Kur'an-ı Kerim

Kur'an-ı Kerim

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine peygamberlik görevi verilmeden önce bir süre Mekke yakınında Hira dağındaki bir mağaraya çekilir, Allah’ın büyüklüğünü düşünmekle meşgul olurdu.

610 yılının Ramazan ayında bir pazartesi gecesi yine Hira’daki mağaraya çekilmiş, gönlü ve bütün varlığı ile Allah’a (celle celâlühû) yönelmişti. İşte bu sırada meleklerin en büyüğü olan Cebrail, Allah’ın (celle celâlühû) emri ile Peygamberimize gelerek ‘Oku!’ dedi ve bu emri üç defa tekrarladı. Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Ne okuyayım?’ deyince, Cebrail Alak Suresi ilk beş âyetini tebliğ etti. Böylece Kur’ân-ı Kerim nâzil olmaya başladı.

Kur'ân-ı Kerim, Peygamber Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy yoluyla gelmiştir. Vahiy; Allah (celle celâlühû) tarafından doğrudan doğruya veya elçi vasıtasıyla peygamberlere bildirilen ve kesinlik ifade eden bilgidir.

Allah’ın kelamını Hz. Peygambere bildiren melek, bazen kendi sûretinde gelirdi, bazen de bir insan şeklinde gelir; orada bulunanlar kendisini görür, sesini işitirlerdi. Bazı zamanlarda da melek vahyi Hz. Peygambere bildirir, fakat kendisi görünmezdi. İlk vahiy geldiği zaman Peygamberimiz kırk yaşında idi.

Kur'ân-ı Kerim bazen âyet âyet, bazen de sûreler halinde parça parça inerek 23 senede tamamlanmıştır.

İmanın altı şartından üçüncüsü, Allah’ın (celle celâlühû) kitaplarına inanmak olması bizi görev başına davet ediyor. Bu kitaplarda her devirde Allah’ın (celle celâlühû) emir ve yasakları bildirilip, kulların yapması gereken görevler öğretilip, dünya ve âhirette mutlu olmanın yolları gösterilmiştir. Bazı Peygamberlere Sahife, bazılarına da Kitap indirilmiştir:

Sahifeler:
Adem (as)’a 10,
Şit (as)’e 50,
İdris (as)’a 30,
İbrâhim (as)’e 10 sahife gönderilmiştir.

Kitaplar:
Hz. Mûsâ’ya Tevrat,
Hz. Davud’a Zebur,
Hz. Îsâ’ya İncil,
Peygamber Efendimiz’e de (sav) son kitap Kur’ân-ı Kerim verilmiştir.


Namaz ve Kur’an

 

Kur’ân-ı Kerim’i indiren yüce Mevlâ, muhatablarını tek tek huzura alarak günde beş kere bizzat dinlemek üzere Kur’ân-ı Kerim’i okutuyor. Kul hamd ile söze başlayıp duâ ile bitirdiği Fâtiha’dan sonra istediği, seçtiği, kolayına gelen bir sûre okuyor. Ve okuyucudan kendi duyacağı tarzda okunması isteniyor, ta ki ne okuduğunu bilsin, anlasın, hissetsin, hayatına düstur olarak alsın.

Kul kelâmını lâkayt okumasın, gevşemesin, ciddiye alsın diye yüce terbiye bizzat huzuruna çağırıp kontrol altında olduğunu hissettirerek okutuyor ve dinliyor. Kula bu dinleyişini rükûdan kalkarken söylettiriyor: ‘SemiAllahu limen hamideh / hamd edeni Allah işitir’ Hamd kıraatın başıydı, onu hatırlatıp bütün söylediklerini çağrışım yapmış oluyor. Cüz söyleyip kül murat ederek mecaz-ı mürsel yapıyor. Rükû ve secdelerde Kur’ân-ı Kerim okunmuyor ki, Kur’ân-ı Kerim belden aşağı kıraat ile de olsa düşmesin.

