır.

4- Herkes lûtuf beklediğine bırakılır. Başkasından ummayanı Rabbimiz, başkasına muhtaç etmez.

 Allah’ın zat ve sıfatlarıyla ilgili münâzaralara giren adam, deniz ortasında gemisi parçalanıp dalgaların kucağına düşen adam gibidir. Bu dalgaların birbirine devretmek sûretiyle adamı selâmet sâhiline atmaları imkânı varsa da, bu pek az bir ihtimaldir. Fakat dalgalar arasında boğulup gitmeleri daha kuvvetlidir.
 

İmân-ı Kâmil

✧ Komşusu şerrinden emin olmayan kimse, kâmil mümin olamaz.

✧ Yerenin yermesine aldırış etmemek, hiçbir sûrette amele riyâ karıştırmamak, âhiret ve dünyalık kendisine arz edilirken, âhiret için olanı tercih etmek, imanı kemâle getirir.

✧ İman ve hayâ birbirini tamamlar; biri yok olunca öbürü de yok olur. Hadîs-i Şerîf

✧ İnsanların en hayırlısı, benim asrımdakiler, benim asrımdan sonra gelenler ve daha sonra gelenlerdir. Sonra bir kavim gelir ki, imanları şehâdetlerini, şehâdetleri de imanlarını geçer.

✧ Müminin imanı en kuvvetli olanı, ahlâkı en güzel olanıdır. Hadîs-i Şerîf

✧ İmanın sebatı takvâ, yok oluşu ise tamahkârlık iledir.

✧ Üç şey var ki, bir kimse onları özünde toplarsa, tüm imanı kalbinde toplamış olur:

    1- Darlıkta sadaka vermek.

    2- İnsaf ve merhamet sâhibi olmak.

    3- Halka karşı emin biri olmak. Ammar b. Yasir

✧ İman çıplaktır; elbisesi takvâ, süsü haya, meyvesi ilim, malı fıkıhtır.

✧ İmanın kemâli, Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e muhabbetle hâsıl olur.
 

İmanı kuvvetlendiren sebepler

♦ Kabirleri ibretle ziyâret.

♦ Allah rızâsı için sadaka vermek.

♦ Harama bakmamak.

♦ Halkın günahını görmemek.

♦ İlmiyle âmil ulemâya hürmet etmek.
 

İman nûru

• İman nûru kalpte olursa, hayatta, evrende ve insanlık âleminde meydana gelen olaylara ilişkin gerçekleri açık seçik görür.

• Bu nur kalbinde bulunduğu zaman, düşüncelerinde ve aklında aydınlık, durum ve eğitiminde bir rahatlık görür.

• İşlerin olmasında ve meydana gelmesinde, olayların öncesinde ve sonrasında yumuşaklık ve kolaylık görür.

• Her durum ve her anda, huzur, güven ve kesin inancın rahatlığı içinde kendini bulur.
 

İmanın Faydaları

Kul, bütün mahlûkâtın işlerini düzene koyan, yerlerin göklerin ilâhı, âlemlerin de bir Rabbi olması gerektiğini müşâhade edince, şöyle düşünür: ‘Son derece zelil ve kıymetsiz olduğuma göre, bu yüce varlığa yaklaşmam ve her hangi bir yolla O’na ulaşmam nasıl mümkün olur?’

İşte bu durumda, bu derde uygun ilâcın yerini tutacak şeyi Allah (celle celâlühû) ona hatırlatarak sanki şöyle der: ‘Ey zayıf kulum! Her ne kadar Ben, kudreti, heybeti ve ulûhiyeti büyük olan bir Zât isem de, aynı zamanda rahmeti büyük Rahmân ve Rahîm, din gününün yegâne sâhibi Allah’ım. Bu dünyada yaşadığın müddetçe seni, rahmetimin kısımlarından ve nimetlerimin her çeşidinden mahrum bırakmam. Öldüğünde de din gününün sâhibi Benim, hiçbir amelini karşılıksız bırakmam. Eğer hayır yapmışsan, tek bir hayrına sonsuz hayırlarla karşılık veririm. Eğer günah işlemiş isen, günahını bağışlamak, lütufta bulunmak ve onu örtmekle karşılık veririm.’
 

İmanı kaybetmemenin başlıca sebepleri

1- Gayba iman etmek: Gaybı ancak Allah bilir diye itikat etmek, inanılacak şeylere Kur’an'ın bildirdiği şekilde, görmüş gibi inanmaktır.

Gaybdan dem vuran, gâipten söz söyleyene inanmak küfürdür. Falcının falı rast gelse bile inanmak câiz değildir.

2- Haramı haram, helâli helâl bilmek. Helâli helâl bilmek, dinin bekâsına sebeptir.

3- Azaptan dâima korkmak ve kendini azaptan kurtulmuş saymamak. Allah’ın (celle celâlühû) dünya ve âhiretteki azabından, ancak dünya nimetine dalıp âhiretini kayb eden emin olur. Bu durum, dünyada belâya, âhirette ebedi azaba sebeptir.

• Allah (celle celâlühû), iki korku ve iki emniyeti bir araya toplamaz. Dünyada korkusu çok olanı, âhirette korkutmaz.

• Allah (celle celâlühû), kendisinden korkmayanı, her şeyden korkutur.

4- Allah’ın (celle celâlühû) rahmetinden asla ümidini kesmemek.

Kethüdâzâde Abdullah Efendiye, ‘Mekteb-i Tıbbıye de (hâşâ) Allah’ı inkâr ediyorlar, her şeyi tabiat meydana getirir, her şey tabiat sayesinde olur’ diyorlarmış diye haber verdiler.

Bunun üzerine Abdullah Efendi dedi ki: Öyleyse onlar Allah’ın ismini Tabiat koymuşlar. Demek ki çâre yok, bir Allah’a muhtacız!
 

İman ve nifak

Hilim, hayâ, ölçülü konuşmak ve fıkıh, imandandır. Bunlar dünya endişesini azaltır ve âhiret gayretini artırır. Âhiret gayretini artırmaları, dünya endişesini azaltmasından fazla değildir. Kötü söz ve katılık, nifak alâmetidir. Bunlar, dünya tutkusunu çoğaltır ve âhiret gayretini azaltır. Âhiret gayretinden eksilttikleri, dünya tutkusundan artırdıklarından fazla değildir. Avn b. Abdullah

İman − İtaat

İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdik, erkânı ile amel etmektir. Yani itaat etmektir.

İnsanın başına gelen musibet ve belâların bir kısmı, Allah’ın kâinata koyduğu kânunlara riâyetsizliğinden ve tedbirsizliğinden ileri gelmektedir. Halbuki insan, Allah’ın Peygamberine vahyettiği dini hükümlere itaat etmek mükellefiyetinde olduğu gibi, hayatın düzen ve istikrarı için kâinata koyduğu kanunlara da boyun eğmek zorundadır. Âdetullah denen bu kanunlara riâyet etmeyen, bu itaatsizliğin cezasını dünyada hemen çeker. Kendinden başka hiç kimseyi de suçlamaya hakkı olmaz.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ İbâdet, zihinleri Halîk-ı Hakim’e yöneltmek içindir. Bu da itaat ve inkıyadı (bağlılığı) sağlar. Bu inkıyat da mükemmel intizama, o nizamla bütünleşmeye girmek içindir.

✧ Nizama tabi olmak, hikmetin sırrını, yaratılış gayesini tahakkuk ettirmek içindir.

✧ Kâinattaki bütün varlıklar incelendiğinde, onların yaratılış ve yapılaşmalarında muhkem bir sanat kendini gösterir. O muhkem sanat ise her tarafta Allah’ın (celle celâlühû) hikmetini ortaya koymaktadır.

✧ Allah (celle celâlühû) insanı bu kâinatta bir santral durumunda yaratmıştır. Her şeyin onunla bir münasebeti vardır. Bütün varlıklardan gelen hatlar insandan geçmektedir.

✧ Varlıktaki unsurlar arasındaki nisbeti bulup, tasarrufta bulunma imkânı yalnız insana verilmiştir.

✧ Alet, makine yapan yalnız insandır. Kâinattaki ilâhi kanunların ışınları insanda odaklaşmaktadır. Şu halde insanın bu irtibatları iyi kurması ve o kanunların iplerini (tecellilerini) iyi tutması lazımdır ki umumi akışa ayak uydurabilsin. Hayatın tabi akışına uyum sağlayabilsin. Yoksa bu kainat çarkı onu fırlatacaktır. İşte insanların bu nizama uyması ibâdet şuuru ile olur.

✧ Bazı kitaplarda, Allah’ın (celle celâlühû) şöyle buyurduğunun yazılı olduğunu gördüm: ‘Kulum bana itaat ettiği zaman, duâ etmeden duâsını kabul ederim. Her istediğini veririm. Kulum bana itaat ettiği zaman, yerdeki ve göktekiler ona düşman olsa, kuluma bir çıkış yolu yaratırım. Bana isyan ettiğinde ise, gökten umudunu keserim. Onu nefsinin eline bırakırım da, yarattıklarımdan hiçbirine galip gelemez.’

✧ «Kim Allah (celle celâlühû) ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.» (Ahzab 71)

✧ İlâhi emirlere muhâlefet için hiç kimseye itaat ve hiçbir davete icabet olunmaz. Ancak itaat, hayır ve faydalı işler üzeredir. Hadîs-i Şerîf

✧ Kim Allah’a itaat ediyorsa zikrediyor demektir, namazı niyazı zikri çok olmasa da... Hadîs-i Şerîf

✧ Size yasakladığım şeylerden (haramın tamamından) şiddetle kaçının. Emrettiğim şeyleri de gücünüz yettiği nispette yapın. (Meselâ: Bir kimse, abdest için az miktarda su bulsa, yapacağı en doğru davranış yettiği kadarıyla onu kullanmak, geri kalan için de teyemmüm etmesidir) Şüphesiz sizden önceki ümmetler, çok soru sormaları ve peygamberleri hakkında şüpheye düşmeleri sebebi ile perişan oldular. Hadîs-i Şerîf

✧ Allah’ın (celle celâlühû) emirlerine uy. Kim, böyle yaparsa, sağlam bir kale içinde hıfz olunmuş, korunmuş olur.

✧ Bir kimse, itaat halinde Allah’tan haya ederse, o kimse günah işlerken Allah ondan haya eder günahına bakmaz. Allah’ı Rab tanımak, ona itaat ederek hareket etmek, neşe ve nimet zamanında Allah’a hamd etmek ve sıkıntılara sabretmektir.

✧ Yıllar cildleri, itaatsizlik ruhları buruşturur.

✧ Allah’a (celle celâlühû) abd olana herşey musahhardır. Olmayana her şey düşmandır. S. Nursi

✧ Sana ne öğüt vereyim? İşte Allah’ın kitabı, bak oraya! Ona itaat eden hangi ameli işliyor ve ona isyan eden hangi suçu irtikap ediyor? İnsanların ateş etrafında tur attığını görüyorum. Buna rağmen cenneti isteyebiliyorlar!

✧ İsyanınız nefsinize, itaatiniz Rabbiniz’e olsun. A. Geylânî
 

İmanın zayi olması

✧ Üç şey kuldan imanı soyar, alır:

    1- Müslüman olduğuna şükretmemek.

    2- İslâm’ın gerilemesinden üzüntü duymamak.

    3- Müslümanlara haksızlık etmek. Ebu-l Kâsım Hakim

✧  Nefsine uyan haram işler; haram işleyen alışır, alışınca zevk alır, ehemmiyet vermez olur. Harama ehemmiyet vermeyince imanını kaybeder. Hüseyin b. Said

✧ İmanın kol ve dallarından mahrum kalan kimsenin, son nefeste imanın aslından da mahrum kalmasından korkulur.

İmanın mertebeleri

1- En aşağı, âvâm tabakasının iman mertebesidir. İmanın bundan aşağı mertebesi yoktur. Bu kadarı da olmazsa, ona iman denmez. İmanı bu derecede olan, cennete girer. Nitekim Resûlûllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ‘Kalbinde zerre miktarı iman olan ateşte kalmaz, cennete girer.’ ‘İman, Allah’a (celle celâlühû), meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ölüp de dirileceğimize, kıyâmet gününe, cennete, cehenneme, hayır ve şerrin Allah’ın takdiriyle olduğuna dil ile ikrar edip, kalple inanmaktır.’ Bunları inkâr eden, kâfir olur. Bundan yukarı mertebe, havasların iman mertebesidir.

2- İman-ı hâs: Bu da, Âmentü’nün esaslarını dil ile ikrar edip, kalp ile inandıktan sonra sözümüzde, işimizde, ibâdetimizde Allah’ın (celle celâlühû) bizi gördüğünü bilip düşünmek, dâima, her hâl-ü kârda bu duygu ve düşünce üzere olmaktır. Bu mertebeye iman-ı ihsâni de derler.

Resûlûllah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) ihsânı sorduklarında: ‘İhsan; senin Allah’ı görüyormuşçasına ibâdet etmendir. Sen O’nu görmesen de, O seni dâima görür’ buyurmuştur.

İmanı havas derecesine erişmiş kimse, ibâdet ve taatında Allah’ı görür gibi hareket eder. Gizli ve âşikâre her ne yapar ve ederse, ihlâsla, Allah’ı hazır-nâzır bilerek işler. Allah’ın ululuğunu öyle fikreder ki, gönlüne Allah’tan gayrı hiçbir şey gelmez. Allah’tan gayrı hiçbir şey ile gönlü safâ bulmaz. Oturup kalkması, yürüyüp durması hep edep ve hudû iledir. Konuşurken sağından ve solundan haberi olmaz. Sağında ve solunda erkek mi, dişi mi, hayırlı mı, yoksa şerli mi farkında olmaz. Böylelerinin imanları, yakîn üzeredir.

3- Hâsü’l-hâs: Bunların gönülleri, başkalarının hayâlinden dâhi arınmıştır. Pâk olmuş ve basiret gözleri açılmıştır. Allah (celle celâlühû), böylelerinin rûhuna sıfatıyla tecelli eder. Basiret gözüyle görüp, bu tecelliye iman ederler. Vücutlarının her âzâ ve kısmıyla, elleriyle, ayaklarıyla, göz-kulaklarıyla, zâhir-bâtınlarıyla, saç ve sakalının her bir kılıyla iman ederler.

İmanın en üstün derecesi, her durumda, bilhassa sıkıntılı durumlarda sabretmek ve cömert olmaktır. Hadîs-i Şerîf

Mü’minlerin hepsiyle Rabbimiz bir, Peygamberimiz müşterek, Kitabımız, Dinimiz, Kıblemiz ortak olmakla dinde kardeşiz. Sevdiğimiz veya sevmediğimiz şeylerde, mü’minleri kendi nefsimiz gibi tutarsak imanımız mükemmel olur.
 

Ehl-i sünnet ve’l cemaatin esasları:

1- İslâmın anlaşılmasında ve uygulamasında Kur’an’dan sonra sünneti esas almak.

2- Sünnetten sonra sahabenin görüşlerini, uygulamalarını dikkate alarak, sahabeyi hayırla anmak ve onlardan hiçbirisine kötü bir sıfat kullanmamak. Aralarında meydana gelen anlaşmazlıkları ictihadi bir farklılık şeklinde değerlendirip, ilk dört halifenin hilafetini ve geliş şekillerini meşru kabul etmek.

3- Kitap ve sünnetten sonra icma ve kıyası, şer’i birer delil olarak kabul etmek.

4- İndî ve ferdi görüşleri dikkate almayıp dini mevzularda bir veya birkaç kişinin değil bilhassa ilk Müslümanların ekseriyetinin görüşünü esas alıp, ümmetin ekseriyeti ile yani cemaatle beraber olmak.
 

İç Kale

Tabiinden bir zat anlatıyor: Abdullah b. Ömer’le Faris harbine gelmiştik. Hükümdarı kadın olan bir şehrin kalesini kuşattık. Güzel bir kadın saraydan bize baktı, içimizden son derece genç ve yakışıklı bir delikanlıyı gördü. Yanına almak üzere ona bir elçi gönderdi. Delikanlı ona:

- Bize dış kaleyi teslim et, iç kale Allah’a mahsustur, diye haber yolladı. O da;

- Dış kaleyi anladık, lakin iç kale nedir? diye sorunca,

- İç kale kalptir! Onu Allah’a ver, bize lazım olan kalenin dışıdır, diye cevap verdi.

Kadın teslim olup kalenin kapısını açtı. Gence,

- Senin huzurunda müslüman oluyorum, dedi.

- Benim huzurumda değil, İbni Ömer’in huzurunda müslüman olmalısın.

Bunun üzerine ikisi birden İbni Ömer’in huzuruna geldiler. Kadın,

- Ben bundan daha büyük şahsın huzurunda müslüman olacağım, dedi.

- Bundan daha büyüğü, halifemiz olan babası Hz. Ömer’dir, dediler ve kadını alıp doğru Hz. Ömer’ e götürdüler. Kadın,

- Ben ondan da daha büyüğün önünde müslüman olacağım, dedi.

Bu defa onu Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ravza’sına götürdüler. Kadın orada müslüman oldu ve hemen baygın yere düştü, ruhunu Hakk’a teslim etti.
 

Hüsn-ü Hâtime

✧ «Ey iman edenler! Allah’tan, O’na lâyık bir takvâ ile korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin!» (Âl-i İmrân, 102)

✧ «Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla! Kötülüklerimizi ört! Rûhumuzu sâlihlerle birlikte al!» (Âl-i İmrân, 193)

✧ Her mü’minin, bir ömür boyunca gösterdiği gayretler, son nefesi güzelce verebilme saadetine kavuşmak içindir. Zira peygamberlerin dışında kimse teminat altında değildir. Evliyâullah bile dâimâ son nefes endişesi taşımışlardır.

✧ Her ne kadar kimin ne hal üzere öleceği meçhul ise de, umûmiyetle her insanın yaşadığı hal üzere öldüğü bir gerçektir. Bu sebeple son nefesimizi imanla verebilmek için, sırât-ı müstakîm üzere bulunup dâimâ Cenâb-ı Hakk’a duâ ve istiğfar halinde yaşamamız icab eder.

✧ Âyet-i kerimede bildirildiği üzere Yusuf (as) şöyle duâ ederdi: «... (Allah’ım!) Canımı müslüman olarak al ve beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!..» (Yûsuf, 101)

✧ Son nefeste imansız gitmenin ölüm öncesiyle ilgili olarak bir takım sebepleri vardır. Bunlar da: Bidat (din konusunda yeni bir şeyler icat etmek), nifak (yalan söylemek, sözünde durmamak, emânete hıyânet ve düşmanlıkta aşırı gitmek), kibir (kendini ve amelini beğenip, başkasını küçük görmek) gibi huylardır. İmâm-ı Gazâlî

Son nefesi hüsn-i hâtime ile verebilmek için;

1- Öncelikle kalbini tezkiye etmesi, yani çirkin temâyüllerden temizleyip, yüce hasletlerle tezyin etmesi gerekmektedir.

Nitekim Mevlânâ demiştir ki: ‘Mezar yapmak; ne taşladır, ne tahta ile, ne de keçe iledir. Lekesiz bir gönülde, kendi iç temizlik âleminde, kendine bir mezar kazman icab eder ki, onun için Allah’ın yüce varlığı önünde kendi iddiâ ve benliğini yok etmen gerekir.’

2- İbâdetlerini huşû ile edâ edebilmek. Nitekim bir sahabi, Resûlûllah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e geldi ve:

− Yâ Resûlâllah! Bana öğüt ver, ancak kısa ve öz olsun! dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem):

− Namazını, (hayata) vedâ eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilerden ümidini kes! buyurdular.

3- İhsan duygusunu kalbde sâbitleyebilmek.

4- Mütevekkil ve sabırlı olabilmek.

5- Allah yolunda infak.
 

Sekeratta

Galiba vaktimiz dolmak üzere, Azrail’in sesi geliyor gülüm!

Gözlerim sonsuza dalmak üzere, artık ölüm bana gülüyor gülüm!

 

İşte kalakaldım soluk soluğa, çıkmak üzereyim son yolculuğa,

Ne hoştu karışmak çoluk-çocuğa, sevgimi Yaradan biliyor gülüm!

 

Dünyanın en büyük özelliği ne? İyiye de, kötüye de hazine…

Sakın ha, güvenme güzelliğine! Sonunda her çiçek soluyor gülüm!

 

Her şey bir gün yıkılacak yapıda; vefa yok malda, mülkte, tapuda.

Gözlerim şu aralanan kapıda, işte beklenen son geliyor gülüm!

 

İstemez mi terhis olmayı nefer? İman bana yoldaş, mezarıma fer…

Başlıyor Rahmet-i Hakk’a sefer, rûhumda bir şeyler oluyor gülüm!

 

Ve o melek geldi verdi öğüdü; bedenim donacak gibi üşüdü.

Haydi okumaya başla: ‘Eşhedü…’; şimdi can cânânı buluyor gülüm!
 

2- Amelde Kulluk

Biz kuluz; görevimiz, Rabbimizin bütün kanun ve tüzüklerine ayak uydurmak. Gerek Rabbimizle, gerekse hemcinslerimizle aramızda olan vazifelerimize amelde kulluk diyoruz.

Namaz kılmak nasıl bir kulluk görevi ise, helâl rızık için çalışmak, çocuklarımıza dini eğitim vermek, alışveriş, ticaret, ziyaret, miras vs. de hükm-ü ilâhiye uygun hareket etmemizde aynen öyle farzdır.

İyi bir kul olmak için; önce vazifelerimizin şumûlünü, sınırını, nasıllık ve niceliğini, hikmetini iyice öğrenmek, sonra da düzgün bir şekilde ciddiyetle uygulamamız gerekir.


Hadîs-i Șerîfler...

✦ Çok yaşayıp da ameli güzel olan kimseye müjdeler olsun.

✦ İlim amele uzaktan nidâ eder, duyar da cevap verirse, pekâla; aksi halde göç edip gider.

✦ Sen bildiğinle amel edersen Allah bilmediklerini öğretir.

✦ Gizli yapılan amel, aşikar yapılan amelden yetmiş derece üstündür.

✦ Ameller, ancak sonuca göre değer bulur. Namazın ve orucun çokluğuna itibar yoktur; sonu nasıl kapanıyor ona bakılır.

✦ Allah sizin cisminize, sûretinize bakmaz; kalbinize ve amelinize bakar.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Cennet amelle kazanılır. İstek ve korkuyu iç içe yaşayın, güzel amel işlemeye devâm edin, sadık amel ve temiz kalple Allah’tan korkun. Korkan, geceleri uyumaz, ibâdet eder. Abdullah b. İdris

✧ Halis olan ameller, sünnete uygun olan amellerdir. Ebû Ali

✧ Cennet ehlinden bir kavim Cehennem ehlinden bir kavmin yanına gelir ve; ‘Niçin Cehenneme girdiniz? Biz sizlerin öğütlerinizle amel ederdik?’ derler. Cehennemdekiler de; ‘Size öğretirdik ve kendimiz yapmazdık’ derler.

✧ Hatem’e (ra) dediler ki:

− Amelini, ne üzerine kurdun?

− Dört şey üzerine:

   1- Benim rızkım tayin edilmiştir. Başkasının rızkı bana gelmediği gibi benim rızkım da başkasına gitmez.

   2- Bildim ki, üzerime farz olan bir ibâdet vardır, bu farz ibâdeti benim yerime başkası yapamaz. Ben, onunla meşgul oldum.

   3- Bildim ki, Rabbim beni her zaman görüyor. O’ndan utandım.

   4- Bildim ki, ecelim bana süratle geliyor; ben ona süratle gittim.


✧ Âlim bildiği ile amel etmediği vakit; yağmur damlasının yalçın kayadan kayması gibi, vaaz-u nasihati gönüllerden silinir gider. Mâlik b. Dinar

✧ Amel, mühimmi terk edip ehemm(daha önemli olan) ile meşgul olmaktır. İnsanın ehemm olanı terk edip, malâyani ile uğraşması nefret uyandırır. Bu, şuna benzer ki, dizgini ile birlikte atı çalınmış olan bir adamın, atını bırakıp dizginini araması gibidir.

✧ Söylediğiyle amel etmeyenin sözü başkalarına tesir etmez. Fısk sözün tesirini kaybettirir.

✧ Hikmet sâhiplerinden birine, ‘Bildiği ile amel etmeyen âlim kime benzer?’ diye sorduklarında şöyle cevap verdi: Balsız arıya.

✧ Amel ve ibâdetleri boş vakit bulmaya tehir etmek, nefsin aldatmasıdır. Hikem-i Âtiden

✧ Amellerin en faziletlisi gizli günahları terk etmektir. Çünkü gizli günahlardan uzak kalan kimse aşikar günahlardan daha çok uzak kalır. Antâkî

✧ İşler üç türlüdür: Açıkça doğru olanı yap. Açıkça yanlış olanı yapma. Şüpheli olanı, (yorumunu) âlimlere bırak. Hz. Îsâ

✧ Amellerin en zor olanları üç tânedir:

    1- Nefsin hakkını verebilmek.

    2- Her durumda Allah’ı anabilmek.

    3- Kardeşe bol bol ikramda bulunabilmek. Hz. Ali

✧ Allah seni yasak kıldığı haramları işlerken görmesin; emrettiği güzel şeyleri yaparken bulsun.

✧ Her kim Allah katındaki yerini bilmek isterse, Allah için ne yapıyor ona baksın.

✧ Murâkabeni, bakışlarını senden ayırmayan için yap.

✧ Şükrünü, nimetini senden eksik etmeyen için yap.

✧ Taatini, kendisinden bir an müstağni olmayacağın için yap.

✧ Saygı ve huşûnu, hükümdarlığı bir an bile elinden çıkmayan için yap. Muhammed b. Ali et-Tirmizi


    Âlemde ne ektinse onu biçersin mutlak

    Öyleyse nedir şer yaparak faide ummak? M. Âkif

Devam Eden Ameller

✧ Her ölünün ameli sona erer; Allah yolunda, hudut boylarında nöbet tutan kimse hâriç. Bu şahsın ameli, kıyâmet gününe kadar çoğaltılır ve kabir fitnesinden de kurtarılır.

✧ Kim bir murâbıt (râbıtalı-âbid ve zâhid bir kişi) olarak vefat ederse, o kimse üzerine, kıyâmet gününde tekrar dirilinceye kadar, devamlı bir murâbıt ameli yazılır.

✧ Herhangi bir müslüman (şimdiye kadar âdet edinmiş olduğu amel ve ibâdete mâni) hastalık gibi cesedinde bir ârıza bulunursa, Allah (celle celâlühû), hafaza meleklerine emreder ki: Gece ve gündüz, hasta kulumun şimdiye kadar yapageldiği hayr-u hasenâtın aynısını, hastalık bağımla mahbus kaldığı müddet (aynen) yazınız. Hadîs-i Şerîf
 

Günün sonu seherden belli olur.

Yılın sonu bahardan belli olur.

Ömrün sonu amelden belli olur.
 

✧ Şu yedi şey, ölümden sonra da sevap getirir:

1- Mescit yaptıran kimse: Orada tek kişi olsun namaz kıldığı sürece sevap yazılır.

2- Bir çeşme yaptıran: O çeşme aktığı, insanlar ondan su içtiği sürece onu yaptıran kimseye sevap yazılır.

3- Güzel mushaf yazan: Tek kişi olsun ondan okuduğu sürece sevap alır.

4- Bir su kuyusu açtıran: Onun suyu devam ettiği sürece kendisine sevap yazılır.

5- Bir ağaç diken. İnsanlar ve kuşlar ondan faydalandığı sürece kendisine sevap gelir.

6- Bir ilim öğreten kimse: O bilgi kaldığı sürece onunla amel edildikçe, onu bulana sevap yazılır.

7- Kendisinin bağışlanmasını isteyip duâ eden bir çocuk bırakan kimse.
 

Resûlullah’ın İkramda Bulunduğu Kimseler

Ebûbekir eş Şibli (ks) Ebûbekir b. Mücahid Mükre’ye (ra) gelip mescidine girince İbn Mücahid hemen ayağa kalkar. Bunun üzerine arkadaşları ona şöyle der:

‘Sen niçin vezir Ali b. Îsâ için ayağa kalkmadın da Şibli için ayağa kalktın?’

Buna cevaben şöyle der:

‘Ben Resûlullah’ın tazim ettiği zat için ayağa kalkmayayım mı? Ben Resûlullah’ı rüyamda gördüm. O bana: ‘Ya Ebabekir. Yarın sana cennet ehlinden bir kişi gelecek. O geldiği zaman ona ikram et’ buyurdu. Ve iki gece sonra Resûlullah’ı tekrar rüyamda gördüm. Bana: ‘Ya Ebabekir Cenâb-ı Hakk, cennet ehlinden olan kimseye ikram ettiğin gibi sana da ikram etti’ buyurdu. Ben:

‘Yâ Resûlallah. Şibli bu dereceye nasıl müstehak oldu?’ diye sordum.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):

‘O beş vakit namazını kılıp her namazın akabinde beni hatırlıyor ve mealen «Andolsun ki sizin içinizden bir peygamber geldi. Zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. O size çok düşkündür. Müminlere çok merhametlidir. Onlara hayır diler.’» (Tevbe, 128) ayetini okuyor ve bunu 80 seneden beri yapıyor.’

Ben bunu yapana ikram etmeyeyim mi?
 

İbâdet

Sözlükte tapmak, kulluk etmek, boyun eğmek, alçakgönüllülük, kulluk anlamlarına gelen ibâdet, dini anlamıyla niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan, yüce Allah’a (celle celâlühû) yakınlık amacı taşıyan ve özel şekillerde yerine getirilen taat ve eylemleri ifade eder. Bu, ibâdetin dar anlamıdır.

Geniş anlamıyla ibâdet ise, Allah’a (celle celâlühû) itaat maksadıyla Allah rızâsını gözeterek yapılan her türlü fiil ve davranıştır. İnsanın Allah’a olan kulluk vazifesini yerine getirmesi, şükran borcunu ödemesi ve O’nun rızâsına uygun hareket etmesidir.

İbâdet, mükâfat veya cezaya konu olan kulluk şeklidir. Mükellefin yaratıcısına karşı sevgisini simgeleyen, Allah (celle celâlühû) ve Resûlü tarafından yapılması istenen belirli davranışlardır. İnsanın imanını kuvvetlendirir. Saygı ve itaatin en yüksek derecesidir ve sadece Allah’a (celle celâlühû) yapılır.

Kur’an’da her ibâdet için ayrı ayrı dile getirilen emirler yanında genel bir emir olarak «Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibâdet et» (Hicr, 99) buyrulmaktadır. Esasen ibâdet insanın yaratılış gayesini oluşturmaktadır. «İnsanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım» (Zariyat, 56) âyeti bu gerçeği ortaya koymaktadır.

«Allah’ın boyası ile boyanın (sizi yarattığı fıtrat üzere hareket edin). Kimdir boyası Allah’ınkinden daha güzel olan?» (Bakara, 138) âyeti ile insanlar, Allah’a (celle celâlühû) ibâdet ederek ilâhi duygular içinde, yeni ve mânevi bir ortamın rengine bürünmeye çağrılmaktadırlar.

Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilirler. İbâdetlerden beklenen sevap ve mükâfatın elde edilmesi için, ibâdetlerin halis bir niyetle ve katkısız, sırf Alah’ın rızâsını gözeterek yapılması esastır. Hz. Peygamber: ‘Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Herkes için niyet ettiği şey vardır’ buyurmuştur.

Kur’an’da ibâdete ilişkin emirler genel olarak şekil ve biçim belirlemeye yönelik olmayıp, büyük ölçüde ibâdetin mahiyetine, ibâdetin kime yapılacağına yöneliktir (İbâdetlerin uygulanış biçimleri Hz. Peygamber tarafından gösterilmiş, sünnetle açıklanmıştır). İbâdetlerde temel amaç, insanda Allah (celle celâlühû) bilincini oluşturup canlı tutmaya ve insanı bunun gereğine uygun davranışlara yöneltmektir.


      ✽      ✽      ✽


✧ İbâdetin en hayırlısı dini öğrenmektir. Hadîs-i Şerîf

✧ İbâdet bir sanattır. İmâlâthânesi tenhâlık, sermayesi takvâdır, âleti kanaat (açlık) dır, kazancı cennettir. Süfyân-ı Sevrî

✧ İbâdet, ilâhi emirleri tutmak, lâyıkıyla amel etmek, nehy ettiklerinden sakınmaktır.

✧ İbâdet, insanın ruh ve bedence, dış görünüşünü ve iç yüzünü bütün varlığıyla yalnız Allah’a yönelerek yaptığı şuurlu bir itaattır.

✧ Allah’ın belirlediği ve râzı olduğu şeyleri yapmak ibâdet, O’nun yaptığına râzı olmak da ubudiyettir.

✧ Yalnız niyette kalıp davranış alanına çıkmayan duygu ve düşünceler taattir, ibâdet değildir.

✧ Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.

✧ İlimsiz ibâdette, tefekkürsüz Kur'an tilavetinde hayır yoktur. Hz. Ali

✧ Namaz, bedeni ibâdetlerin en şereflisi olup, Allah’ı zikretmek için farz kılınmıştır. Zekât da mâli ibâdetlerin en şereflisidir. Bu ikisinin toplamı ise, Allah’ın emrini tâzim edip, O’nun kullarına şefkat ve merhameti ifâde eder.

✧ Dünkü ibâdet ile bugünki ibâdet arasında bir kalite farkı yoksa, o ibâdet değil, âdettir.

✧ İnsanın yaratılmasından maksat: Onların hakkı bilmesi ve ona ibâdet etmesidir. Lakin her insanın, kâbiliyetine göre, bir ibâdet tarzı vardır. Kerim olan kimsenin ibâdet tarzı ikramdır. Cimri olan bu ibâdetten mahrum olur.

✧ Günahtan nefret eden ve ibâdetten lezzet alan, hakiki mümindir.

✧ Dilin ibâdeti; doğru konuşmak ve zikir.

✧ Gözün ibâdeti; ibret alması.

✧ Kalbin ibâdeti; düşünmek ve duymak.

✧ Allah’ın kullar üzerindeki hakkı, O’na ibâdet etmeleri ve kendisine hiçbir şeyi ortak, eş koşmamalarıdır. Kullar bunu yaptığı zaman Allah’ta olan hakları, Allah’ın onlara azab etmemesidir.

✧ İbâdetin kaynağı bilgidir. İbâdet bilgi toprağında yetişir. Onu büyüten kesin imandır. Suyu Allah’ı tanımaktır. Sahibi ise işlerini Allah-u Teâlâ’nın emirlerine göre düzenleyen mes’ud mü’mindir. Sehl b. Abdullah
 

İbâdetin kısımları:

Namaz, zekât, oruç, hacc, Kur’an-ı Kerim okumak, her halde Allah’ı zikretmek, helâl rızık istemek, müslümanların haklarına riayet etmek, emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker, Sünnet-i seniyyeye tabi olmaktır.


Bir adam bir kadına sarkıntılık eder. Kadın gelip bunu kocasına anlatır. Kocası, hanımına der ki:

- Git o adama şöyle de: ‘Eğer kocamın arkasında kırk gün namaz kılarsan isteğini yerine getiririm.’

Kadın adama gider ve kocasının tenbih ettiği teklifi yapar. Adam da ‘olur’ der ve tam kırk gün kocasının arkasında sabah namazı kılar. Sonra bir ara kadın ona,

- Haydi, hazır mısın? deyince,

- Ben Allah’a tevbe ettim. Çirkin işlerden artık vaz geçtim, der.

Kadın beyine durumu anlatır. Ve beyi şu âyeti okur: «Şüphesiz namaz fuhşiyyat ve münkerden alıkoyar!» (Ankebut, 45)
 

İbâdetin fazileti

✧ Kulum farz nibâdetlerle bana yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamadı. Kulum nafilelerle de bana yaklaşır. O kadar ki onu severim. Sevince de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isteyince mutlaka veririm. Bana sığınınca mutlaka onu korurum. İşlediğim işler içinde mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiçbir şeyde tereddüd etmedim. O ölümden hoşlanmaz. Ben de onu müteessir etmek istemem. Hadîs-i Kudsî

✧ En faziletli amel vaktinde kılınan namaz, ana babaya iyilik ve Allah (celle celâlühû) yolunda cihattır. Hadîs-i Şerîf

✧ İnsanda 360 mafsal (eklem) vardır. Her bir mafsal için bir sadaka bulunması gerekir.

- Buna kimin gücü yeter? dediler.

- Mescidde toprağa gömeceği bir balgam(insanlara eza vermesi sebebiyle), yoldan bertaraf edeceği bir engel… Bunları bulamazsa kuşluk vakti kılacağı iki rekat namaz! Hadîs-i Şerîf

✧ İbâdetin en faziletlisi tevâzudur. Hz. Âişe

✧ Amellerin kıymetlisi üçtür:

    1- Mal az olduğunda da cömert olabilmektir.

    2- Tenhada da vera sahibi olabilmek, yani haramlardan kaçınabilmektir.

    3- Kendisinden korkulan kimsenin huzurunda da hakkı söyleyebilmektir.

✧ İnsanın feyzi arttıkça ibâdete aşkı artar. İsmail Hakkı Bursevi

✧ Kulluğun en güzeli, kulun Allah’ın verdiği nimetler karşısında şükürden aciz olduğunu bilmesidir. Abdullah Harraz

✧ Sırrı Sakati anlatıyor: Bâri celle ve alâ’yı rüyamda gördüm. Şöyle buyurdu:

- Bütün mahlukatı yarattım. Hepsi beni sevdiklerini iddia ettiler. Her on binden dokuz bini, benden yüz çevirdi. Bin kişi kaldı. Derken cenneti yarattım. O binden dokuz yüzü cennete kapıldı ve beni terk etti. Geri kalan yüz kişiyi de belaya mübtela kıldım. Yüzde doksanı onunla meşgul oldular. Kala kala on kişi kaldı. Onlara dedim ki,

- Siz ne dünyayı ne de cenneti istediniz. Belaya da aldırmadınız.

- Belayı bize veren sen değil misin? dediler.

- Evet!

- Madem ki bela da sendendir, biz ona da râzıyız, dediler. Bunun üzerine ben de onlara;

- İşte gerçek kullarım sizlersiniz, deyip kendilerini taltif ettim.
 

       ✽      ✽      ✽
 

İbâdetin Dereceleri

Kullar, Allah’a (celle celâlühû) üç şekilde ibâdet ederler: Korkuyla, ümitle, Allah’a yakınlık hissiyle.

1- Korkuyla: Korkan kul, korktuğu şeylerden temizlenmekle meşgul olur. İyice temizlenmeden, bu korkudan kurtulamaz. Temizlendiği zaman kalbi mutmain olur. Her şeyini Allah yolunda hibe eder. Nefsini ve rûhunu Allah’a satar.

2- Ümitle: Bunlar, Cenneti istemekte, oradaki nimetleri düşünmektedirler. Kendilerini yorarlar, hiç kimsenin arkasında kalmamak için en güzel amelleri işlerler. Mahşerde mahzun olmamak için, dünyayı geri teperler.

3- Allah’a yakınlık hissiyle: Onlar, en üstün derecede olanlardır. Böyleleri, neyi varsa Allah için feda eder. Cennet ve Cehennem olmasa da bunların aşkı tükenmez, Allah’ın rızâsı için veremeyeceği hiçbir şey yoktur. Bunlar Allah’ı (celle celâlühû) öncesiz ve sonrasız, sırf hoşnutluğu için severler.

Şimdi düşünün ey akıllı dostlar; sizler hangilerindensiniz? Aslında yaşamayan ölüler misiniz, yoksa ne ölüm, ne de yaşam alâmetini taşımayanlardan mısınız? Ya da ebedi hayatı bilen, bu hayatın dirilerinden olma şerefini kazananlardan mısınız?  Sehl
 

İbâdette İhlâs

✧ Davud b. Ebi Hind kırk sene oruç tuttu da, oruç tutuğunu ailesi bilmezdi. O ayakkabı dikicisiydi. İşine giderken ailesinin hazırladığı öğle yemeğini alır, yolda onu tasadduk ederdi. Akşam eve döner, ailesiyle birlikte akşam yemeğini yerdi.

✧ İbâdetlerin en makbulü, gizliliğine en çok riâyet edilendir.

✧ Eğer kul günahlarını gizlediği gibi ibâdetlerini gizlese, Allah (celle celâlühû) onun bu yönünü açığa çıkarır. İbrâhim b. Yezîd

✧ İbâdeti yapmak kadar, korumak da ibâdettir.

✧ Âbid kişiyi sultanın kapısına sığınırken görürsen, bil ki o, şüphesiz hırsızdır. Onu zenginlere sığınırken görürsen, bil ki o, mürâidir (gösterişçi). Süfyan-ı Sevri

✧ Kim, Allah’a (celle celâlühû) tâ içinden gelerek ibâdet yapmaya başlarsa, insanlardan uzaklaşır. İnsanlar onu gelip görmeye başlar. Hz. Ali

✧ İhlâsla yapılan ibâdetler insanı Mevlâsına yaklaştırır, iç dünyasını günah kirinden temizler, ahlâken olgunlaştırır, cennete girmesine vesile olur.

✧ İbâdete kendisinden sadır olduğu için değil, kendisiyle Cenâb-ı Hakk arasında şerefli bir vuslat olduğunu düşünerek dikkat etmeli.

✧ Üzüntüm hüzünler yurdu olan dünya için değil; ibâdetsiz uyuyarak geçirdiğim geceye, oruçsuz geçirdiğim güne, ve zikrullahtan gafil kaldığım ânadır.


İbâdetin Çeşitleri

İbâdetler üçe ayrılır:

1- Bedeni ibâdetler: Namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Beden ile yapılan ibâdetleri her müslümanın kendisi yapması gerekir. Başkasını vekil etmesi câiz değildir. Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz.

2- Mal ile yapılan ibâdetler: Zekâtı vermek, kurban kesmek gibi. Bir kimse mal ile yapılan ibâdetlerde başkasını vekil edebilir.

3- Hem mal, hem de beden ile yapılan ibâdet: Hac ibâdeti böyle bir ibâdettir. Parası olduğu halde Hacca gidemeyecek kadar çok yaşlı, sakat ve hasta kimseler, kendi yerine bir başkasını Hacca gönderebilir.
 

İbâdette tembellik

✧ Kim, Allah’a (celle celâlühû) bir ibâdette bulunur, sonra da bıkkınlıkla onu terkederse, Allah (celle celâlühû) ona buğzeder. Hadîs-i Şerîf

✧ Kim müezzini işitir ve kendini engelleyen bir özrü olmadığı halde cemaate katılmazsa, kıldığı namaz kabul edilmez. Hadîs-i Şerîf

✧ Bir farzı kaçıran, bin yıl ibâdet etse yerini dolduramaz.

✧ İbâdet, zikir ve tesbihatın azlığından ruhlar cılız kalır. Daima takviye gerekir.

✧ Bedenimizin gıdaya ihtiyacı olduğu gibi ruhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Ruhun gıdası ibâdetlerdir. İbâdet, ruhumuzu yükseltir, bizi kötülüklerden sakındırır ve ahlâkımızı olgunlaştırır. En kıymetli varlığımız olan imanımızı korur.

✧ Bir adamın hariçte iki kardeşi olsa, birisinin yarın, diğerinin ise en az bir ay sonra geleceğini bilse, elbette ki bir ay sonra gelecek için değil, yarın gelecek olan kardeşi için hazırlanır. Bunun gibi ölümün daha bir yıl sonra geleceğini tahmin eden, bir yıl daha mühlet var diyerek ölüm için hazırlanmaz da ameli tehir eder. Bu, doğru değildir.


    Nefis insanın içini kemiren kara yılan

    Namaz onun başını ezen yiğit gardiyan. N. Fazıl

 

İbâdetin faydaları

İbâdete iman eden kimsenin iman nuru parlar, Allah korkusu ve sorumluluk duygusu yerleşir. Müslüman, mali ibâdetlerini yerine getirmek sûretiyle insanların sevgisini kazanır. Şuurlu olarak yapılan ibâdet, insanı günahlardan uzaklaştırır, ahlâk ve fazilet sahibi olgun bir mümin haline getirir. Allah katında makbul olan ibâdet de budur.

İnsanın yüksek ruhuna genişlik veren ibâdettir. Meyil ve arzularını kötü olanlarından ayırıp seçen, tertemiz tutan ibâdettir, fikirlerini genişletip intizam altına alan ibâdettir, şehevi ve gadabi duygularını had altına alıp taşkınlık ve kötülüklerden koruyan ibâdettir. Zâhiri ve bâtıni duygu ve organlarını kirleten tabiat paslarını giderip temizleyen ibâdettir. İnsanı takdir edilen kemâl ve olgunluğun zirvesine yükselten ibâdettir. Kul ile Allah arasında en yüksek güzel alâka ve bağ ancak ibâdettir.

İbâdet eden nefsine zor gelse de, mânen:

1- Minnetlerden kurtulur,

2- Kimseye muhtaç olmaz,

3- Hiçbir şeyden hiçbir hadiseden titreyip korkmaz,

4- Sonuçta mükâfatını alır,

5- Rahat bir kalbe ve vicdana sahip olur.

6- Gönlü nurlanır ve genişler

7- İşi kolaylaşır,

9- Ruhu sükûnet, kalbi huzur bulur,

✧ İbâdet; insanı arındırır, ufkunu genişletir, insan ilişkilerini kuvvetlendirir, şehvet ve gazabı doğru yöne sevk ettirir.

✧ İbâdet, bir kurtuluş helvasıdır. O bir, menn-u selvadır. (kudret helvası, bıldırcın kuşu).

✧ İbâdet, insanın Allah’la arasındaki mânevi bağı korur.

✧ Allah’ın ibâdete (haşa) ihtiyacı yoktur. İbâdete ihtiyacı olan kuldur.

✧ Mallarınızı zekât ile koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin, belayı duâ ile savın. Hadîs-i Şerîf
 

✯ Zekât; malı muhafaza eder, bereket verir.

✯ Kur’an okumak; vesveseyi giderir, ferahlık verir.

✯ Sadaka; kaza ve belâyı defeder, moral verir.

✯ Çalışmak; vücudu kuvvetlendirir.
 

İbâdetin Maksadı

İnsan eşrefi mahlûk olduğundan, varlığını idame ettiren gadap, şehvet akıl kuvvetleri diğer mahlûklar gibi sınırlandırılmamış, gelişim göstermeleri dilenmiş, cüzi irade zembereği ile geniş bir gelişme sahası bırakılmıştır.

Bu sınırsızlık beşeri muamelelerde haksızlığa yol açacağından, adâlet; yani bu üç kuvveti Kur’an itidaline getirmesi zaruri olmuştur.

Bu adâlet sınırları insanlara bırakılmış olsa kültür seviyesi, vicdan, tecrübe, menfaat, örf-âdet, nefsi arzular-anlayışlar farklı olduğundan birleşmek asla mümkün olmazdı. Bu yüzden üstün bir âlemden gelen külli akla ihtiyaç vardır.

Beşeri grupların hiçbirine ait olmadığından taraf tutma ihtimali olmayan, her türlü töhmetten uzak, tam hakem durumunda külli bir akılla, beşeriyet sulh ve salaha, huzur ve felaha ulaşır. Bu külli akıl külli kanun niteliğinde olduğu için, dünyanın her yerinde geçerli olan fizik kanunları gibi tarafsız ve değiştirilemez. İşte bu kanunlar dindir.

Tıpkı dünyanın her yerinde her zaman suyun 100 derecede kaynayıp 0 derecede donduğu, atmosfer basıncının her yerde hükmünü icra ettiği, madenlerin her yerde muayyen derecede eridiği, vücuttaki hücre yapısının bütün insanlarda aynı olduğu, insanı aşan ilâhi bir planla cereyan ettiği gibi, dinin hükümleri de öyle fıtri, tarafsız, değişmez, eksilmez hükümlerdir.

Bu hükümleri icra etmek, tesirli hale getirmek için bir peygamber gerekir. O ilk nazarda biz insanlardan biri olduğundan onun bu görevine iman gerekmiştir ki; insanlar üzerine, mizaçlar ve akıllar üzerine hâkimiyetini temin etsin.

Bunun için mucizeler zuhur etmiş, duâları kabul olunmuştur.

Bu mucizeleri ihsan etmekle ‘Bu âlemleri çekip çeviren Ben; onu gönderdiğim için, işte onun memuriyetini tasdik etmek üzere kurduğum nizamı muvakkat olarak değiştiriyor ve harika işleri onun eliyle gerçekleştiriyorum’ demek istemiştir.

Bununla beraber insanın yaratılışı gaflete müsait, geçici dünya zevklerine veya meşakkatlerine fazla bağlanıp onlarda boğulma, ileriyi görememe, Rabbini ve âhiret azabını, saadetini unutma temayülü vardır. Âhirete inanmasına rağmen kolayca yoldan sapabilmektedir.

Bunun için akaid ve esaslarını delilleri ile zihinlere, gönüllere yerleşmesi, mülkün sahibinin azametini görüp, O’na itaati zevkle gerçekleştirmesi gerekir. Bu da ancak O’nun emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak anlamında ibâdetle mümkündür. ‘Bana kulluk edin’ emr-i ilâhisi bu gerçeği ortaya koyar.
 

      ✽      ✽      ✽
 

Hilkatin gayesi ibâdet, ibâdetin gayesi duâdır.

İbâdet, yapanın niyetine göre üçe ayrılır:

1- Allah’a sevabını umarak ve azabından korkarak ibâdet etmektir.

2- Allah’a ibâdetle şereflenmek veya O’nun emirlerine uymak, emirlerini kabul etmiş olmak için ibâdet etmek.

3- Allah’a ibâdet ve tazime layık olduğu için ibâdet etmek. Bu, ibâdetin en yüksek derecesidir.

İbâdetin maksadı; kalbe tesir edip kalbi düzeltmektir, âtıl olmak değil, aktif olmaktır.
 

Çeşni ibâdetler

✯ Peygamberleri zikretmek ibâdettir.

✯ Sâlihleri anmak günahlara keffârettir.

✯ Ölümü hatırlamak sadakadır.

✯ Cehennemi hatırlamak cihattır.

✯ Kabri anmak sizi Cennete yaklaştırır.

✯ Kıyâmeti anmak sizi ateşten uzaklaştırır.

✯ Âlimin sermayesi kibri terketmektir.

✯ Amelin bedeli hasedi terketmektir.

✯ Tevbenin özü ise; yüreğin yanmasıdır. Hz. Muaz

 
✧ Bir âbidde tüm hayırlı nitelikler bulunsa bile, onda iki haslet bulunmuyorsa ona âbid denmez. Bunlar namaz ve oruçtur. Namaz ve oruç âbidin eti ve kanıdır.


Muaz (r.a.) anlatıyor: Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile berâber Tebük Savaşına çıktım. Bir ara Peygamberin (sallallâhu aleyhi ve sellem) yalnız kaldığını gördüm ve bu fırsatı değerlendirmek istedim. Devemi ona doğru sürdüm, yanına geldim. Dedim ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana, beni Cennete götürecek bir amel öğret.’ Bunun üzerine; ‘Büyük şey istedin. Ancak bu, Allah’ın kolaylaştırdığı kimseler için kolaydır. Ortak koşmadan Allah’a ibâdet et. Namazlarını kıl, zekâtı ver ve orucunu tut’ buyurdu.

Daha sonra; ‘İstersen sana iyilik kapılarını göstereyim. Oruç, (günahlardan) koruyucudur. Sadaka, hatalara keffârettir. Geceleri (ibâdet için) kalkmak dedi ve «Onların, yanları yataklarından kalkarak korkuyla, umutla Rablerine yalvarırlar...» (Secde,16) âyetini okudu. Sonra; ‘İstersen sana tüm amellerin en üstün olanını haber vereyim. O, Allah yolunda cihat etmektir’ dedi.

Sonra; ‘İnsanlar için bunların hepsinden daha yararlı olanını haber vereyim mi?’ dedi. O da susmuş ve başka yere dönmüştü. Bir bineklinin ona doğru geldiğini gördüm. Gelip onu meşgul etmesinden korktum ve dedim ki: ‘Ya Resûlullah! Konuştuklarımızdan dolayı hesap verir miyiz?’ Bunun üzerine; ‘Ey Muaz! Konuştukların ya lehinedir, ya da aleyhinedir. İnsanları yüzüstü Cehenneme attıran, ağızlarından çıkanlar değil midir?’ buyurdu.
 

İbâdet ve Şahsiyet

İnsan, cisim yönünden küçük ve aciz olmakla beraber, pek yüksek bir ruh taşımakta, pek büyük istidata malik bulunmaktadır. Sayılmayacak kadar eğilimleri (meyilleri), sonsuz emel ve arzuları, hudutsuz fikirleri vardır.

Akliye, gadabiye, şeheviye kuvvetleri de sınırsız olup haddi aşmaya hazırdır. Yaratılış itibariyle bütün nevilere ve âlemlere bir fihriste olarak yaratılmıştır.

Bu nedenle insan nev’i, dünyada bunca tasarrufta bulunmakta, diğer bütün canlılar üzerinde bir hâkimiyet kurmakta, yeryüzüne tevdi edilen, depolanan imkânları işletmektedir.

İşte insanın bu yüksek ruhunu yükselten, ferahlatan ibâdettir.

İdeallerini gerçekleştiren ibâdettir. Kuvveti şeheviye ve gadabiyesini sınırlayan ibâdettir. Fikirlerini genişleten ve intizam altına alan ibâdettir.

Zâhiri ve bâtıni uzuvlarını ve duygularını kirleten, tabi pasları gideren, parlatan ibâdettir.

Kul ile Rabbi arasında en yüksek ve en latif olan bağ ibâdettir. İnsanı Allah (celle celâlühû) tarafından takdir edilen kemâl noktasına ulaştıran ibâdettir.

İbâdetin İslâm’da ne kadar şümullü olup, hayatın bütün tezahürlerine sirayet eden bir ruh olduğu anlaşılmaktadır. İbâdet topyekûn kâinatı işleten bir sistemdir. Bütün beşeriyet için psikoloji, sosyoloji, ahlâk, ilim, hukuk, iktisat sahaları ile ilgili olduğundan bütün hayat nizamına etkilidir. Said Nursi
 

İbâdet ve İnsan İlişkileri

Müslüman ibâdet sayesinde, her Müslüman ile sabit ciddi münasebetler kurar. Onlara kuvvetli bir irtibat ve bağlılık duyar. Bu münasebetler sağlam bir kardeşliğe, gerçek bir sevgiye vesile olur. Bu duyguların köklü bir meleke haline gelmesi, ibâdet sayesinde olur. Böylece insanlar arasında sarsılmaz bir kardeşlik, hakiki bir sevgi hâsıl olur.

Beş vakit namaz için sık sık mescidde toplanmak, aynı kıbleye dönüp aynı mâbuda yönelmek, aynı rehberin terbiyesine girmek, zekât ile iktisadi dengeyi kurmak, oruçla zengin-fakir eşit hale gelip aynı açlığı çekmek, yardımlaşma, dayanışma gibi emirleri, bir vücudun azaları haline getirmek, ibâdet emrine uymakla olur.

Her mü’min tahiyyat duâsında: ‘Kâmil manasıyla her türlü güzellikler, selametler bize ve Allah’ın (celle celâlühû) bütün sâlih kullarına olsun’ der.

Rabbena duâlarıyla; kendi için istediği haseneleri, af ve mağfireti ana babası ve tüm mü’minler için de ister. Hem aile hem toplum bağlarını kuvvetlendirip, kardeşlik şuurunu elde eder. Sevgi, samimiyet ve merhamet günbegün kökleşir. Zaten toplum hayatını mükemmel hale getiren en birinci basamaklar uhuvvet ve muhabbet değil midir?
 

İbâdet Terbiyesi

Allah’ın (celle celâlühû) irade sıfatına raci olan tabiat kanunlarını kainat kitabı, kelâm sıfatlarını da Kur’an ihtiva eder. Bu ikisi, âyât-ı tedviniye ve âyât-ı tekviniye diye de adlandırılır.

Kâmil kulluğu gerçekleştiren mü’mine, ictimai hayattaki muhtelif mertebelere, muhtelif nisbetler ve bağlar hâsıl olur.

Her bir fert, amme menfaati ve hukuki hükümler bakımından bir nevi haline dönüşür.

Zira emir ve buyrukların birçoğu, özellikle dini şerair (nişaneler) ve umumi menfaatle ilgili olan emirler, üzerinde birçok hakların ve hususiyetlerin asıldığı nizamı tutan urgan gibidir.

Öyle ki o ip olmasa o nizam dağılacak, uçuşan tesbih taneleri gibi dağılacaktır. Yani pek çok haklar, haysiyetler, irşatlar, tâlimler, islahlar gibi vazifeler toplum hayatında bir şahsa yüklenebilir. Eğer o emri yerine getiren o şahıs olmasa, o vazife tamamen altüst olur.

Demek kamu haklarını korumak, nizamın işlemesini temin etmek, insanları güven ve barış içerisinde yaşatmak, dürüst, ciddi, işine titiz insanlarla mümkündür. Her sahada amir veya memur durumunda olan fertler dürüst olursa, beklenen fayda ve gayeleri gerçekleştirir. Toplum mutlu olur, ahenk içinde hayatını devam ettirir.

Fakat şahıslar işine bağlı olmazsa, cemiyetin birçok tarafı ile ilgili olması sebebiyle nizamı bozar. Maden işçilerine (sigara içmek için) beş dakika oksijeni geciktirerek ölümlerine sebep olmak gibi misaller çoktur.

İşte insanları dürüst, nizama bağlı kılan şey ibâdet terbiyesidir.
 

Bedeni İbâdetler

Namaz

«Onların yüzlerinde secde eseri zâhirdir.» (Fetih, 29)

Namaz, tekbirle başlayan ve selâm ile sona eren, Kur’ân-ı Kerim’de emredilen ve özel bir düzenle edâ edilmesi farz olan, bedenle, dille, kalple ve beyinle yapılan topyekün bir ibâdettir.

Şer’i şerifte ise namaz: özel bazı söz ve hareketlerdir ki, iftitah tekbiri ile başlayıp selam ile son bulur.

Kur’an-ı Kerim’de namaz bir çok değişik kelime ile anlatılmıştır: Rüku, iman, istiğfar, kunut, secde, hasenat, Kur’an, tesbih, zikir ve emânet gibi kelimeler ile ifade edilmiştir.

İnsanlar yaratılmadan önce bile namaz emri vardı. Meleklerin kimi kıyam, kimi rükü, kimi secde ile emredilmişti.

İmandan sonra namaz gelir. Namaz, yerin göğün nurudur. İbâdetlerin ilkidir. Namaz gidince din ve İslâm yoktur. Bütün hakiki dinler, insanlara namaz kılmayı emretmişlerdir. Âdem a.s.’dan beri insanlık namaz kılmakla memurdur.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), peygamberliğinden itibaren namaz kılmakla mükellefti. Önce iki vakit namaz kılıyordu. Biri güneş doğmadan önce sabah namazı vaktinde iki rekat, diğeri güneş battıktan sonra akşam namazı vakti iki rekatti. Hicretten on sekiz ay evvel Receb-i şerifin yirmiyedinci gecesi (Mirac gecesi)nde beş vakit namaz farz oldu. «İman eden kullarıma söyle; namazı dosdoğru kılsınlar, alışveriş ve dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan açık gizli infak etsinler.» (İbrâhim,31) Namaz, lâtif ve nazif bir vazife, aziz, leziz bir hizmet, hoş güzel bir ubûdiyyet ve ciddi bir hakikattır. Fâni misâfirhânede bâkıyâne bir sohbet ve dâimi bir saadettir.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Kulun Rabbine manen en yakın olduğu an, secdede bulunduğu zamandır. Bu sebeple secdede duâyı çoğaltın.

✦ Kul, gizli secdelerinden daha üstün hiçbir şey ile Allah’a yaklaşamaz. Yani kendisini Allah’a en çok yaklaştıran, evinde kıldığı nâfile namazlarıdır.

✦ Cenâb-ı Hakk, namazı tüm erkanı ile kılan kulunu;

- Güzel yaşatır.

- Rahat ettirir.

- Rızkına bereket verir.

- Düşmana ezdirmez.

- Yüreğine ferahlık verir.

- O kul kolaylık içinde vefat eder.

✦ Namazı ilk vaktinde kılmadığından dolayı kaybettiği fazilet, bütün dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Kişi tenhada yaptığı secdeden daha üstün bir amelle Allah’a yakınlık sağlayamaz.

✧ Bir kimse, namaz kıldığı yere gelip sessizce beklese, melekler böyle bir kul için ‘Allah’ımız Onu bağışla’ diye duâ ederler.

✧ Namaz kılarken neresinde huzur buluyorsak, namazdan nasibimiz o kadardır. Gerisi uzuvların hareketlerinden ibarettir. Diğer ibâdetler de böyledir.

✧ Namaz, bütün ibâdetlerin fihristesidir:

Tahâret: İç ve dış temizliğine,

Kıyam: Saygıya,

Kıraat: Kur'ân'dan gayrı söylememeye,

Rüku: Ezaya tahammül ve hilme,

Secde: Acizlik ve zilletini fark etmeye,

Kıbleye dönüş: İstikamet ve doğruluğa,

Kıbleye bakış: Göz terbiyesine,

Oturuş: Oturma edebine,

Yememek: Oruca, yemek terbiyesine delâlet eder.

✧ Sana ağır gelen o bir secde var ya, binlerce secdeden alıp kurtarır seni. Muhammed İkbal

✧ Namaz rızka bereket, bedende rahat, düşmana silah, şeytana hakarettir. Cehenneme de perdedir.


Hz. Hüseyin, henüz süt emmekte iken hastalanmış ve sabaha kadar uyumamıştı. Sabaha doğru uyur gibi olmuş, Hz. Fatıma validemiz de biraz vakitten istifade ederek, sabah namazını kılıp yatmışlardı. Mescid-i Şerifte sabah namazını kıldıran Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), âdeti üzere kızı Fatıma’nın saadetli evine teşrif etmişlerdi. Hz. Fatıma’yı uyur vaziyette görünce; onu sabah namazını kılmadan yatmış sanarak:

- Ey kızım Fâtıma! Peygamber kızıyım diye sakın namazı terk etme! Beni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, namazını vaktinde kılmadıkça; cennete gireceğini zannetme, buyurmuşlar ve namazın hiçbir sûrette ihmal edilemeyeceğini beyan etmişlerdir.

Ondan sonra Hz. Fatıma:

- Canım babacığım, sabaha kadar uyumadım, sabah namazını kılıp da yattım... deyince, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem):

- Müjdeler olsun sana ey kızım Fatıma! Âhirette böyle sıkıntılar görmeyeceksin, buyurdular.
 

Abdest

Abdest, Farsça’dan dilimize nakledilmiş bir kelime. Ab: su, dest: el; el suyu. Arapça’sı ise, «vudû». Huzur-u ilâhiye çıkmak, Kelâm-ı Kadimi okumak ve mescitlere girebilmek için yapılması farz olan bir hazırlık, bir temizlik, bir huzur ve sıhhat kaynağı.

«Her canlı sudan yaratıldı» (Nur, 45) Su bir hayat, hayat bir su. En çok mikrop kapan, kirlenen azâlar abdest âzâları. Günde en az beş defâ abdest alan bir mümin, bu hikmetli farz sayesinde, kirden ve mikroptan korunduğu gibi, streslerden de kurtulmuş olur. Çünkü abdest âzâları, vücuda yığılan fazla elektriğin yoğunlaştığı uç noktalardır.

Abdest, menfi enerjiyi yok ederken, müspet enerjiyi de temin edip, sahibini dinçleştirir. Bu hakikati Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘Abdest üstüne abdest, nur üstüne nurdur’ sözleriyle beyan etmiştir. Tüm dünya, İslâm’ın öğrettiği gusül, abdest ve tahâretle pislikten kurtulup, zâhiren de olsa temizlenmişlerdir.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Abdestli uyuyan, gündüz oruçlu, gece kaim gibidir. Hadîs-i Şerîf

✧ Abdeste devâm eden birine Allah yedi haslet ikram eder:

    1- Melekler yanından ayrılmaz.

    2- Sevabını yazmaktan kalem daima taze ve yaş kalır,

    3- Bütün âzâları tesbih eder,

    4- İftitah tekbirini kaçırmaz,

    5- Uyuduğu zaman, onu ins ve cinnin şerrinden korumak için Allah ona melekler gönderir.

    6- Allah ona sekerat-ı mevti asan eder.

    7- Abdestli olduğu sürece Allah’ın muhâfazasında olur.

✧ Amelin tasdikinden geçmeyen kalp temizliği, boş ümitten ibârettir. Geylânî
 

Oruç Tutmak

Ramazan ayı Cenâb-ı Hakk’ın Ümmet-i Muhammed’e tahsis buyurduğu, onların da Allah’a adadığı aydır.

Bir rivâyete göre ‘Ramazan’ Allah’ın güzel isimlerinden biridir. O bakımdan sadece ‘Ramazan’ demeyip ‘Ramazan ayı’ demenin münâsip olacağı ifâde edilmiştir.

Yüce dinimiz müminleri bu aya birden bire sokmaz. Onları Recep ve Şaban ayları ile hazırlar. Bu iki ay âdeta Ramazan ayının habercileridir.

Bilindiği gibi, Kurânın Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimize inişi, tedricidir. Yâni yavaş yavaş inmiştir. Levh-i Mahfuzdan dünya semasına inişi gibi birden topyekün inzal değildir. Burada da tedrici tekâmül esası câridir. Çünkü bir anne bile çocuğuna sütünün hepsini birden verse, çocuk boğulur ölür. O bakımdan yavaş yavaş emzirir.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Şüphesiz Hz. Allah; ‘Samimi bir yürekle mümin olan kulumun, sadece benim rızâmı kazanmak uğruna tuttuğu orucun mükâfatını ancak ben veriririm’ buyuruyor. Oruç tutanlar için iki sevinme anı vardır:

1- Akşamleyin iftar ettiği an,

2- Ölüp Allah'ın huzuruna çıkarak tuttuğu orucun mükâfatını aldığı zaman.

✦ Oruç (mânevi bir ilâhi) kalkandır ki, oruç tutan kişi, onunla, kendisini cehennem ateşinden korur. (Ve tehlikeli olan şehevi arzularının pençesinden kurtarır.)

✦ Oruç kalkandır, sadaka delildir, kulun gece yarısı ibâdete kalkması, her hatayı söndürür.

✦ Kış mevsiminde oruç, serin bir havada elde edilen ganimettir. (Çünkü günleri kısa olduğundan kolaylıkla oruç tutulur.) Geceleri uzun teheccüd namazı kılınır. Ve böylece büyük mükâfatlara konulmuş olur.