Bu, Kur’ân-ı Kerim’in bizzat yüce Allah tarafından telkin ve teşvik edilmesidir. Namaz dışında okunan âyetlerin her harfine on sevap verilirken, namaz içi şuurlu kıraate elli sevap verilir. Sevabı bilen ve kıraatın lezzetini tadan nice büyükler ömür boyu namazda hatim indirerek, uzun uzun sûreler okuyarak hayatın en büyük gayesine muvaffak olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim’in sahili gözükmeyen, uçsuz bucaksız deryasına dalan, bitimsiz lezzetlere mazhariyetinden mest-ü hayran olur da ayrılamaz.

Buna karşılık nefsin sultasına düşmüş, namazı bir alışkanlık, bir âdet olarak edâ eden; çoğunlukla sûrelerin en kısalarıyla, on bir zammı sûreyle namazı edâ eder, bunlar bile uzun gelir. Çoğu kez en kısa sûre olan ‘Kevser-İhlâs’ sûrelerini alelacele okur. Suçlunun kaçışı gibi tesbihsiz, duâsız, kaçar gider. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu tipleri namaz hırsızı olarak niteler. ‘Kimin yok zevki, yoktur cananı / Kimin yok cananı yoktur canı’ vecizesiyle bunlar canlı cenâzeler gibidir. Ne hazin ki bunlar başka cenâzelerin namazını kılarlar.

Allah’ım! Bizi rahmetin ve lütfun ile gafletten kurtar. Bize istediğin tarzda, şuurlu, huzurlu namaz kılmayı, okuduğumuzu anlamayı, alınmayı, ağlamayı ve hayatta uygulamayı, kelâmından iki cihanda hakkıyla faydalanmayı nasip et. Âmin.


Kur’an ‘ka-re-a’ kökünden bir masdar olup, toplamak ve okumak anlamlarına gelir. Masdarlara ism-i meful manası da verildiğinden Kur’an; okunmuş veya bir araya toplanmış demektir.

Kur’ân-ı Kerim kitap şeklinde bir araya getirilmesiyle Mushaf ismini almıştır.

Kur’ân-ı Kerim’in, Burhan, Zikr, Kitab, Furkan, Ruh, Mev’ıza, Ahsen’ül hadis gibi isimleri de vardır. Bütün bu isimler Kur’ân-ı Kerim içinde yer yer tekrar edilir.

Kur’ân-ı Kerim’in her bölümüne Sûre adı verilir. En uzun sûre Bakara Sûresi (286 âyet), en kısa sûre Kevser Sûresi’dir (3 âyet). Tevbe Sûresi hariç bütün sûrelerin başında birer Besmele vardır. Her sûrenin bir ismi vardır, bazı sûrelerin adı Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından verilmiştir.

Sûreler, nâzil oluş zamanına göre iki kısımdır. Umumiyetle hicretten önce nâzil olanlara Mekki, hicretten sonra nâzil olanlara da Medeni denir. Zamanı değil de mekanı esas kabul edenlere göre, bir sûre hicretten sonra da olsa Mekke’de gelmişse Mekki sayılır.

Kur’ân-ı Kerim cümlelerine ‘âyet’ denir. En uzun âyet Bakara Sûresi’nin 282. Müdayene (borçlanma) âyetidir. Bu şekilde bazı meşhur âyetlerin de sûreler gibi isimleri vardır. En kısa âyet de Müddessir Sûresi’nin 21. (sümme nezara) âyetidir. Sûre başlarındaki hurufu mukattayı âyet sayanlara göre de, en kısa âyetler bunlardır.

Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin sonları şiirdeki kafiyeye benzer şekilde bir âhenk arzeder. Yalnız Kur’ân-ı Kerim şiir olmadığı için bunlara kafiye değil, fâsıla denir. İki âyeti birbirinden ayırdığı için, ayırıcı manasındaki bu kelime kullanılır.