✦ Oruç, bağırsakları inceltir, yağını eritir, etteki boşluğu doldurur. Sahibini cehennem ateşinden uzaklaştırır. Şüphesiz Allah'ın gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiç bir beşerin kalbine gelmeyen öylesine rengarenk bir sofrası vardır ki, o sofranın üzerine oruç tutanlardan başka hiç bir kimse oturamaz.

✦ Ey müminler! Oruca değer vererek tutmanız gerekir. Zira oruç, (şeytanın arkadaşı bulunan ve tehlikeli olan) şehevi arzuları keser. (Ve insanları Allah'a karşı tahrik eden) gurur ve kibirleri söküp atar.

✦ Oruç, yalnız yemeği ve içmeyi terketmek değildir. Oruç, yemeği ve içmeği terketmenin yanında, aynı zamanda da kötü ve saçma sözlerin söylenmemesi demektir. Hatta oruçlu iken sana birisi küfreder, yahut da câhillik yaparak üzerine saldırırsa, sen de onun yaptığı gibi değil, (kendi kendine) ‘Ben oruçluyum’ dersin.

✦ Bir kimse, sessiz, sâkin ve Allah’ın zikri ile oruç tutarsa, helâlini helâl, haramını da haram bilirse, açıktan bir günah işlemezse, Ramazan ayından çıktığı zaman bütün günahları bağışlanmış olarak çıkar.

✦ Onun her tesbih ve tehlilinden, yeşil zümrütten bir ev yapılır. Onun içinde kırmızı bir yakut vardır ki, içinde bir çadır bulunur. Bu haymenin içinde de gözde bir huri vardır. O huride yakut işlemeli altın bir bilezik vardır ki, yer onunla aydınlabilir.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Her kim Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutarsa, Hakk Teâlâ ona 700 sene oruç tutmuş gibi sevap verir.                                          

✧ Orucun Faydaları:

- Oruç, insanın ahlâkını güzelleştirir.

- Merhamet duygularını geliştirir.

- Nimetlerin kıymetini öğretir.

- İnsanı sağlıklı yapar.

- İnsana sabırlı olmayı öğretir.
 

    Tatlısı, tuzlusuyla murada erer belki damak,

    Halbuki asıl murad, açlığa yol aramak... N. Fâzıl
 

Cihad

Cihad, lügat itibariyle cehd-ü gayret göstermek, çalışmak manalarına gelir. Her mümine kendini, milletini, vatanını korumak, düzeltmek, dinini kendinden başlayarak bütün cihana yayma gayretidir ve kıyâmete kadar farzdır.

Öncelikle Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘büyük cihad’ diye nitelediği kendi nefsiyle cihad en önemli görevimiz. Sonra tebliğ halkasını genişleterek îlâ-i kelimetullah için ihlâsla, azimle çalışmak. Sonra sırasıyla malıyla, evladıyla, canıyla cihad, kulluğun en yüksek mertebelerinden. Gayret bizden, tevfik Allah’tan..
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Allah yolunda cihat etmek, emânet dışında bütün günahlara keffârettir. Emânet (kavramı), orucu, sözleri ve en önemlisi (bilinen) emânetleri içine alır.

✦ Allah yolunda, sabahtan öğlene kadar, yâhut öğlenden akşama kadar çarpışmak, yerden ve yerin üstünde bulunanların tümünden hayırlıdır. İnsanın savaşta ön safta durması, altmış yıllık ibâdetten daha faziletlidir.

✦ Bir kimse Allah yolunda yaralanırsa ya da bir zahmet görürse, Kıyâmet günü safir renkli ve misk kokulu bir şekilde getirilir.

✦ Bir kimse, Allah yolunda cihat sırasında ‘Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür’ cümlesini sesini yükselterek söylerse, Allah (celle celâlühû) en büyük rızâsını onun için yazar. Bir kimse için, Allah’ın en büyük rızâsı yazılırsa, Allah onunla Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), İbrâhim (as) ve diğer Peygamberleri buluşturur.

✦ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Abdullah b. Revâha’yı, bir ordu ile yola çıkardı. O gün de Cumâya rastlamıştı. Abdullah b. Revâha: ‘Cumâ’yı Resûlullah ile kılar, sonra arkadaşlarıma yetişirim’ diye düşündü. Arkadaşları sabahtan yola çıkmışlardı. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu görünce sordu: Neyin vardı ki, sabahtan arkadaşlarınla yola çıkmadın?

‘Ya Resûlullah! Cumâyı seninle kılmayı istedim. Sonra arkadaşlarıma kavuşurum.’

Bunun üzerine, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ‘Yeryüzündekilerin tümünü sadaka olarak dağıtsan, onların sabahleyin çıkışlarındaki sevabı bulamazsın.’ İbni Abbas

✦ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’a ‘Cihadın hangisi faziletlidir?’ diye sorulunca, ‘Zâlim Padişahın yanında adâlet kelimesini söylemek’ buyurdu.

✦ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), bazı gazvelere çıktığında, yanında Medineli hanımlar bulunurdu. Bunlar yaralıları tedâvi eder ve su taşırlardı.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Bir kimse, Allah yolunda cihat için bir at bağışlasa; malıyla, canıyla Allah yolunda cihat eden gibi ona sevap verilir.

✧ Bir kimse, Allah yolunda cihat için bir kılıç verse, Kıyâmet günü o, konuşarak gelir ve şöyle der: Ben falanın kılıcıyım. Bugüne kadar hep cihat ettim.

✧ Bir kimse, Allah yolunda cihat için bir ok verse, Allah (celle celâlühû) onu saklar, büyütür. Halkın önüne, sevap olarak, Uhud dağı büyüklüğünde gelir.

✧ Bir kimse, Allah yolunda cihatta, düşmana bir şey vurmuş olsa, Allah (celle celâlühû) vuruşunu, Kıyâmet gününde önünü gösteren bir nur eyler. Kıyâmet günü, misk gibi kokarak gelir. Onun bu güzel kokusunu, orada bulunan bütün halk alır.

✧ Bir kimse, Allah yolunda cihat eden kardeşine su verirse, Allah (celle celâlühû) ona, ağzı miskle mühürlü kaplardan içirir.

✧ Bir kimse, Allah yolunda cihat eden bir kardeşini ziyâret ederse; Allah (celle celâlühû), her adımına sadaka sevabı yazar, bir derecesini yükseltir, bir hatasını bağışlar.

✧ Bir kimse, bir mücâhidi bir bineğe kavuştursa, Kıyâmet günü, bu iyiliği kendisi için bir bayrak olur.

✧ Bir kimse, Allah yolunda cihat için bir kalkan verse, Allah (celle celâlühû), onunla, kendisini Cehennemden korur.


    Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,

    Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.

    Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir

    Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemektir.

Lisâni İbâdetler                              

✧ Dil, insanın tercümanı, hem dostu, hem düşmanı… Onu yerinde kullanmak için sabır, izan ve eğitim gerekir. O, içteki ahlâk, karakter ve anlayışın dıştaki temsilcisi. Kalp havuzunun musluğu; içinde olanı ihtiyâri veya gayri ihtiyâri dışarı sızdırır.

✧ Dilin ıslahı; içeriyi temizlemek, iradeyi kuvvetlendirmek, sabredip susmakla gerçekleşir. Ağızdan çıkan her sözün kaydedildiğini, hesaba tâbi olduğunu hatırdan hiç çıkarmamak gerekir. 

✧ Biri Resûlullah’a (sav) geldi ve tavsiyede bulunmasını istedi. Resûlullah şöyle buyurdu:

'Allah’ın zikrine devâm etmelisin. Kur’an okumalısın. Çünkü, Kur’an senin için yeryüzünde nurdur. Ya hayır söyle, ya da sus. Bunun daha açık mânâsı; dilini koru, ancak hayır söyle. Böyle yaparsan, ganimet bulursun. Bunu yapmazsan sus; selâmet bulursun. Çünkü selâmet sükûttadır. Şeytan ancak sükûtla mağlup edilir.'

✧ Müslümanlar aleyhinde konuşmaktan sakınınız; onlardan biri vefât edince de, iyiliklerini söyleyiniz. Hadîs-i Şerîf

✧ Sükût kişide bir ziynettir. O halde konuştuğun zaman çok ileri gitme. Nitekim sükûta karşı bir kere pişman olursan, konuşmaya karşı birçok kereler pişman olursun!

✧ Ey ağız! Sen hakikaten Cehennem alevisin.

✧ Dil, çakmak gibi ateş çıkarır, yakar. Ey dil, sen hem tükenmez hazine, hem de devâ bulmaz bir dertsin.

✧ Sekiz şey dışında sözü azaltın:

    1- Tesbih.

    2- Tehlil ‘lâ ilâhe illâllah’

    3- Tahmid ‘elhamdülillah’

    4- Hayrı istemek.

    5- Şerden Allah’a sığınmak.

    6- İyiliği emretmek.

    7- Kötülükten nehyetmek.

    8- Kur’an okumak. Rebi b. Heysem

✧ Kişi dilinin altında saklıdır. Konuşturunuz; kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız. Hz. Ali

✧ Dilden beklenen vefâ şudur:

    1- Gıybet etmemek.

    2- Yalan söylememek.

    3- Üstüne düşmeyen sözü etmemek.

✧ Hz. Ömer bir gence şöyle söyledi: ‘Ey genç! Eğer üç şeyden kendini koruyabilirsen; gençliğin şerrinden kendini korumuş olursun. Bunlar dilin, edep yerlerinin ve midenin şerrinden sakınmaktır.’

✧ Kıyâmet günü insanların en çok günahkârları, konuşmalarında en çok Allah’a isyan edenlerdir. Selmân-ı Fârisî
 

Kur’ân-ı Kerim Okumak

✧ Kur’an okumak insanın ruhunu dalgalandırır, okşar ve ona ince zevkler tattırır. Gönülleri alevlendirir, gözleri yaşartır, hüzünleri yatıştırır, katı kalpleri yumuşatır.

✧ Kur’an; gönüllerde billurlaşan bir nur, ruhlara ışık tutan bir aydınlık kaynağı ve baştanbaşa bir hakikatler meşheridir. Onu gerçek çehresiyle ancak bir çiçekte kainattaki bütün güzellikleri sezebilen ve bir damlada tufanları seyredebilen inanmış ruhlar tanıyıp anlayabilir.

✧ Kur’ân-ı Kerim’in, meydanları, bağları, sarayları, gelin güveyleri, atlas kumaşları, bahçe ve parkları, hanları ve kervansarayları vardır.

✧ ‘Mim’ler yani ‘Elif Lam Mim’ ile başlayan sûreler, meydanları.

✧ ‘Ra’lar bostanları.

✧ ‘Ha’lar ile başlayan sûreler, sarayları.

✧ ‘Sebbeha’ ile başlayan sûreler, gelin güveyleri.

✧ ‘Ha Mim’ler Kur’ân-ı Kerim’in, atlas kumaşları,

✧ Mufassal sûreler bahçe ve parkları,

✧ Diğer sûreler de, han kervansaray gibi misâfirhaneleridir.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Kur’ân-ı Kerim ehli, Allah’ın ehlidir.

✦ İçinde Kur’an olmayan kalp, harabe bina gibidir.

✦ Allah (celle celâlühû), hürmetle, tecvitle Kur’an okuyanları, seherlerde istiğfar edenleri, Allah’ı zikredenlerin sesini sever.

✦ Kur’ân-ı Kerim okunan eve bereket ve iyilik gelir. Melekler oraya toplanır, şeytanlar oradan kaçar.

✦ Allah (celle celâlühû), takvâ ile okunan Kur’an sesini sever.

✦ Kur’an’ı öğrenip ve onu terkeden kimselere Allah (cc), melekler ve bütün canlılar lânet eder.Herhangi bir cemaat bir mecliste toplanıp Kur’an okur, aralarında müzâkere ederlerse, kalpleri sükûnet bulur, rahat ederler, Allah’ın rahmeti onları kaplar, melekler onları kuşatır. Allâhu Teâlâ da onları kendi nezdindekiler arasında zikreder.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Kur’ân, dinleyenine, kıyâmette nur olacaktır.

✧ Kur’ân-ı Kerimden şifâsı olmayanın şifâsı yoktur. Şifâ, Fâtihâ ve İhlâs sûreleridir.

✧ Kur’an’ın menbaı belağattır. Her cihetten mucizedir.

✧ Kur’an, hal lisanıyla okuyucuya nidâ eder ki: ‘Ben Allah kelâmıyım ve Zat-ı Bari ile kaimim. Ruhlar ruhu olan Peygamberlerin ve Evliyanın gıdasıyım ve kusursuz, ayıpsız yakutum. Ben hakikat güneşinin size yansıyan ışığıyım. Lakin o güneşten ayrı değilim. Aşıkları cehâlet ve gaflet ölümünden kurtarmak için ben bir ab-ı hayat kaynağıyım.

✧ Kur’an tilaveti ile kalbine ruhani feyiz sirayet eden kimse, dostların ayrılığı ile vahşet halini hissetmez. Hz. Ali

✧ Kur’ân-ı Kerimi ta içten dinlemenin, onun manasından ve mânevi lezzetinden nasipdar olmanın ilk mertebesi, şu fâni dünyayı gözden ve gönülden atabilmektir.

✧ Dünya ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor. Bediüzzaman

✧ Kur’ân-ı kerimi tefsir ederken, icaz mı itnab mı, hakikat mi mecaz mı, muhkem mi müteşabih mi, Mekki mi Medeni mi tetkik edip sonra bir hüküm vermelidir.

✧ İhlâs sûresini bin kere okuyan, nefsini Allah’tan (celle celâlühû) satın almış olur.

✧ Kur’an’dan her âyet, cennette bir derecedir.

✧ İslâm tarihinde ilk Kur’ân-ı Kerim mektebinin kurucusu Hz. Ömer’dir. Hilafeti zamanında bu mektebi Medine-i Münevvere’de vücuda getirmiştir. Bu mektebin ilk muallimliğine de Amr ibni Abdullah-ı Huzai’yi tayin etmiştir. Kendisine beytül malden maaş tayin etmiştir.

✧ Kalbe günde yetmiş bin hatıra gelir geçer. Bunları Kur’an süzgeciyle ayırmak gerek.

✧ Kur’an’nın irşad ettiği yol, tarik-i müstakimdir.
 

Batmayan Gemi

Ebû Müslim-i Saftar, evliyânın büyüklerinden biriydi.

Birgün gemi ile yola çıktı. Yanında çok kimseler de vardı. Âniden ters yönden bir rüzgâr çıktı. Dalgalar yükseldi. Gemi batacak gibi oldu. Gemide olan yükü denize attılar. Yardım istediler.

Ebû Müslim diyor ki:

- Bizimle beraber gemide bir köylü vardı. Yanında bir mushafı vardı. Oradan kalktı ve o mushafı elinin üzerine koydu, yalvararak duâ etti: ‘Ya Rabbi! Eğer bir kimsenin elinde dünya sultanından bir mektup bulunuyorsa, hiç kimse ona saldıramaz, zarar veremez, belâlardan emin olur.’

Mushafı kaldırdı ve ‘Yâ Rabbi! Bu senin kitabındır, bunu bize verdin. Ellerinde senin kitabın bulunan kullarını suda boğmak keremine yakışmaz.’

Derhal dalgalar söndü ve deniz süt liman oldu.
 

Zikir

«Dikkat edin. Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur.» (Ra’d, 28)

Zikir, Allah’ı anmak, tebliğ, öğüt, uyarı, şükür gibi bir çok anlamlara gelir. ‘Alâ’ harf-i ceri ile gelirse, dille anmak anlamına gelir. Kısacası zikir kanun-u ilâhiye uymaktır.

Feyz, muhabbetle kaimdir. Muhabbet ise ancak tekrar tekrar vâki olacak zikirle kalbe yerleşip kökleşebilir. Zira sevilene ait muhabbetin kalpte ve idrakte yerleşip gelişmesi, yardımın tekrarı sayesinde mümkündür. Bu bir psikolojik kanun ve kaidedir. Yâd ediş ne kadar çoksa muhabbet de o derece fazla olacak demektir. Yani zikir ne kadar çoksa ve ne ölçüde derinden hissedilerek ifâ ediliyorsa, o nispette bir netice hasıl olur.

Sevenler sevdiklerini, duydukları muhabbetin şiddeti nisbetinde yâd etmek ihtiyacını hissederler. Diğer taraftan o yâd ediş de sevilene karşı muhabbeti artırır.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Allah’ı zikredenler, tekbir getirenler, hamdedenler ve O’nu noksanlıklardan tenzih edenler, arşın etrafında dönerler ve arıların sesi gibi ses çıkarırlar. Onlar Allah’ı zikrederler. Sizden biri, Allah katında anılacak bir şeyi bulunmasını istemez mi?

✦ Allah adı dışında çok söz, kalbi karartır.

✦ Şeytan burnunu insanın kalbi üzerine koyar. Eğer o kimse Allah’ı zikir ile meşgul olursa, burnunu zikrullahtan döndürüp gider. Eğer o kimse Allah’ı unutursa kalbini yutar.

✦ Allah'ı zikretmek için oturan bir toplumu muhakkak ki, melekler çevreler ve rahmet onları kaplar; üzerlerine huzur iner ve Allah Teâlâ bunları, kendi katında olanlara (meleklere) anlatıp över.

✦ Bir adam, geceleyin hanımını uyandırıp da beraber iki rekât namaz kılsalar (yahud herbiri iki rekât namaz kilsa şeklinde ravinin şekki vardır), Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar.

✦ Kim okumasını âdet edindiği zikrini yahud ondan bir kısmını (geceleyin yerine getirmeyip) uyur da sonra onu, sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, geceleyin onu okumuş gibi kendisine sevab yazılır.

✦ Zikrullah, imanın nişanı ve alâmetidir. Nifaktan beraat ve şeytanın vesvese ve iğvâsından emin olmaya ve nârdan (ateşten) hıfza vesiledir.


    Bir kez ‘Allah’ dese aşk ile lisan

    Dökülür cümle günah misl-i hazan

    ‘Allah’ adı olsa her işin önü

     Hergiz ebter olmaya ânın sonu
 

‘Allah’ ismini tekrarlarken, bu ismin delâlet ettiği Allah’ı (celle celâlühû) kastetmeliyiz ki, Cemâlullaha ulaşalım. Bundan maksat da, ciddi çalışıp, huzur-u kalp ile ibâdete ulaşmaktır.

Allah’ı hatırlamak insanın gönlünü açar.

Ey insan, topraktan yaratılmış olduğun için sen de demir gibi katı ve paslı bir vücutsun. Onun için kendini zikrullah nuruyla cilalandır.

Zikir, hem kalb ve hem de dil ile olur. Zikrin en faziletlisi, her ikisiyle birlikte yapılanıdır. Kalb ve dilden birisiyle yapıldığı takdirde, kalb ile yapılan zikir, yalnız dil ile yapılandan daha faziletlidir. Riyâ olur zannından korkarak kalb ve dil ile birlikte zikri terk etmek uygun düşmez. Doğrusu zikirle Allah rızâsını gözeterek onu hem dil ve hem de kalb ile birlikte yapmaktır.

Bir dağ, ötekine adıyla seslenir ve; ‘ey Falanca! Bugün sana Allah’ı zikreden (biri) uğradı mı?’ diye sorar. O da; ‘evet uğradı’ der ve diğerini müjdeler. Dağlar hayırlı şeyleri çok iyi işitirler.’ (Avn)
 

Tevbe - İstiğfar

Tevbe, bütün insan nevine yazılmış ezeli bir hükümdür. Değişmesine ihtimal olmayan ilâhi âdetler değişmedikçe bunun aksi düşünülemez. O nedenle hiçbir günah, insanı ümitsizliğe düşürmemeli. Şeytanın: ‘Bunca günahtan sonra senin hidâyetin mümkün değildir’ vesveselerine kulak vermemeli.

Tevbenin sadık olduğunun delili, amellerdeki salah, sözlerdeki açıklık, hakkı itiraf ve ilan ederek mucibince amel etmektir. Artık kişi Allah’ın rahmetinden ve tevbesinin kabul edileceğinden emin olabilir.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Günahtan tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.

✦ Hastalık günah sebebiyle gelir. Ona şifâ ise, tevbedir.

✦ Gücünüz yetiyorsa istiğfarı çoğaltınız. Zira, Allah’ın nezdinde istiğfardan daha kurtarıcı ve sevimli bir şey yoktur.

✦ Hayırlınız, her aldanışta tevbe edendir.

✦ Kim çokça istiğfar ederse, Allah onu üzüntüden bir feraha, her türlü darlıktan bir kurtuluşa kavuşturur ve kendisine rızık verir.

✦ Amel defterinde çok istiğfar bulunana müjdeler olsun.

✦ Hiçbir kul yoktur ki, bir günah işlesin ve sonra iyi bir abdest alsın, iki rekat namaz kılsın ve istiğfar etsin de, bu günahı afv olmasın.

✦ Allah’ım beni samimi tevbe eden ve tevbesi kabul olunan temiz kullardan eyle.

✦ Allah Resûlu, bir yere oturup sonra oradan kalkacağı zaman, 10-15 kere istiğfar ederdi.


      ✽      ✽      ✽
 

✧ Günahlara pişmanlık duyman tevbedir. Hz. Ebûbekir

✧ Tevbeden sonra işlenen bir günah, tevbeden önce işlenen bin günahtan daha çirkindir. Ama bununla berâber, Allah’tan ümit kesmeyip son nefese kadar tevbe etmekten geri kalmamalıdır. Yahyâ b. Muaz

✧ İstiğfar, Allah’ın (celle celâlühû) gazabını söndürür. İmam Şarani

✧ O’nun mağfiretini isteyiniz ki, Rabbiniz günahlarınızı bağışlasın, ayıplarınızı örtsün. Bu mağfiret dileme ve bağışlanma isteme işi, iman ve sâlih amel istemekle olacaktır. Allahu Teâlâ’ya (celle celâlühû) kusurlarımdan dolayı devamlı istiğfar ederim; hem de her ibâdette... Sayısını mı soracaksınız? İşte: Alıp verdiğim nefesler adedince... Ebûssûd b. Ebi’l Aşâir

✧ Hz. Ali şöyle der: Tevbede dil çabukluğu yalancıların tevbesidir. Asıl tevbe altı şeyin cem olmasıdır:

    1. Geçmiş günahlardan nedamet

    2. Farzları iade

    3. Zulmü bırakmak

    4. Hasımlarla helâlleşmek

    5. Bir daha dönmemeye azmetmek

    6. Nefsi masiyette büyüttüğü gibi, taatin de acısını tattırmak, eritmek.

✧ Allah’tan mağfiret, yani bağışlanma dilemek; dünyada kulun günahını örtmesi, âhirette ise cezalandırmamasını istemektir. Ve sonra samimiyetle tevbe edip O’na yönelin ki, size râzı olacağınız bir hayat sürdürsün, arzu ettiğiniz hiçbir şeyden mahrum bırakmasın.

✧ Tövbenin özü; yüreğin yanmasıdır. Hz. Muaz

✧ Dayanıklı bir bedeni, Allah’ı anan bir dili ve Allah’a karşı alçak gönüllü ve duyarlı, derin sevgi ve ürperti duyan bir kalbi olmasını isteyen, Allah’a boyun eğmiş olan bütün erkek ve kadınlar için Allah’tan bağışlanma dilesin.

✧ Günahları bırakmadan Allah’tan af ve mağfiret dilemek, yalancıların istiğfarıdır.

✧ Kim şu istiğfar duâsını üç kere okursa, deniz köpüğü kadar bile olsa, Allah tüm günahlarını bağışlar; ‘Kendisinden başka bir ilâh olmayan Hay ve Kayyum’dan af diliyor ve O’na yöneliyorum.’ Abdullah b. Mesud


 Şeyh Bekâ, Melik nehri kenarında otururken, içinde taşkınlık yapan insanların bulunduğu bir gemi geçti. Şeyh Bekâ kaptana:

– Allah’tan kork ve Allah’a yönel, dedi.

Sözüne kulak asan olmadı. Bunun üzerine Şeyh Bekâ:

– Ey emir altında olan nehir. Fâcirleri cezâlandır, deyince, su üzerlerine doğru yükseldi, gemiye kadar çıktı, boğulmayla karşı karşıya kaldılar. Şeyh’e seslenerek tevbelerini ilân ettiler. Su da eski hâline döndü. Tevbelerinde sâdık kalıp, ondan sonra şeyhi sık sık ziyârete başladılar.
 

Salâvat

Salâvat şüphesiz makbuliyeti olan bir duâdır. Hadîs-i şerîflerde Cenâb-ı Hakk’a yapılan duâların salâvatı şerifelerle birlikte ilâhi dergaha gönderilmesi tavsiye edilir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Sizden biriniz Allah’tan (celle celâlühû) bir şey istemeye başladığında, önce Allah’a (celle celâlühû) sena etsin. Sonra bana selât ve selam getirsin. Daha sonra da duâ etsin. Zira bu kabule daha yakındır’ buyurdular.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Kim her vakit namazdan sonra on bir salâvat getirirse cennete girer.

✦ Allah (celle celâlühû), bana iki müvekkel melek tayin buyurdu. Bir mü’minin yanında adım zikredildiği zaman, bana salâvat-ı şerife getirirse, melekler o kimseye ‘Allah seni mağfiret etsin’ derler. Bu iki meleğin duâlarına Allah ve melekleri âmin derler. Bir mü’minin yanında adım anılır da, o da benim üzerime salâvât-ı şerife getirmezse, bu iki melek ona ‘Allah seni mağfiret etmesin’ derler. Bu meleklerin bedduâlarına Allah (celle celâlühû) ve melekleri âmin derler.

✦ Cumâ günü seksen salâvat getirenin, seksen yıllık günahı affedilir.

✦ Kim bana bir salât ederse (bana Allah'tan rahmet isterse), Allah ona on rahmet (salât) eder.

✦ Kıyâmet gününde insanların bana en iyisi, bana en çok salât getirenidir.

✦ ‘Sizin günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür. Bu günde bana salâtı çok yapın; çünkü sizin salâtınız bana arzolunur.’ Ashab dediler ki, ‘Ey Allah'ın Resûlü! Senin kemiklerin ufalanmışken, bizim salâtımız sana nasıl arzolunur?’ Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdular: ‘Allah, Peygamberlerin cesedlerini arza haram kılmıştır (toprak onları çürütmez).

✦ Allahümme salli alâ rûhi seyyidinâ fi’l-ervah

    Allahümme salli alâ cesedi seyyidinâ fi’l-escad

    Allahümme salli alâ kabri seyyidinâ fi’l-kubur

    Bir kimse, bu salâvatı yetmiş kere okursa, beni rüyâsında görür.

✦ Kim, kitabına salâvat yazarsa, ismim kaldığı sürece melekler sahibine salâvat okur.

✦ Kim bana selâm ederse, Allah ruhumu bana iade eder de, ben onun selâmını alırım (ona karşılık veririm).

✦ O adamın burnu yere sürünsün (zelil olsun) ki, yanında anıldığımda bana salat getirmemiştir.

✦ Kıyâmette üç sınıf beni göremez:

    1- Ana-babasına âsi olan.

    2- Benim sünnetlerimi terk edenler.

    3- Benim ismim zikrolunduğunda benim üzerime salâvât-ı şerife okumayanlardır.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Allah (celle celâlühû), her selâm karşılığında, on belâdan necat kılar.

✧ Bir kimse, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e bir defa mecliste (oturup sohbet edilen yerde) salât getirirse, o salât, mecliste olan tekrar anılmalara kifayet eder.

✧ Resûlullah’a çok salâvat getirerek irtibat kurmak lazım, tâ ki iştiyak ziyadeleşsin.

✧ Cebrâil (as): Sana günde on salâvat getireni, elinden tutup, Sıratı hızla geçiririm.

    Mikâil: Kevser havuzundan su içiririm.

    İsrâfil: Bir secde eder, Allah (celle celâlühû) onu affedinceye kadar başımı kaldırmam.

    Azrâil: O kişinin rûhunu Peygamber rûhu gibi hiç acı duymadan alırım.
 

Mâli İbâdetler

Zekât

«(O günah işleyip tevbe eden) mü'minlerin mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini (günahlardan) temizleyesin ve onlara bereket bırakmış olasın. Hem de onlara duâ et.» (Tevbe, 103)

Bir zekât, yahut bir sadaka, yahut bir adak, yahut bir keffaret ve benzeri herhangi bir ibâdeti yapan kimsenin şöyle demesi müstahabdır: «Rabbena tekabbel minnâ, înneke entessemiu'1-alîm / Rabbimiz, bizden kabul buyur. Muhakkak ki Sen (bütün söylenenleri) işitensin, (her yapılanı) bilensin.» Bakara, 127

Servetin belli ellerde toplanmasını önlemek ve servetin toplumda dengeli bir biçimde dağılımını sağlamak için ihtiyacının dışında nisab miktarı para altın ve benzeri değere sâhip Müslümanların yılda bir kez, malının en az kırkta birini muhtaç olan kişilere vermelerine zekât denir. Zekâtın verilmesi farzdır. Zekât, mal ile yapılan bir ibâdettir.

Namaz kılmak ve zekât vermek mü’minlerin özelliklerindendir. Kur’ân’da bir çok yerde ikisi birlikte zikredilmektedir. «Namazı kılın, zekâtı verin, rüku edenlerle beraber eğilin.» (Bakara, 43)

Mü’minler, namazla kalplerini kötülüklerden korurlar, zekâtla, mallarını ve mal düşkünü nefislerini arındırırlar. Zekât, yoksullara, muhtaçlara, kalbi ısındırılacaklara, kölelerin azat edilmesine, yolculara, borcunu ödeyemeyecek durumda olanlara verilebilir.

Zekât, fakir ile zengin arasında kurulan bir köprüdür. İnsanlara hürmeti, sevgiyi, minneti, ilgiyi öğretir. Samimi duyguların beslenmesine ve toplumsal hayatın refahına vesiledir.

Malının zekâtını verdiğin takdirde onun şerrinden kendini korumuş olursun. Şüphesiz yine Hz. Allah, geriye kalan malınızın cimrilik kirlerinden ve afetlerinden temizlenmesi için size zekâtı farz kılmıştır. (Verecek olduğunuz zekâtın karşılığı sizin olacaktır.) Halbuki Yüce Allah’ın farz kıldığı miras malları ancak sizden sonra varislerinize kalacaktır. Kişinin kazandığı en hayırlı mal, dindar ve sâlih bir zevcedir. Zira ona baktığı zaman kocasını sevdirir. Emrettiği zaman itaat eder. Yanından ayrıldığınız vakit de namus ve iffetini korur.

Zekât İslâm köprüsüdür. (Ancak onu vermekle İslâmiyete girilebilinir.) Hadîs-i Şerîf

İnsanlar, zekât verme konusunda üçe ayrılırlar;

1- Sıddîklar: Onlar her şey'ini feda eylediler. İki yüz dirhemden beş dirhem vermek, bahîllerin işidir. ‘Bize lâzım olan, sevdiğimizin sevgisi için ikiyüz dirhemi de vermektir’ dediler. Hûsûsen Ebû Bekri's-Sıddîk (Radıyallahü anh) bütün malını verdi.

2- Sâlihler: Sâlihler, Allahü Teâlâ'nın iyi kulları, malı bir defada elden çıkarmadılar ve ona güvenmediler. Yanlarında saklayıp, fakirlerin ihtiyaçlarını ve iyilik yapmak, hayır işlemek yollarını gözettiler. Kendilerini fakirlerle bir tuttular. Zekât miktarı vermekle yetinmediler. Yanlarına fakir-fukara gelince, onları kendi ev halkından saydılar.

3- İyi İnsanlar: Bunlar, iki yüz dirhemden; beş dirhemden fazla veremediler. Farzı yapmakla yetindiler. Emri severek, beğenerek ve vaktinde yerine getirdiler. Fakirlere hiç minnet etmediler. Bu ise en aşağı derecedir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın kendisine verdiği iki yüz dirhem gümüşten, yine O'nun emri ile beş dirhemi veremeyenin Allahü Teâlâ'yı sevmekten nasîbi yoktur. Beş dirhemden fazla veremeyenin sevgisi gayet zayıf olup, bahîl dostlardan sayılır.

Zekât vermeyenin namazı makbul değildir.
 

Hac - Umre

Hacc, sözlükte tazim edilecek yer ve makamlara ziyarette bulunmak demektir. İbâdet maksadıyla Arafat’ta belirli vakitte bir süre durmaktan, daha sonra Beytullah’ı usulüne göre ziyaretten ibaret olan, İslâm’ın şartlarından birini teşkil eden mali ve bedeni bir ibâdettir.

Hacc ibâdeti ümmet bilinci ve birliği için çok önemlidir.

Hacc, dünyanın çeşitli yörelerinden renk, dil ve ülke ayrımı gözetmeksizin milyonlarca müslümanı bir araya getirir. Oluşturulan bu atmosferi, müslümanlar olarak en iyi biçimde değerlendiremezsek, hacc ibâdetimiz hedefine ulaşamaz.

Tanıştığımız, görüştüğümüz, birçok şeyi paylaştığımız insanlarla olan birlikteliğimizi evlerimize dönerken getireceğimiz hediyelerin en önünde, en üstüne koymalıyız.

Allah’ın misafirleri olarak gittiğimiz Kabe’de tek yürek, tek yumruk olduğumuzun pratiğini yaparız. İnsanlar eşittir, müslümanlar kardeştir, onlar tek yumruktur deyip haccda olsun bunu beceremiyorsak, hacc ibâdetimiz nasıl hedefine ulaşır?

Sadece tavaf, sadece zemzem içmek, sadece say etmekten ibaret bir hacc anlayışı noksandır. Bunlarla beraber ümmet bilinci ve İslâm birliğini yaşamak gerekmektedir.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Kim hac eder de şehevatı terk edip günah işlemezse (kötü söz ve davranışlardan sakınırsa) geçmiş günahları bağışlanır.

✦ Müslüman olmak ondan önceki günahları, hicret kendisinden önceki günahları ve hac da daha önceki günahları silip süpürür.

✦ Âhir zamanda insanlar ihlâsı bırakıp, ayrı maksatlarla hac yaparlar.

    1- Sultanlar, gezinti için,

    2- Zenginler, ticâret için,

    3- Fakirler, dilenmek için,

    4- Âlimler, kâriler şöhret için...

✦ Peygamberimizin hacılara duâsı: Allah’ım, hacıyı ve onun bağışlanma dilediği kimseyi bağışla.

✦ Ramazan’da yapılan umre, benimle birlikte hac etmek gibidir.

✦ Hz. Aişe (ra) Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘Yâ Resûlallah, cihadın en faziletli ibâdet olduğunu buyurdunuz. O halde biz cihad etmeyelim mi?’ diye sorduklarında, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘Hayır, sizin için en faziletli cihad, mebrur hacdır’ buyurdular. Mebrur hac demek, günah karışmayan hac demektir. Hacı olanın daha sonra günah işlememesi ve hayatındaki kötü alışkanlıkların atılması da aynı kavram içinde ifade edilir.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Ramazan ayını, Allah yoluna cihadı veya haccı tâkiben vefât eden kimse, şehit olarak vefât eder.

✧ Hac ve Umre için Beytullah’a gidenler, müslümanların Allah’a gönderilmiş temsilcileridir; duâ ederlerse kabul edilir, mağfiret dilerlerse bağışlanırlar.

✧ Şeytan taşlama, hac vazifelerindendir. Şeytan, Hz. İbrâhim zamanında taşlandığı yerlerde asırlardır taşlanmaya devâm eder. Bu onun açısından çok haysiyet kırıcı bir şeydir. Hakâret olsun diye, bir devletin bayrağını yakmak gibidir. O anda, şeytan ‘Hani, burada şeytan mı var da taşlıyorsun?’ diye vesvese vermeye devâm eder. İşte bir anlamda, o duyguyu taşlamaktır şeytan taşlamaktaki espiri.

✧ Atılan taşların kabul olunanını Allah imhâ eder.

✧ Yeni bir haber de şöyle; kumarhânelerde sihirbazlar çalıştırılır. Fakat şeytan taşlama günlerinde bir türlü büyü yapamazlar. Çünkü akıl hocaları olan şeytan çok mahzundur, dersi tâtil etmiştir..!
 

Sadaka - İnfak

✧ «Sadakanızı başa kakmak ve eziyet vermek sûretiyle heder etmeyin.» (Bakara, 264)

✧ «Onların mallarından bir sadaka al ki, onunla onları temizlemiş, tezkiye etmiş olursun.» Tevbe 103

✧ Gizli sadaka, Allah’ın gazabını söndürür.

✧ Kıyâmet günü, hesap görülünceye kadar herkes sadakasının gölgesinde olacaktır.

✧ Her müslümanın sadaka vermesi gerekir. İmkan bulamazsa eliyle iş görür. Böylece hem kendine faydalı olur, hem de sadaka verir. Gücü yetmezse güç durumdaki ihtiyaç sahiplerine yardım eder. Buna da gücü yetmezse iyiliği ve hayrı emreder. Bunu da yapamazsa fenalık yapmaktan kendini tutar. Bu da bir çeşit sadakadır. Hadîs-i Şerîf, Buhârî

✧ Dilenci sadık olup, cidden muhtaç halde ise, onu kovan felâh bulmaz.

✧ Bir müslüman ekin eker, meyve ağacı diker de, onun tane ve meyvelerinden kuş, insan yerse, bunların yedikleri bu müslüman için sadaka olur.

✧ Sadaka, yetmiş şerrin kapısını kapatır.

✧ Kim bir müslümana bir elbise giydirirse, o elbiseden o fakir üzerinde bir yama kaldığı müddetçe, elbiseyi giydiren Allah’ın himâyesindedir.

✧ Sadakanın en faziletlisi, senden yüz çeviren akrabaya verilen sadakadır.

✧ Sadakanın en faziletlisi, bir müslümanın ilim öğrenmesi, sonra da onu din kardeşine öğretmesidir.

✧ Müslümanın kendine, çocuğuna, zevcesine, hizmetçisine yedirdiği şey de bir sadakadır.

✧ Akrabasından muhtaç kimse varken, Allah başkasına sadaka vermesini kabul etmez.

✧ Namaz seni yolun yarısına ulaştırır, oruç da hükümdarın kapısına ulaştırır, sadaka ise hükümdarın huzuruna çıkarır. Ömer b Abdülaziz

✧ Gizli verilen sadaka, âşikare verilen sadakadan yetmiş derece üstündür. Aynı zamanda yetmiş şeytanın çenesini susturur.

✧ İsteyiciyi boş çeviren eve, bir hafta melek uğramaz. Hz. Îsâ

✧ Allahu Teâlâ dileseydi hepinizi zengin eder, aranızda fakir bulunmazdı. Fakat sizleri birbirinizle imtihan ediyor. Hasan-ı Basri

✧ Lokman (as) oğluna şöyle demiştir: ‘Oğlum, bir günah işlediğinde, hemen akabinde sadaka ver.’

✧ Yetmiş şeytan bağlanmadıkça, kişi hiçbir sadaka veremez.

✧ Cennet nimetlerine kavuşmayı isteyenler, bilhassa pahalılık ve kıtlık zamanında çok sadaka versinler.

✧ Başa kakanın Allah sadakasını kabul etmez.
 

İnanç ve İbâdetlerin Ahlâkımıza Tesiri

Gerçek bir inanca sahip olan insan, bütün davranışlarının Allah tarafından görüldüğüne ve bunların melekler tarafından da kaydedildiğine inanır. Dünyada yapılan her iş ve davranışın kıyâmet gününde kendisinden sorulacağını bilir. İyi iş yapanların bunun mükâfatını göreceğini, kötülük yapanların da cezasını çekeceğine kesinlikle inanır. Yüce Allah (celle celâlühû) Kur’ân-ı Kerimde; «Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür» (Zilzal, 7-8) buyurmaktadır.

Bu inanç, insanı kötülüklerden uzaklaştırır ve iyilik yapmaya yöneltir. Kalbinde böyle bir inanç ve sorumluluk taşımayan kimselerden ise kendi çıkarları olmadıkça iyilik beklenmez. Bunlar fırsat buldukça kendi çıkarları için her türlü kötülüğü yapabilirler.

Halbuki kalbinde sağlam bir inanç taşıyan Müslüman bütün davranışlarına dikkat eder. Kimseye kötülük yapmaz. Elinden geldiği kadar iyilik yapmaya çalışır.

İbâdetler hem kalbimizdeki imanı güçlendirir, hem de iyi ahlâklı olmamızı sağlar.

Beş vakit namaz, bize daima Allah’ı (celle celâlühû) hatırlatır, her türlü çirkin davranışlardan vaz geçirir.

Oruç, şefkat ve merhamet duygularını geliştirir, elimizi haramdan, dilimizi yalandan korur.

Zekât, cimrilikten kurtarır, başkalarına karşı iyilik ve yardım severlik duygularını geliştirir. Topluma faydalı bir insan haline getirir.
 

Ahlâkta Kulluk

Ahlâk, insanın ruhunda yerleşen meleke ve alışkanlıklardır. Organlarımızın hareketi ruhumuza bağlıdır. Ruhumuza güzel huylar, iyi alışkanlıklar yerleşirse, davranışlarımız da güzel olur, buna ‘güzel ahlâk’ denir.

İslâm dini, her iki cihanda insanı mutlu kılmayı hedeflemiştir. Bunu da ahlâk ve fazilet temeline oturtmuştur. İslâm dininin amacı ahlâklı insanlar ve bunlardan oluşan ahlâklı toplumlar meydana getirmektir. İslâmın bütün emirleri bu amaca yöneliktir. Hem ibâdetler ve hem de diğer davranışlar bu hedefe hizmet ettiği oranda değer kazanmakta, aksi takdirde Allah (celle celâlühû) katında hiçbir önem arzetmemektedir.

İslâm dininin temel kaynağı Kur’an ve onun açıklayıcısı olan sahih sünnettir. Bu iki kaynak dinin ve dünyevi hayatın genel çerçevesini çizerek ahlâk anlayışının temelini oluşturmuştur. Hz. Âişe kendisine sorulan soruya verdiği bir cevapta Hz. Peygamber’in ahlâkının ‘Kur’an ahlâkı’ olduğunu belirtmiştir.

İnsan dünyaya temiz olarak gelir. Eğer anne babası tarafından iyi terbiye edilir, güzel huylarla süslenirse iyi ahlâklı olarak yetişir.

Her konuda olduğu gibi ahlâki konularda da örnek alacağımız ve güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen Hz. Peygambere Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır: «Ve elbette sen yüce bir ahlâk üzeresin» (Kalem, 4)

Kur'ân'ı Kerim, aynı zamanda insanların uymaları gereken kuralları en güzel ve açık bir şekilde ortaya koyan, insanı ebedi kurtuluşa götürecek evrensel prensipleri içeren bir ahlâki kurallar manzumesidir.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Güzel ahlâk, sana gelmeyene gitmen, kötülük edeni bağışlaman, vermeyene vermendir.

✦ Tedbir gibi akıl, güzel huy gibi asalet olmaz.

✦ Muhakkak ki kişi, güzel ahlâkı sayesinde, gündüzü oruçlu gecesi namazlı olanların derecesine yükselir.

✦ Kolay, yumuşak ve mülayim olan kimse cehenneme girmez.

✦ Güzel huy, sahibinin burnuna Allah’ın rahmetinden takılı bir bağdır. Bu bağ ise, meleğin elindedir, melek onu iyiliğe çeker. İyilik ise, yapanı Cennete götürür. Kötü huy ise, sahibinin burnuna azaptan gelen bir yulardır. Bu yular da şeytanın elindedir. Şeytan da kötülüğe çeker. Kötülük ise, yapanı Cehenneme götürür.

✦ İyi ahlâk on şeydir. Cenâb-ı Hakk, bunları saadetini istediği kimselere taksim etmiştir. Bunlar bazen çocukta bulunur babada bulunmaz, kölede bulunur, efendisinde bulunmaz: Doğru söz söylemek, muhârebede sebat etmek, dilenciye sadaka vermek, yapılan iyiliklerin karşılığını vermek, emâneti muhâfaza etmek, akrabaya iyilik ve ziyâret etmek, komşunun hak ve hukukuna riâyet etmek, arkadaşının hatırını sayıp, hukukunu muhâfaza etmek, misafire iyi muâmele edip hürmet göstermek, fakat bunların başı da hayadır.

✦ Mizana koyulacak amellerin en ağır geleni, takvâ ve güzel ahlâktır.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Güzel ahlâk, cömertlik, bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür. Hasan-ı Basrî

✧ Güzel ahlâkın alâmeti, ezâ ve cefâ vermekten kaçınmak, verilen ezâ ve sıkıntıları sineye çekmektir. Kirmân

✧ Allah’ın Rububiyetine şahid olan, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanan, Kur’an ahlâkının yazıya dökülmüş hâlidir.

✧ Muaz (r.a.) anlatıyor: ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) beni Yemen’e gönderdi. Giderken bana uzunca nasihat etti ve sonunda, ‘İyi ahlâk sahibi ol. Çünkü insanların en dindarı, ahlâkı güzel olandır’ buyurdu.

✧ Güzel ahlâk, Rabbin gadabını giderir. Süfyan-ı Sevri


❃ Hz. Âdem: Tevbe ile,

❃ Hz. Nûh: Şükretmekle,

❃ Hz. İbrâhim: Hilim ve cömertlikle,

❃ Hz. Mûsa: İhlâs ve şecaatla,

❃ Hz. İsmail: Vaadinde sadakatle,

❃ Hz. Yakup ve Eyüp: Sabırla,

❃ Hz. Davut: Onurla,

❃ Hz. Süleyman: Alçak gönüllülükle,

❃ Hz. Îsâ: Züht ve takvâsıyla,

❃ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), tüm güzellikleri kendinde toplamakla meşhurdur.
 

Tevâzu - Mahviyet

Fazilet, dostluk ve şeref, tevâzu kubbesinin altında sahibini bekler. Kemâle ermiş olgun insan meyveli ağaç gibi başı eğik, saygın ve saygılıdır. Neden yaratıldığını düşünen kimse için kibri, gururu aşmak zor olmaz. İnsan bilir ki, görevi kulluktur. Sahibi olduğu hiçbir şey kendinin değil, o bir emânetçidir. Kendisinde övünülecek ne varsa kendinden olmadığından asıl övgü, üstünlük yaratıp bu güzelliklerle donatana aittir. «Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsusutur» (Fâtiha, 1)

Mütevâzı insan, sırasıyla önce Rabbine, Resûlüne itaatta kusur etmeyip, emir ve yasaklarına canla başla riâyet eder. Verilen nimetlerin minnettarlığının verdiği eziklikle seve seve, aşkla, şevkle rızâ-i İlâhi için gayret gösterir. Her güzelliği, ikramı Allah’tan, her bozukluğu kendinden bilir.

Bu niteliklerle Rabbiyle arası barışık olan kendiyle de barışık olur. Rabbisinin emrini yerine getirmesinin sevinci onu mutlu eder. Mutlu insan çevresindeki insanlara da mutluluk saçar, onları sever, onlara şefkat, merhamet, ilgi, sevgi ve saygı gösterir. İbn-i Abbas’tan rivâyet olundu ki, ‘Kişinin, kardeşinin artığını içmesi tevâzudandır.’

Mütevâzı insan ehli şükür olduğu için, kalbindeki müteşekkir edâ, yüzüne yansır, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Ama kesinlikle yağcı ve çıkarcı değildir. Mütevâzı insan olaylara hep müsbet bakar, hep iyiye yorar, herşeyde bir hayrın olduğuna cidden inandığı için huzurlu, ılımlıdır. İnsanlara ve fikirlerine saygı duyduğu için hemen itirazı basmaz, muhalefet etmez, uzlaşma yoluna gider. ‘Mü’min ülfet eden, ülfet edilen, seven, sevilen kimsedir’ hadîs-i şerîfindeki müjdeye mazhar olur.
 

Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,

Affet, Senden habersiz aldığım her nefesten.   N. Fazıl
 

✧ Kulların Allah’a (celle celâlühû) en sevimlisi; günahtan sakınarak kendini gizleyenlerdir. Onlar, gözden ırak dursalar da (dünyanın debdebesi içinde) kaybolmazlar. Ortada görünseler de tanınmazlar. Onlar, hidâyet yolunun imamları ve ilmin ışıklarıdır. Hadîs-i Şerîf

✧ Alet ve sebep bir nevi varlık davasıdır. Asıl iş görecek olan yokluk ve mahfiyettir.

✧ Kâmil, yokluğu elde edendir. Mevlâna

✧ Halka doğru inmek, orada kalmak için değil; onu da yukarı çıkarmak içindir. Peyâmi Safa

✧ Sözü yalama etmediğin gibi, tevâzuda da israf etme.

✧ Meşhur olma sevdasıyla yanıp tutuşana doğruluk nasip olmaz. İbrâhim Ethem

✧ Tevâzu beş şeyle hasıl olur:

    1- Başlangıçta hangi şeyden yaratıldığını hatırlamak,

    2- Dünyaya geldikten sonra muhtaç bir varlık olarak yaşadığını düşünmek,

    3- Dünyada sayılı ömrünü tükettikten sonra kokuşan bir leş ve sonra da toprak olacağını hatırlamak.

    4- Zayıflığını, muhtaç ve fakirliğini hatırlamak,

    5- ‘Başlangıcı nutfe, ortası irin, kan, bevil, gayta, sonu kabirde leş’ hadisini hatırlamak.

✧ İnsanoğlu topraktan yaratılmıştır. Eğer toprak gibi alçak gönüllü olmasa, insan değildir. Sadi

✧ İnsan ne kadar alçak gönüllü olursa, o kadar yükselir. Hz. Ali
 

Buluttan bir damla yağmur düştü. Bu damla, denizin genişliğini görünce utandı:

– Şu deniz denilen yerde ben kim oluyorum? Eğer deniz buysa, gerçekten ben hiçim! dedi.

Damla kendisini hor görünce, sedefin biri onu koynuna alıp seve seve besledi. Felek de onun işini öyle düzgün yürüttü ki, nihâyet pâdişahlara yaraşan namlı bir inci oldu.

Hâsılı bu yüceliği, mütevâzı olmakla buldu. Yokluk kapısını çaldığı için var oldu.
 

İhlâs

İhlâs; katıksız, yüzde yüz dediğimiz şeydir. Saf bal, saf süt gibi gönlü masivadan, aklı hileden, kalbi art niyetten arınmış insana saf insan denir. Tasavvuf kelimesi de bu kökten türemiştir. Tasavvufun amacı insanın gönlünün saflaşması, mârifetullah ve muhabbetullah ile bezenmesidir.

«Allah kimseye iki kalp vermemiştir.» (Ahzab, 4)

Niyetin mahalli kalptir. Bir şey yapmaya niyet eden insan yapacağı şeyi sırf Allah rızâsını kastederek yaparsa, ihlâs olur ama ikinci bir niyet katılırsa ihlâstan çıkar. Mesela Allah rızâsı için bir hastayı ziyârete gitmeyi niyet edip bir de ‘O da bana gelmişti gitmeliyim’ fikri niyetine katılırsa ihlâs gider. Bir amelle çok niyette bulunur ama hepsi de Allah rızâsı için olursa ihlâstan çıkmaz, sevabı çoğalır. Mesela ben bu abdesti; câmiye abdestli girmek, Kur’ân okumak, namaz kılmak niyetiyle alıyorum demek gibi.

İnsanın gönüllerde yer tutmak, zemden kurtulup medhedilmek, pohpohlanmak, popüler olmak, istediği mevkiye gelmek, sevilmek, sayılmak ve bu sayede her istediği dünyalığa sahip olmak için sarfettiği nice gayret çoğu kez boşa gider, ya da tam istediği gâyeye ulaşacağı sırada kaybolur gider. Çünkü vazo çiçeği gibi köksüzdür; aslı, dayanağı, tutanağı yoktur. Serap gibidir, susayan onu su sanar, yanına gidince kaybolur. Kaybolup giden şeylere bu kadar gönül bağlamak niye? İbrâhimcesine «Ben kaybolanları sevmem» (En’am, 76) deyip kaybolmayan, baki olan her şeyin hazinesi, yed’i kudretinde olan, ezanlarda, namazlarda ‘Allah’u Ekber / Allah en büyüktür’ deyip andığımız Yüce Yaratıcımıza iltica edip, O’na yönelip, O’na güvenip, O’ndan isteyip hâlis muhlis bir kul olmak en büyük bir kurtuluş değil mi?
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ İhlâs benim sırlarımdan biridir. Onu sevdiğim kullarımın kalbine emânet ederim. Ona melek muttali olamaz ki, yazsın. Şeytan da muttali olamaz ki, onu ifsat etsin. Hadîs-i Kudsî

✧ İhlâsı elde etmek için niyetin düzeltilmesi lazımdır. Çünkü, bütün işler niyete göre değer kazanır.

✧ Hikâye olunur ki, Hz. Âdem’in (as) adını (ve yeryüzüne indiğini) duyunca onu bir geyik ziyârete gitti. Hz. Âdem bundan son derece memnun oldu ve sağ elini geyiğin sırtına koyarak iltifat etti. Bundan dolayı geyiğin kuyruk tarafında güzel bir koku, misk meydana geldi. Geyik arkadaşlarının yanına geldi. Diğer geyikler ‘Bu kokuyu nereden buldun?’ diye sordular. O da keyfiyeti diğerlerine anlattı. Bunun üzerine diğer geyikler de Hz. Âdem’in (as) yanına vardılar. Fakat onların vücudunda herhangi bir koku hasıl olmadı. Çünkü birinci geyiğin vücudunda ihlâs vardı. O halis bir ziyâret için gitmişti. Diğer geyikler ise koku için gitmişlerdi.

✧ İhlâs, biatın ikinci rüknüdür.

✧ İhlâs, hiçbir sebep ve gâye olmaksızın, Allah’ın emir ve hükümlerini yalnız Allah rızâsı için yapmaktır. Yani bütün gücünü Allah yoluna sarf etmektir. Bu hal üzere sebâtın zâhirine takvâ, özüne de ihlâs denir. Abdülhakim el-Hüseyni

✧ İhlâsın belirtileri:

    1- Haramdan kaçmak,

    2- Dilin hak ve doğru konuşması,

    3- Kulağın günaha hizmet etmemesi,

    4- Gözün helâl ve meşruya bakması,

    5- Elin dürüst çalışması.

✧  İnsanlar görsün diye bir amelde bulunmak riyâdır. Lüzumlu bir işi insanlar ‘ne der’ endişesiyle terk etmek de şirktir. İhlâs, Allah’ın bu iki duygudan da seni kurtarmasıdır. Fudayl b. İyad

✧ Seni tanıyanlar, senin sâdece farzları edâ ettiğini sanacak şekilde tüm iyiliklerini gizli yapmalısın. Vüheyl b. Verd

✧ Mal, mülk, güzellik, saltanat ve şeref kime verilir de şeref içinde mütevâzı, güzellik içinde iffetli, servet içinde yardımcı, iktidar içinde âdil olursa hâlis kimseler listesine yazılır. ‘Ne mutlu o kimseye ki, arzusu kısa, ömrü uzun, ameli güzeldir.’


Âmir b. Abdullah, son derece cömert ve merhametli bir insandı. Bilhassa garipleri, özürlü insanları, akıl hastalarını toplar; onlara yemek yedirir, ikramlarda bulunur, ihtiyaçlarını karşılardı.

- Bunlar yemeği, ikrâmı ne bilir? diyenlere de:

- Bunlar bilmiyorsa, Allâhu Teâlâ da bilmez mi? Onun görmesi, bilmesi benim için kâfidir... cevâbını verirdi.
 

Samimiyet

İnsanın insandan beklediği, arzu ettiği tek şey samimiyet olsa gerek. Küçücük çocuklar bile bu duyguyu hissedip kendilerini candan sevenlerin duygularına cevap veriyor. Hayvanlar dahi kendisine samimi davranan kimselere dost oluyor. Bazen hayatlarını kurtaracak boyutlara uzanan iyilikler yapıyorlar.

Hatalı da olsa samimi itiraflar affa sebep oluyor. İşinde, sözünde, davranışlarında samimi kimseler herkes tarafından seviliyor. Günlük hayatta samimiyetin kişiye verdiği değeri hiçbir şey vermediği gibi, samimi yapılan duânın, ibâdetin, infakın, yardımın sevabı da sevapların en büyüğüdür.

Samimi mü'min, her türlü hileden, desiseden uzak huzur dolu hayat sürer. Çevresindeki insanları da mutlu, huzurlu kılar. Sever, sevilir, vicdanı rahat, başı dik, onurlu olmanın sevincini yaşar.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Bir kimse yaptığı ve terk ettiği bir şeyde Allah’ın rızâsını gözetirse, Allah onun kusurlarını düzeltir.

✧ Sözleriniz yürekten gelmedikçe, hiçbir zaman iki kalbi birleştiremezsiniz.

✧ Bir müslüman, bir müslümanın yanına herhangi bir iş için rahat gidemiyor, çekinerek gidiyorsa, o kendisinden çekinilen müslümanın son nefesinden korkulur.

✧ İçtenlik, bütün dehanın kaynağıdır.                                          

✧ Birbirine iki zıt karaktere sahip olan insanlar, birbirlerini anlamak ve tamamlamak şartı ile dost olabilirler.

✧ Az samimiyet tehlikeli, çok samimiyet de çok tehlikelidir.

✧ Bir dostun veya arkadaşın bir vilayete vali olursa, artık kendisinin vali olmazdan önce sana gösterdiği sevgi ve samimiyetin onda birine sahip ol. İmam-ı Şâfiî

✧ Samimiyet; edep sınırlarını aştığında laubalilik olur. N. Fâzıl                                              

✧ Samimiyetin devam etmesi, yakınlarımızın kalplerinin bize karşı soğumasına mâni olur. Samimiyetin kaybolması, kuvvetin kaybolmasıdır.

✧ Herkese karşı kibar ol, fakat pek az kişiyle samimi ol.                                                        

✧ İnsan, düşmanının her faziletine inanabilir, samimiyetine asla! Cenap Şahabettin

✧ Pek tabii olmaya gelmez, terbiyesiz derler. Pek samimi olmaya gelmez, saygısız derler. Cenap Şahabettin

✧ İnsan yalnız yaşarken, ağırbaşlı olmalıdır. Görevi başında iken, dikkatli olmalıdır. Başkalarıyla arkadaşlık ederken, samimi olmalıdır. Vahşi kabileler içinde yaşasa bile, yine bunları bırakmamalıdır.

✧ Samimilik, bir iç açılışıdır. Pek az insanda bulunur.

✧ İnsanların birbirini çok tanıması da, az tanıması gibi aynı derecede samimi olmalarına engel olur.                                                                                                                

✧ Karşısındakini kendine tercih edemeyen kişi, samimiyetten çok uzaktır.                                                                                    

✧ Samimi bir denemeden elde edilen en küçük sonuç, en iyi kopyadan daha değerlidir

✧ Samimiyet, cennete götüren yoldur.    
                                                                                

Ahde Vefâ

İslâm dininin önemli prensiplerinden biri de ahde vefa (sözünde durmak)dır. Vefâ, insanın yüz çevirdiği şeye bir daha dönmemesi demektir. Kur'ân-ı Kerim’de «Yetimin malına rüştüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın, verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir» (İsrâ, 34) buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi ahde vefa bir görevdir, imanın gereğidir. Hem dini, hem sosyal, hem hukuki bir kaidedir.

Ahde vefa göstermek, keyfi davranmayı ve fırsatçılığı men eder. Ahde vefa konusuna İslâm çok önem vermiştir. Bu konu Kur’ân-ı Kerimde on iki âyette zikredilmiştir. İnsanlar yerine getiremeyeceği sözü vermemeli, vaadinden caymamalı, kendisine duyulan güveni sarsmamalıdır. Sosyal ve ticari işlerde güven esas olduğundan verilen sözde durmalı, kabul edilebilir bir mazeret olmaksızın verilen sözden caymamalıdır.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e ‘el-Emin’ denilmesi, şüphesiz ki onun sözünde duran, vadini yerine getiren bir kişi olmasından kaynaklanmaktadır. Onun bu özelliği bizlere örnek teşkil etmektedir.

Müslüman dürüst, güvenilir, sözünde duran bir kişi olmalıdır. Unutulmamalıdır ki güvensizlik toplumda dayanışmayı, yardımlaşmayı ve kardeşliği yok eder.

Sözleri yerine getirmenin önemi kadar bazı güzel şeylere, anılara vefa göstermek de önemlidir. Vaktiyle güçsüz ve zayıf iken gördüğümüz yardımı hemen unutmamalıyız.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Allah kıyâmet gününde gelmiş ve geçmiş bütün insanları bir araya topladığı vakit her vefâsız için bir sancak çekilecek ve ‘işte filan oğlu filanın vefâsızlığı budur’ denilecek.

✧ Üç şey aleyhe döner:

    1- Zulüm.

    2- Hile.

    3- Ahdi bozmak. Hz. Ebû Bekir

✧ Ölmeden evvel Rabbinize tevbe edin, meşgul edilmeden önce güzel amellere karşı elinizi çabuk tutun, aranızda bir bağ bulunan kimseleri sık sık hatırlayıp ziyârette bulunun.

✧ Necâta eren, vefâya riâyet ettiği için kurtulmuştur. Cerîrî

✧ Sana yazıklar olsun, neden ahdini tutmuyorsun? Bu hâlin böyle devam ederse, gözlerine yakında karasu iner. Ayaklarına ve ellerine inme gelir. Gezmen şöyle dursun, yerinden kıpırdaman bile kâbil olmayacak. Allah’ın rahmet kapısı sana kapanacak. İnsanların kalbinden sana karşı kin ve nefret fışkıracak. Onların iyi düşünceleri senden uzaklaşacak. O zaman sana kim yardım eder? Geylani
 

Vefâsız Nesil

Mehmet Âkif Ersoy, Bosnalı Ali Şevki Efendi’yi çok sever ve ‘Köse İmam’ şiirini ithaf ettiği bu insanla her hafta bir araya gelirlermiş.

Ali Şevki, bir sohbette İstanbul’daki Vefa yokuşundan bahsedince, Mehmet Âkif:

- Bırak ya Ali Şevki!.. diye atılmış. Bu günkü nesil, o güzel yokuşu dümdüz etti.
 

Hilim

✧ Hilim peygamberi buyururlar ki:

Namus hususunda halim olmak doğru değildir, zîrâ bu tavır kişinin karısının-kızının kötü yola gitmesine sebep olur.

✧ Rıfktan (yumuşaklık ve olgunluktan) nasibini alan kişi dünya ve âhiretin hayırlarını kendinde toplamıştır. Rıfktan nasibi olmayan ise dünya ve âhiretin hayırlarından hiçbir paya sahip değildir.

✧ Eğer sertliğin yaratılmış şeklini görselerdi; ondan daha çirkin mahluk olduğunu görmezlerdi.

✧ Rıfk ve hilm, dünyada da âhirette de faydalıdır.

✧ Allah şüphesiz refiktir; bütün işlerde yumuşaklığı sever.

✧ İlim tahsil eden, ilmin yanında ağır başlı ve hilim sâhibi olmayı da öğrensin.

✧ Bir şeye yumuşaklık girerse onu süsler. Bir şeye de sertlik girerse onu kötüleştirir.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Hilm; nefsi öfke ve heyecanından alıkoymak, yavaş ve uslu olmaktır. Bir başka ifadeyle hilm, tahkir edici sebepler karşısında, sebat ve kararlılığın artmasıdır.

✧ (Sıkıntı ve belâya karşı tahammüllü ve sabırlı olan) halim insan, Peygamberlik derecesine yaklaşır.

✧ Kim Allah için alçak gönüllü olup, Allah’ın kullarına karşı sertlik ve şiddetten kaçınırsa, her iki cihanda derecesi yükselir.

✧ Kim hilmini arzularına galip kılarsa, âlimdir. Vehb b. Münebbih
 

Peygamberimizin Hilmi

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), şahsına işlenmiş suçlardan dolayı asla öç almazdı, insanların en az kızanı, en çok râzı olanı ve en yumuşak başlısı idi. Meclisine gelen yabancıların sözlerinde ve sorularındaki kabalık ve kırıcılığa aldırmaz, bağışlardı. Kendisiyle oturan veya gelip hâcetini arzedenin herşeyine dönüp gidinceye kadar katlanırdı. Bir kimse, kendisinden bir hacette bulununca, onu reddetmez, verir, veremezse vaadde bulunurdu. Ashabına bir baba şefkatiyle muamele ederdi.                                

Süheyl b. Amr, müslüman olmadan evvel söylediği şiirlerle İslâmiyete karşı hep cephe oluşturmuş biri. Hz. Ömer, Efendimizden (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona haddini bildirmek için izin ister, fakat Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘Hayır, o bir gün seni memnun edecek’ cevabını verir. Efendimizin vefâtını müteâkip Hz. Ebû Bekir, galeyana gelen halkı Medine’de yaptığı o târihi konuşmayla yatıştırdığı gibi, Süheyl b. Amr da Mekke’de bu tür bir konuşma yaparak, önemli bir hizmet îfâ etmişti.
 

İnsaf

‘İnsaf’ lügatta yarı yarıya demektir. Bugün empati deniliyor. Karşımızdakini kendimizden çok düşünme (isar) cömertliğinde bulunamazsak bile hiç değilse onu kendi yerimize koyarak insaflı olabiliriz. Efendimiz ‘El insâfu nısfud din / İnsaf dinin yarısıdır’ buyurarak bize hukukullah ve hukuku’l ibaddan mürekkeb olan dini görevimizi hatırlatıyor.

İnsafı bencillik ve menfaatçiliğin zıddı olarak düşünürsek bu konuda hedefimizi saptamış oluruz. İnsan sadece bedenden ibaret değildir ki insafsızlık onu rahatsız etmesin. İnsan; ruhuyla, kalbiyle, vicdanıyla insandır. İnsan kalabilmek, insan ölebilmek ve insan sûretinde dirilebilmek için insaf gerekir. Kimseye faydası olmuyorsa hiç değilse kimseye zararı, ziyanı, eziyeti, töhmeti olmaması gerekir. En güzeli de Hz. İbrâhim’cesine güzel bir yad bırakarak göçmek, gönüllerde yaşamak, sevap defterini ebedi açık bırakabilmektir.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Müslümanlara karşı şiddet kullanmayın, dövme yoluna girmeyin. Hadîs-i Şerîf

✧ Açın döktüğü göz yaşı, tokun servetini kemirir.

✧ Kim halka hakim olursa, tabiatı yumuşak, tavrı ve hareketi asil olmalıdır.