Kur’an’ın Faydası

Bağdat Üniversitesi Biyoloğu Dr. Ra’d, üniversite bahçesinde beş eşit ölçüde toprak hazırlattı. Bu beş alana aynı ölçüde buğday tohumu ekildi. Bu ekili alanlara aynı miktarda ve aynı zamanda su verildi. Bu beş alanın dördüne ayrı ayrı öğrenciler görevlendirildi:

1. Alanda görevli öğenciler haftada iki defa sesli bir şekilde Fâtiha, Yasin, İhlâs Sûreleri’ni okudular.

2. Alandaki öğrenciler haftada iki defa klasik müzik dinlettiler.

3. Alandaki öğrenciler haftada iki defa hakaret içeren sözler söylediler.

4. Alandaki öğrenciler haftada iki defa şiddet uyguladılar. Filizleri koparıp ezdiler, diğer otları yaktılar.

5. Alan herhangi bir dış etkiden uzak tutuldu, doğal haline bırakıldı.

Dört ay sonra bu beş alandaki buğdayların gelişimi incelendiğinde, hayret veren sonuçlar elde edildi.

Fâtiha, İhlâs ve Yasin sûreleri okunan alandaki buğdayın boylarının, beşinci alandaki buğdaydan % 175 daha fazla olduğu, buğday hacminin ise %44’lük bir artış gösterdiği tespit edildi.

Müzik dinletilen alandaki artış %25’te kalırken, üçüncü ve dördüncü alandaki artış tam tersineydi. Üçüncü alanın artışı eksi 35’te kalırken, dördüncüdeki büyüme eksi 80’de kaldı.


Kur’an’ın Hedef ve Gâyesi

 

Kur’ân-ı Kerimin ana hedefi insanlığı küfrün, câhilliğin ve sefahatın koyu karanlığından, imanın, ilmin ve irfanın aydınlığında Allah’a (celle celâlühû) yöneltmektir. İnsanlığı bilinçlendirip İslâm’ın aydınlığında yüceltirken, kademe kademe hastasını incitmeden, öldürmeden, mutlu hayata kavuşturmak isteyen doktor şefkatiyle metotlu bir yol izler.

Önce sağlam imanı, tek Allah (celle celâlühû) inancını yerleştirir. İnsanlığı kendisinden güçsüz mahluklara tapınma çelişkisinden kurtarır. İnsanı her şeyin yaratıcısı ve yaşatıcısı olan sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah’a (celle celâlühû) iman şahsiyetine kavuşturur. Bu inanca ulaşan insan, Allah’ın (celle celâlühû) sonsuz kuvvet ve kudretini, azamet ve yüceliğini, kullara karşı rahmet ve merhametini kavrayıp, teslim olur.

Kur’ân-ı Kerim bu imandan sonra, sâlih amel ve ibâdeti emrederek imanı berraklaştırıp billurlaştırır. İnsanı ruhen ve manen yükselterek, yüceler yücesine teslim olmanın sonsuz hazzını ve mutluluğunu tattırır: «Şüphesiz iman edip de sâlih amel işleyenler, işte mahlukatın en hayırlısı bunlardır. Onların mükâfatı Rableri katında altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuştur. Onlar da Allah’dan râzıdır. Bu, Allah’dan korkup saygı gösterenlere mahsustur.» (Beyyine, 7-8)

Bu ruh ve iman terbiyesinden sonra da insanı en medeni ve müreffeh bir yaşayışa ulaştırmayı hedef alır. «Gerçekten bu Kur’an insanları en doğru yola iletir…» (İsra; 9)

Bu kademede kişinin toplum içindeki aile, akrabalık, komşuluk ve cemiyet ilişkilerine, ahlâki, kültürel, sosyal ve hukuk alanlarındaki davranış ve münasebetlerine ait hükümler koyar ve yol gösterir. Kısaca kişiyi beşikten mezara kadar kendi haline bırakmaz; en iyiye, en güzele, en doğruya ulaşmanın yollarını gösterir.
 

     Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kur’an’ın

     Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın

     Ya açar Nazm-ı Celil’in bakarız yaprağına

     Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına

     İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin

     Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için. Mehmet Akif
 

Kur’ân-ı Kerim’in baştan sona kadar davası, insanları imana hidâyete erdirmek, günahların pisliklerinden temizlemek, kuvvet ve kabiliyetlerini geliştirmek, onları hayatın hakiki ve asıl hedefine götürmektir. Bu husus Bakara sûresinin ilk âyetinde anlatılır: «Bu o kitaptır ki kendisinde (Allah) katından gönderilmiş olduğundan) hiç şüphe yoktur. O takvâ sahipleri için doğru yolun ta kendisidir.»

Kur’an’ın sürekli akışı, dilinin edebi güzelliği, belağat ve etkileyiciliği ruhu vecde getirip, tüyleri ürpertir. Gözlerden yaş akıtır, içinde fırtınalar kopartarak okuyucunun, aklını ve düşüncesini fetheder. Kalbin derinliklerindeki ince noktaları etkisi altına alan üslubunu hissettirir. Ruhları edebi, büyüleyici, saf mesajı ile mesteder. Bu edebi üslub, kaya gibi sert kalpleri dahi âdeta bir mum gibi eritir. Bu ilâhi kelâm, bir yıldırım gibi tüm Arabistan halkını tesiri altına almış ve en aşırı muhâliflerine bile kendisini kabul ettirmiştir. Hatta bu kimseler, bu mucize kelâmın etkisi altında kalmaktan korkup, onu dinlemekten çekiniyorlardı. Şayet Kur’an böyle bir özelliğe sahip olmasaydı ve motomot tercümelere benzeseydi, Arapların kalplerini kolayca yumuşatması ve kalplerini fethetmesi mümkün olmazdı.

Kur’an’ın her sûresi, aslında İslâm davetinin belirli bir safhasında nâzil olan bir hutbedir. Sûrelerin belli bir arka planı ve kendisine bağlı olarak indikleri özel şartları vardır. Arka planı ve nüzul sebebi ile sûre arasında derin bir ilişki bulunmaktadır. Sûreler bu özellikleri dikkate alınmadan vakıalardan soyut bir şekilde motomot tercüme edilirse, yapılan tercüme tamamıyla anlamsız kalır. Öyle ki, bazı yerlerde mana, denilmek istenenin aksine anlaşılabilir veya hiç anlaşılmaz.

Kur’an’ın orijinal ifadeleri değiştirilemeyeceğinden, Arapçada bu sorun tefsirler ile giderilir. Fakat Kur’an diğer dillere çevrilirken serbest bir üslup kullanmak sûretiyle, Kur’an’ın anlamı, sûrelerin arka planı, nüzul sebebi ve zaman ile ilişki kurulabilir. Ve böylelikle, okuyuculara Kur’an’ın anlamı aktarılabilir.
 

     Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı

     Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı. Mehmet Âkif


Kur’an’ın Anlamı

 

Kıyâmete kadar kurtuluş ve yükselmemizin delili olan yüce Kuran’dan her asırda ümmetin edeceği istifade, zamanlarının ihtiyaçlarına göre başka başkadır. Ne yazık ki bu husus ihmal olunmaktadır. Kuran’ın manası açık âyetlerinden çıkarılan hükümler tatbik edildiği halde, değişik ilim ve fenlere âit sûre ve âyetlerin manalarını araştırma hususuna gereken ehemmiyyet verilmemiştir.

Şayet Kur’an çalışmalarında çağımızın teknolojisi de göz önüne alınsaydı, teknik bilgi sahibi kişiler bu gibi hakikatlerin Kur’an’da mevcut olduğunu hissedecekler, ilerleme ve yükselmemizin sebeplerini bu yüce kitapta araştırmayı düşüneceklerdir.