✧ Sende bulunduğu zaman gizli kalmasını istediğin şeyi, başkalarında görünce ifşa etme. Hamdun Kassar

✧ İnsanları adâlet korur, bekçiler değil. Mevlânâ

✧ Koruk üzümler bile tatlı helva haline gelirken insanın olgunlaşmaması ne şaşılacak şey! Mevlânâ

✧ Kötü kokuya alışan miski suçlar.

✧ İnsanlar papatyalara koşarken, ezdikleri kır çiçeklerinin farkına varmıyor.

✧ Bir yetimin başını eğdiğini, boynunu büktüğünü görürsen, sakın kendi çocuğunun yanağına öpücük kondurma. Sâdi-i Şirâzî

✧ Senden yirmi yaş küçük olan sakalın beyazlamış, sen daha kapkara duruyorsun. Mevlânâ

✧ Allah’tan başkasına ümit bağlayanın, tüm çabası boşa çıkar. Hz. Ali

✧ Ana babaların çocuklarına, kendi pencerelerinden, yaşlarının verdiği olgunlukla bakmaları insafsızlık olur.

✧ Rüşvet kapıdan girince, insaf bacadan çıkar.
 

    Her kişi kim ola ol eksiksiz er

    Kılmaz ol hiç kimsenin aybına nazar

 

Niyet

Biz insanları değerlendirirken fiillerini ölçü olarak alırız. Cenâb-ı Hakk ise âhirette kalplerindeki niyetlerine göre değerlendirip hüküm verecektir. Biz kalplerde olanı göremeyeceğimiz için hüküm verirken, görebildiğimiz ve bizi yanıltmayacak bir ölçüyü esas almak zorundayız. Bu da fiillerdir. Zira ağaç için meyve neyse, insan için fiil o manayı taşır. İnsanların kalplerindeki niyetlerini okuyamasak bile, onların fiillerine bakarak iyilik için mi kötülük için mi çalıştıklarını anlayabilir, isabetli hüküm verebiliriz.

Niyetin temiz olması halinde, yapılması başarılamayan hayırlı işlere sevap yazıldığı gibi, niyeti temiz ve Allah için hâlis olmayan insanın hayırlı işine de sevap yazılmaz.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Evlenip de mehir vermemeye niyet eden zinâ etmiş olur. Borç isteyip, vermemeye niyet eden hırsızlık etmiş olur.

✦ Yapılan bütün işlerin kalitesi niyet ve sonuçlara bağlıdır.

✦ Bir kimse iyilik yapmaya niyetlenir de yapamazsa, Allah kendi nezdinde o kimse için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer hem niyetlenir, hem de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yedi yüze ve daha fazlasına çıkarır. Ve eğer fenalık yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse, Allah onun için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer kötü işe hem niyetlenir, hem de onu yaparsa, Allah o kimse için bir günah yazar.

✦ Sâdık (ve meşru) niyet, arş-ı âlâda asıldır. Kul niyetini sadık yapınca, arş hareket eder ve kul mağfiret olunur.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Niyet her şeyin başıdır. Hayırlı işler iyi işler, güzel maksatlarla yapılırsa çok sevaplıdır. Böyle kimseye Allahu Teâlâ doğruluk, sıhhat ve başka bir çok nimetler ihsan eder. Kimin niyetinde zayıflık bulunursa, bildirilen faidelere kavuşamaz. Ebû Ali b. Ratib

✧ Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riyâ ve gösteriş iledir.

✧ Niyet; ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibâdetlere çeviren bir ruhtur.

✧ Amelsiz sözün, niyetsiz amelin kıymeti yoktur. Sözün de amelin de, niyetin de eğer sünnete uygun değilse değeri yoktur.

✧ Bütün amellerin özü, esası niyettir. Hüküm niyete göredir.

✧ Hz. Mûsâ, ‘Ya Rabbi seni nasıl bulayım?’ deyince, Cenâb-ı Hakk ‘Niyetini düzelttiğin an beni bulursun’ buyurdu.

✧ Kimin niyeti dünya olursa, Allah (celle celâlühû) onun fakrini ve ihtiyaçlarını gözünün önüne getirir ve en sevdiği şeyden onu uzaklaştırır. Her kimin niyeti âhiret olursa, Allah (celle celâlühû) zenginliği onun kalbine yerleştirip kayıplarını bir araya toplar ve en çok korunacağı şeyden onu uzaklaştırır.

✧ Gazada, kanlı elbiseleri boynunda, ölüp gayyaya yuvarlananlar az olmadığı gibi, dupduru niyeti sayesinde, yumuşak döşeklerde ölüp cennetlere gidenler de az değildir. Şerirlerle yaka-paça boğuşup yarınları aydınlatmak isteyen mertlerin, saf niyetlerinin yanıbaşında; bu kavgayı şahsi çıkarları ve hasis menfaatleri için verenler de küçümsenmeyecek bir yeküne sahiptirler. Birinciler, arşiyeler çizerek yukarılara doğru yükselirken; ikinciler de baş aşağı yıkılıp ‘Tamu’ya gideceklerdir.

✧ Kılıç ne kadar keskin olursa olsun, niyet ve düşünceleri kesebilecek keskinlikte olmaz.

✧ Allah’ın kuluna yardımı, niyeti nisbetindedir. Niyeti tam ise, yardım tam; eksik ise, yardım da eksik olur.

✧ Kişinin niyetinin sıhhatli olmasının alâmeti:

    1- Allah’a karşı tevâzu sahibi olması,

    2- Nefsini korku yoluna sürmesi,

    3- Amellerini gizli yapmanın açıktan yapmaktan ona daha sevimli gelmesidir.
 

Hüsn-ü zan

Yüce Rabbimiz: «Eğer Allah (celle celâlühû) kalplerinde hayır görseydi onlara hayır verirdi» (Enfal, 23) buyurarak kullarını hüsnü zanna, iyi niyete, güzel tiynete, hoş görüye dâvet ediyor. Henüz iyi mi, kötü mü diye açığa çıkmamış durumlarda mümine yakışan iyiye yormaktır. Bu konuda ifk (Hz. Âişe’ye iftira) olayında da (Nur, 11) uyarılıyoruz.

İyiye yoran yorulmaz derler ya çok doğru. Kötü zan öncelikle sahibini huzursuz, mutsuz eder. Menfi enerji oluşturur. Mecelle’de şöyle bir kanun vardır: ‘Beraati zimmet asıldır’ (insanın suçsuzluğu asıldır). Yani kesin bir delil, emare olmadığı halde kimseyi suçlayamayız; suçlu gözüyle bakamayız.

İçimizden geçirdiğimiz menfi duygular kalp gıybeti sayılır. «Kim iman ederse kalbini düzeltsin» (Teğabun, 11) buyruğu, bizi Ahlâk-ı Muhammediyye’ye, temiz, arınmış bir kalple dâvet ediyor. Niyetimiz, zannımız ne kadar temiz, berrak olursa, hüsnü zannımız ne kadar galip olursa, nezd-i ilâhide kadru kıymetimiz, derecemiz o kadar üstün olur. Rabbimizin lütfuna, rahmetine, keremine mazhar oluruz.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Kulum Beni nasıl tanırsa, ona öyle muâmele ederim. Hadîs-i Kudsî

✧ Allahu Teâlâ’ya hüsn-ü zanda bulunmak, ibâdettir. Hadîs-i Şerîf

✧ Kişi, ancak Allah’a hüsn-ü zan ederek ölsün. Hadîs-i Şerîf

✧ Her şeyin güzel tarafını görüp, kusur görmeyip takdir etmek, insanlık gereğidir.

✧ Caminin dışında ne olursa olsun, camiye giren herkese sâlih nazarıyla bak. Dışarıdaki ahvali seni ilgilendirmesin.

✧ Allah’a hüsn-ü zan etmek, şirkten başka dilediği bütün günahları affedeceğine yakinen inanmak ve rahmetinden ümit kesmemektir.

✧ İnsan, hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkalarının bâzı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. S. Nursî

✧ Bir mü’min hakkında iyi düşünceler besleyip de yanılmak, kötü zanda bulunup da isâbet etmekten daha hayırlıdır. İmam Gazali

✧ Eğer yapamayacağınızı düşünüyorsanız, haklısınız yapamazsınız.

✧ Karşına çıkan hayatın zorluklarına sabret ve dayan. Onları hiç kimseden bilme ve hiç kimseye karşı kalbinde kin besleme.

✧ Kusurumuz ne kadar çoksa, o kadar kusur ararız. Cenap Şahabettin

✧ Hüsn-ü zannı olanın hayatı hoş geçer.
 

Hz. Ebûbekir’in Tevâzusu

Hz. Ebûbekir, kendi koyunlarını sağarken, komşu kızlar da koyunlarını getirirdi. Hz. Ebûbekir, ‘Size İbn Afra’nın sağdığı gibi sağmamı ister misiniz?’ der, köpüklü köpüklü sağardı.

Halife olunca, kızlar ‘Artık sağmayın’ dediklerinde şöyle dedi:

- Hayır, hayatıma yemin ederim, onları sizin için sağacağım ve umarım ki, yüklenmiş olduğum vazife, daha önceki iyi ahlâklarımı değiştirmeyecektir.
 

Sadâkat

Müminlik; sadakat, doğruluk ve samimiyetle kaimdir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in ifadesi ile sadık olmayanın diğer ibâdetlerinin kabul olmayacağını tam manasıyla kavrarsak, o zaman istikamet yolunu tutmuş, hedefimizi saptamış oluruz.

Mü'min istemeyerek de olsa bazı hatalar, yanlışlar yapabilir. Fakat yalan söylemesi, hile yapması, hele hele hainlik, bir mü'min için asla mümkün değildir, dinimiz bunu asla kabul etmez. Doğru söylememek yalancılık olduğu gibi, doğruyu tasdik etmemeyi de yalancılık sayar.

Müminin özü sözüne, içi dışına uygun olur. Kendi menfaati için asla yalana, hileye başvurmaz. Para kazanmak için yalana, iftiraya, hileye başvurmaz. Allah’ın her zaman sadıkların yanında olduğunu bilir. O’na dayanır, O’na güvenir. Maddi kaybı ne olursa olsun asla sözünden dönmez. Kini onu haksızlığa götürmez. Sevgisi haksızlık yapmasına sebep olmaz. Daima Rabbinin kendisini görüp bildiğini, günün birinde hesaba çekeceğini hiç mi hiç unutmaz.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Emânete sadakat, rızkı; hıyanet de fakirliği celbeder. Hadîs-i Şerîf

✧ Doğru olunuz; çünkü doğruluk iyiliğe götürür, iyilik de cennete götürür. Hadîs-i Şerîf

✧ Sadâkat, herkesi kendine tercih etmek, fakat Allah’ı (celle celâlühû) kimseye tercih etmemektir.

✧ ‘Yüce kişiler kimdir’ diye sorulduğunda Ebû Hafs: ‘Allah’a verdiği sözü tutanlardır’ diye cevap verdikten sonra şu âyeti okumuştur: «Müminlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kalmışlardır. Kimi canını feda etmiş, kimi de beklemektedir…» (Ahzâb, 23)

✧ Dostuna verdiğin söze sadık kal, ona riayet et. Söze sadık kalmakla, en temiz sulardan tadarsın. Hz. Ali

✧ Sadakat; gülü koparmak değil, koklamaktır. Hacı Bektaş-ı Veli

✧ Sadakati ve samimiyeti esas prensip olarak kabul et, kendine eşit olmayan arkadaşlar edinme, yanlışların olursa düzeltmekten çekinme.

✧ Sıddık, daima iyiliğe azmetmeye kendinde büyük kuvvet bulan kimsedir.

✧ Sıddıkiyet mertebesi, meratib-i nübüvvetin ibtidâsı, velâyet derecelerinin müntehâsı olan mertebe-i berzâhiyedir, nübüvvetle ittisâli yoktur.

✧ Kimin düşündüğü ile söylediği bir olursa, işte o doğru insandır.

✧ Kalbi doğru olan, kolay yanlış yapmaz.

✧ Sadık mü'min, bu mezbelelik dünyanın ne sevgisi ne de buğzu ile uğraşmaz.

✧ Sevdiğine bağlı kalmak için uğraşmak, sadakatsizliğin ta kendisidir.                                          

✧ Uşak kısmının bağlılığı, efendisi tökezleyinceye kadardır.


✧ Resûlullah’a sordular:

    ‘Kişi ne zaman sadık biri olur?’ Allah Resûlü:

    ‘Allah’ı (celle celâlühû) sevdiği zaman.’

    ‘Allah (celle celâlühû) nasıl sevilir?’

    ‘Allah Resûlünü sevdiği zaman.’

    ‘Resûlü nasıl sevilir?’

    ‘Allah Resûlü’ne tabi olup, O’nun sünnetine göre amel işlerseniz.
    O’nun sevgisine göre severseniz, O’nun buğzuna göre buğzederseniz.
    Dostuna bakarak dost, düşmanına bakarak düşman olursanız.’

 

Gayret

Her hayırlı işe başlarken, gönlümüze sarıp, lisanımıza aks eden bir duâmız vardır: ‘Vemâ tevfîkî illâ billâh / Başarı, ancak Allah’tandır.’

Evet, gayret bizden, tevfik Allah’tan. Allah (celle celâlühû), bize verdiği kâbiliyetler, imkânlar nisbetinde sorumlu kıldığı görevleri yaparken, gayretli olmamızı istiyor. Başımıza gelen belâ ve musibetlerde mukâvemetli olmamızı, yılmamamızı, azimli olmamızı tembihliyor.

En önemlisi de, günahlara karşı dirençli olmamızı, nefsimize yenik düşmememizi istiyor. Bin yıllık hayatında bir kere yasağa meyleden Hz. Âdem’i, ‘Biz onda azim bulamadık’ diye eleştiriyor. Aslında bu ikaz ve târiz bize... Ah keşke olaylardan ders alabilsek.

Hedef sahibi olmak, yaşamak için gerekçe bulmaktır. Tüm varlıkların en az bir yaşama gerekçesi vardır. İnekler süt yapmak için, arılar bal yapmak için, bitkiler oksijen üretmek için, güneş dünyayı aydınlatmak için, yılanlar farelerin dünyaya yayılmasını engellemek için, sinekler mikropların tüm yeryüzünü işgal etmemesi için...

Biz niçin geldik bu dünyaya? Yemek, içmek ve eğlenmek için geldikse akrepler bunu bizden daha iyi yapar. En üstün olan insan hayvanlardan daha üstün hedeflere, var oluş amacına sahip olmalıdır.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Herkesin içinde ‘haydi!’ denmesini bekleyen bir kahraman vardır.

✧ Bir kapıyı çalar durursan, nihâyet o kapıdan bir baş görünür. Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan, elbette o adamın yüzünü görürsün. Bir kuyudan her gün toprak çeker çıkarırsan, sonunda tertemiz suya erişirsin elbet.

✧ Bir kimse gayreti bırakır kolay işler peşine takılırsa, yolunu kaybetmesinden korkulur.

✧ Nereye gittiğini bilen bir kişiye, dünya bir yana çekilir.

✧ Küçük de olsa mutlaka bir hedefiniz olsun! Gâyesini tam tesbit etme noktasında kararsızlığa düşen kişinin her geçen ânı israftır.

✧ Yaratılıştan hareketli olan insanın rahatı, yalnız çalışma ve mücâdeledir.

✧ Nefsi gayret gereken işlere sokmak gerekir. Çünkü ona yük vurulmazsa, en ağır yükü o vurur.

✧ Hayatta bütün başarılarımı, her zaman ve her işte, zamanından bir çeyrek saat önce harekete geçmeme borçluyum.


Gelsin

İnandık koştuk biz bu cepheye

Gelirse bizimle erenler gelsin

Kuru gölgelerden usandık artık

Davâmıza gönül verenler gelsin

 

Ödlekler, kaçaklar gölge etmesin

Görecek işi var çünkü herkesin

Hira dağındaki ilâhi sesin

Olgun meyveleri derenler gelsin.

 

   Hak Kapısında Sebat

1- Bütün sebepleri kalpten atmak.

2- Her varlığın sebebi olarak Allah’ı görmek.

3- Kalpte Zât-i İlâhi’den gayrının olmaması.

4- Sabır.
 

✧ Sebatın yerini hayatta hiçbir şey tutamaz... Eğer amacına ulaşmak istiyorsan, her zorluğa göğüs ger, her ıstıraba katlan; azminin her kırılışında güttüğün gâyeyi düşün!

✧ Bu kâinâtın en muhteşem manzarası, karşılaştığı güçlüklerle savaşan bir adamdır.

✧ Eğer rüzgâr yoksa, kürek çek; arıyı, ağaç kurdunu, karıncayı hatırla. Her şeyin bedeli var! Kuş, kanadını çırparak dala yükselir; oturup boş yere çırpınmak neye yarar? Önce sebep göster, sonra ümitten söz et, hayat aksiyondur, dayan!
 

    Sana senden gelir bir işte dâd´ lâzımsa

    Zaferden ümidin kes gayriden imdad lâzımsa.
 

Çalışmak

Vücut makinemiz çalışmaya, harekete elverişli yaratılmış. Onu tembellik, gevşeklik girdabına atarak hantallaştırmak, hasta ve atıl bir hale getirmek nezd-i ilâhide büyük hem de çok büyük vebaldir.

Her zaman, her hayırlı işte gayret bizden, tevfik Allah’tan. İnsanın şerefi, değeri, sıhhati ve hürriyeti gayretiyle orantılıdır. Gençliğinde gevşek olan ihtiyarlığında, dünyasında gevşek olan ukbasında sıkıntı çeker, pişmanlık ateşi iki cihanda yakasını bırakmaz.

Ama gayretli, çalışkan insanlar hileye, yalana ihtiyaç duymadıkları için hep saygın, hürmet gören mesut bir hayat içinde, heyecan, sevgi ve başarının tadını çıkarırlar. Her zaman aranan, sorulan yararlı kimseler olurlar.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Çalışın, herkes niçin yaratılmışsa ancak onu yapabilir. Hadîs-i Şerîf

✧ Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir nesne yemez. Allah’ın Peygamberi Davud (as) kendi elinin emeğinden yerdi. Hadîs-i Şerîf

✧ İnsan, topaç gibidir; döndükçe ayakta durur, durursa devrilir.

✧ Ne kadar çok çalışırsan o kadar çok mutlu olursun.
 

    Ekmeyen biçmedi bu mezrada elhasıl

    Kime lazım ekmek, ona lazım ekmek. Akbıyık Sultan
 

✧ Namaz kılmak, oruç tutmak nasıl dini bir görev ise, geçimini sağlamak için çalışmak da ibâdet değeri taşıyan bir görevdir.

✧ İnandığı şeyi yapan insanın enerjisi asla tükenmez.

✧ Çalışmak; sıkıntıyı, kötülüğü ve yoksulluğu uzaklaştırır.

✧ Basit bir adamın elinden geleni yapmaya çalışması, zeki bir adamın tembelliğinden iyidir.

✧ Ekin eken insanın tarlası boşalır ama ambarı dolar.

✧ Kazanç kapısı aramak, çalışmak bedenin zekâtıdır. Temiz ve helâl yedirene Allah yardım etsin, onu yücelerden eylesin.

✧ Çalışmak, istirahatın hardalıdır. Cenap Şehabettin
 

İdris (as), elbise dikiciliği olan terzilik yoluyla kazanç elde ederdi.

• Dâvut (as), demirden zırh imal etti.

• Halil İbrâhim (as), ziraatla uğraştı ve kumaş ticâretinde bulundu.

• Elbiseleri ilk dokuyan, Hz. Adem (as)’dır.

• İsâ (as), nalın yapar ve nalınları, ayakkabıları yamardı.

• Hz. Nûh (as), marangozdu.

• Sâlih (as), eliyle kumaş dokurdu.

• Zekeriyya peygamber, marangoz idi. Hadîs-i Şerîf

• Süleyman b. Dâvûd, minbere çıkmış, halka hutbe okuyordu. Elinde bir örme işi vardı. Sele örüyordu. (Veya başka bir şey yapıyordu.) Yapıp bitirdikten sonra, onu birine

veriyor ve şöyle diyordu: ‘Bunu götür sat.’

 

Çalışan Hanımlar

Batı’da esen dinsizlik rüzgârları, kadının ananevî rolünü de değiştirmeye kalktı. Kadın evinde oturur, çocuğuyla, ev işleriyle meşgul olurdu. Fakat onu, ‘Erkeklerle eşit haklar veriyoruz!’ diyerek yuvasından çıkardılar, erkeklerle beraber işyerlerinde çalışma hayatına sürüklediler. Ancak bu hal eşyanın tabiatına tersti. Çünkü ilâhi emirlere tersti. Nitekim kadın ne erkekler gibi verimli çalışabildi, ne de huzur bulabildi.

Yapılan bir araştırmaya göre; kadınların işyerlerindeki tenkide, çeşitli mücâdele ve ayak kaydırmalara erkekler kadar dayanıklı olmadıkları tespit edildi. Kadın kendisini ne kadar çok kavga içinde hissederse, o kadar kalp hastalığı tehlikesi artıyor. Ama erkeklerde böyle bir tehlike bulunmuyor.

Bilhassa iş hayatında yükselmek için gösterilen gayret ve hırs, kadını sıkıntılı ve içe dönük bir hâle sokuyor. Üst seviyedeki yönetici erkekler dışa dönük, baskın, cüretkâr, güçlü ve dengeli gözükürken, aynı seviyedeki kadınlar hassas ve endişeli oluyorlar.

Çünkü erkekler kadınlardan güçlü yaratılmışlardır. Erkeklerin vazifesi para kazanarak eşinin ve çocuklarının geçimini temin etmektir. İslâmiyet böyle emreder. Kadının en önemli vazifesi ise, ev işi ve çocuklarının terbiyesiyle meşgul olmaktır. Erkekler de kadına ait bu işi yapamıyorlar. Çünkü kadınlar erkeğe nazaran daha şefkatli, daha zarif ve hislidir.

Kadınlar işyerlerindeki bir işe kendilerini ne kadar vermeye çalışırlarsa çalışsınlar, ev işlerinin kendilerine ait olduğu hissini üzerlerinden atamıyorlar. Bırakalım sadece annenin en mükemmel icra edebileceği çocuklara bakma işini; evlerindeki dağınıklıklardan bile yalnız kendilerini mesul tutmaktan ve suçluluk hissetmekten kurtulamıyorlar.

Yapılan araştırmada kadınların, evlerinin problemlerine işlerinden daha fazla önem verdikleri anlaşılmıştır. Kadın çalışsa bile, âile içindeki rolünü unutamıyor. Bir an önce eve dönüp evdeki rolünü üstlenmek istiyor.

Erkekler için de bunun tam tersi sözkonusu. Eşim dışarıda çalışıyor diyerek erkek kendisini ev işlerinden mesul hissetmiyor ve kendisini ev işlerine veremiyor. Bu da kadının çalıştığı âilelerde mühim bir boşanma sebebi olmaktadır.

Batıda yapılan araştırmalar gösterdi ki, babalar akşamleyin eve gittiklerinde, stres hormonu seviyeleri düşmektedir. Annelerin stres hormonuysa işteki kadar yüksek kalmaktadır. Şayet onlar gün boyunca idarecilik yapmışlarsa, stres hormonları evde birden artıvermektedir.

Görüldüğü gibi evi dışında çeşitli işlerde çalışan kadın, bütün dünyada fazla yükün altında ezilmektedir.

Erkekler arasında ve onlar gibi çalışmak, kadının zayıf omzuna ağır gelmektedir. Bilhassa işi ağır olanlar ve üst seviyede bulunanlar, kuvvetlilik ve kendine güven gibi ‘erkeksi’ denilebilecek özellikler göstermek mecburiyetinde kalıyorlar. Bu da onlarda erkeklik hormonu olan androjenin çoğalmasına sebep oluyor ve saç döküyor. Bu kellik ev kadınlarında görülmüyor.

Dinimizde, para kazanmakta hayat müşterek değildir.

Erkek, kadını tarlada, fabrikada, şurada burada çalışmaya zorlayamaz. Eğer kadın isterse, kocası da râzı olursa, yapabileceği münasip işlerde çalışır. Fakat kazandığı kadının olur. Erkek, rızâsız olarak bir şey alamaz, kendi ihtiyaçlarını kendisinin alması için zorlayamaz. Yâni ‘para kazanıyorsun, kendi ihtiyaçlarını kendin al’ diyemez.

Rabiat-ül Adeviyye çorap örer, üç dirheme satar, bir dirhemiyle nafaka alır, bir dirhemini sadaka verir, bir dirhemini de gene örgü için sermaye yaparmış.
 

Nobel ödüllü bir bilim adamı Prof. Abdüsselâm, ‘Yorulduğunuz zaman nasıl dinlenirsiniz?’ sorusuna şu karşılığı veriyor:

- Dinlenmek mi? Biz altı-yedi çeşit iş yapıyoruz. Birini bırakıp diğerine geçiyor ve öylece dinleniyoruz.
 

Hürriyet

‘Yalnız sana ibâdet eder, yalnız senden yardım dileriz’ niyazı, bünyesinde hürriyeti, özgürlüğü taşır. Çünkü Allah’ın kulu hürdür. Kendisine kendinden daha yakın, daha merhametli, hiçbir şeye hatta ibâdet edilmeye bile muhtaç olmayan, bütün buyrukları kulunun iki cihan saadetine ulaşması için olan yüce Allah’a kulluk gerçek özgürlüktür.

Allah’a kul olmayan ya nefsine, ya şeytana, ya başkasına, ya şöhrete, ya maddeye kulluk yaparak zelil olur. Kulunun şerefli, şahsiyetli, onurlu, asil yaşamasını ve sonsuza kadar mesut olmasını isteyen Mâbud-u Hakiki bize kulluğu bir mükâfat olarak ihsan buyurmuştur.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Kendi kendisinin efendisi olmayan bir kimse özgür değildir.

✧ Birinin hürriyeti diğerinin esaretine, birinin kazancı diğerinin kaybına neden oluyorsa, bu hürriyet değil zulümdür.

✧ Kafesten çıkınca değil, kafesi içimizden çıkarınca özgürleşiriz.

✧ Eldeki para, hürriyetin aletidir. Fakat peşi kovalanan para, tam tersine kölelik aletidir.

✧ İslâmda hürriyetin sınırı, başkasına ve kendine ceza vermemektir.

✧ Asil bir ruh için başını boyunduruğa uzatmakla, balta önünde eğilmek arasında fark olmamalıdır.

✧ Hürriyet; istediğini değil, gerekeni yapmaktır. Hürriyetin tamamı hayvanlara mahsustur.

✧ En büyük zenginlik, isteklerini azaltıp muhtaç olmamaktır. Hürriyet de, muhtaç olmamakla kazanılır.

✧ Hürriyetin âfeti; haddi (sınırları) aşmaktır. Ali Havas Berlisî

✧ Hürriyeti kötü tefsir etmeyiniz ki, elimizden kaçmasın; kokuşmuş, çürümüş eski esâretin kabına girerek bizi boğmasın. Zîrâ hürriyet, ancak kendi öz hükümleri, şeriatın âdâbı ve iyi ahlâkla gerçekleşir ve gelişir. Âlemde vahşet, cebir, zulüm ve istibdadın hâkim olduğu bir zamanda, yani Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve onun sahabesi devrinde, hürriyet, adâlet ve musâvaat nasıl kurulabilmiştir? Misalimiz onlardır. Yoksa hürriyet, nefsin her istediğini yapmak, meşrû olmayan tecâvüzleri, israfları, nefsin hevâsına bağlı olarak kabul etmek, hürriyete lâyık olmamanın bin bir esâretine ve zilletine sürükler.

✧ Hürriyet; nefsin hevasından, insan ve cin şeytanlarının esaretinden kurtulmaktır. Fahreddin Dinçkol

✧ Hürriyet, ancak ne yapacağını bilenlere faydalıdır. Allah (celle celâlühû), insanlara cehenneme gitme özgürlüğü de vermiştir.

✧ Dünyada hiçbir şeye minnet etme, özgürlüğünü ancak böyle koruyabilirsin. Hz. Ali

✧ Hürriyeti gereği gibi anlamayan, onu er geç kötüye kullanır.

✧ Gerçek hürriyet, yüksek fikirlere esir olmaktır. Gerçek hür kimse, başkasında kendi hürriyetinden daha geniş gördüğü hürriyeti alkışlayabilendir.

✧ Her kötü alışkanlık bir prangadır. Hz. İsmail

✧ Hürriyet alanında kadınlar öyle geniş adımlarla yürüyorlar ki, bu gidişle yakında bıyık ve sakal iki miskinlik damgası olacak.

✧ Allah (celle celâlühû) sevgisi hürriyet, mahluk sevgisi esarettir.
 

    Ruha muhâlefet delilik

    Akla muhâlefet gerilik

   Nefse muhâlefet veliliktir.

 

Tefekkür

Tefekkür, fikir kökünden gelen bir kavramdır. Aklı en güzel şekilde kullanarak istifadeli hale getirmektir. Tefekkür, yüzlerce ayetle teşvik edilen, ibâdet yerine tutulan hatta ibâdetten de üstün sayılan bir emri Rahmânidir.

Aklı Kuran itidaline göre çalıştırmak, yönlendirmek hikmet olduğundan kendine hikmet verilen kimseye çok hayır verildiği bildirilmiştir. Aklın görevi düşünmek, fikir üretmek ya da fikir çürütmektir. Aklı bir makine kabul edersek ilim onun hammaddesi olur. Alınan ilim ne kadar sahih ve doğru ise ürün o kadar kaliteli olur. Daima sahibini yükseltir, değerini arttırır. Fakat yanlış kanallardan beslenen akıl bâtıla hizmet edip defolu ürün çıkarır. Hem sapar, hem saptırır.

Âlimlerimiz Kuran terbiyesine girmeyen fasit aklı yılana benzetmişlerdir. Akıl boş durmaz; ya hakka, ya bâtıla çalışır. Onu tefekküre, ilme alıştırmak her müminin görevidir. Rabbimizin isimleri, sıfatları, hükümleri, sırları, emir ve yasakları hakkında düşünüp O’na karşı sevgimizi, hürmetimizi arttırmalı. Kendi fiillerimiz sözlerimiz hakkında düşünüp eksikleri aramamız gerekir.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Tefekkür ibâdetin yarısı, az yemek ise ibâdetin ta kendisidir.

✧ Derin fikirlere sahip olanın nazarı da güzel olur. Hz. Ali

✧ Geçmiş milletlerin kıssalarını oku. Tarihte insanların başlarına gelen felâketi düşün. Aynı şeyin tekrarlanmaması için iyice dikkat et! Hz. Ali

✧ Ahlâkın en birinci ilkesi tefekkürdür. İzzet ve şerefe tefekkürle ulaşılır.
 

    Düşün:

1- Dünyanın fâni olduğunu,

2- Başına gelecek felâketi,

3- Ölümü.
 

    Düşünme;

1- Fakirlik üzerine düşünme; derdin, üzüntün ve hırsın artar.

2- Sana kötülük yapanın haksızlıklarını düşünme; kalbin katılaşır, kinin, gayzın artar.

3- Dünyada uzun kalmayı düşünme; mal toplamayı sever; ömrü zâyi eder, ameli eritirsin.
 

✧ Bir kan pıhtısından bülbül gibi insan yaratılması O’nun sonsuz ilmine işâret değil mi?

✧ Düşünce bazen ibâdettir, bâzen günah.

✧ Bir şeyi gerçekten düşünebilmek için, onu zıddı olan şeyle karşılaştırmak lâzım. Kişi, kalbinde düşündüğü gibidir. Hz. Dâvud

✧ Tefekkür dört türlü olur:

    1- Allahu Teâlâ’nın mahlukatındaki güzel sanatları, faideleri düşünmek: İnanmaya ve sevmeye sebep olur.

    2- O’nun vaad ettiği sevapları düşünmek: İbâdete sebep olur.

    3- O’nun haber verdiği azapları düşünmek: O’ndan korkmaya, kimseye kötülük yapmamaya sebep olur.

    4- O’nun nimetlerine, ihsanlarına karşılık nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek: Allah’tan (celle celâlühû) haya etmeye, utanmaya sebep olur. Ebû Ali Rodbari

✧ Düşünme olmaksızın öğrenmek, emek kaybıdır.

✧ İnsanlar kainata bakıp görmekle değil, bunları yaratan Yüce Zâtı düşünmekle huzur duyabilir. Ebû Hüseyn Nuri

✧ Müminin en sâdığı, dünyada herkesten çok tefekkür edendir.

✧ Tenha bir yerde tefekküre dalmak, amelinin sevâbını ve günahını gösteren bir aynaya bakmak gibidir. Hasan-ı Basri



    İç içe sorular soru içinde

    Akıl olmazların zoru içinde. N. Fazıl

 

Arkadaş

‘Kişi arkadaşının dini üzerinedir; o halde kiminle arkadaş olacağına iyi baksın’ hadîs-i şerifi, arkadaşın önemini beyan etmektedir. İnsanın hayatta en çok önem verdiği, kutsadığı şey dindir. Kolay kolay dini üzerine bir şeyi tercih etmez. Ama buna rağmen arkadaşın, dinine varıncaya kadar bütün hayat safhalarında etkili ve tesirli olacağı çok veciz bir şekilde ifade buyrulmuştur.

Güzel bir ahlâk edinmek için bilgiye, riyâzata, sabra, gayrete ihtiyaç duyulurken o ahlâkı taşıyan biriyle dostluk kuran kimse, en kolay, en seri tarzda o ahlâka sahip olabilir. Tabii ki tersi de böyle. Nice kimseler arkadaş kurbanı olmuş, kötü alışkanlıklar zindanına mahkum olmuş.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Ey İmran oğlu, uyanık ol! Nefsin için arkadaş ara. Fakat arkadaşın, Benim sevgim üzerine sana yardımcı olamazsa, bil ki o senin düşmanındır.

✧ Gerçek bir arkadaş bulan, Cennetin anahtarını bulmuştur. Hadîs-i Şerîf

✧ Dost edinin; onlar size dünya ve âhirette sermayedir. Arkadaş çokluğu, zamanın felâketlerine karşı destek ve yardımcıdır. Hz. Ali

✧ Arkadaş çekip sürükleyici veya bulut gibidir; aldatıp yağmur vermeyebilir, yağmur verip hayat kapısını açabilir, lüzumundan fazla yağdırıp felâket getirebilir.

✧ Hâli ile sana feyz vermeyen, kâli ile seni Allah’a götürmeyen kimse ile sohbet edip arkadaşlık yapma. H. Atal

✧ Bir arkadaşından sana hoş olmayan şeyler eriştiğinde...

▸ Hemen kin ve nefrete sarılarak dostluğu kesme.

▸ Şüpheni, kesin gerçekle gider. Kulağına gelen söylentiyi bir tarafa at ve arkadaşına de ki: ‘Senin hakkında kulağıma gelen söylentiler böyle böyledir... Sen ne dersin?’

▸ Eğer bunları inkâr ediyorsa: ‘Tamam kardeşim, sen doğru sözlü ve iyi bir insansın’ de ve daha fazla üstüne gitme.

✧ Zamanımız insanlarının dostluğu çarşı yemeği gibi; rengi ve görünüşü güzel, fakat tadında iş yok. Mâlik bin Dinar

✧ Kendisinden beklenmeyeni arkadaşlarından bekleyen, onlara zulmetmiş olur. Kendisinden istenebilenleri arkadaşlarından isteyen, onlara eziyet etmiş olur. Arkadaşlarına hiçbir teklifte bulunmayan, onlara fazilet göstermiş olur.

✧ Arkadaşlığını ispat edene kadar hiç kimse gerçek arkadaş değildir.

✧ Arkadaş, cimri, korkak, fasık olmamalı. Hz. İbrâhim gibi hak dostu, Hz. Ebûbekir gibi sadık olmalı. Arkadaş, akıllı, gayretli, ferasetli olmalı. Şerde değil, hayırda yarışmalı.

✧ Ahlâkı kötü kimselerle sohbet etme ki, günah irtikabına meyletmeyesin. İmam Âzam

✧ Arkadaşın, heybe gibi değil, hörgüç gibi olsun. O, bedeninden bir parça gibi; sallanınca düşmeyen, kolay kolay seni terk etmeyen, susuz kaldıkça sana depo görevi yapan bir arkadaş olsun.

✧ Din ve dünya hususunda, uyumlu bir arkadaş kadar faydalı bir insan yoktur. Süfyan-ı Sevri

✧ Dostlar hakkında müsâmahakâr olmak, kusurları varsa göz yummak, dostluk hukukunun gereğidir. Hasan b. Vehb
 

 İki dosttan biri iyilikleri terk etmiş, günahlara dalıp gitmişti. İstikâmet üzere olan dostuna denildi ki:

- Onunla ilgini kesip ondan uzaklaşmayacak mısın?

O cevap verdi:

- O, en fazla şimdi bana muhtaçtır. Böyle bir bâdireye düştüğünde onun elinden tutmalı, onu tatlılıkla uyarmalı ve eski durumuna dönmesi için duâ etmeliyim.

 

Aşk

Sevgi, gönlün, zevk aldığı şeye meyletmesi demektir. Bu meyil kuvvetleşirse, buna aşk derler. Üstün sevgi, başka ne kadar arzular varsa hepsini atar da, sevgiliden başka hiçbir şeyden zevk almaz.

Âşık, sevdiğine karşı son derece şefkatli olur ve malını mülkünü onun yolunda harcar. Hz. Yusuf (a.s.)’a âşık Züleyha, aşkı sebebiyle zenginliğini hatta güzelliğini bile kaybetti. İşin sonunda Yusuf (a.s.) ile evlendi ve gerçek olan Allah sevgisine ulaşarak, Hz. Yusuf (a.s.)’a duyduğu sevgi azaldı. Bir keresinde ona bu durumu açıklamak için şöyle demişti: ‘Ey Yusuf, ben seni Allah’ı tanımadan önce sevmiştim. Fakat O’nu tanıdıktan sonra, O’na âit sevgiden başkasına yer kalmadı. Allah’a olan sevgime kimseyi ortak edemem.’

Aşk, Âdem (a.s.)’dan bize miras kalmıştır. Zekilik kalbe, şeytan vasıtasıyla gelmiştir. Zekilik, denizde seyahat olup, ruhu helâk eder. Aşk ise, âşıklara Nûh (a.s.)’ın gemisi gibidir. Aklın zekiliği, zan ve haberdir. Aşkın hayreti, ayn-ı nazardır. O halde aklı aşka kurban edenin mâşukun vechine hayran olması normaldir. Aşk ile akl-ı cüz’i biçâre olur. Nitekim sabah olunca kandil âvâre (boş) olur. Zira akıl zaptiye memuru, aşk ise ulu sultandır. Akıl gölge, aşk parlayan güneştir.


Âşık feryâd-ü figânla bağırır: ‘Yâ Rab! Hayatımdan başka bir şeyim yok. O da sana fedâ olsun!’ Ârif bunu duyunca, gülerek ona sorar:

- Yâhu! Kimin hayatını kime fedâ ediyorsun?

 

♥ Aşk-ı ilâhi 

♥ Benim için birbirini sevenler,                                 

♥ Benim için birbiriyle sohbet edenler,                                 

♥ Benim için cömertçe ikram edenler,                                 

♥ Benim için birbirini ziyâret edenler,                                 

Benim muhabbetimi hak etmişlerdir. Hadîs-i Kudsî
 

♡ Aşk-ı İlâhi ile bîkarar olanlar, Kâbeden de, puthâneden de müstağnidirler. Zira onların iştiyakları hânenin sahibinedir.

♡ Aşk ile yoğrulan yüzü, hiçbir âyine çirkin göstermez.

♡ Göz, mahbûbun yüzünü görmek için işe yarar. Yâkub’un, Yusuf’u kaybolunca göze ihtiyacı kalmadı.

♡ Aşk, bir şûledir ki, mâşukundan mâdâsını yakar, mahveder.

♡ Muhabbet tortusu içenlere, toprak kadeh de kâfidir. Gümüş sürâhi, altın kadeh isteyenler, hevasına tâbi olan ahmaklardır.

♡ Ey kibrin ve azâmetin ilacı olan aşk, yaşa!

♡ Güzel Allah’ın aşkından gayrı her ne varsa, velev ki şeker yemek olsun, can çekişmeden başka bir şey değildir. Mevlânâ                                          

♡ Hikmet gülleri, mütevâzı kalpte biter. Mârifetullah muhabbetullahı artırır. Bunda kemâle gelenin muhabbeti devamlı olur. Allah kulu severse, kalbini günahtan korur. Mevlânâ


♡ Aşkımız bize neler yaptırıyor? 

♡ Ne kadar fedâkar ve cömertsiniz?

♡ Gece ibâdete kalkıyor musunuz?

♡ Ümmete merhametli misiniz?

♡ Eşinizle iyi geçiniyor musunuz?

♡ Yokluğa, hastalığa, musibete sabırlı mısınız?

♡ Rabbinizden râzı mısınız?

♡ Özlemle, hasretle uyuyor musunuz?

♡ İlme, Kur’ân’a, Kâbe’ye düşkün müsünüz?

♡ Kalbiniz şükürle dolu mu?

♡ Kalbinizden kin ve kederi çıkardınız mı?
 

Utbe b. Gulâm, geceyi üç çığlık atarak bölüyordu. Gece namazını kılıyor, sonra kafasını dizlerinin arasına alıp düşünüyordu. Gecenin üçte biri geçince bir çığlık atıyor, sonra kafasını dizlerinin arasına alıp düşünüyordu. Seher vakti geldiğinde bir çığlık atıyor, ‘Allah!’ diyordu. Bu durumunu Abdülaziz’e anlattıklarında, o şöyle demişti: ‘Ben bu halini Basralılar’a anlattım. Bana; ‘Onun çığlığına bakma; fakat iki çığlık arasında yaptığı işe bak!’ dediler.

 

Zâhir Âzalarımızın Görevleri

Her hükümetin hududu, sınırları vardır. Onun tebaası, kanunlarına itaate mecburdur. Öyleyse biz de Hükümdarlar Hükümdârının tebâası olduğumuza göre, yasaklarına itaat etmek vazifemizdir.

Allah-u Teâlâ, «Vezerû zâhire’l-isme ve’l-bâtıneh / Zâhir ve bâtın âzâlarınızla işlediğiniz günahları terk edin. İlerde kazanmış oldukları günahın cezâsını görecekler» buyuruyor. Biz kullara düşen, Rabb-i Rahimimizin emirlerine uyup O’nu gücendirmemek, gadab-ı ilâhiyi îcap eden hal, hareket ve sözlerden sakınmaktır. Bu nedenle zâhirde yedi âzâmız ve tüm bedenimizin; bâtında da kalbimizin vazifelerini, suçlarını öğrenmemiz, bizim iki cihan saadetimizi celbedecektir.

Zâhir âzâlarımızdan görevli olanlar yedi tanedir: Dil, kulak, göz, el, ayak, karın ve mahalli avret.

Düşüncelerinize dikkat edin gayeleri doğurur. Gayelerinize dikkat edin eyleme dönüşür, eylemlerinize dikkat edin alışkanlıkları oluşturur, alışkanlıklarınıza dikkat edin, karakteri belirleyerek kaderinizi tayin eder.

İyiliği yap, fenâlıktan kaçın. İnsanlarla bulunduğun meclisten kalktığın zaman, o insanların senin hakkında söyleyecekleri şeyin kulağına hoş gelenine bak ve onu yap; yanlarından kalktığın zaman, insanların senin için, hoşlanmayacağın şeyi söylemelerine de bak ve ondan sakın. Hadîs-i Şerîf

Şeytan insanı yularlar. Ondan ancak, Allah’ın yardım ettiği, hidâyet nûru ile gözünü açıp kendi kusurlarını görmek imkânlarını bahşettiği kimseler kurtulabilir. Çünkü başkasına tahakkümde nefis için iki yönden büyük zevk vardır: Birincisi ilim, ikincisi de tahakküm ve sulta yönündendir.

Şeytanların gönüllerde dolaşması, gönüllerin kötü vasıflar ile dolu olma halindedir. Kötü vasıflardan kalbini temizleyip sâfileştiren kimselerin kalplerinin etrafına şeytanlar yaklaşamaz.

 

Suçlu Gözler

◉ Kur’an’a ve ilim kitaplarına bakmayan

◉ Âleme ibretle bakmayan

◉ Mahlukata hakaret gözüyle bakan

◉ Nâmahreme bakan

◉ Dünyaya rağbetle bakan

◉ Kıbleye bakmayan

◉ Bakılması haram olan yerlere bakan gözler suçludur.
 

✧ Bir kimse, izin almadan, evine baktığında bir taş atar gözünü kör edersen, sana bir günahı olmaz.

✧ Gözlerinize, Kur’an-ı Kerim’e bakmak, âyetlerini düşünmek ve acaib öğütlerinden ibret almak sûretiyle ibâdetten nasibini verin.



Suçlu Kulaklar

◉ Ana-babasının sözünü dinlemeyen

◉ Kapı dinleyen

◉ Üstadının sözünü dinlemeyen

◉ Müzik dinleyen

◉ Gıybet dinleyen

◉ Neticesi günaha varan bütün sözleri dinleyen kulaklar suçludur.

 

    İyi dinleyen anlar, anlayan hakka uyar

    Duymayan yoldan kayar, Hakka elçi kulaklar

 

Suçlu Ayaklar

◉ Suç işlenen ortamlara giden

◉ Ana-babadan müsaadesiz giden

◉ Ana-babasına hizmete gitmeyen

◉ Başkalarının mülkünde izinsiz dolaşan

◉ Çağrılmadağı yere giden

◉ Abdestsiz camiye giren

◉ Zâlimlere yardıma giden

◉ Cemaati terk edip giden

◉ Fitne fesat meclisine giden

◉ Lüzumsuz gezen

◉ Tebliğe gitmeyen

◉ Oyunlu-çalgılı meclislere giden

◉ Aciz biçarelerin ihtiyaçlarına gitmeyen
 

✧ En kötü yemek, zenginlerin çağrıldığı, fakirlerin terk edildiği düğün yemeğidir. Davet edildiği halde gitmeyen kimse Allah ve Resûlüne isyan etmiştir.

✧ Çağrılmadan giden kimse ise, hırsız olarak girer, çapulcu olarak çıkar.


Suçlu Eller

◉ Kendini veya başkasını haksız yere yaralayan, öldüren, bir azasını koparan

◉ Başkasının malını alan

◉ Zekât vermeyen veya fakir olmadığı halde zekât alan

◉ Hibeye ehil olmayanların hibesini kabul eden

◉ Hayvan ve insan sûretleri çizen

◉ Haram oyunları oynayan, çalgı aletlerini çalan

◉ Rüşvet ve rüşvet kılıklı hediyeleri alan

◉ Tırnaklarını kesmeyen

◉ Abdestsiz mushafa dokunan
 

Dilini Satın Almak

Halife Mehdi’nin düzenlediği oturumların birinde, adamın biri mendile sarılmış bir ayakkabı getirdi ve:

- Ey müminlerin emiri! Bu, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in ayakkabısıdır; onu sana hediye ediyorum, dedi.

Mehdi, ayakkabıyı alıp içini öperek başına koydu ve adama onbin dirhem verilmesini emretti. Adamın paraları alıp ayrılmasından sonra, orada bulunanlara şöyle dedi:

- Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu ayakkabıyı ne giymiştir, ne görmüştür. Ancak adamı yalanlayacak olsaydım, ‘Halifeye Hz. Peygamberin ayakkabısını hediye ettim de kabul etmedi’ diyecek; inananlar inanmayanlardan çok olacaktı. Çünkü halk bu gibi insanlara meyillidir. Böylece adamın hediyesini kabul edip sözünü doğrulamış ve dilini satın almış olduk.
 

Menfî İbâdetler (Musibet)

Rabbimiz öyle kerim, öyle rahim, öyle lütufkâr ki, yaptığımız ibâdet ve taatlara sevap verdiği gibi, yapmak isteyip de elimizde olmayan sebeplerden dolayı yapamadığımız zamanlarımızıda ibâdet yazıyor.

Mesela hergün düzenli duhâ, teheccüd, evvâbin namazlarını kılar, Pazartesi Perşembe oruçlarını tutarken günün birinde hastalanıp takatten düşüyoruz. Bu çok sevdiğimiz ibâdetleri gayr-ı ihtiyâri yapamıyoruz. Cenâb-ı Hakk o zamanları ‘menfi ibâdetler’ olarak kayda geçiyor.

Varken verdiğimiz için, verme imkanımız yok olduğunda da verilmiş kabul ediyor. O, daima bizim niyetimize, tiynetimize, kalbimize bakıyor ve ona göre değer veriyor.

✧ İnsanların en tasalısı, dünya ve âhireti için kaygılanan mümindir. Hadîs-i Şerîf

✧ ‘La havle vela kuvvete illa billah’ doksan dokuz derde devadır. Bu hastalıkların en hafifi üzüntüdür. Hadîs-i Şerîf

✧ Bir kişiye musibet eriştiği vakit, nefsi besili ise müteessir olur. Nefsinin değil de Allah’ın (celle celâlühû) kulu ise ızdırap duymaz. Alaaddin Ağabeyzi

✧ Musibet, Allah’tan vasıtasız geldiyse, sabredilir. Kul vasıtasıyla geliyorsa tedbir alınır.

✧ Hârun Reşid’in müttaki zevcesi Zübeyde Hanım eşinin divandan düşüp acı çekmesine sevinir. Sebebi sorulunca da: ‘Tam otuz dokuz gündür başına musibet gelmedi. Oysa kırk gün geçer de başına musibet gelmezse, o kimse kâmil mü'min sayılmaz. Onun için sevindim’ der.

✧ Namaz vaktinin önü Allah (celle celâlühû) rızâsı, sonu Allah’ın (celle celâlühû) affıdır.

✧ Rabbimiz sağlığı ve güzelliği helâl olanlarda, darlık, sıkıntı ve kötülüğü haram olanlarda yaratmıştır.

✧ Kederli olmamızın kökü, varlığımızın hikmetini bilmemekten kaynaklanır.
 

    Cihanda âdem olan bî gam olmaz

    Anınçün bî gam olan âdem olamaz. Necati
 

✧ Her sevincin bir acısı, her acının bir sevinci vardır.

✧ Endişe, üzüntü, sevapları artırır. Çok sevinmek, neşelenmek de günahları artırır. Mansur b. Zâzân

✧ En şiddetli keder, fırsatlar elden kaçırıldığında duyulan kederdir.

✧ Çile zamanının bela ve musibetleri insanı terbiye eder. Bu nedenle yiğidin hayatı çiledir. Bundan b. Hüseyn

✧ Ülser yapan yediklerimiz değil, bizi yiyen şeylerdir.

✧ Şu altı yerde bulunan Cennetliktir;

    1- Câmide, ilim meclisinde

    2- Hasta ziyâretinde

    3- Cenâze teşyiinde

    4- Cemaatin içinde

    5- Cenâze evinde

    6- Cihad meydanında.

✧ Dünyada kedersiz insan yoktur, varsa adam değildir. Sâdi

✧ Kıyâmet günü sâlih amel işleyenler gelirler. Mizanda iyiliklerinin karşılığı verilir. Bunların ameli; namaz, oruç, sadaka ve hacdır. Bundan sonra, belâ ehli gelir. Bunlar için mizan kurulmaz. Defter de açılmaz. Bunlara hesapsız mükâfat saçılır. Dünyada iken kendilerine gelen belâlar gibi... Belâ ehline verilen sevabı gören dünyanın zevk ve safâ ehli, isterler ki, dünyaya tekrar dönsünler; etleri makasla kesilinceye kadar belâya uğrasınlar... Bunlar için Allah (celle celâlühû) şöyle buyurdu: «Sabredenlere, mükâfatları hesapsız verilecektir.» (Zümer, 10)

✧ Acılara sabırla karşı koydular, tatlı oldular. Abdükâdir Geylânî
 

    Bu gönlüm derdine düştü Hüdâ’nın
    Unuttu zevkini iki cihanın. Eşref Rumi,


 

Sabır

«Kim sabreder ve bağışlarsa, bu sabır ve bağışlama, azimkârlık ve büyük bir hünerdir.» (Şurâ, 43)

«Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.» (Zümer, 10)

«Sıkıntıda, hastalıkta ve muhârebenin kızıştığı zamanda sabır ve metânet gösterenler yok mu? İşte onlar sâdık olanlardır ve takvâya erenlerdir.» (Bakara, 177)

«Muhakkak biz, sabredenlere mükâfatını, yapmakta olduklarının daha güzeliyle vereceğiz.» (Nahl, 96)

Sabrın mânâsı, hâlini kimseye söylememek ve sebeplere bağlanıp belânın kalkmasını onlardan beklememektir.

Hakk’ın kazâ ve kaderine boyun eğmektir.

Herhangi bir darlığı kötü görmemek, sabırlı kişinin işidir.

Büyük zatlar, sabrın kalbe şifâ getireceğini, her hayrın sabırla olacağını, yakınlığın, yine sabrın sonunda başlayacağına kânidirler. Hep olan hâdiseleri birer imtihan ve tecrübe olarak kabul ederler.

Tiynetimizde acelecilik vardır. Sabır fren görevi yapar. Bu nedenle sabrın sonu selamet, acelenin sonu felâkettir. İşe başlarken ‘Nasıl yapılırsa hudud-u ilâhiye uygun olur? En güzel, en kaliteli olması için ne yapmak gerekir?’ diye düşünmek sabırdır. Mevlâna ‘İşin başını düşünmek (yani acele etmek) nefisten, sonunu düşünmek akıldandır’ der.

İşi yaparken de acele etmeyip, baştan savmadan, hemen bitip ortaya çıkmasını değil, güzel, kaliteli, dayanıklı olup memnun kalınacak şekilde ortaya çıkarma sabrını göstermeli. İşin sonunda ortaya çıkardığı işten iyi netice almak ve emeğinin boşa çıkmaması için sabır göstemeli.

Dünyevi olsun uhrevi olsun bütün işlerde bu üç boyutlu sabrı göstermeden güzele, kaliteye ulaşmak mümkün olmaz. Günümüzde çoğu ziyanlar, acelecilik yüzünden oluyor. Sabrını, inancını kaybetmiş, para hırsı gözünü bürümüş insan, ‘Bu işi daha güzel nasıl yaparım?’ yerine, ‘Bu işe güzellik ve kalite görünümünü verip de nasıl ucuza mal edip pahalıya satarım’ düşüncesinde. Bu nedenle insanlar arasında güvensizlik, soğuk savaş, sevgisizlik almış yürümüş.

Bu insanlar yüzünden, güvenilir insanlara da güvenilmez gözüyle bakılır olmuş. İnsan bu hileci, sahte tavırlarıyla doğru insanları da töhmet altında bırakmış oluyor. Üstelik düşündüğü neticeyi de elde edemiyor. Piyasaya sürülen kalitesiz malın kısa zamanda foyası ortaya çıkıyor; sahibinin sahtekârlığı sicillenmiş oluyor. Hem kendisi de bu hileden nasibini alıyor. Onu da bir başkası aldatıyor zincirleme trafik kazası gibi; vuran vurana.

Said Nursi bu konuda çok güzel bir misal verir; ‘Sabrınızın bir miktarı vardır. Onu geçmişe vahlanarak, geleceğe yönelik ham hayaller peşinde zayi etmeyin. Şu aptal komutan gibi olmayın; askerin bir kısmını sağ cenaha bir kısmını sol cenaha yerleştirip ortayı (merkezi) boş bırakır. Düşman oradan hücum edip askeri târumar eder.’

Biz de sabrımızı, tahammülümüzü şu anda yapmamız ve terk etmemiz gereken hususlara harcamalıyız; geçmişe kederlenerek, geleceğe havale edip tembelleşerek hiçbir zaman yol alamayız.

Emirleri yerine getirmekte, yasaklardan kaçınmakta, musibetleri soğukkanlılıkla karşılamakta bize sabır gerekir. İnsanların dünyevi idealleri, lüksleri, sükseleri için gösterdikleri sabırdan ders almalıyız.

Başladığımız işi sabırla, gayretle, sonuna dek devam edip bitirmeliyiz. Eğitim ve terbiyeleriyle yükümlü olduğumuz kimselere geniş sabırlar gösterip onları usandırmadan, kaçırmadan sevdirerek eğitmeliyiz. Bizi dünyaya getiren üzerimizde hakkı olan kimselere sabır, tahammül ve hoş görüyle gönüllerini hoş etmeliyiz. Yüce Mevlâmıza ibâdet ederken şartlarını, adaplarını yerine getirirken hakkını verip acele etmemeliyiz. Hele kalp huzuru için bütün gayretimizi, sabrımızı, dikkatimizi seferber etmeliyiz. Gayret bizden tevfik Allah’tan...
 

    Her lahza bulunsun dil ü fikrinde şu pendim

    Sabrın sonu elbette selâmettir efendim
 

✧ Kim kendisini sabra zorlarsa, Allah onu sabretmeye muvaffak kılar.

✧ Eğer bir işte mecburiyet varsa mümkün mertebe bazı zorluklara tahammül edin. Elden geldiğince sabırlı ve metânetli olun. Mecbur işlerle sabırlı olmak yerine akıl ve mantıkla o işi kurcalarsanız stresten kurtulamazsınız. Bir de muhatabınız ehliyetsiz ve insafsızsa, Allah sabrınızı artırsın.

✧ Gülün dikene katlanması, onu güzel kokulu yaptı.

✧ İnsan, yerinde ocaklar gibi yanmalı ama, gam izhar etmemelidir. Yerinde dağların altında kalıp ezilmeli ama, kimseye dert dökmemelidir.

✧ Maddi musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ; geceleyin insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Arılara iliştikçe fazla hücum göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi; maddi musibetlere de ehemmiyet verdikçe büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesedden geçerek kalpte de kökleşir, sonuçta mânevi musibete döner. Ne vakit o merakı, kazaya rızâ ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi maddi musibet hafifleşe hafifleşe kökü kesilmiş ağaç gibi kurur gider.

✧ Hayatta lazım olan; bir avuç dolusu bilgi, bir fıçı dolusu tedbir, bir deniz dolusu sabırdır.

✧ Sabır önceleri insana zehir gibi görünür, fakat bunu huy edinirse bal olur.

✧ Dört vakitte sabırlı olmak gerekir:

    1- Öfkeli anda kendine hâkim olup, affetmek ne güzel şeydir. Bunu ancak sabretmesini bilenler yapabilir.

    2- Sıkıntılı günlerde, kıtlık zamanlarında cömertlik etmek ne güzel fazilettir. Bunu ancak olaylar karşısında sabretmesini becerenler ve Allah’a gönülden bağlı olanlar yapabilir.

    3- Kimsenin görmediği yerde Allah’tan korkup, günah ve kötülük işlememek ne saadettir. Bunu ancak nefsine hâkim olanlar yapar.

    4- Her yerde aleyhine olsa bile hakkı, gerçeği söylemek, ne erdemliliktir. Bunu ancak Allah’a kul olanlar yapar.




    Sabretmekten usandın mı, külhanlar gibi yandın mı?

    Seni hiç mahrum eylemez, sen Allah’a dayandın mı?

 

Hastalık

Yaratılışımızın îcâbı olarak, her kişi kendisinde noksan olan şeyin hasretini duymaktadır. Bunun yanında herşeyi tamam olan insan, sahip olduklarının kadrini bilmiyor ve çok kere sanki bir mirasyedi gibi onların farkında bile olamıyor.

Allah’ın Mülkü olan bu dünyada, Allah (celle celâlühû) insan neslinin devamını ve huzurlu olmasını ister. O sebeple diğer insanların hallerine şükretmeleri ve hallerinden memnun olmaları takdir edilmiştir. Genellikle kendisi sağlam olan kişi, herkesin aynı şekilde bulunduğunu zannedecektir. Noksansız bir vücûdun ancak bir lütuf olduğunu farkedebilmek, sakat kişileri görmekle mümkün hâle gelebilir. İşte bu yüzden bizim nazarımızda birer zavallı kabul edilen sakatların, insanlık âleminin selâmet yolunu bulabilmesinde büyük hizmetleri vardır. Ancak, insanoğlu buna benzeyen daha bir çok hikmetleri anlamaktan uzaktır.
 

      ✽      ✽      ✽
 

✧ Hastalık hastası, kendinde bir takım rahatsızlıklar bulunduğuna inanan bir insan anlamına gelir. Böyle kuruntular içinde bulunan bir çok insan vardır. Bunlar kendilerini çok dinlerler. Onlara göre en küçük bir rahatsızlık, önemli bir hastalığın işâretidir. Bu nedenle endişeye kapılarak, uykularından olurlar.

✧ Doktorların en iyileri: Rejim, sükûnet ve neşe isimli üç doktordur.

✧ Hasta değilken hasta numarası yapmayın, sonra gerçekten hasta olursunuz. Önce kabrinizi kazmayın, ölürsünüz.

✧ Hastanın inlemesi tesbih, nefesi sadaka, uykusu ibâdet, dönmesi cihaddır.

✧ Ashab niçin hasta olmazdı?

    1- Temizliğe dikkat eder.

    2- Acıkmadan yemez, doymadan kalkar.

    3- Gece namaz kılar.

    4- Dünya dertlerine üzülmezlerdi.

✧ Mümine bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü, hatta bir ufak tasa isâbet edecek olsa, Allah onun sebebiyle müminin günahından bir kısmını mağfiret eder.

✧ Vücut hastalanmazsa şımarır, şımaran vücutta da hayır yoktur.

✧ Hastalarınızı yemeye ve içmeye zorlamayın. Çünkü Allah (celle celâlühû), onları hem yedirir, hem de içirir.

✧ Her kırk gecede bir belâlanmayan beden, melûndur.

✧ Hasta, hastalığı süresince Allah’ın misâfiridir. Hergün onun için 70 şehit sevâbı verilir. Hastalıktan kurtulduğu gün ise, anasından doğduğu günkü gibi günahtan yana tertemiz olur.

✧ Çoğu hastalıkların sebebi:

    1- İstimalattan,

    2- Perhizsizlikten,

    3- İsraftan,

    4- Hatiatten,

    5- Sefaletten,

    6- Dikkatsizlikten.

✧ Ayakta duramayacak kadar hasta olan bir kimse namazını oturarak kılabilir; oturarak rukûya ve secdeye varabilir. Eğer rükûya ve secdeye de gücü yetmiyorsa, o zaman başıyla işâret ederek namaz kılar.

✧ Baş rukûya biraz az, secdede biraz daha fazla eğilir. İslâm kolaylık dinidir. İbâdetleri herkesin gücüne göre yapmasına izin verir.

✧ Hastalık kötü zevklerin ücretidir.
 

Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) hastalığında, vücudu, hummanın harâretinden şiddetle sarsıldığı sırada, Abdullah ibn-i Mesud şöyle dedi:

– Yâ Resûlâllah, sen çok şiddetli bir hummaya tutulmuşsun, dedi.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):

– Evet, ben, sizden iki kişinin humması gibi hummaya tutuldum, buyurdu.

– Şüphesiz ki, sana iki ecir vardır.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):

– Evet, öyledir. Hastalığa tutulan hiçbir müslüman yoktur ki, Allah (celle celâlühû) onun günahlarını, ağacın yaprakları döküldüğü gibi dökmesin, buyurdu.
 

Hasta Ziyâreti

✧ Allah (celle celâlühû) kıyâmet gününde der ki: ‘Ey Âdemoğlu Ben hasta oldum, Beni ziyâret etmedin.’ Âdemoğlu cevâben: ‘Yâ Rabbi, Sen âlemlerin Rabbisin. Seni nasıl ziyâret edeyim?’ der. Allah (celle celâlühû): ‘Bilmiyor musun, filân kulum hasta oldu, fakat onu ziyâret etmedin. Şâyet onu ziyâret etseydin, elbette Beni onun yanında bulacaktın’ buyurur. Hadîs-i Şerîf

✧ Hastayı ziyâret eden, Allah’ın rahmetine dalar ve yanında oturduğu zaman kendisini Allah’ın rahmeti kaplar. Hadîs-i Şerîf

✧ Hastayı ziyâret edin, aç olanı doyurun, esiri kurtarın.

✧ Hastayı gidip ziyaret eden bir mü’min, cennette nimetlere müstehak olur. Hadîs-i Şerîf

✧ Hastayı ziyâret eden kimse, Allah için bir gün oruç tutmuş olur. Bu da yediyüz gün yerine geçer.

✧ Bir hastayı ziyaret eden kimse, ziyâreti süresince cennetin meyvelerini toplayıp biriktirmeye devam eder.

✧ Unutulmak yarı ölümdür. Hastalarınızı unutmakla, onları daha yaşarken ölüme mahkûm etmeyiniz. Mahmut Yesârî


    Ayağını sıcak tut, başını serin,

    Kendine bir iş bul, düşünme derin. Lokman Hekim
 

Peygamberimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) hasta ziyâreti ve tâziyeleri

♦ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), hastaları ziyârete önem verirler ve bunun müslümanlar için bir vazife olduğunu söylerdi.

♦ Hasta ziyâreti esnasında hastaya ümit verirler, nabzını ellerine alıp mübârek elleriyle dokunurlardı. Şifâ bulması için de Allah’a (celle celâlühû) duâ ederlerdi. ‘İnşaallah kurtulacaksın’ derlerdi. Şayet birisi fena lakırdı edecek olursa, ondan memnun olmazlardı.

♦ Peygamberimiz hastayı üç günden sonra ziyâret ederdi.

    Hüdanın âdetidir sevdiğine dert verir,

    Dert ise sebep olur kendi merhabasına.   Efe Hazretleri

 

Ve Yalnız Senden Yardım Dileriz

 

Kerim Rabbim!

Yalnız senden istememizi öğrettiğin için sana sonsuz şükürler olsun. Sen bize öğretmeseydin, biz senin kerem kapına nasıl yol bulurduk? Acizlerin, zayıfların, hodgamların, fânilerin kapısında zillet ve meskenetle sürünür dururduk. Kim nereye çekse oraya gider, rotamızı yönümüzü, kaybeder derbeder olurduk.

‘Yalnız senden yardım isteriz’ diyelim ve bu arzularımızı eyleme çevirelim. Kalbimiz tek ilâhın aşkıyla çarpsın. Aklımız onu tanımaya çalışsın. Bedenimiz onun gösterdiği yolda yürüsün, gayretlerimizi o yöne yönlendirelim. Elimiz işte olsa da kalbimiz ılık ılık hep onu düşünsün. Ona ram olsun. İdealimiz, hedefimiz, arzumuz hep O’nun rızâsı olsun. Değil aklımız fikrimiz, hayallerimiz bile ona ram olsun.