Şanı yüce Kuran’da gelmiş ve gelecek bütün ilimler mevcuttur. Nitekim «...Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, o herşeyi açıklayan kitapta bulunmasın.» (Enâm, 59) âyeti kerimesi bunun açık bir delilir. Buna tam bir kesinlikle inanmak lazımdır.

Kur’an’da insaların akıl ve anlayışlarının dışında hiçbir şey emir buyrulmamıştır. Lakin herkes ondan kendi istidat ve iktidarı oranında feyz alabilir. Eğer şimdiye kadar insanlar ilerleme sebeplerini dinlerinde arayarak bu esas üzerinde yürüselerdi, seçkin bir hüviyet kazanıp, taassuptan kurtulamayan diğer milletlere örnek teşkil ederlerdi.

Bütün kainat Kur’an’ın manasında mevcuttur. Oradan erbabına nice ilim ve fen akseder. Bu tecelli ve olgunluğa erişmiş bulunan kimseler, Kur’an’ın bir kelimesinden büyük bir kitap meydana getirecek ilim elde edebilirler.

Cenab-ı Hakk’ın tüm insanlığı indirmiş olduğu şanı yüce Kur’an, her biri birer levhi mahfuz olan bütün eşyayı kuşatmış, ilim ve fenleri içinde toplamıştır. Bir âyette: «Hayır o şerefli bir Kur'ân'dır. Levh-i Mahfuz'dadır.» (Buruc, 21-22) buyrulmuştur.

Kur’an’ın levhi mahfuzu insandır.

Var olan, yeniden vücuda gelmekte olan, akıl ile bilinen ve gözle görülen şeyler Kur’an’ın manasıdır.

Şu cihanda görülen ilâhi saltanat ve yücelik Kur’an’ın manası ile tecelli eder. Kur’an’ın manası risalet nurudur. Kime verilmişse, peygamberlerin varisi ve vaktin nuru odur.


Ebûbekir el Askalani anlatıyor:

Rüyamda Rabbü’l izzeti gördüm. Ona en iyi amelin ne olduğunu sormak istedim. Utancımdan soramadım.

- Bana en iyi amelin ne olduğun sormak istiyorsun, değil mi? buyurdu.

- Evet, dedim.

- En iyi amel, Kur’an okumaktır, buyurdu.

Sonra abdestli mi, abdestsiz mi, diye sormak istedim. Sıkıldığımdan soramadım.

- Abdestli, buyurdu.

Namazda mı namaz dışında mı, diye soracak oldum, utancımdan soramadım.

- Her ikisinde de, buyurdu.

Manasını anlayarak mı, yoksa anlamadan mı, diye soracaktım, soramadım.

- Her iki şekilde de okumak câizdir. Nezdimde Kur’an okumanın karşılığı nedir, bilir misin? diye sordu.

- Hayır, dedim.

- Anlamadan okuduğunda her harfin karşılığında on, anlayarak okuduğunda ise yirmi sevap vardır, buyurdu.


Kur’ân-ı Azîmü’şşân’a Karşı Ahlâkî Vazifeler

 

Cenâb-ı Hakk, ezeli ilmi ve iradesi ile insanlığa asırlar boyu okunmak, uyulmak, hayata uygulamak üzere kitaplar göndermiş, fakat inançsız, maddeperest insanlar onları tahrif etmiş. Biz, o kitaplara Cenâb-ı Hakk’ın indirdiği şekliyle iman edip tasdik ediyoruz. Ancak Cenâb-ı Hakk kıyâmete kadar insanlığı idare edecek olan son kitabı kendi bizzat muhafazaya alıp tahrifine izin vermemiş, kıyâmete kadar hükümlerini ebedileştirmiştir. «Kur’an’ı biz indirdik, biz; onun koruyucusu da biziz muhakkak» (Hicr:9)

Biz bütün semâvi kitaplara ve yüce Kur’an’ımıza gönülden saygı duyuyoruz. Şu anda sadece hükümleri tahrif edilmemiş ve edilemeyecek olan, hıfz-ı ilâhiyle mahfuz Kur’an’a uymakla görevliyiz. O bize, yani son ümmete, kıyâmete kadar gelen insanlara gönderilmiş son kitaptır.