Huzurunda bütün acizliğimizi itiraf edip, yüce zatına kulluk etmek için O’ndan yardım istiyor, Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Allahım seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel ibâdet etmek için bize yardım et’ duâsını hatırlıyoruz. Tabi O yardım etmese, azalarımıza kuvveti, kalbimize letafeti, aklımıza inayeti ile yardım etmese biz ne yapabilir, ne söyleyebilir, ne düşünebiliriz?

Eğer bizi huzuruna alma lütfunu ihsan etmese, o imkanları bize hazırlamasa, nasip etmese ne yapabiliriz? Biz cüzi irademizi hayra kullanmaya niyet ettiğimiz an, O bize keremiyle, nusretiyle, lütfuyla yaklaşıyor ve kulluk kapısını sonuna dek açıp ‘buyur’ ediyor.

İbâdet ve yardım istemenin peş peşe tekitle, tahsisle zikredilmesi bir yandan şirki, küfrü men ederken, diğer taraftan ibâdeti kendimizden bilip nefsini ilâh edinme gafletine düşmekten koruyor. İbâdet sonrası gelmesi muhtemel olan kibir, ucub, övünme gibi duyguları engelliyor. Nefsin gösteriş yapma eğilimine gem vuruyor.

Cümlede geçen iki ‘iyyake’ kelimesi, zamir-i munfasıl olmakla beraber bir de ‘iyyake / sakın’ anlamına gelen bir mânâ-i fiildir. Bu şifreye göre, ‘Sakın ha Allah’tan başkasına kulluk etme! Kimsenin Allah’a kulluğuna mâni olma, destek ol, köstek olma. İbâdetine mâni olacak her şeyden sakın. Bütün programların ibâdete endeksli olsun. Hayatının merkezinde kulluk olsun. Okulun, işin, eşin, arkadaşın, işçin, patronun, eğlencen, oyunun, sevgin, nefretin, şehvetin, gadabın seni asla kulluktan, Rabbinin buyruklarına uymaktan alı koymasın.

Allah’a olan sevgin gün be gün coşsun. Onu her gün biraz daha tanımak için gayretin sınırsızlaşsın ki, engelleri aşıp Rabbine kavuşasın. Hem o sana yardımı vaad ediyor. ‘Sen bana bir karış gel, ben sana bir arşın geleyim. Sen bana yürüyerek gel, ben sana koşarak geleyim’ buyuruyor.’

Bütün iş kendini aşmak. İnsan kendini aşabilirse, başka engeller engel sayılmaz. İşte kendini aşmış bir kul, Âkifcesine haykırıyor:

 

‘Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım

Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım’

 

İşte ‘iyyake’ manayı fiili de, yardım isteme konusunda aynı ikazı yapıyor: ‘Kulum, başkasından yardım istemekten sakın. Bana kul olmak aslında hür olmaktır. Kulluğun sırf bana, beklentin sırf benden olsun.

İnsanlardan beklemek seni çok yıpratır. Zillete düşürür, esir eder. Ümit kırgınlığına uğratır. Kalbini kinle, gamla doldurur. Beklediğine de ulaşamazsın. Beklediğin kimseler de senin gibi aciz, güçsüz. Mecazi saltanatları, fâni bir imkanları olsa da bitme korkusunun verdiği hırs, cimrilik hayır ellerini tutuyor. İmkanları artsa da yürekleri daralıyor. Aczlerini unutup, nefislerini ilâh ediniyorlar. Muhtaçları aciz, kendilerini aziz bilme gafletinde bulunuyorlar. Hesabı ve bu mülkü kendilerine vereni unutuyorlar. Sana yardım etmeleri çok zor.

Yardım verenler olsa bile, acziyetten, minnetten kurtulman çok zor. O minnet etmese bile sendeki minnet duygusu seni ezer. Komplekslere girersin. Kişiliğin zedelenir, şahsiyetini kaybedersin. Zamanla ya ezik bir dalkavuk, veya eziklikten kurtulmak için zâlim bir nankör olursun.

Görüyorsun, Allah’tan gayrı sana ivezsiz, garezsiz yardım edecek yok. Bu durumu iyi kavramış olacak ki Bediüzzaman, ‘Acizim, aciz olanı istemem’ diyor.’

Gerçek manada kime kulluk ediyorsak yardımı ondan isteriz. Nefse, dünyaya, gayrıya kulluk edip, sonra başı dara gelip her şeyden ümit kesince Allah’tan yardım istemek, Firavun’unun boğulurken ‘ben de inandım’ demesine benzer. Ali’ye çalışıp, Veli’den ücret istemek insafsızlık olur. Tabi ki her şartta O’na müracaat edip, O’ndan isteyecek, O’na sığınıp, O’na yalvaracağız. O biricik melceimiz. Ama bunu her zaman, her durumda hatırdan çıkarmamak, kulluğumuzu unutmadan, görevlerimizi en güzel bir tarzda ifa ederek yapmalıyız.

«Ben size çok yakınım. Ama siz de bana inanın ve buyruklarıma icabet edin» (Bakara; 186) buyuran Rabbimiz, bize yörüngemizi, yönümüzü hatırlatıyor. Bilhassa bollukta, huzur içinde yaşarken, sıhhat afiyette, neşemiz yerinde, işimiz yolundayken bu nimetleri bize veren Rabbimizi unutmayıp, O’na gönülden duâ ve niyaz etmeliyiz. O’na hamd-ü senada kusur etmemeliyiz. Aksi halde nimeti de, huzuru da kaybeder, duâya ve sızlanmaya başlarız.

Kendisini gücendirdiğimiz, unuttuğumuz Rabbimiz, ister duâmızı kabul eder, ister reddeder. O’na hiçbir şey vâcip değil. Ne isterse, nasıl isterse öyle yapar. Bunu düşünürsek, kendimize daha fazla çeki düzen verebiliriz.

«Yalnız senden yardım isteriz», ferdi, cemaat adına harekete geçiren bir ifade; ben değil, biz. İfadeler, istekler, içinde bulunulan cemaat adına yapılmaktadır. Ferdin isteği, ancak cemaat için yapıldığı zaman bir anlam ifade ediyor. Ferdi cemaatle bütünleştiren, onu cemaatin bir parçası kabul eden bir hitap.

Rabbim bütün işlerimizde, sana ibâdette, itaatta senden yardım isteriz. Senden başka kimsenin bize yardım etme kudreti yoktur. Seni inkar eden başkasından yardım diler. Biz sadece senden yardım dileriz.

Yüce Mevlâm biz aciz, güçsüz, zayıf kullarınız. Seni hoşnut edecek işler yapmamızda bize yardım et. Bize sana yaklaştıracak söz, fiil ve amelleri yapmayı nasip eyle. Bize kulluk görevimizi ifada kolaylık ve başarı nasip eyle. İbâdet yapmadan önce bilgi ve bilinçle, yaparken şuur ve huşu ile, ibâdetten sonra da bize ihlâs ve kabul etmekle yardım et. Ve mâ tevfîki illa billâh.
 

           ✽      ✽      ✽
 

İstiane, dünyevi ve uhrevi işlerin hepsinde yardım talep etmektir. Yani ‘Yarabbi! Her işimizde Senin dergahına müracat ve iltica eder, önemli işlerimizde yardım talebini sana hasrederiz. Senden başka bir sığınağımız yoktur. Bize imdad ve yardım et’ demektir.

İstiane; ibâdeti tamamlamak hususunda yardım istemektir.

Bu âyette yardım dilemenin sadece Allah’a tahsis edilmesi, Nemrut karşısında Hz. İbrâhim’in gösterdiği durumun örnek alınması içindir.

Âyetteki ‘ancak Senden yardım isteriz’ ifâdesinden, herhangi bir işin yapılmasında birilerinden yardım istememek anlaşılmamalıdır. Yani tek başına yapamayacağınız bir iş için arkadaşınızdan yardım isteyebilirsiniz. Burada kastedilen, ‘yol gösterici’, ‘hidâyet verici’ olarak Allah’tan başkasından yardım istememektir. Gerçekten Allah’tan gelen bir bilgiye sâhip olmaksızın, insana kimse yol göstericilik yapamaz. Olsa olsa yardım ediyor gözükerek sapkınlığa sevkedebilir.

‘Yalnız sana ibâdet ederiz’ cümlesinin önce, ‘Yalnız senden yardım isteriz’ cümlesinin sonra gelmesindeki hikmetleri şöyle sırlayabiliriz:

- Namaz kılan sanki şöyle demiştir: İbâdete başladım, tamamlamak hususunda senden yardım istiyorum.

- Allah’ım nefsimi getirdim ancak benden kaçan bir kalbim var.

 Onu senin huzurunda tutmak için yardım istiyorum.

- Sadece senden, ne Cebrail’den ne Mikail’den yardım istemiyorum.

Bu âyette ibâdetle istianenin bir araya toplanması, hem iftihar, hem de iftikâr içindir.

Kişi Allah’ın kulu ve ona ibâdet eden biri olma şerefine nâil olduğu için iftihar, Allah’ın yardımına mazhar olması ve günahtan korunmaya muhtaçlığını hissettirdiği için iftikardır.

«Yalnız sana ibâdet ederiz» tevhidin izharıdır.

«Ancak senden yardım isteriz» ilâhi yardımın istenmesidir.

«Bizi doğru yola ilet» Allah’ın dininde sebat istenmesidir.

Bu da tam ibâdet etme ve yardım istemektir ki bu ibâdettir. Evliyanın ve enbiyanın istemesi budur.

İyyake na’büdu, ‘La ilâhe illallah’

İyyake nesteîn, ‘La havle vela kuvvete illa billah’ demektir.

‘İyyâke na’büdu ve iyyâke nesteîn’ âyetinin bir maşuk gönlünde tanımı şöyledir: ‘Ya Rabbi! Senin sonsuz güzelliğini seyrettim, gördüm; hamd ve senalar olsun… Ne var ki sana karşı yanık gönlümün şifası ve duâsı yalnız sensin. Ve beni bu hamd niyazımla sonsuz güzelliğinin ikliminde sırât-ı mütakîm’e hidâyet eyle.’
 

Garip Bir Borçlu

Basra yerlilerinden biri gırtlağa kadar borçlanmış. Herkes ondan alacağını istemeye başlamış. Ödeyecek parası olmadığı zaman bunalmış ve soluğu Kufe’de almış. Camiye gidip: ‘Ey Rabbimin melekleri, durumumu Allah’a anlatın! Ben son derece garip ve borçlu bir insanım!’ diye duâ etmiş ve uykuya dalmış. Çok geçmeden biri şöyle diyerek onu uyandırmış:

- Ey hikayenin sahibi, kalk, otur; işte sana üçbin dirhem!

- Sen kimsin?

- Ben uyuyordum, şöyle bir sesle uyandım: ‘Mescidde bir yabancı var. Borçludur. Bize durumundan yakındı. Git ona ihtiyacı olan üçbin dirhemi ver! Bunun üzerine sana geldim. Ve bu meblağı veriyorum, şayet başka bir ihtiyacın olursa yine gel, ben senin bütün ihtiyaçlarını görürüm. Ben falan oğlu falanım!

- Ben sana ne diye gelecekmişim? Ben halimi ancak seni bana gönderene arzederim, dedi ve parayı alıp ülkesine döndü.

Bin lirasını borçlarına dağıttı. Kalan iki bin lirayı da sermaye yaptı. Ölünceye kadar o paranın geliri ile yaşadı ve çoluk çocuğunun nafakasını da temin etti. (Kitabul Akaik’den)

 

Allah’ın (celle celâlühû) Yardımı

«Onların duâları ise şu sözden başkası değildi: ‘Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılık ve taşkınlıklarımızı bağışla. Bize sebat ver ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.’ Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de âhiret mükâfatının güzelliğini birlikte verdi. Allah iyilik yapanları sever.» (Ali İmran, 147-148)

«Bizde çalışanlara biz yollarımızı açarız.» (Ankebut, 69)

Yüce Allah dinine yardım edenlere, kendi yolunda çalışanlara, gerçek müminlere, takvâ sahibi olanlara yardım edeceğini kelâmında müjdeliyor.

Bu gerçeğe peygamberlerin, velilerin hayatında şahit oluyoruz. Bedir’de beş bin melekle, Hendek’te rüzgarla, bir çok sıkıntı anlarında bereket mucizeleriyle Allahu Teâlâ Resûlünü, müminleri yardımsız bırakmamıştır.

Peygamberlere mucize, evliyaya keramet, müminlere meûnet ile daima ilâhi yardım yetişmiş ve yetişmektedir. Kullarından hiçbir zaman yardımını esirgemeyen Yüce Allah, kendi aralarında takvâ ve iyilik konusunda yardımlaşmayı emrederek de yine kullarına yardım etmektedir.

Zekât, sadaka ve bil umum iyilik tavsiyeleri de yine O’nun ihsanındandır.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ ‘Lahavle ve la kuvvete illa billâhi’ cümlesinin manasından sana bahsedeyim mi? Allah'ın haram kıldığı şeylerden uzak kalmak ancak O’nu koruması ile mümkündür. Allah'ın emirlerine itaat etmek gücü de ancak O’nun yardımı ile olur, (Ey ashabım) biraz önce Cibril bana gelerek böylece haber verdi.

✦ Sefere çıktığı zaman şöyle duâ ederdi: Allah’ım, yardımınla düşmanla karşılaşır, düşmanı hezimete uğratırım ve yine senin yardımınla geri dönerim.

✦ Hz. Allah bir kimseyi, ırz, namus ve şerefine tecavuz ederek rezil eden kimseyi, yardımına muhtaç olduğu bir yerde rezil eder. Bir kimse, ırz, namus ve şerefine tecavüz edilerek rezil etmek istenilen bir kimsenin müdafaasını yaparsa, muhtaç olduğu bir yerde Hz. Allah da yardım ederek onu selâmete çıkarır.

✦ Allah’tan kula yardım, rızkı kadar; sabır da, musibetin derecesine göre gelir.

✦ Allah yalnız O’na güvenenin her dileğini verir ve bütün insanları ona yardımcı yapar.

✦ Yalnız zamanlarda Allah’ın hakkını koru ki, tek başına kaldığında Allah seni muhâfaza etsin.

✦ Müminin bir işini gören kimsenin, Allah (celle celâlühû) 70 işine yardım eder.

✦ Allah bu ümmete ancak zayıfların duâsı, namazı ve ihlâsı sebebiyle yardım eder.

✦ İstediğin zaman Allah’tan iste; yardım dilediğinde, Allah’tan yardım dile. Bil ki, zafer sabır iledir; ferahlık sıkıntı iledir; kolaylık güçlük iledir.

✦ Dört kimse vardır ki, Allah (celle celâlühû) onlara muhakkak yardım eder:

    1- Harbe iştirak eden.

    2- Evlenmeye teşebbüs eden.

    3- Kendisini âzâd ettirmek için para kazanmaya çalışan köle.

    4- Hacca niyet eden kişi.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Allah’ın yardımı;

● Peygamberler göndermesi,

● Kitap indirmesi,

● Deliller ve mucizeler ihsan etmesi

● Cennet ve cehennem yollarını açıklaması,

● Büyük ve küçük cihadı emretmesi,

● Dine çalışıp, din düşmanlarına ve hevasına uymayıp rızâ-i ilâhiyi arayanlara yardım etmesi. Rûhu’l Beyan

✧ Ebû’l Ayna anlatıyor: ‘Benim zâlim hasımlarım vardı. Onları Ahmed b. Ebi Dâvûd’a şikayet ettim ve dedim ki: ‘Bunlar birbirlerine arka çıkıp tek yumruk haline geldiler.’ O bana: «Allah’ın (celle celâlühû) eli onların eli üzerindedir» (Fetih, 10) âyetini okudu. ‘Onların tuzağı vardır’ dedim, «Kötü tuzak ancak sahibine dokunur» (Fatır, 43) âyetini okudu. ‘Onlar kalabalıktır’ deyince, «Nice az topluluklar vardır ki kalabalık topluluklara galip gelmiştir» (Bakara, 249) âyetini okudu. Bunun üzerine gönlüm rahat olarak dönüp gittim. Rûhu’l Beyan

✧ Allah yardım ederse, kalp tazarru ve niyaz tarafına meyleder. Mevlâna

✧ Allah’ın mümin kulunu dirençli kılması dört yerde olur:

    1- Ölüm sırasında.

    2- Kabir sualinde.

    3- Hesaplaşma sırasında.

    4- Sırattan geçerken.

✧ Allah’tan (celle celâlühû) başka yardımcı, Resûlullah’tan başka delil, sabırdan başka amel yoktur.

✧ Allah (celle celâlühû), ihlâssız kimseyi muvaffak kılmaz.

✧ Kişinin Allah’ın (celle celâlühû) yardımından mahrum edilişinin alâmeti; güzel ve hayırlı şeyleri çirkin, çirkin ve hayırsız şeyleri güzel görmesidir.

✧ Latife-i Rabbânî, insan günah işleyince bir daha dirilmemek üzere ölüyor. S. Nursi

✧ Allah’ın yardımına ulaşmak için:

    1- Allah’a kâmil bir imanla inanıp emirlerini yerine getirmeli

    2- Her türlü zulüm ve haksızlıktan kaçınmalıdır.

✧ İsyan zilletinden taat izzetine çıkanı, Allah (celle celâlühû) malsız zengin eder, askersiz kuvvetlendirir, kavimsiz onu aziz eder.

✧ Kulların arasında hile, düzenbazlık, zulüm olmadığı zaman Allah’ın yardımı ve tevfiki yağmur gibi yağar.

✧ Kişi, üç şeyde Allah’tan yardım görür:

    1- Mescid îmâr ederken.

    2- Ev yaparken.

    3- Dünyalık bir ihtiyâcını giderirken. Huleyd b. Usâri

✧ Boş zamanlarda ibâdet etmek, Allah’ın inâyetidir. İbâdete devâm ettikleri ve haksız yere kan akıtmadıkları sürece Allah inâyet eder. Abdullah b. Mes’ud

✧ Duâ edeni Allah’ın rahmeti kuşatır. Allah’ın ihsânı ve yardımı ona yönelir.

✧ Kim şu üç şeyi, Allah’a güvenerek ve sevâbını O’ndan umarak yaparsa, mutlaka Allah (celle celâlühû) ona yardım eder ve onu mübârek kılar:

    1- Allah’a güvenerek ve karşılığını O’ndan bekleyerek köle âzât ederse.

    2- Allah’a güvenerek ve karşılığını O’ndan bekleyerek evlenirse.

    3- Allah’a güvenerek ve karşılığını O’ndan bekleyerek ölü bir yeri canlandırırsa.

✧ Allah (celle celâlühû) gümüş kapıyı kapatırsa, altın kapıyı açar.

✧ Kişi Allah’a inandığı ve bütün yardımı Allah’tan beklediği müddetçe gençtir.

✧ Halid b. Velid, yanında Peygamberimizin alın tarafından bir tüy bulunduğundan, bunun hürmetine her girdiği savaşta mânevi yardım gördü.

Dine Yardım

«Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder.» (Muhammed:7)

İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesi olması hasebiyle ezelden din görevlisidir. Allah’ın kanununun yeryüzünde uygulanması için ömür boyu diliyle, eliyle, bilgisiyle, malıyla, canıyla çalışıp gayret edecektir. Bu cihat görevinden din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar vazgeçmeyecektir.

Bu mukaddes davayı elden ele, dilden dile kıyâmete kadar sürdürmelidir. Hayatının merkezinde hep îlâ-i kelimetullah olmalı; diğer bütün işler bu göreve yardım gayesiyle yapılmalıdır.

Mümin olabilmek, mümin kalabilmek ancak bu görevi hakkıyla yapmakla mümkün. Bunun için Rabbimiz «Gevşemeyin, üzülmeyin, üstün geleceksiniz» buyurarak yönlendiriyor, vazifeye çağırıyor.

Aksi halde dinin yaşanmadığı yerde huzur, afiyet, adâlet, fazilet olması mümkün olmaz.
 

           ✽      ✽      ✽
 

Dine Yardım;

✧ Dini korumak; dinin delillerini izah, anlamayanların şüphelerini gidermek, hükümlerini, farzlarını, sünnetlerini, helâlini, haramını ve onlarla ameli izah etmek.

✧ Allah’ın adını yüceltmek için çalışmak ve savaşmak, ya bizzat çalışarak veya mücahidlerin bayrağı altında toplanarak onların kalabalığını artırmakla olur.

✧ Din düşmanlarını alt etmek.

✧ Müslümanların zaferi için ‘Ey Allah’ım! Allah’ın dinine yardım edenlere sen de yardım et, dine karşı gelenlerden yardımını kes!’ diye duâ etmek.

✧ Nefisle en büyük cihadı yapıp, nefsi yere çalıp öldürmek.
 

Meleklerin Yardımı

Cenâb-ı Hakk melekleri müminlere yardımcı kuvvet olarak yaratmış, her birine ayrı sahalarda vazife vermiş. Kimisi azalarını, bedenini muhafaza ederken, kimisi kalbine güzel ilhamlar ilka eder.

Kimi yer gök arası vazife başında rüzgar, yağmur, ay, güneş gibi tabiat kanunlarında görevli iken, kimi de müminlerin günahları sebebiyle başlarına toplu bela gelip helâk olmamaları için arşın etrafında onlar adına istiğfar ederler.

Kimi göğe çıkan şeytanları taşlarken, kimi de müminlere duâ ederler. Kimi salevatları Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) ulaştırırken, kimi de dünyaya giriş, çıkışları düzenler. Bu nûrâni ordular, nûrâni işlerde hep müminlerin dostu ve yardımcısıdırlar.

Müslüman ordulara savaş meydanlarında meleklerin yardım ettiği, müslümanların safında bizzat savaşa katıldıkları Kur’an tarafından haber verilmekte, savaştakiler tarafından da müşahade edilmekteydi. Sarıklı, iri cüsseli olarak atlar üzerinde savaşa katılan melekler ordusu, müslümanlara yardım için gönderilmiştir. Hatta istiklal savaşında bile kafirlerin gözünü korkutan ordunun melekler olduğu, yine kafirler tarafından itiraf edilmektedir.
 

           ✽      ✽      ✽


✧ Ödemek niyetiyle borç isteyen kimse için melekler görevlendirilir. Borcu ödeninceye kadar onu korurlar ve ona duâ ederler. Şir’atü’l İslâm

✧ Müslüman kadınların yanında iki melek bulunur. Aksini istemediği takdirde onu Hakk’a iletirler. Aksini istediğinde iki melek ondan ayrılır ve nefsine bırakırlar. Muhtarü’l Ehâdis
 

Allah’a Tevekkül

«Hasbünallahu ve ni’mel vekil / Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.» (Tevbe:129)

Bizi yoktan var edip ihtiyacımız olan herşeyi bize musahhar kılan, türlü istidatlar, kabiliyetlerle donatan Mevlâmız hiçbir zaman ümitsizliğe, korkuya düşmeyelim diye kendisine güvenmemizi bize emrediyor; tâ ki, kendimizden ve kendimiz gibi fânilerden medet bekleme zilletine düşmeyelim.

O’ndan başka hiçbir güç, kuvvet, garanti güvenilmeye layık değildir. Çünkü O’ndan gayrı herşey aciz, herşey bitimli. Bu gerçeği mezar taşlarında ‘Hüve’l bâki’ diye kazırız da, yüreğimize yazamayız.

İnsanlara güvenen kişiler, durmadan falanca ve filancanın arka çıkmadığından, yardım elini uzatmadığından yakınan kimselerdir.

Mal ve servetine güvenen kişiler daima, ‘malım ve servetim çoktur, hiçbir şey önümde duramaz, bana zarar veremez’ diye övünüp böbürlenen kimselerdir.

Kendi kendine güvenen kişiler ise, daima, ‘Bütün kuvvetim yerinde, sağlığıma da diyecek yok. Üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey yoktur’ diyerek kendini avutan zavallı kimselerdir.

Allah’a güvenen kimseler ise, ‘sabaha zengin veya fakir çıkmışım benim için önemli değildir. Bence önemli olan Allah’ın benimle birlikte olması ve bende dilediğince mal ve serveti tutmasıdır. (Daha açıkçası önemli olan, Allah yolunda harcayacaksam mal ve serveti elimde tutması, harcayamayacaksam elimden almasıdır) diyebilen, bu zihniyete sâhip olan kimselerdir.

✧ İmam Âzam’ın oğlu Hammad şöyle anlatıyor:

Birgün babam mescidde otururken büyükçe bir yılan çatıdan düşerek, babamın kucağına düştü. Babamda en ufak bir korku alâmeti görülmedi. Hattâ mübarek dizlerini dahi açmadı. Tevbe sûresi’nin «De ki; Bize Allah’ın bizim için yazdığından başka bir şey asla isabet etmez» mealindeki 51. âyetini okuyup sol eliyle yılanı alıp atıverdi.

✧ Allah’tan başkasına ümit bağlayanın, tüm çabası boşa çıkar. Hz. Ali

✧ Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve öyle bir servettir ki, hiçbir şey ile değiştirilemez. S. Nursi

✧ Tevekkül, vâad-ı ilâhiye güvenmektir.

✧ Tevekkülün eseri, kulun say’u hareketinden maksatlarını bilmekle tecelli eder. Kişinin hareketi şu dört şeyden hali değildir: Menfaatlı şeyi celbetmek, onu korumak, zararlı şey gelmeden önlemek veya geldikten sonra yok etmesine çalışmaktır.


    Bir kapuyu bend ederse bin kapu eyler küşâd

    Hazret-i Allah, efendi Fatihü'l ebvabdur.


✧ Tevekkülün mahalli kalptir, zâhir ile hareket ona münâfi olmaz.

✧ Ameli kendini kurtaracak kimseler gibi amel işle. Allah’ın yazdığından başka kendisine bir şey isabet etmeyenler gibi Allah’a tevekkül eyle. Müslim b. Yesar

✧ İslâm’da tevekkül vâcip, tembellik haramdır.

✧ Tevekkül, sukûnetsiz ıstırap, ıstırapsız sukûnettir. Yani yaslanmaksızın sebepler peşinde koşup, ıstırapsız Allah’a güvenmek demektir.

✧ Tevekkül ehlinin üç derecesi vardır: Tevekkül, teslim, tevfiz.

✧ Tevekkül, senin katında az ve çoğun eşitliğidir. Tevekkül, güvenmekle beraber Allah’ın kuvvetiyle iktifa etmektir.


     Gökler parça parça arza dökülse

     Yüce dağlar köklerinden sökülse

     Yer yarılsa, okyanuslar çekilse

     Kalbimde ne korku, ne gam, ne keder

     Bilirim ki bana Allah’ım yeter.

 

     Yıldızlar kayıp, güneşler sönse

     İsrafil sur ile kubbeden inse

     Kabirler boşanıp tersine dönse

     Bilirim ki bana Allah’ım yeter.  Cengiz Numanoğlu

 

İmdad

✧  Ölüm meleğinden; ana-baba rızâsı

✧  Kabirden; gece namazı

✧  Mahşer susuzluğundan; oruç

✧  Karanlıktan; Kur’an

✧  Hesaptan; Allah (celle celâlühû) korkusu

✧  Zebaniden; tebliğ

✧  Ateşten; gözyaşı selâmete sebep olur.
 

Beklenti

İnsan beklenti içinde oldukça, tahakkümden, zilletten, itip kakılmadan, ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtulamaz. Hür, özgür olmanın gönül huzuruyla yaşamanın yolu, Allah’tan başka kimseden birşey beklememek olduğunu beş vakit namazda dile getiriyoruz.

Mümin çalışkan, gayretli, azimli, kanaatkar, onurlu, rızâ-i ilâhiye teslim, israftan, nefsani arzulardan uzak olduğundan kimsenin elindekine göz dikmez. Kimseden birşey beklemez. Bir yandan da herkesle iyi geçinir. İğneleyici sözlerden, kırıcı hareketlerden uzak durur.

Her konuda kendine düşen görevi eksiksiz yerine getirir. Sonra da Rabbine duâ ve tevekkülle meşgul olur. Kendi gibi fânilerden bir şey ummaz, beklemez. Bu yüzden de sık sık morali bozulmaz.

O, alarak değil vererek sevap kazanacağının, veren elin alan elden üstün olduğunun, bugün yardım verenlerin yarın emir vereceklerinin şuurundadır. İşler sarpa sarınca Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Elinden yardım iste’ buyruğu kulağında çın çın çınlar. Takvâ üzere yaşadığı, imanın gerekliliğini yerine getirdiği müddetçe Rabbinin ona yardım edeceğini bilir. Ve ‘Hasbünallahi ve nime’l vekil’ kalesine sığınır.

 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Bilmiş ol ki, bütün yaratıklar Allah’ın vermeyi dilemediği bir şeyi sana vermek üzere elbirliği etseler, buna güçleri yetmez. Yâhut onlar, Allah’ın sana vermeyi dilediği şeye engel olmaya kalkışsalar, bunu da başaramazlar.

✦ Kim dört şeyi elden bırakmazsa ne kendi ve ne de çoluk çocuğu muhtaç durumda olmaz:

    1- Sabah namazı vakti girmeden kalkıp namaz kılmak.

    2- Vakit girmeden önce abdest almak.

    3- Ezan okunmadan camiye girmek.

    4- Vitir namazından sonra sükût edip konuşmamak.

✦ Sizden birinizin bir kucak dolusu odun toplaması, sonra o odun demetini sırtına alıp satması, kendisine verip vermeyeceği belli olmayan kimseden istemesinden elbette çok daha hayırlıdır.

✦ Dilenmekte olan kötülükleri bilseydiniz, kimse kimseye bir şey istemek için asla gitmezdi.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Kimseden bir şey beklemeyen şerefli müminin Allah şerefini korur, kimseye muhtaç etmez.

✧ İnsanlardan hiçbir şey beklemeyen insan, en mutlu insandır. Çünkü o hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramaz.

✧ Bir kimseden bir şey istemenin şartı:

    1- İstediğin kimsenin merhametli olması

    2- İstediği şeyin kendi durumuna uyması

    3- İstenilen şeyin zaruri ihtiyaç olması

✧ Allah’tan başkasından bekleyen insan, bu bekleyişten asla kurtulamaz.

✧ İnsan, her hâlinde işçi gibi çalışıp, efendisine uyması gerekir. Ücret beklememelidir. Çünkü dünya çalışma yeri, âhiret ise ücret... İyilik ve hediyeler evi orasıdır. Karşılık, mal, rütbe, sevgi, saygı, hürmet bu ve benzeri beklentiler kalp dilenciliğindendir.

✧ Kepçe gibi her tencerede dolaşma.

✧ İnsanın, bir olan Allah’tan başka kimseden beklentisinin olmaması gerekir. Beklentinin iki yönlü zararı vardır:

1- Bekleyen insan: Küçük düşer, şahsiyeti rencide olur, riyâkâr olur, tembelleşir, ikinci sınıf vatandaş muâmelesi görür.

2- Beklenen insan: Zorbalaşır, cimrilik huyu ortaya çıkar, zor durumda kalır, cebbar ve tahakkümcü olur. Allah (celle celâlühû), kullarının bu duruma düşmemesi için, kendinden başkasına el açmamayı ve sırf kendine güvenilmesini ister. Tâ ki kullar özgürce yaşasın, iki tarafta rahat olsun.


Her ne yap yap becerip izzeti nefis ile geçin

Kimseden bekleme yardım, iki el, bir baş için


✧ Cenâb-ı Hakk istikâmet, insanlar kerâmet, büyükler hürmet, küçükler şefkat, kadınlar ziynet, nefis yemek ister.

✧ Her kim, çok mal toplamak için, insanlardan onların mallarını dilenir durursa, muhakkak bir ateş parçası istemektedir.

✧ Dikkat!

    Sevgi bekleyen, mahzun olur.

    Saygı bekleyen, kibirli olur.

    İlgi bekleyen, küskün olur.

    Mevki bekleyen, riyâkâr olur.

    Para bekleyen, şikâyetçi olur.

    Zaman bekleyen, ihmalkâr olur.

    Mekân bekleyen, dağınık, savruk olur.

    Sıra bekleyen, sabırsız olur.

    Lüks bekleyen, huysuz, şımarık olur.

✧ Sizden bâzıları dilenmekten aslâ vazgeçmez. En sonunda kıyâmet günü bu şerefsiz kişi, yüzünde bir et parçası olmaksızın Allah’a kavuşur.

✧ Alçakların minnetinde kalıp bir şey istemek, insanın ruhunu eksiltir. Sadi-i Şirazi

✧ Dilenci kendi için sizden ister, sizin için Allah’tan (celle celâlühû) ister.

✧ Dilencilik; tembellik ve halkın yardım duygularını istismardan başka bir şey değildir. Onlar, çalışmadan oturup başkalarından bir şeyler beklemeyi tevekkül sayarlar.

✧ Lokman Hekim oğluna nasihatinde: Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Zira yoksul düşen kimse üç musibetle karşılaşır:

    1- Din zayıflığı: Fakirlik insanı kötülüğe sürükler.

    2- Akıl zayıflığı: İhtiyaç düşüncesi insanı şaşırtır.

    3- Mürüvvet ve insanlığı kaybolur.

    Bunlardan daha büyüğü de; insanların maskarası olur.

✧ Dilenmek nefse üretmekten kolay ve tatlı gelir.

✧ Allah’ın buğzettiği kimseler, mescidlerde dilenenlerdir. Yani onlar, Allah’ın evlerinde, Yüce ve Münezzeh olan Allah’tan değil de başkalarından dilenirler. Bir de istediklerini vermeyenlerin günahına girmiş olurlar. Muaz b. Cebel

✧ Dilenmek, insanoğlunun yüzünde siyah bir lekedir. Verileni reddeden kimse, verenin gözünde büyür ve ona karşı makamını korur. Selmân-ı Fârisî

✧ İsteyeceğin rütbe, nişan, memurluk veya bir dilim ekmek her ne olursa olsun, bir şey istemek için kapı çalan dilencidir.


    Yazık senden gayrı için uyumayan gözlere

    Yazık senden gayrı için feryad eden özlere

 

Yardımlaşma

İnsan cemiyet halinde yaşayan akıllı bir varlıktır. Toplu halde yaşayan bütün varlıklar birbirlerine yardım etme, birbirlerini gözetme duygusuyla yaratılmışlardır. İslâm dini de bu duyguyu pekiştirmiş, Müslümanların bir bütün halinde yaşamalarını tavsiye etmiştir.

Yüce Allah (celle celâlühû) bütün insanlara hitapla, «İyilik ve takvâ konusunda birbirinize yardım edin» (Maide, 2) buyurmaktadır. Bu ilâhi emir müslümanın yalnız kendisi için değil, aynı zamanda diğer insanlar için de olan şeyleri gerçekleştirme konusunda çalışması gerektiğini ifade etmekte, mal ve serveti amaç değil, araç olarak en hayırlı yollarda kullanmasını öğütlemektedir.

Unutulmamalıdır ki, yardımlaşmak sadece maddi konularda olmaz. Aynı zamanda kişiyi doğruya, güzele, iyiye yöneltmekle de olur. Bazen de mânevi yardım yani insanı kötülükten alıkoymak, ona maddi yardımda bulunmaktan çok daha önemlidir.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in: ‘Güzel söz sadakadır’ hadîs-i şerîfi oldukça mânidardır. Dinimizce güzel bir söz, bir gönül alma bile hayır sayılmıştır. Önemli olan müslümanın cömertlik dediğimiz yardımlaşma duygusunu bir huy haline getirmesidir. Müslümanlık bütün insanların hayrına çalışmayı, her canlıya şefkat ve merhamet göstermeyi en hayırlı işlerden saymıştır.

Şu halde İslâm, karşılıklı yardımlaşmanın en güzel örneklerini canlı tutan ilâhi bir dindir. Bunun için maddi ve mânevi yardım farkı gözetmeden, her zaman yardımlaşma ve dayanışma faaliyeti içinde bulunmak, her müslümanın vavgeçilmez bir özelliği olmalıdır.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Bir müslüman kardeşinin bir ihtiyacını gören kimse, ömrü boyunca Allah’a hizmet eden kişi gibidir.

✦ Her kim, müslüman kardeşinin bir işi için koşar ve onun o işi görülürse, kendisine bir hacc ve bir umre olur, şayet görülmezse bir umre yazılır.

✦ Amellerin, ibâdetlerin efdali, bir mümini sevindirmek, elbise vermek, aç ise doyurmak veya her hangi bir ihtiyacını karşılamaktır.
 

           ✽      ✽      ✽


✧ Yalnızca yardım etmek yetmez; vaktinde yetişmek lazım.

✧ Ashabdan Sa’sa b. Nâciye, altmış üç kız çocuğunu diri diri gömülmekten dişi ve erkek develer vererek kurtarmıştır.

✧ El elden üstündür; Arşa varıncaya kadar.

✧ Herhangi bir ihtiyaç için kapısına gelen din kardeşinin yardımına koşmayan ve kendisini bu işe selâhiyettar görmeyen kimseye şaşarım. Sevap ve günah korkusu olmasa bile, insanlık ve güzel ahlâk adına yardımına koşmalıdır; zira kurtuluş yolu budur. Hz. Ali

✧ İyiliğin ilmine sahip olmayana, diğer bütün ilimler zarar verir.
 

Kocasının Yardımcısı

Hz. Ebû Bekr’in kızı Esma (ra) anlatıyor: Cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Zübeyr b. Avvam’la evlenmiştim. O zamanlar Zübeyr’in su taşıdığımız atından başka bir şeyi yoktu. Atını ben yemleyip sular, su tulumu söküldüğünde ben diker, hamuru yoğururdum. Yalnız ekmek yapmayı beceremezdim. Onu da Ensar dediğimiz Medineli komşu hanımlar yapardı. Onlar yardımsever hanımlardı.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Zübeyr’e bir hurma bahçesi vermişti. Bu bahçe evimizden sekiz bin adım uzaktaydı. Deveye yedirmek için oradan başımın üzerinde hurma çekirdeği taşırdım.

Yine birgün aynı şekilde hurma çekirdeği taşırken Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile karşılaştım. Yanında Ensardan birkaç kişi daha vardı. Resûl-ü Ekrem bana seslendi, beni arkasına bindirmek için devesini çökertmek istedi. Fakat ben erkeklerle gitmekten utandım. Bir de Zübeyr’in kıskançlığını hatırladım. Çünkü Zübeyr çok kıskançtı.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) benim utandığımı anlayınca devesini sürüp gitti. Zübeyr’in yanına varınca olanları anlattım.

- Vallâhi hurma çekirdeği taşıman Hz. Peygamber’le (sallallâhu aleyhi ve sellem) deveye binmenden bana daha ağır geldi, dedi.

Babam Hz. Ebû Bekir ata ve deveye bakacak bir hizmetçi verinceye kadar bu işi yapmaya devam ettim.
 

İyilik ve takvâda yardımlaşın

• İçtimai muavenetinizi (yardımlaşmanızı) tesis için.

• İbâdet nevilerinde

• Hayır, hasenatta.

• Haramlardan sakınmakta

• Ahlâkı Muhammediyyede

• Birbirinizin ihtiyacını gidermekte.
 

Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın

• Küfürde

• Sair günahlarda

• İnsanlara zulümde

• Azgınlıkta

• Hakka tecavüzde

• İntizam, asayişi bozmakta

• Hırsızlık, uğursuzluk ve gayri zulümlerde

✧ Facir, günahkar kişiye yardım eden onu günahlara karşı kamçılamış olur. Fudayl b. İyad

✧ Bir kör öbür köre yol gösterirse ikisi de çukura düşer.
 

    Suphu mesâ şâd olasın, gamlardan âzad olasın

    Yürüsün âlemde nâmın, iyilikle yâd olasın

 

Birbirimizle yardımlaşalım

• Yolları yapmakla

• Rahat yaşama sebep olan şeylerde

• Allah’a ubudiyette

• Su olmayan yerlere su temin etmekle

• İstirahati teminle

• Düşmana galip gelmek için top, tüfek gibi mühim silahlar bulundurmakla birbirimize yardım edelim.
 

Yardım Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar

1- İnsanlara iyilik ve yardıma bulunurken tek gayemizin Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak olduğu asla unutulmamalıdır.

2- Yardım gönül rızâsıyla, severek, gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşacak şekilde yapılmalıdır.

3- Kişi veya kurumlara yapılacak yardımlar sonucunda maddi veya mânevi kesinlikle herhangi bir beklenti içine girilmemelidir.

4- Yardım amacına uygun yerlere yapılmalı; yardım edileni incitecek, küçük düşürecek tutum ve davranışlardan kaçınılmalıdır.
 

Yardımlaşmama

✧ Bir kimsenin yanında bir mümine hakaret edilse, o kimse de muktedir olduğu halde ona yardım etmezse Allah (celle celâlühû) kıyâmet gününde onu onların gözü önünde zelil eder. Hadîs-i Şerîf

✧ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Enes b. Mâlik’e şöyle buyurdu: ‘Zâlim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.’ Enes b. Mâlik ‘Yâ Resûlallah! Mazluma yardım ederim ama zâlime nasıl yardım edeyim?’ diye sorunca. Resûlullah şu cevabı verdi: ‘Onu zulümden alıkoyarsın, işte ona yardım etmek böyle olur.’

✧ Bir kişiye zulüm edildiğinde, ona yardım edememekten veya zulüm gören biri aleyhine şâhitlik yapmaktan ve doğruyu gösterememekten ya da biri düştüğünde, onu kaldıramamaktan korkuyorum. Rebi b. Haysem

✧ Kim, bir müslüman kardeşinin bir işi için yürürse, yetmiş bin melek onun için gölge yapar.

✧ Mahşer günü bir karınca telâş içinde bir şahsı arayacak:

‘Yâ ilâhi! Bir kulunu aradım bulamadım. Zavallı ateşe düşmek üzere. Ey kerem sahibi Allah’ım, bana fırsat ver. Ona müşkül hâlinde yardım edeyim.’ Allah: ‘Ey karınca, bu kuluma neden yardım edeceksin?’ ‘Ey âlemleri yaratan Allah’ım. Dünyada ben suya düşmüştüm. Boğulmak üzere iken bu kulun bir çöp uzatıp kurtardı. Şimdi ise o, Sırat’ta düşmek üzere. Teşekkür borcumu ödeyip, kurtarayım onu...

Allah (celle celâlühû), o karıncaya fırsat verecek ve adamın kurtulmasına sebep olacaktır.

 

Fâtiha ve Cemaat

«Yalnız sana kulluk ederiz» ifadesi çoğuldur. Bu da gösteriyor ki Ümmü-l Kur'an olan bu sûrede, daha ilk başta cemaatleşmeye verilen önem ortaya konulmaktadır. Gerçekten de Kur'an'a baktığımızda, yüce Allah'ın neredeyse tüm hitablarında ‘ey iman edenler’, ‘o mü'minler’ şeklinde ifadeler kullandığını görürüz.

Cemî sigasıyla gelmesi, kulun Mâlikü’l-mülk’ün kapısında durmaktaki kusurunu itiraftır. ‘Yâ Rabbi, ben hakir ve zelil bir kulum. Yalnız başıma Senin kapında durup münâcaat etmeye lâyık değilim. Bilâkis, mümin ve muvahhid kimseler arasında duâ ederim. Onların zümresinde benim duâmı da kabul buyur.

‘Biz’ ifâdesi, tevâzu ve vakarı cem eder. Melekleri de içine alır.

‘Sana kulluk ederiz ve Senden yardım bekleriz’ ifâdelerinde yer alan ‘biz’ çoğul zamiriyle, hem okuyanı, hem de yanımızda bulunan hafaza meleklerini ve hem de cemaatte hazır bulunanları bu duânın kapsamına almış bulunuyoruz.

Tek bir ruh, bir gâyeyi elde etmek için bir araya gelmiş ruhlar topluluğundan kuvvetçe daha zayıftır. Bu durumda kul, sadece kendi rûhunun bir maksadı elde etmeye yetmeyeceğini anlar da, rûhunu, ilâhi nurları ve rûhâni mükâşefeleri elde etmeye yönelmiş olan tertemiz pak kullar zümresine dâhil eder.

Rûhu bu zümreye katılıp onların safında yer alınca, arzusu daha güçlü, istidâdı daha mükemmel olur. İşte o zaman yalnız başına elde edemeyeceği şeyleri, bu mânevî zümre içinde elde eder. Böyle rûhi saflığa ermiş kimselerle birleşmesi sebebi ile mutluluk meydana gelince, beşeri yükselmeler, insâni kemâller tam olur. (Tertemiz ve pak olan ruhlarla bir araya gelmek, kuvvet ve istidâdı artırdığına göre; kötü ruhlu kimselerle bir araya gelmek de, pişmanlığa, zarara, terkedilmişliğe ve umduğunu elde edememeye yol açar.)
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ Muhakkak Allah’ın rahmeti ve yardımı cemaat ile beraberdir.

✦ Ümmetimin güzel gördüğü, Allah (celle celâlühû) katında da güzeldir. Ümmetimin çirkin gördüğü, Allah (celle celâlühû) katında da çirkindir.

✦ Bir vakit cemaâtla namaz kılan, gününü ibâdetle doldurmuş olur.

✦ Size cemaâtı tavsiye ederim, ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur, iki kişiden uzak durur.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Sosyal ruh, önce tek kişilerde yerleşir, kişinin vicdânına ne zaman kardeşlik duygusu girer ve onu kibirden, darlıktan, bencillikten çıkararak genişletirse, o vicdânın genişliği oranında bir cemaate aday olur. Bu genişlik, bir arkadaşlıktan, bir âileden tutunuz da dünyaya egemen olan devletlere kadar gider.

✧ «Nice az bir kitle vardır ki, Allah’ın izni ile bir çok topluluğu yenmiştir.» (Bakara, 249) Az bir topluluğun büyük bir topluluğa gâlip gelişinin sebebi, kuvvetin esâsına bağlı oluşu ve bütün kuvvetlerin bir yerden idâre edilmesindendir.

✧ Cemaat olmadan İslâm olmaz. Hz. Ömer

✧ Kuş sürüsüyle uçar. İyilerle berâber olmak hem ibâdeti kolaylaştırır, hem de haramlardan kaçmakta en iyi usuldür.

✧ Yığın heyecansızdır, hissizdir. Millet öyle değil. Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. Yığın düşünmez, maruz kalır. Nezleye yakalanır gibi yakalanır, tutulur fikre. Ateşi yükselince aslanlaşır. Nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları ölçülü, düzenli, devamlıdır.

✧ Biz hakiki mânâda bir olmayı başarırsak, üç tane üçün omuz omuza verip, üç yüz üç etmesine kimse mâni olamaz. Hekimoğlu İsmail

✧ Beraber ağlamak kadar hiçbir şey kalpleri birbirine bağlayamaz.

✧ Suların cemaatinden nehirler,

    Taşların cemaatinden dağlar,

    Ağaçların cemaatinden ormanlar olur.

    Sen ey insan! Neden ayrılık peşindesin?

✧ Beşeri kuvvet iki kısma ayrılır:

1- Hidâyet üzere olan kuvvet: Bu kuvvet, Allah’a iman etmek ve O’nun nizâmına tâbi olmaktan doğar. Bunu takviye ederek, hayra, hakka ve iyiliğe giden yolda kullanmak lâzımdır.

2- Allah’tan (celle celâlühû) yüz çevirip, O’nun nizâmına tâbi olmayan sapık kuvvet: Bu kuvvetle mücâdele ve mücâhede etmek gerekir. Bu dalâlet kuvvetinin büyüklüğü, azgınlığı müslümanı korkutamaz. Çünkü o zaten, kendisini var eden Allah’ın (celle celâlühû) kudretini kabul etmekten uzaklaşınca hakiki kuvvetini kaybetmiş oluyor. Artık onu yaşatacak, ona dâimi gücünü verecek olan gıdadan mahrumdur. Bu, tıpkı alev saçan büyük bir yıldızdan kopan parçanın hemen sönüp soğuması; koptuğu kütle ne kadar büyük olursa olsun, ziyâsını ve harâretini kaybetmesi gibidir. Aslıyla irtibâtını kesmeyen en küçük parça bile, bu irtibât sâyesinde kuvvetini, harâretini ve ziyâsını kaybetmez.
 

Cemaatle Namazın Önemi

‘İyyâke na’budu’daki ‘nûn / biz’ den maksat, namazı cemaatle kılmamız için bir uyarıdır. Aynı zamanda bu, soğan, sarımsak ve sigara kokusuyla cemaate gidip insanları rahatsız etmemek gerektiğini anlatır. Bunda da şu incelik vardır: Çirkin kokularla cemaati rahatsız etmek, namazın sevabını eksiltirse, direkt eziyet edenin, fitne ve fesat çıkaranın günahı ne olur?

Müminler kardeştir. Namaz kılan ‘Biz demekle hem kendi ibâdetini, hem de şarktan garba kadar bütün Müslümanların ibâdetini takdim etmiş olur. Kendi istekleriyle berâber halkın isteklerini Hakk’a sunar. Hakk’ın huzurunda, ‘Kendisinden başka müminlerin problemlerini halletmek için koşmuş bir insan’ olarak kabul edilir. O bunu yaparsa, Allah da onun problemlerini halleder. Bu hususta Resûlûllah (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘Kim bir Müslümanın imdadına koşar, ihtiyacını halleder ve onu rahatlatırsa; Allah da (celle celâlühû) onun bütün ihtiyaçlarını halleder, onu rahata kavuşturur’ buyurmuştur.

Bir insan cemaatle namaz kıldığı zaman, ‘Yalnız sana kulluk ederiz’ sözüyle o cemaati kastetmiş olur. Yalnız başına namaz kıldığı zaman ise, meleklerle berâber olduğunu düşünür.
 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ İki, birden hayırlıdır. Cemaate devam ediniz! Allah’ın rahmeti ve yardımı cemaat üzerinedir.

✦ İçinizden hanginiz, tâ Cennetin ortasını istiyorsa, cemaata devam etsin. Şeytan ekseriya bir kişi iledir.

✦ İki ve daha fazlası cemaattir.

✦ Yirmi veya daha fazla kişi bir araya geldiğinde, aralarında, Allah’ın (celle celâlühû) azâmetini yüreğinde hisseden biri yoksa, işin sonu gelmiş demektir.

✦ Kim, namaz için mescide gider gelirse, Allah (celle celâlühû), her gidip gelişinde, onun Cennetteki konağını hazırlar.

✦ Mescitler, Kıyâmet günü bir deve biçiminde dirilir ki, onun güzel şekli şöyledir: Ayakları beyaz anberdir. Boyunları zâferandır. Başları, pek güzel kokulu misktir. Onları çekenler müezzinlerdir, berâberlerinde götürürler. Sürücüleri de imamlardır. Kıyâmet meydanından, çakan şimşek gibi geçip giderler. Kıyâmet ehli sorar: ‘Bunlar, mukarrebûn melekler midir? Gönderilen peygamberler midir?’ Onlara şu nidâ gelir: ‘Ey Kıyâmet ehli! Onlar ne mukarrebûn melekler, ne de gönderilen peygamberlerdir. Onlar, Ümmet-i Muhammed’den, cemaatle namaza devam edenlerdir.

✦ Bütün müminler, birbirlerine olan merhamet, sevgi, lütuf ve yardımlaşma hususunda, sanki bir vücûda benzerler. O vücûdun bir organı hastalanınca, öbür organlar, birbirlerini hasta uzvun elemine ortak olmaya çağırırlar.

✦ Allah’ın elçisiyle birlikte akşam namazı kılmıştık. Namazdan sonra dileyenler evlerine döndü, dileyenler de yerlerinde kaldı. Çok geçmeden Allah’ın elçisi koşarcasına ve hızlı hızlı nefes alarak geldi. Bize dediler ki ‘Müjdeler olsun! İşte Rabbiniz sema kapılarından bir kapı açmış meleklere karşı sizlerle iftihar ediyor ve diyor ki: ‘Kullarıma bakın! Farzlarını yerine getirdiler. Şimdi de diğer namazı beklemekteler!’ (İbn-i Mâce)
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Sünnet ve nafile namazlar cemaatle kılınmaz. Ancak teravih namazı hem cemaatle hem de tek başına kılınabilir. Vâcip olan vitir namazı da sadece Ramazan ayında cemaatle kılınabilir.

✧ Sabaha kadar uyumayıp(ibadetle meşgul olduğu için), sabah cemaate gitmemektense, sabaha kadar uyuyup sabah namaza gitmek efdaldir.

✧ Allah (celle celâlühû), Resûlüne korku (savaş esnasında) namazında bile cemaati emretmektedir, öylesi ağır şartlar altında bile terki için özür tanımazsa, emniyet halinde daha şiddetli bir vâcip olduğu anlaşılır. Ebû Sevr
 

İlim Meclisleri

✧ Büyüklerle oturunuz, şüphelerinizi âlimlerden sorunuz. Anlaştığınız kimseler, akıllı başlı kimseler olsun. Hadîs-i Şerîf

✧ Sâlih meclislerinde bir kere bulunmak, bir milyon kere kötü meclislerde bulunmanın hatalarını bağışlatır. Hadîs-i Şerîf

✧ Allah’ı ihlâsla anan bir topluluğa bir melek nidâ ederek; ‘Allah sizin günahlarınızı bağışladı, kötülüklerinizi iyiliğe çevirdi’ der. Hadîs-i Şerîf

✧ Her hangi bir kimsenin güneşle gölge arasında oturması men edilmiştir. Zira, o mekânlar şeytanların meclisleridir. Hadîs-i Şerîf  (Not: Tıbbi yönden de zararlıdır.)

✧ İyi yere (camiye – derse) erken git, geç kalk. Kötü yere gitme, mecbur kalırsan geç git, erken gel.

✧ Ayağa kalkıp konuşmak için cesaret gerektiği gibi, oturup dinlemek için de cesaret gerekir.

✧ İlim meclisine gitmemek cimriliktir.

✧ Allah’ın sâlih kullarıyla beraber olursanız, onlarla oturup kalkarsanız hayatınız lezzetlenir, hayır ve hasenata meyliniz artar, ibâdet ve taat isteğiniz çoğalır.

✧ Cenâzede, mezarlık ve zikir meclisinde gülenden Allah nefret eder.

✧ Söz söyleyenin güzel yüzlü olması gerek. Zira irfan sahipleri dinleme meclislerinde gönüllerinin açılması için üç şeye muhtaçtırlar:

    1- Güzel koku,

    2- Güzel yüz,

    3- Güzel ses. Ruzubehan

✧ Kardeşim sen insanların en iyisi ol da, istediğin yerde yaşa.

✧ Yerler insanlarla değer kazanır; insanlar yerlerle değil. İki cihan serveri Efendimiz Mekke’de, Medine’de bulunduğu için buralar kıymetli olmuştur. Ebû Cehil ise Mekke’de yaşadığı halde Mekkeli olmak ona bir şeref ve itibar kazandırmamıştır.

✧ Meclis ve vaazdan yüz çevirenler:

    1- Kendisini hayra koşanlar cümlesinden saymaya başlar, ibâdet ve iyi işleri azaltır.

    2- Kendi haline göre bazı çabalarda bulunur. Bu çabası gözünde büyür. Diğerleriyle kıyasla üstün değer biçer, işini hiç eder. Gayreti boşa gider.

✧ Kim ilim meclisine giderse, Allah işini kolaylaştırır.

✧ Kimi bırakalım?

    1- Dinlerini oyun eğlence edinen, eğlenceyi kendine din edinenleri.

    2- Allah’ın dini hususunda sırf şehvet ve arzularına göre hüküm verenleri.

    3- Din hususunda ihtiyatlı olmayıp, sırf taklitle yetinenleri.

    4- Kendilerine verilen bayramı ibâdetle imar edip saygı duyacaklarına, bayramları eğlence, oyun ile geçirenleri.

    5- Makam, riyâset elde etmek, rakibine üstün gelmek, mal toplamak için dine yardım edenleri, dini alet edinenleri.

İyilik – Kötülük

İnsan, cevherinde behimiyet, sebuiyet, rububiyet, şeytaniyet özelliklerini sakladığı için, hem iyilik, hem kötülük yapmaya kabiliyetlidir. Şükür veya küfür yolunu tutmakta serbest bırakılmış, ta ki imtihan imkanı oluşsun.

Yaradılışta pak, temiz, berrak ve inançlı yaratılan insan, aldığı eğitim, terbiye, yaşadığı çevre etkisiyle ya iyilik yapar, ya kötülük. Tam yolunu seçip netleştirinceye kadar iyilik kötülük arası mekik dokur.

İnsanın iyilik yapınca huzur duyması, kötülük yapınca içinin sıkılması, Rabbi keriminden ona bir mükâfat ve uyarıdır. Henüz kalbi kararmamış, vicdanı yok olmamışsa iyilik yapmaktan zevk alacak, yanlışlarından pişman olup, düzeltmeye çalışacaktır.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ «Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.» (Nahl, 128)

✧ «Kim bir iyiliğe aracı olursa, onun sevabından bir payı vardır. Kim bir kötülüğe aracı olursa, onun da günahtan bir payı vardır.» (Nisa, 85)

✧ Bir Müslüman, kardeşinin arzu ettiği yemeği ona yedirse, Allah kendisine (celle celâlühû) cehennem azabını haram kılar. Hadîs-i Şerîf

✧ İyilik ediniz, onun karşılığında kötülük göreceğinizi hiç aklınıza getirmeyiniz. Hz. Ali

✧ İyilik insanlık sanatıdır. Yaptığın iyiliği hatırlama, gördüğün iyiliği unutma. Güneş gibi ol; iyiliği istenmeden yap.

✧ İyiliği yalnız iyiler anlar, kötülüğü herkes anlar. Cenap Şehabettin

✧ İyilik, sana kötülük edene iyilik etmendir. İyiliğe karşılık iyilik etmek, satın aldığın bir şeyin parasını vermeye benzer. Süfyan-ı Sevri


    Yine ben öğüt aldım pirimden                                          

    İyilik ettiğinden sakın kendini. Köroğlu
 

✧ Kendi iyiliğinizi isterseniz, iyi kimselerle dost olun.

✧ Bir kuzu binlerce koyun arasında kendi anasını nasıl seçer bulursa, insanın yaptığı iyilik ve kötülükler de sonunda gelir onu bulur.

✧ İyiliğin zayi olmasını istemezseniz, onu hiç anlatmayın.

✧ Karamsar kimse herkesi kendisi kadar kötü sanır ve bunun için herkesten nefret eder.

✧ Ehli olmayana iyilik yapmak, körün evinde ışık yakmaya benzer.

✧ Sana nasıl davranılmasını istersen sen de başkalarına öyle davran. Fakat ilk iyi davranışı sen yap.

✧ İnsanın hayatta mutluluğu, yaptığı iyilik kadardır.

✧ Günde en az iki kişiye iyilik et, gönül al. Gönül almak cennetin firdevs kapısını açmaktır. Süleyman Hilmi Tunahan


    Sen iyilik et de o zayi olmaz

    Darılıp da başa kakıcı olma. Karacaoğlan

 

Duâ

Duâ, insanın halini Allah’a (celle celâlühû) arzetmesi ve ona niyazda bulunması, kul ile Allah (celle celâlühû) arasında bir diyalogtur. Bunun gerçekleşmesi için önce Allah (celle celâlühû) insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu Yüce Kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanlarla irtibat kurma ihtiyacı duymuştur. Duâ böyle bir irtibat neticesinde, insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telafisini, diğer taraftan da daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır.

Dergâha açılan iki el, secdeye eğilen alın yürekle birleştiğinde, ‘Ya Rabbi, Ya Rabbi!’ diye niyaz ettiğinde, hele de seher vaktine, gece yarılarına rast geldiğinde çevrilmesi, reddedilmesi mümkün mü? Çünkü kendisinden talep edilen Zât, hem kerim, hem âlim, hem de tüm hazinelerin sahibi. Vermeyenler, ya cimriliğinden, ya da hazinesinde olmadığı için vermez. O mülkün sahibi, açılan elleri boş döndürmez. Elverir ki duâ, şartlarına uygun olsun.

Duâdan mahrum insan, duâ etme kapasitesini bedduâyla doldurur. Hem kendini hem başkalarını felâkete, kine, nefrete sürükler. Hem Allah’ın, hem kulların nazarından düşer.
 

Duânın Önemi

Duâ, insanoğlunun en büyük tesellisi ve ümit kaynağıdır. İnsanı sıkıntılardan, mânevi buhranladan, ruhi bunalımlardan kurtaran bir sığınaktır. Duâ, insanı Allah’a (celle celâlühû) yaklaştıran bir vasıtadır. İhlâs ve samimiyetle Allah’a (celle celâlühû) açılan eller geri çevrilmez. Gözyaşları içinde yapılan duâlar müstecap olur. İnsanın gönlünü mesrur eder ve ruhuna zindelik verir, insan psikolojik olarak rahatlar. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: «Kullarım beni sana sorunca (haber ver ki, ben onlara) yakınım. Bana duâ edince ben o davet edenin davetine icabet ederim.» (Bakara, 186)

✧ Rabbiniz Hayy-u Kerimdir. Bir kul elini açınca, onu boş bırakmaz. Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona hikmet kapıları açılmış demektir. Duâ, rahmet kapılarının anahtarı, müminin silâhı, dinin direği, göklerin ve yeryüzünün nûrudur. Hadîs-i Şerîf

✧ Kederli ve üzüntülü bir kimse, Hz. Yunus’un (as) duâsı ile duâ ederse, duâsı kabul buyurulur. Hadîs-i Şerîf


Yüce dergâha gidip, huzura varmak gerek.

Tâ gönülden gelerek Hakka yalvarmak gerek.

Günler gelip geçiyor, yaklaşıyor sonumuz.

Varsa noksanlarımız, tezden onarmak gerek.


✧ Allah (celle celâlühû), kendinden istemeyen kula gazab eder.

✧ Mümin kardeşinizin duâsını almaya çalışın. Kurtuluşun onun duâsında olabileceğini unutmayın.

✧ Ya Rabbi! Beni bensiz bırak, Sen’siz bırakma! Peyâmi Safâ

✧ Biz gayrimüslimlerin hidâyetine, fasıkların ıslahına, müminlerin terakkilerine duâ etmeliyiz.

✧ Duânın erkânı, kanatları, sebepleri ve zamanı vardır.

    1- Eğer duâ erkânı uygun olursa, kuvvetlenir.

    2- Eğer kanatlarına uygun olursa, uçarak göğe yükselir.

    3- Eğer zamanlarına uygun olursa, dileğin yerine gelir.

    4- Eğer sebebine uygun olursa, şayan-ı kabul olur. İbn Ata

✧ Sizden biriniz uyumak için yatağına girdiğinde, Fâtiha ile birlikte bir sûre okusun. Bu takdirde Allahu Teâlâ bu kimse için bir melek görevlendirir ki, o kimse nereye gitse melek de onunla beraber oraya gider.


Duânın kabul alâmetleri: Huşûya gelmek, ağlamak, sızlamak, ağırlık, aksırmak, titremek, terlemek, ateşlenmek, üşümek, yük altından çıkmış gibi kendini hafif hissetmek.


Tabiin muhaddislerinden Ali b. Rebia anlatıyor:

Hz. Ali’ye binmesi için bir deve getirmişlerdi. Ayağını üzengiye koyunca ‘Bismilllah’ dedi. Hayvanın üzerine yerleşip doğrulunca şu âyeti okudu: «Bunu bizim hizmetimize veren Allah her bakımdan kusursuz ve mükemmeldir. O vermeseydi bizim buna gücümüz yetmezdi. Sonunda hepimiz Rabbimize döneceğiz.» (Zuhruf, 13-14) Ardından üç defa ‘Elhamdülillah’ üç defa ‘Allahu ekber’ dedi. Sonra da, ‘Allahım! Sen her bakımdan kusursuz ve mükemmelsin. Ben kendime zulmettim, beni bağışla’ diye duâ etti ve güldü. Bunun üzerine:

- Ey müminlerin emiri! Niçin güldün? dediler. Şu cevabı verdi:

- Bir zamanlar ben de Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) benim yaptığımı yaptığını ve benim güldüğüm gibi güldüğünü görmüştüm. Ona ‘Niçin güldün ey Allah’ın Resûlü?’ diye sormuştum. Bana şu cevabı vermişti: ‘Rabbin şöyle duâ eden kulundan hoşnut olur: ‘Allahım! Günahlarımı bağışla! Çünkü senden başka günahları bağışlayacak kimse yoktur.’ O zaman Allahu Teâlâ şöyle buyurur: Kulum, günahları benden başka affeden kimse bulunmadığını bildi.»
 

✧ Şu üç kimsenin duâsı kabul olmaz:

    1- Haram yiyen.

    2- Devamlı gıybet eden.

    3- Müslümanlardan birine kalbinde haset besleyen. Tenbihü’l Gâfilin

✧ Hakikat olarak duâ, günahları terk etmektir. Kim günahları terk ederse, istemeden de Allah (celle celâlühû) ona dilediğini lütfeder. Süfyan-ı Sevri

✧ Rikkat zamanında duâyı ganimet bilin. Çünkü bu hal, rahmet saatinin hâlidir.

✧ Üç kişi bir araya geldiklerinde ettikleri duâyı Allah (celle celâlühû) geri çevirmez.


Her korku için, tevhid.

Bütün elem ve kederler için, Mâşâallah.

Her âfiyet için, Elhamdülillâh.

Her nimet bolluğu için Eşşükru lillâh.

Her şaşılacak şey için, Subhânallah.

Her günah için, Estağfirullah.

Her darlık için Hasbiyallah.

Her kaza ve kader için Tevekkeltü alâllah.

Her musibet için, İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.

Her günah için, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.
 

✧ Bir cemaat toplanır, azı duâ eder, çoğu da âmin derse, Allah (celle celâlühû) mutlaka kabul eder.

✧ Üç kimsenin duâsı kabul olur: Annenin, mazlumun ve misâfirin.

✧ Namaz kılmayanın duâsı da, bedduâsı da kabul olmaz. Gazâlî

Duânın rükunları:

1- Huzuru kalp

2- Huşu

3- Hududan meydan gelen kalp yumuşaklığıdır. Sebeplerden ilişkiyi keserek Allah’a bağlanmaktır.


Hasan el- Basri’nin (ra), sırtında odun taşıyan bir komşusu varmış. İmam selâm verdikten sonra hemen kalkıp camiden çıkarmış... Bir gün Hasan el- Basri (ra) ona: ‘Neden biraz oturmuyorsun? Şâyet âhiretin için duâya muhtaç değilsen, hiç olmazsa dünyan için duâ et, Rabbinden bir merkep iste de sırtında odun taşımaktan kurtul!’ demiş.

Tefsir giriniz
İçerik giriniz