Cihan bir araya gelse, onun en küçük bir sûresi gibi bir sûre yapılamaz. Hem lafzı, hem de manası mucizedir. Bu inancı sağlam temellere oturtmak ilk görevimizdir.

Sonra onu güzelce okumak ve manasını anlamaya çalışmak, okurken veya dinlerken son derece edep içinde olmak, hürmet ve tazim göstermek başta gelen vazifelerdir.

Kur’an’ın yap dediklerini yapmak, yapma dediklerinden sakınmak, anlayamadığı cihetlerde kendi aklıyla hareket etmeyip, manasını Allah’ü Teâlâ’ya havale etmek, Kur’an’ın haber verdiği tarihi vakaları ibretle düşünmek, kıssalarından hisse almak, Kur’an’a karşı en ufak bir hürmetsizlikte bulunmamak da görevimizdir..

Onu öğrenmek, okumak-okutmak, hayata uygulamak ve onu bayraklaştırıp gönülden gönüle taşımak hepimizin en önemli, en asli görevidir.

Ve ona abdestsiz asla dokunmamak. Abdestsiz iken dokunmadan okunabilir ise de, cünüp iken ne okunur, ne de el ile tutulur. Cenabı Hakk, «Ona tertemiz olanlardan başkası el sürmesin.» (Vâkıa, 79) buyuruyor.

Günah kirlerinden de temizlenmeyen ağza ve kalbe Kur’an tesir etmez. (Fahri Hocamız)

 

Kelâmını İstiyorum

Hasretle düşünüyorum, Kelâmını istiyorum

Rabbime yalvarıyorum, Kelâmını istiyorum

Hıfzıyla, manası ile, hem hattı, imlâsı ile

O derin manası ile, Kelâmını istiyorum

Hakikat ve mecaz ile, itnab, izhar, icaz ile

Sırrı haddı icaz ile, Kelâmını istiyorum

Meani, bedi, beyan ile, hem enfüsü ayan ile

Usul, mantık, kelâm ile, Kelâmını istiyorum

Hayran olan gönül ile, hem baş, hem kalp gözü ile

Tafsilat ve özü ile, Kelâmını istiyorum

Sarf, nahiv ve irabıyla, fasih lisan arabıyla

Tecvidi, kıraatıyla, Kelâmını istiyorum

Hem leyl, hem neharlarda, hem güzünde, hem baharda

Gizlisinde, izharında, Kelâmını istiyorum

Müjdesiyle inzarıyla, ibretiyle kıssasıyla

Hakk’ın sönmez imzasıyla, Kelâmını istiyorum

Âyet âyet, hece hece, Kur’an’a hasr olsun gece

Onsuz hayat bir bilmece, Kelâmını istiyorum

Kalbimden dilime aksın, aşkın çırağını yaksın

Bedeni ruhuma katsın, Kelâmını istiyorum

Hidâyete râm olayım, kendimi O’nda bulayım

Öğüdü O’ndan alayım, Kelâmını istiyorum

Gözüm onunla açılsın, dilim onunla şakısın

Kalbim gayrıdan boşalsın, Kelâmını istiyorum

Hıfz etsin onu hafızam, ruhumu sarsın Ramazan

Meşgul etsin ilm-i Kur’an, Kelâmını istiyorum

Dünyada tek arzum Kur’an, müyesser eylesin Rahman

Rabbimden dileyip eman, Kelâmını istiyorum

Eûzü besmele çekerek, yaşdan kurudan geçerek

Deryaya yelken açarak, Kelâmını istiyorum

Dolaşayım bu deryada, yok olayım bu sevdada

Avuçlarım hep duâda, Kelâmını istiyorum.  M. Balcı




[Seb'ul Mesânî Fâtiha Tefsiri Kitabı - Medine Balcı]